Devrimci hareket içerisinde komünistler nasıl bir yer işgal ediyorlar?
Bu sorunun yanıtını aramaya yönelik notlara burada yer verirken, giriş olarak kısa bir hatırlatma yapmak gerekiyor:
Türkiye’de “komünist hareket”in komünist olamadığı uzun bir dönemin ardından kızıl bayrak onu yükseltecek ellere teslim ediliyor. Komünist-sosyalist ayrımına ve komünist-devrimci demokrat ayrımına doğru hızla yol alınıyor. Komünistleşen devrimci demokratlar olabileceği gerçeği, bir teorik olasılık olarak dururken, pratik komünist hareketin birden fazla koldan ilerlemesinin önüne engeller çıkarmaya başlıyor, komünist sıfatının gerekleri ile karşılaştırıldığında su koyuveren oluşumlar hızla kulvar değiştiriyor. Teorik, siyasal ve programatik tutarlılığı yıllarca küçümseyenler bunun bedelini ödüyor. Bu tutarlılığın yola çıkarkenki en önemli silah olduğunu düşünenler, Türkiye’de komünist geleneğin kendini bulmasına yardımcı oluyor. Bu gelenek güçlendikçe “sol”un haritasında koordinatlar bu geleneğe göre belirlenmeye başlıyor. Birkaç yıl önce “solun haritasını yeniden çizeceğiz” diyenler haklı çıkıyor.
Bu geleneğin kökleri ve izinde olduğumuz miras bu nedenle büyük bir önem taşıyor.
1. Geleneğin kökleri ve mirasın bütünün de “devrimci”lik vardır. Ancak gelenek ve mirası tarif etmede “devrimci”lik yetersiz kalmaktadır. Komünist hareket kendisine adını veren evrensel hat ile devrimci kimliği karşı karşıya getirmemekle birlikte, birini ötekinin yerine kullanamaz. Biri ötekini kapsamakta, ama ona indirgenememektedir.
2. “Devrimcilik”, kapitalist düzen veri alındığında, anarşistlerden komünistlere, anarko sendikalistlerden devrimci demokratlara varan, bir yelpazenin ortaklaştırıcı özelliğidir. Ek olarak tarihsel açıdan örneğin jakobenler, dekabristler ve Kemalistler de pekâlâ “devrimci”dirler.
3. Devrimci, mevcut sistemin ıslah edilemeyeceğine inanan ve kurtuluşun sistemin bütün öğelerini altüst edecek bir kalkışma ile geleceğini düşünen ve bu düşüncenin gereklerini yerine getiren öznelere verilen genel addır.
4. Gelenek’in sık sık dile getirdiği devrimci-reformist ayrışması geniş anlamda solun değişik damarları içerisinde meydana gelen yol ayrımlarını tanımlamak için geliştirilmiştir. Bu nedenle devrimci-reformist ayrışması, başka ayrımları kesinlikle ortadan kaldırmadığı gibi, konjonktürel kimi özellikler de taşımıştır; taşıyacaktır.
5. Gelenek, bundan daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye solunu geleneksel sol, yeni sol, devrimci demokrasi, gibi kavramlarla ele almaktaydı. Devrimci-reformist ayrışması bu bölmelerin içerisinde de cereyan etti. Oldukça ilginç bir tarihe sahip olan yeni sol bir yana, geleneksel sol ve devrimci demokrasi içerisindeki devrimci-reformist kutuplaşmaları izlemekte hiç güçlük çekmedik. 12 Eylül ile birlikte devrimci demokrasinin ana kitlesini liberalleştirerek devrimci hareketin sınırlarının dışına çıkaran DY ile, devrimci demokrasinin yükseliş dönemine o dönem sona erdikten sonra da sahip çıkma iradesini gösteren DS arasındaki ayırım bu tür bir ayrımdı. Geleneksel solun üç ana yapısı içerisinde ortaya çıkan TSİP-TKPb, TKP-İşçinin Sesi, TİP-Sosyalist İktidar kopuşlarını da devrimci-reformist ayrışmalar olarak değerlendirmiştik. Bu ayrışmaların herhangi bir iz bırakmadığı kesinlikle söylenemez. Hareketimiz, geleneksel sol içerisindeki bu ayrışmalardan birisinin, kendi ayrışma konusunu geride bırakarak ayrı bir kimlik yaratması sonucu ortaya çıkmış, bugünkü durumuna ulaşmıştır.
6. 12 Eylül sonrasında TBKP sürecinde; SBP, BSP batıkların somutlanan otolikidasyon süreci, başka birçok ülkede olduğu gibi, geleneksel solun neredeyse bir bütün olarak devrimciliğini yitirmesi anlamına gelmiştir. Daha önce geleneksel solda devrimci kimliğin korunmasına yönelik önemli çıkışlar olarak değerlendirdiğimiz TKPb ve İS, ideolojik yalpalamalar ve apolitizm nedeniyle otolikidasyondan nasiplerini fazlasıyla almışlardır. Uluslararası komünist hareketin geçirmiş olduğu büyük sarsıntıyı da dikkate alan hareketimiz, geleneksel sol-yeni sol ayrımının sol içi ayrımları ifade etmekte zorlandığını, yetersiz kaldığını saptamıştır.
7. Bu saptama, Gelenek’in başka birçok hareket için geçerli olan “kimlik bunalımı”na düşmesi anlamına gelmemiştir. Hareketimiz, geleneksel sol köken ve tarihsel konumlanışı temsil etmede bugün, öncülük etmektedir. Bu köken bizim teorik, siyasal ve örgütsel süreçlerimizde belirleyici öneme sahiptir ve iki yıl boyunca partili kimlikle hayata geçen her açılım ve etkinliğe bu köken damgasını vurmuştur. Geleneksel sol miras, TİP-TSİP-TKP deneylerinden ve bu deneylere egemen olan reformist-tasfiyeci eğilimlerden ibaret değildir. Bu ülkede yeniden üretilmesinde büyük bir katkı koyduğumuz miras,
a) örgüt-hareket ilişkilerinde başlangıç ve temel belirleyen olarak örgütten yola çıkmamızı;
b) sosyalist ülkelerdeki çözülüş sırasında tek ülkede sosyalizm dönemine, bir siyasal hattın temsilcisi olarak Stalin’e, kuruluş sürecinin kazanımlarına sırt çevirmememizi;
c) trotskist ve yeni solcu bütün eğilimlere karşı en sağlam hattı örmemizi;
d) Kürt devrimci hareketine mümkün olan en kişilikli biçimde ve sosyalist değerlerimizi zedelemeden yaklaşmamızı;
e) yasal parti deneyine yeni bir çehre kazandırmamızı;
f) özelleştirme politikalarına karşı mücadele ederken liberal formüllere, ademimerkeziyetçi veya özerkleşme yanlısı bir söyleme rağbet etmememizi;
g) kriz döneminin olanaklarını sağlıklı bir biçimde değerlendirmemizi;
h) örgüt teorisinde leninist ilkelerden tek bir ödün vermeden uygun araç ve biçimleri yakalamamızı,
mümkün kılmıştır.
Bundan sonraki her açılımımız bu mirasa ve geleneğin ana hatlarına bağımlıdır. Bağımlıdır, çünkü hareketimiz miras ve geleneğe yalnızca öznel bir iradeyle bağlı kalacağını taahhüt etmemekte, aynı zamanda bu mirasın kendisi için hava kadar, su kadar ölümcül olduğunu vurgulamaktadır.
8. Bu mirasın, gerek dünya, gerekse Türkiye’deki yeni devrimci dinamiklerden besleneceği açıktır. Türkiye’de komünist hareket, Kürt devrimcileri ve devrimci demokrasinin belli bölmelerinin girdilerine açıktır ve bu son derece zenginleştiricidir. Komünist hareketin kendi öznelliğini bakir ve saf halde tutması gerektiği inancı, mirasımız içerisinde en fazla, bir karikatür olarak yer alabilir. Bolşevizmin doğumundaki zenginliklerden bu yana, bakir ve saf bir komünist öznenin kapitalizmin müebbet hapislerinden oluşan birer kast anlamına geldiği, tekrar tekrar kanıtlanmıştır.
9. Komünistlerin diğer devrimci dinamiklerin etkisine açık olmaları, bu dinamiklerin nesnel temeli ile ilgilidir. Bugün, gerek Kürt, gerekse devrimci demokrat hareketler, belli bir nesnellik üzerinde boy göstermektedir. Komünistler bu dinamikleri yalnızca içlerinde “devrimci”ler olduğu için değil, bu dinamikler, üzerinde mücadele ettiğimiz toprağa ait düzen dışı kanallar olduğu için de önemserler.
10. Bu dinamikler ile işçi sınıfı hareketi (komünistler siyasal ve tarihsel tercihleri bağlamında her konjonktürde bu sınıfsal temeli temsil ederler) arasında bir bileşke aramak veya sentez oluşturmaya çalışmak, Türkiye solunda sıkça görüldüğü gibi ya reformizmle ya da tasfiye ile sonuçlanan büyük bir yanılgıdır. Komünist hareket ile diğer devrimci dinamikler arasında bir düzlem farkı vardır. Tarihsel bir mirası omuzlaması ve sınıf temeli sayesinde komünistler, “devrimci” kimliklerini sürekli kılarlar; devrimci demokrasi veya ulusal devrimci hareketler ise devrimciliklerini konjonktürel dalgalanmalara emanet etmişlerdir.
11. Komünist hareketin yaşadığı iç gerilim ve kesinti, ampirik olarak, yukarıdaki önermeyi yalanlar gibi gözükmektedir. Ancak, “komünist”, her durumda komünist ve devrimci kalabilir; ulusal devrimci bir süreç, her daim hem ulusal, hem devrimci kalamaz; devrimci demokrasi de nesnel zeminindeki kaymalar nedeniyle liberal-terörist uçlara savrulmak zorunda kalır. Bu anlamda, gerek ulusal devrimci, gerekse devrimci demokrat hareket, karmaşık ve çelişkili bir nitelik taşır.
12. Bugün gelişmiş kapitalist ülkelerde komünistler, yeni solcular, liberal solcular, reformistler vardır ama devrimci demokratlar yoktur. Siyasal ve ideolojik olarak bizdeki devrimci demokratlara tekabül ettiğini söyleyebileceğimiz çeşitli gruplar “yeni sol” kapsama girmekte, bir bölümü komünist harekete yakınlaşmakta, ama bir bölümü de “terörist” başlık altına alınmayı hak etmektedir.
13. Geçmişte Türkiye’deki devrimci demokrat hareketi “goşist” olarak adlandırma eğilimi içerisinde olan TİP-TSİP-TKP ekolü, iki yanlışı aynı anda yaptı. Birincisi goşist suçlaması “bireysel terörist” suçlaması ile birlikte kullanılarak Türkiye nesnelliğine oturan bir devrimci dinamik, batılı ülkelerdeki apolitik tarikatlarla özdeşleştirilmiş oldu. İkincisi, komünist olma iddiasındaki siyasi çizgiler kendilerinden “daha sol”da siyasi eğilimlerin varlığını kabul ediyorlardı. Geleneksel solda bu yaklaşımı ilk kıran hareket Sosyalist İktidar oldu. Sosyalist İktidar’a göre devrimci demokrasi ile komünist hareket arasındaki ayrım silikleşmiyordu ama devrimci demokrasiyi bu toplumda besleyen toplumsal süreçler hesaba katılmak zorundaydı. Bu toplumsal süreçlerin geriye çekilmesi ile birlikte, yani devrimci demokrat nesnelliğin bir özneden ibaret kalması durumunda ortaya komünizme yaklaşanlar çıkacak, ama çoğunlukla liberalleşilecektir; bir bölüm ise, terörist (bu kavram yalnızca MİT kaynaklı propagandada veya burjuva hukukunda değil, Marksist literatürde de yüzyılı aşkın bir süredir kullanılmaktadır) ekipler haline gelecektir. Ancak Türkiye’de toplumsal dinamiklerin devrimci demokrasiye şu veya bu ölçüde belirli bir alan açtığı unutulmamalıdır. Bu alanın kalıcı bazı özellikleri olduğu da, hesaplanması gereken bir başka nesnel özelliktir.
14. Gelenek, devrimci demokrasi ile geleneksel solun geçmişine bakarken birisinde devrimci, ötekinde reformist bir içerik görmez. Öncelikle, devrimci demokrasi ile geleneksel sol, marksizmin iki değişik kolu değildir. Geleneksel sol, marksizm devrimci demokrasi ise popülizm çıkışlı oluşumlardır. Devrimci demokrasinin marksizmle yakınlaşması ve geleneksel sol içerisinde marksizme ihanete sıkça rastlanması yukarıdaki gerçeği hiç değiştirmez. Bu nedenle hareketimizin oluşturduğu yeni kimlik, geleneksel soldan çıkıp devrimci demokrasiye yanaşan bir kimlik değildir. Hareketimiz geleneksel sol içerisinde bir kopuş gerçekleştirmiştir. Kimliğini kopuş kadar kopuşun gerçekleştirildiği tarihsel bütün de belirlemektedir.
15. Türkiye’de geleneksel solun payına reformizmin, devrimci demokrasinin payına devrimciliğin düştüğü iddiası eğer siyasal polemik kaygısı ile ileri sürülmüyorsa son derece saçmadır. Ampirik olarak bile, bu saptamanın sorgulanması gerekir. Geleneksel sol, Türkiye’de TKP oportünizmini, TİP menşevizmini, TSİP reformizmini yaratmıştır; ama bunlar ve uzantıları devrimci hareketin dışına düşmüş, geleneksel sol mirası sınıf mücadelesine başkaları taşımıştır. Devrimci demokrat damara baktığımızda da farklı bir tabloyla karşılaşmamaktayız. Devrimci demokrasinin siyasal özne olarak Türkiye toprağındaki dört temel akımından üçü devrimci olmaktan çıkmış, ya da çıkma sürecine girmiştir. Bu akımlar devrimci demokrat sınırların içerisinde durmak için gerekli zemini yitirmişlerdir. Ana akımlar içerisindeki ayrık özne ise programatik başıbozukluğuna rağmen temel siyasal tercihlerde ve tarihsel mirasa sahip çıkıştaki sezgisel tutarlılık sayesinde “devrimci demokrat” kimliğini koruyabilmektedir. Özetle, solun analizi, ampirik bulgularla “miras” veya “köken” tokuşturması yapmaya heveslenenlere fazla şans tanımamaktadır.
16.Buna rağmen geleneksel solun payına kaçaklık, devrimci demokrasinin payına mücadelenin düştüğü tezi Türkiye gibi komünist hareketin doğru dürüst süreklilik kazanmadığı bir ülkede elbette bütünüyle yabana atılamaz. Bu devrimci demokrasinin bir üstünlüğü değil, komünistlerin zaafıdır. Devrimci demokrasi, yükselen hoşnutsuzluğun ifadesi olma bağlamında zaten “mücadele”nin dışında varolamaz. Komünist hareketin mücadele sürekliliği ise, bir tarihsel öznenin siyasal-ideolojik-örgütsel tercihlerinden kaynaklanır. Bu tercihlerin sağlam örülmemesi, mücadeleyi kesintiye uğratacaktır. 12 Eylül öncesindeki devrimci durumda kavganın temel olarak devrimci demokrat damga yemesi, şaşırtıcı değildir. Buradaki eksiklik, komünist kimlikli bir dikey örgütlenmenin daha az yaygın ama daha siyasal bir içerikle, mücadelenin rotasını belirlememesindedir.
17.Tarihsel bir perspektiften bakıldığında, gerek 71 öncesindeki Deniz Gezmişler ve THKP-C’nin, gerekse 77 sonrasındaki güçlü çıkışında devrimci demokrasinin Türkiye devrimine yaptığı katkı ile 60 sonrası TİP’in ve 73 sonrasında özellikle TKP’nin yapmış olduğu katkının karşı karşıya konması son derece saçmadır. Zaten devrimci demokrasinin marksizmden etkilenimi, reformist de olsa marksizm kökenli geleneksel solun varlığı sayesinde ortaya çıkmıştır. Dünyadaki sol dinamiklerin varlığı, onlar üzerindeki Sovyet etkisi, bu saptamayı zenginleştirmekten başka bir şeye yaramaz. Her ne olursa olsun, bugün Türkiye komünist hareketi, Türkiye toprağında kalan her “devrimci” izi değerlendirmek zorundadır. Bu izler bizim hafızamız ve gururumuzdur.
18.Bizi devrimci demokrasiden ayıran, devrimci demokrasinin toplumsal tepkilere ve bu tepkilerin belli bir mücadeleye dönüşmesine bağımlı olmasıdır. Bu anlamda, devrimci demokrasi mücadele belirlenimlidir. Komünist hareket ise her şeyden önce, siyasal belirlenimlidir. Mücadele, siyasal hedeflerle öznenin fiziki varlığı arasındaki ilişki üzerinde kuruludur. Bu nedenle komünist hareket açısından mücadele, özneyi ve siyasi hedefleri perdeleyen veya onu istediği gibi şekillendiren “nesnel” bir olgu haline hiç gelmez.
19.Mücadele belirlenimli olması, devrimci demokrasinin, kendisini bir özne olarak şekillendirirken üzerine bastığı toplumsal dinamiklere bütünüyle bağımlı olmasını, kaçınılmaz hale getirmektedir. Devrimci demokrat örgütlenmelerin Türkiye’deki tarihini bu bağımlılık ile marksizmden etkilenim arasındaki çelişki oluşturmaktadır. Bu tarihin her kesitinde biraz popülizm, biraz marksizm, biraz liberallik ve az da olsa kendini besleyen dinamiklere yabancılaşma vardır.
20.Komünist hareketin en önemli ayrıcalığı, kapitalizmin siyasal, ideolojik kuşatmasının sonuçlarını en aza indirecek bir örgütlenme teorisine sahip olmasıdır. Nitekim 20. yüzyıl pratiği, komünist hareket içerisinde bu teoriye sırt çeviren bütün unsurların siyasal ve ideolojik bağımsızlıklarını yitirdiklerini gösterir yüzlerce örnekle doludur. Bu nedenle komünistler, kendi devrimciliklerini kapitalizmden siyasal, ideolojik ve örgütsel anlamda kopmalarını sağlayan iradi tercihten alırlar. Devrimci demokrasinin kopuşunu sağlayan ise, bir iradi tercih değil, bizzat kapitalist sistemin çelişkilerinin yol açtığı gediklerdir. Bu gediklerin yapısında meydana gelen her değişiklik devrimci demokrasiyi burjuvazinin siyasal ve ideolojik kuşatmasının etkisi altına sokabilmektedir.
21.Komünistler 21. yüzyıla girerken kendilerini devrimci ve bağımsız kılabilecek tek teori olan Marksizm-Leninizme dair kavrayışlarını mutlaka daha sağlam temellere oturtmalıdırlar. Bu teorinin sosyalist devrim ve proletarya diktatörlüğü uğrakları kadar, komünist örgütlenmenin ontolojisi açısından taşıdığı önem de hesaba katılmalıdır.
22.Dikkatle bakıldığında, bir devrimci geleneğin yaratılmasının, yukarıda değinilen siyasal, ideolojik bağımsızlık ve bu bağımsızlığı sağlama alan örgütsel ilkelerle birlikte, aynı zamanda bir mücadele tarzının şekillenmesiyle, siyasal kimliğin dışavurumundaki biçimsel kalıpların oluşumuyla mümkün olduğu görülür. Komünistler 1950’lerle birlikte dünyanın dört bir yanında yalnızca siyasal ve ideolojik bağımsızlıklarını değil, aynı zamanda bu tarz ve kalıpları da yitirmeye başlamışlardır. Yalnız bolşevikler tarafından değil, dünyanın dört bir yanında komünistler tarafından üretilen kültürel ve ahlaki renkler solmaya başlamıştır. Tek başına derinlerde işleyen bir mekanizma değildir bu. Bu sürecin içerisinde, karmaşık ideolojik dinamiklerin yanında SBKP yöneticilerinin bıyıklarını kesmesi vardır, FKP militanlarının kasketlerini çıkarması vardır, parti kongrelerinde slogan atmanın ayıplanmaya başlaması vardır; komünist geleneğin yarattığı dışavurum mücadele ve kimlik ekseninden çıkmış, işleyiş eksenine kaymıştır.
23.Devrimci hareketin kültürel renklerinin devrimci demokratların tekeline ve biraz da insafına terk edilmesi, bunun dışında Çinhindi’ndeki sosyalizm denemelerinin mitler, fetişler ve dogmalarla bezenmiş çerçevesinin yaygınlaşmasının bedeli ağır olmuştur. 1918’in Moskovalı komünisti, 1943’ün Lyon’daki partilisi, içsavaşta Madrid’i savunan uluslararası tugayların Amerikalı mensubu, 1950’lerin başında İtalya’nın kırlarına kadar uzanan parti militanları… bunlar artık yoktur… Bunların yerine konanların sosyalizm mücadelesine şu veya bu doğrultuda katkı yaptıklarını kabul etmek de yetmemektedir; ortada komünist geleneğe katılan bir şey yoktur.
24.Bir devrimci geleneğin yaratılmasında siyasal, ideolojik ölçütler, bunun örgütsel ayağı elbette esastır. Ancak bütün bu tarihsel kimlik, öncelikle bir mücadele pratiğinde kendisini göstermeli, bu mücadele pratiğinin içerisinde boyatan kültürel ve etik renkler kalıcı ürünler vermelidir.
25.Devrimci demokrat geleneğin yarattığı renkler, insanlığın devrimci birikimine çok şey katmıştır, ancak yenilik artık bu gelenekten beklenmemelidir.
26.Yaygın anlamıyla devrimci demokrasinin ve batıdaki Kürt devrimcilerinin Türkiye’de sosyalist mücadeleye birer kadro, birer militan veya toplumsal taşıyıcı olarak omuz vermeleri için gerekli sıçramanın özellikleri üzerinde düşünmenin zamanı gelmiştir. Devrimci demokrasi bugün üç nedenle, kendi tabanı üzerinde kontrolünü yitirmeye başlamıştır. İlk neden, devrimci demokrasinin belli öznelerinin “siyaset” yapmaya başlamasıdır. Komünizme doğru bir örgütsel transformasyonun eşlik etmediği (bu birçok örnekte olanaksızdır) siyasallaşmanın reformizm limanına yanaşacak olması açık bir siyaset kuralıdır. Bu kuralın işlediği önemli devrimci demokrat özneler vardır. Limana yanaşıldıkça, gemiyi terkedenlerin olmayacağını ve olmadığını düşünmek ise devrimci demokrat birikimi hafife almak anlamına gelecektir. İkinci neden, komünist anlamda siyasal çalışmanın, devrimci demokrasiyle temas noktaları yaratmaya başlamasıdır. Sonuçsuz ve nedensiz bir mücadele pratiğinin yanında, ne yaptığını bilen bir siyasal mücadele, en azından saygı uyandırmaktadır. Üçüncü neden, devrimci demokrasinin mücadeleyi marksizme yakın kılan çok sayıda deneyimli kadrosunun sıcak kavgada yaşamlarını kaybetmiş olmasıdır. Bugün devrimci demokrat başlık altında toplanan toplumsal taban ile devrimci demokrasinin özneleri arasında doğru dürüst iletişim yoktur. Bu toplumsal tabanı az çok kalıba sokacak müdahale araçlarından yoksun kalınmıştır.
27.Sözü edilen taban daha çok mahallelerde, belli ölçülerde üretim sürecinde küçümsenmeyecek bir genişlikte hareket etmektedir. Merkezi gündemlere alabildiğince yabancı, bir örnekte Kürt dinamiğine, ötekinde anti-faşist dirence, bir diğerinde ise Alevi kimliğine tabi bu tabanı, sınıf merkezli bir çıkışa bağlayacak olan komünistlerdir.
28.Komünist hareket, bu kez geçmiştekinden çok farklı bir tabana seslenmekte olduğunu algılamalıdır. 12 Eylül öncesinde dogmalarla veya kalıplarla, devrimci demokrat başlıkta hareket eden büyük kitle, sosyalizmle örtülü de olsa önemli ideolojik, siyasal etkileşim içerisindeydi. Ayrıca yukarıda değindiğim gibi, devrimci demokrat önderliklerin bugünkü kadar yıpranmamış olması, yukarıdan aşağıya belli bir müdahaleyi mümkün kılıyordu. Bugün, belki daha öfkeli, daha içten ama siyasal ve ideolojik açıdan daha başıbozuk bir toplam vardır. Bu toplam Türkiye devriminin önemli toplumsal (ve birçok durumda kadro) kanallarından bir tanesidir.
29. Siyasal ve ideolojik başıbozukluğu basit anlamda bir formasyon sorunu olarak görmek Türkiye gerçekliğini hiç bilmemektir. Gelenek’te bilinçlendirmenin tek “eğitim” süreci olmadığını Israrla ve bıktırıcı bir sıklıkta tekrar etmemizin ne kadar isabetli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bugün, üzerinde durduğumuz tabana, yalınlaştırılmış bir ideolojik (tekrar vurguluyorum teorik değil) ve siyasal kimlik verilebilmesi gerçekleştiği takdirde Türkiye komünist hareketinin siyasal iktidar mücadelesinde şu ana dek elde ettiği en önemli kazanım biçiminde değerlendirilebilecek çapta bir sıçrama olacaktır. Devrimci mücadeleyi düzenin dışında (sayı olarak olmasa bile konum olarak marjinal bir biçimde) boy atan bir yaşama tarzı sanan veya ancak bu kadarını bulabilen bu taban ile sosyalist ideoloji arasında yalın ama güçlü bağlar oluşturulması, Türkiye işçi sınıfının sendikal anlamda örgütlü, istihdam açısından az çok istikrarlı kesimlerinin ilgisiz kalamayacağı, onlara birçok nedenle “tanıdık” gelecek bir dinamiğin oluşması anlamına gelecektir. Bunu gerçekleştirecek olan da Türkiye komünistleridir.
30.Bu süreçte komünistlerin kendilerine özgü özelliklerini aktararak işin üstesinden gelebileceğini sanmak ne kadar büyük bir gaflet olacaksa, bu özellikleri sümen altına itmeye kalkmak da o kadar haince bir tutumdur. Bu özelliklerin yeniden üretilmedikçe, beslenmedikçe ve hiç değilse yeni bazı unsurlara mal edilmedikçe bir kenarda kendisini koruyacağını sanan ve “dönem büyüme dönemidir”in heyecanına kapılanlar ne büyüyecek, ne de hedefe yürüyebilecektir. Gelenek, bu tuzağa düşmeyecek bir hareket olduğu için iddialı bir harekettir.
31.Komünistler Türkiye’de siyasal, ideolojik ve örgütsel kimliklerini oluşturuyorlar. Bu kimliğin mücadele pratiği kendine özgü bir hatta ve sınıf temeline her daim daha fazla yerleşerek yol alıyor. Bu pratik, kendine özgü kültürel ve etik renkleri uluslararası devrimci harekete mutlaka armağan edecektir.
32.Komünistler bir geleneğin yaratılması sürecinde yeni görevlerin üstesinden mutlaka geleceklerdir.
33.Gelenek, yolun başında değildir. Gelenek mutlaka gelenek olacaktır…