Yazının başlığı doğru . Ama hemen çağrıştırdığı manada değil… Tabii biz oradaydık. Ama biz orada yalnız değildik. Rusya’da komünizmin sahipleri, Rus komünistleri vardı ve sanıldığından çok daha kalabalık, coşkulu ve umutluydular. Eski sosyalist ülkelerden gelen yoldaşlar da vardı, sosyalizm mücadelesini sürdüren ülkelerden gelen yoldaşlar da. Ama işin hoş ve umutlu yanı, bu insanlar Moskova’ya bir toplantı ya da konferans için özel olarak gelmiş değildi. Kimi, 21 Eylül’de yapılan yürüyüşe Demokratik Almanya’nın bayrağını katmak için gelmişti, kimi de Rusya’daki komünist örgütlerin liderleriyle görüşmeler yapmaya. Yani Rusya’da komünistler mücadele ediyordu ve dünyanın her tarafından yoldaşları onların mücadelesini öğrenmek, izlemek, desteklemek için oradaydılar. Yani komünistler Moskova’daydı, ve hala oradalar.
Moskova, büyük, düz, yemyeşil, görkemli ve batılı bir şehir. Evet batılı… İnsanca ve aynı anlama gelmek üzere, topluca yaşamak için gerekli konfor kesinlikle sağlanmış. Lükse, gereksiz bireysel tüketime ise doğal olarak pek yer tanınmamış. Dev bloklar halinde inşa edilen apartmanlar ve aralarında geniş caddeler, yemyeşil parklar, muhteşem metro, ev içlerinin küçük ama son derece kullanışlı planı, ısıtma, su, havagazı vs. vs.. Bunlar Moskova’yı batılı yapmaya yeter. Ama ya her evde standart mobilya olarak bulunan piyano? Metronun yüz metre yüksekliğinde yürüyen merdiveninde iki dakika süren tırmanışı bile okumadan geçiremeyen insanlar? Ya o küçük, sevimli evlerini en az çocukları sayısında köpekleriyle paylaşanlar? Evet Moskova batılı bir şehir. Peki hangi? Batı Elbette tüketim çılgınlığının çirkin eblehliğine kapılmamış bir Batı. Sosyalizm 60’lı yılların batılı yaşam standartlarını yakalamış Moskova’da. Ve orada durmuş. Peki o çılgın, iğrenç tüketim batağında yarışmasını sürdürmesi gerekli miydi sosyalizmin? Bu başka çalışmaların konusu…
Şimdilik Moskova, yenilen sosyalizmin yerine gelen kapitalist özentilerinin eliyle o çılgınlığa sürükleniyor. O güzelim şehir peyzajının üzerine sanki biri elini pisliğe sokup serpmiş gibi; satış mağazaları, süper-marketler üşüşmüş. Baştan aşağıya plan ürünü olduğu belli, en ince işçilikle yapılıp süslenen binaların önüne salaş, çirkin kulübeler kondurulmuş. İçlerinde envai çeşit tüketim nesnesi…
Kapitalizm ve tüketim çılgınlığı henüz yüzeysel ve yabancı. Ne insanları ne de çevreyi tamamıyla esir alabilmiş. Yeni yetme kapitalistler ve onlara özenen genç züppeler hala iğreti, korkulu duruyorlar. Üstleri başları ve mekanlarının her köşesi sonradan görmeliğin çirkinliğini yansıtıyor. Ama öyleleri var ki bırakın sosyalist olmayı, insan olanların bile tüylerini diken diken etmeye, yüreğini hınçla doldurmaya yetiyor. Sadece bir örnek: Moskova’nın görkemli caddelerinden birinde dev bir bina var. Yıllarca tüm dünyaya Rus klasiklerini, Lenin’i Marx’ı ve diğer sosyalist yazarları taşıyan Progress Publishers’ın binası. Şu anda, saygın yayınevi binanın sadece küçük bir dükkanını kullanıyor. Diğer katlar süpermarket haline getirilmiş. Binanın adı da Progress Trade House, yani ticarethane. Ama insanlar, özellikle emekçiler bunları içlerine sindiremediklerini her hallerinden belli ediyorlar. Bazen garip garip bakarak, bazen de, kendisine eski Progress yayınlarından almak istediğimizi söylediğimiz tezgâhtarda olduğu gibi yanakları kızararak.
Evet kapitalistler Moskova’yı tümüyle ellerine geçirmek için korkunç dış destekleri ve iğrenç mafya yöntemleriyle ellerinden geleni yapıyorlar. Ama güçleri her şeye yetmiyor. Evet Stalin’in tüm ve Lenin’in çoğu heykelini kaldırmışlar yerlerinden ve tamirat bahanesiyle Lenin Müzesini kapatmışlar ama Bolşoy Tiyatrosu’nun önündeki dev granit Marx heykelini yerinden oynatamamışlar. Viktor Anpilov yoldaşın aktardığına göre onu da yıkmaya çalışmışlar, “ama onun yapısı granit ve temeli çok derinde olduğu için” başaramamışlar. Aynı şekilde Lenin Mozolesi’ni her hafta sonu binlerce genç, yaşlı ve çocuğun, yağmur altında saatlerce bekleyerek ziyaret etmesini de engelleyememişler. Stalin’in Kremlin duvarının dibindeki mütevazı mezarının ziyaretçi karanfilleriyle bezenmesini de yasaklayamamışlar. Onlar şimdilik beyinlerini ele geçirdikleri kadınların sabahın köründe işlerine giderken bile birer fahişe gibi giyinmelerini ya da üç yıllık kocalarıyla bir kez de kilisede evlenmelerini sağlayabiliyorlar. Ya da McDonnalds’da birkaç hamburger yemek için kendilerini satmalarını…
Ama kapitalizm Rusya’da yandaşlarından daha hızlı düşman üretiyor. Ve bunu en güçlü olduğunu zannettiği silahının geri tepmesiyle yapıyor: Tüketim! Her yer mağazalarla dolu, bunların içleri de çikletten meyvalı yoğurda kadar ıvır zıvırla. Ama akşam saatlerinde fahişelerden önce metro çıkışlarında bekleyen emekli kadınlar göze çarpıyor. Bunlar her hallerinden kültürlü, eğitimli oldukları belli olan ve üstleri başları hala bizim Eminönü dilencilerinin olduğu hale gelmemiş, sevimli tatlı ihtiyarlar. Ellerinde tuttukları iki sosis, birkaç havuç ve lahana, bazen de bir şişe votkayı, marketler kapandıktan sonra evlerine dönmek zorunda kalan insanlara satarak yaşamaya çalışan “beyaz borsacılar”. Rusça’da böyle bir deyim yok ama kara paranın böylesine revaçta olduğu bir zamanda bu insanların yaptıkları olsa olsa beyaz ya da kızıl borsa olabilir. Amerikan filmlerinde gösterilen, turistlerin bacaklarına sarılan Mısırlı ya da Uzakdoğulu çocuk dilencilerin halleri kesinlikle yok bu insanlarda, gözlerinde bir zamanlar yönettikleri ülkelerinde düştükleri halin hırsını taşıyorlar. Ve ellerindeki sosisleri, pazar günleri Marx’ın heykelinin önüne yoldaşlarıyla buluşmaya gittiklerinde taşıdıkları kızıl bayraklarını tuttukları gibi onurla tutuyorlar.
Komünistler, Moskova’da her pazar Bolşoy’un karşısındaki Marx heykelinin önünde toplanıyorlar. Orası bir şenlik ve politika alanı haline gelmiş. Bütün fraksiyonlar gazetelerini ve dergilerini satıyor, birbirleriyle şiddetli tartışmalara giriyorlar. Tartışmalar bazen kavgaya bile dönüşebiliyor. Biraz itişip bağrışıp sonra birlikte, yine kendilerinden oluşan orkestranın müziğinde dans ediyorlar. Öğle saatlerinde herkes toplandığında değişik partilerin liderleri konuşmalar yapıyor. Bu liderlerin içinde en çok ilgi odağı olanlardan biri RKİP lideri Viktor Anpilov. Onun konuşmalarını coşkulu alkış ve sloganlarla destekliyorlar. Ve her biri tek tek Anpilov’a ulaşmaya ve onunla konuşmaya çalışıyor. Çünkü Anpilov onları yeniden iktidara ve sosyalizme çağırıyor. RKİP ve Anpilov Rus komünistleri ve emekçileri nezdinde gerçek bir öncü ve önder haline gelmiş. Ve bunu mücadelesiyle kazanmış. Burada önemli bir dönüm noktası, Parlamento direnişi olmuş. RKİP militanları Yeltsin’in köpekleri Beyaz Ev’i kuşattıklarında, dışarıda oldukları halde gidip direnişe katılmış ve Rutskoy teslim olma kararı verdiğinde, teslimiyeti reddederek dışarıdaki militanlarının açtıkları ateş sayesinde kaçarak kurtulmayı başarmışlar. Anpilov bundan sonra aylarca tutuklu kalmış ama Rutskoy ve diğerleri için çıkan aftan sonra tekrar açık çalışmaya başlamış. Bu süreç; bunun öncesi ve sonrasında özellikle işçi sınıfı ve askerler içinde yaptıkları çalışmalar partiyi oldukça geliştirmiş.
Anpilov Rusya’da hem kapitalist yolcularla hem de aralarındaki oportünistlerle mücadele etmek zorunda olduklarını anlatıyor komünist ve sosyalist partilerin oluşturduğu “Trudavoy Rassii”, hareketinden bahsederken.
RKİP yöneticileri parti binalarını sadece irtibat için, kullandıklarını militanlarının her zaman işçi sınıfının içinde yer aldığını anlatıyor. Askerler arasında da oldukça etkin oldukları, yoldan geçen askerlerin nerede görseler Anpilov’u mutlaka durdurup ona bir şeyler anlatmalarından ve politikalarını tartışmalarından belli oluyor. Kısaca RKİP Rusya’da yeniden sosyalist iktidar yolunda yürüyor. Bu sosyalist iktidarın yakın olduğu anlamına gelmiyor elbette. Bugün en azından Moskova’da siyasal hava, pata konumunda; kapitalistler ve komünistler iki uçtan bastırıyor. Kapitalistler iktidarda olmanın, dış destek ve maddi yardımın gücüyle yükleniyor. Komünistler ise insan olmanın ve sosyalizmin onuruyla… 1917’den sonra ikinci kez Rusya’da net bir ikilik yaşanıyor. İşçi sınıfı ya da burjuvazi. Ya bir tarafta ya da diğerinde… Bir tarafta ahlaksızlık, sömürü, tüketim çılgınlığı, diğer tarafta eşitlik, özgürlük. Ya kapitalizm ya sosyalizm. Komünistler iyi, insani ve güzel olan her şeyi temsil ediyor. İşçi sınıfı ve emekçiler yeniden onların etrafında toplanmaya başlıyor.
Bunun belirtileri izlenebiliyor. 21 Eylül’de Gorkiy, ya da yeni adıyla Tverskaya caddesini dolduran onbeşbini aşkın emekçi Yeltsin iktidarına öfkelerini bağırırken Lenin ve Stalin sloganlarıyla yürüyor. Daha da önemlisi çeşitli nedenlerle henüz bu kitleye katılmamış olan halkın tepkisi. Çok az sayıdaki burun kıvırarak geçenlerin yanında çoğunluk gösteriyi ilgiyle izliyor. Cadde üstündeki evlerden kızıl bayraklar sallanıyor. İzleyiciler sloganların bazılarına kortejin dışından katılıyor, ya da ceplerinden çıkardıkları küçük plastik kızıl bayraklarla bir süre kortejin yanında yürüdükten sonra, bayraklarını özenle ceplerine yerleştirip, yollarına devam ediyorlar.
Komünist ve sosyalist partilerin oluşturduğu “Rus Emeği” hareketi programında Rus işçi sınıfına,
*emeğin iktidarını yeniden kurmayı,
*emeğin üretkenliğini artırarak tüm vatandaşların beslenme ve tüketimini sağlamayı,
*spekülasyon ve karaborsayı önlemeyi,
*egemen rejimin ekonomideki tahribatını onararak ulusal ekonomiyi yeniden oluşturmayı,
*kısıtlayıcı bütün anlaşmaları iptal etmeyi,
*fabrikalar, toprak, bilim-kültür ve spor kurumlarında ulusal ekonomiyi yeniden oluşturmayı,
*toprakta verimliliği arttırmayı ve
*bürokrasiyle mücadele etmeyi vaad ediyor.
Bu mücadelede yolun neresinde oldukları, bunu kısa dönemde başarıp başaramayacakları konusu ise oldukça karmaşık. Bugün Rusya’da her birisi anlamlı bir kadroya sahip olan birçok devrimci ve komünist parti var. Henüz bunlar arasındaki ayrım, duygusal ve sembolik farklılaşmaların dışında netleşmiş değil. SBKP geleneğinin hatalarından kopma ve militan bir mücadeleyi sürdürme konusunda en fazla mesafe alan Rusya Komünist İşçi Partisi, ideolojik kimliğindeki dalgalanmaları engellemekte güçlük çeken bir oluşum. Bir dönem Rus milliyetçileriyle fazla içli dışlı olan parti, son dönemlerde bu yaklaşımın maliyetini hissederek daha dikkatli ideolojik tercihler içerisine girdi. Ancak, bu kez Rus komünistlerinin teorik kısırlıklarının etkisi kendisini göstermeye başladı. RKİP şu anda, gerek program sorununa gerekse marksizmin temel tartışmalarına önemli katkılarda bulunabilecek belirginleşmiş bir teorik birikime sahip değil.
Karşı devrimden sonra hızla yeni bir iktidar kavgasına girişmeleri belki de Rus komünistlerine en fazla zarar veren noktalardan birisi olmuş. Partilerin kimlikleri bu nedenle yeterince belirgin değil. Özellikle en fazla üyeye sahip Rusya Federasyonu Komünist Partisi (500 bin üyeden söz ediliyor) ile RKİP arasındaki geçişgenliğin nedeni bu olsa gerek. RKİP tarafından oportünistlerin denetiminde olan ama içinde dürüst komünistlerin de yer aldığı bir parti olarak değerlendirilen RFKP’de RKİP’ten ayrılan çok sayıda üye var. Parlamento olaylarının ilginç ismi General Albert Makaşov bunlardan birisi.
Rus komünist hareketi konusunda daha kapsamlı incelemeler için öncelikle bütün bu oluşumların kendi kimliklerinde netleşmelerini beklemekte yarar var. Ancak, bu sürecin çok uzun sürmeyeceği bilinmeli. Bir de, bütün ayrım noktalarına rağmen Rus komünistlerinin ortak eyleme geçmede büyük bir alışkanlık kazandıkları hesaba katılmalı.
Moskova’da komünistler var. Hem de az, etkisiz değiller. Bu çok açık.
Onlar Moskova’dan haykırıyor:
KAHROLSUN YELTSİN!
YAŞASIN LENİN VE STALİN!!!
Ve binlerce kilometre öteden biz de yanıtlıyoruz:
YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM!!!
Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu’nun karşısındaki granit Marks heykelinin üzerinde şöyle yazıyor:
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN.