Sosyalizmin teorik onca sorunu varken “Stalin meselesi” üzerinde durmanın anlamı üzerine bir şeyler yazma ihtiyacı, “Sosyalist Kuruluşu Stalin’den Öğrenirken” başlıklı yazımın ikinci bölümünün bilgisayar kurbanı olmasından sonra ortaya çıktı. Genişleterek bir kitap çalışmasına dönüştürmeyi düşündüğüm bu yazıyı yeniden yazmaya başlarken (yeniden yazımın can sıkıcılığı içinde) konunun neden önemli olduğuna kısaca değinme ihtiyacı hissettim.
“Stalin döneminde şunlar oldu bunlar oldu” gibi laflar etmeyeceğim çünkü bunlar zaten yazının kapsamında… Stalin meselesini bugün hassas kılan şey, bu meselenin sosyalizm içi tartışmaların “bottle neck”i olma özelliğini korumasıdır. Bu tartışmalarda hangi türde bir labirent oluşturulursa oluşturulsun, Stalin meselesine yakınlaşılmakta, veya en azından Stalin mesele yapılmaktadır. Marksist olma iddiasındaki teorik çalışmaların neredeyse yarısına yakın bir bölümünün Stalin’i merkeze koyup taşa tuttuğu dönem kapanmış değil; kapanacağa da benzemiyor. Bu noktadan sonra keyfi bir tercihten söz edilemez. Her siyasi hareketin aşağı yukarı tutarlı ama kesinlikle laf kalabalığına getirmeden “Stalin meselesi”nde nerede durduğunu göstermesi gerekir.
Yaratıcı bir marksist ve ciddi bir ihtilalcinin Stalin meselesinde iki türde korkuyu yenmiş olması beklenir. Bunlardan ilki, Stalin’e malolan değerlerin Sovyet deneyinin hazin sonu ile birlikte sahiplenilmesinin yolaçacağı itibar kaybından duyulan endişedir. Diğeri ise Stalin’e öykünen ve kendi yetersizliklerini bir tür “bu işler böyledir” mantığı ile kapatmaya çalışan azgelişmiş devrimcilerin oluşturduğu görüntünün yarattığı utançla karışık korkudur.
Bu korkuların yanına bir materyalist için vazgeçilemeyecek tutku “bilimsel kuşkuculuk”u eklediğinizde, eğer leninizmden biraz nasibinizi aldıysanız “şöyle iyiydi böyle kötüydü” ortalamasını bulacaksınız yok leninizmin verimli katkılarından mahrum kaldıysanız “lanet olsun…” diyeceksiniz.
Stalin meselesinde bunların bir anlamı yok. Bugün açık bir biçimde “biz Stalin’i geleneğimizin önemli bir parçası olarak sahipleniyoruz” demeyen bir tarihsel çerçevenin, Sovyet deneyinin sıçrattığı çamurdan kurtulmak için yapmaya başlayacağı dansın siyasal bir lambadaya dönüşeceği; Stalin’e öykünen kestirmeci ve vulger devrimci tipolojisinden kurtulmak için gösterilecek çabanın içki sofralarında “hocam aslında adam haklıymış” sızlanmalarında sonlanacağı açık.
Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluşu için verilen mücadelenin en kritik evresi nedir? Ülkeyi ve Sovyet topraklarında yaşayan halkları fiziki olarak yokolmanın eşiğine getiren İkinci Paylaşım Savaşı mı? Kuruluş sürecinin fiilen tasfiyesi anlamına gelen 80 sonrasındaki trajik gelişmeler mi?..
Her iki dönemin de Sovyet tarihi içerisindeki kritik önemini yadsımak olanaksız. Bu dönemlerin birisinde onmilyonlarca Sovyet insanının faşizme karşı savaşta şehit düşmesine rağmen sosyalizmin kalesi düşmedi, ötekisinde anti-faşist savaşın kahramanlarının çocukları doğru dürüst bir direnç göstermeden ülkeyi kapitalistlere teslim etti. Ancak yine de bütün bu tarihe “sosyalist kuruluş” dememize olanak sağlayan tek bir kesit belirginleşti: Birbirine bağlı üç dev atılımın gerçekleştiği 1927-1936 yılları. Planlı ekonomiye geçiş, tarımda kollektivizasyon ve endüstrileşme sosyalist kuruluşa rengini veren bir kesitin temel taşları olarak belirginleşti.
Bu kesit, Ekim Devrimi’nden sonraki birkaç yıl hüküm süren Savaş Komünizmi’ni takip eden NEP’ten, Yeni Ekonomi Politika’dan çıkış anlamına da gelmiştir. NEP döneminde ve sonrasında NEP defterinin kapatılması sırasında ortaya çıkan tartışmalarda Rus olan, Sovyet Rusya’ya özgü olan çok şey bulabilirsiniz. Ancak bu gözlemden yola koyularak sosyalist devrimin siyasal ve toplumsal yönleri arasındaki diyalektiğin belirgin bir biçimde ortaya çıktığı bütün bu dönemin sınıfsız toplum için verilen evrensel mücadelenin temel ilkelerini yansıtmadığını söylerseniz yanılırsınız.
NEP döneminden çıkış ve birlikte gelen kollektivizasyon-endüstrileşme hamlelerinde siyasal devrimin toplumsal devrimin önünü açma iradesini görmeden, bu iradenin genelgeçer kurallarının ayrımına varmadan anti-kapitalist mücadele sürdürmek, program ve eylemde tutarlı hedefler gözetmek mümkün olmayacaktır. Daha önce belirttiğim gibi, Sovyet deneyinin evrensel değerini başka yerde aramak yerine 27-36 yıllarındaki üçlü hamlenin ne anlama geldiğini kavramak yeterli olacaktır.
KOLLEKTİVİZASYON FIRTINASI
1927 yılı, Sovyet tarımında NEP politikalarının olumsuz sonuçlarının en fazla hissedildiği yıllardan bir tanesi oldu. 1920’lerin başında uygulamaya konan Yeni Ekonomi Politika’nın temel özelliklerinden bir tanesi olan, tarımın endüstriye karşı kollanmasının sınıflar mücadelesine tercümesi açıktı. Devrimin öncü sınıfı Rusya proletaryası tarımsal ürünler lehine açılan fiyat makası nedeniyle özverinin sınırlarını zorlamakta, kırlarda ise toprak sahibi köylülüğün yoksul köylülük üzerine olan baskıları dayanılmaz hale geliyordu.
NEP’in yarattığı burada saymadığımız başka sorunlar da vardı. Ancak NEP dönemi, kendileri elbette çağdaş bir sınıfa dayanan bu sınıfı proletaryayı temsil eden bolşeviklerin kentlere dair mazoşist bir tutumundan ibaret değildi. Her zaman “geçici bir geri adım” olarak adlandırılmış olan NEP’in sanayideki yaraları sarma ve büyük bir atılım için gerekli hazırlıkların yapılmasını olanaklı kılmak gibi pozitif bir işlevi de oldu. 1927 yılı bu işlevlerin de verimli meyveler verdiği bir yıl oldu…
NEP tartışmalarının hemen başında sosyalizmi sovyet iktidarı- elektrifikasyon olarak adlandıran Lenin’in; sosyalist endüstrileşme hamlesinin arefesinde enerji üretimine bu denli vurgu yapması az önemde değildir. Bütün bir NEP döneminde, emekçi sınıflar oldukça güç bir dönem geçirirken kaynakların bir bölümü sömürücü sınıflara, bir bölümü ise palazlanan sömürücüleri tepeleyecek hamlelerin başlatılması için gerekli altyapı inşasına gitmekteydi.
1926 sonunda çalışmaya başlayan ve daha sonra Lenin adını alan Volkov Hidroelektrik Santrali bir başlangıçtı. Bir yıl sonra ise bu santralin on katı kapasitede bir santralin temeli Dinyeper’de atıldı. Aynı yıl Urallarda dev madenler işletime sokuldu. Ve en önemlisi Sovyet kırlarına, dolayısıyla tarıma büyük kollektivizasyonun önce atardamarları geldi: 1500 km.’lik Türkistan-Sibirya demiryolu inşaatı, Türkmenleri Kazakları Özbekleri Tarikleri Rusları Kırgızları ve Ukraynalıları uygarlık yolunda birleştiriyordu.
Dolayısıyla, 1927 yılında NEP ülkedeki sınıfsal dengede sosyalizm aleyhine yarattığı birikimin sınırlarına gelirken, sosyalizm için zorunlu olan büyük üretimin teknik altyapısının oluşumu açısından tersine olumlu sonuçlar vermeye başlamıştı.
Tarımda kollektivizasyon bu koşullarda gündeme geldi. Kollektivizasyon ve endüstrileşmenin karşılıklı olarak birbirlerine bağımlı olması NEP’in yukarıda sözünü ettiğim çelişkili sonuçlarının sosyalizm lehine düzlenmesine de olanak sağlıyordu.
Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken bir olgu daha vardır. Sovyet tarımının kollektivize edilmesi veya tarımın sovyetikleştirilmesi süreci donma noktasına gelmiş bir suyun hızla yüz dereceye çıkartılarak kaynatılması biçiminde gerçekleşmemiştir. NEP’in son dönemlerinde kulaklar lehine işleyen sürecin bir kenarında yavaş bir tempoda olsa da, üretici kooperatiflerinin kurulmasına başlanmıştı. Daha çok verimsiz ve kulakların boşalttığı alanlarda ortaya çıkan kooperatifleşme hareketi 1928 yılında 30 milyona yakın köylüyü kapsamaktaydı 1 .
Tedrici bir biçimde gerçekleşen bu hareketin kollektif çiftlik politikalarından önemli farkları vardı. Ancak yine de hareket, NEP’in mantığının tersine işliyordu. Tarımda şiddetli bir kollektivizasyon kampanyasına gereksinim olmadığını ileri süren bazı bolşevikler sorunun bu türden tedrici bir gidişat içerisinde çözüleceğine inanıyorlardı.
Halbuki tarım sorununun tedrici süreçlerle çözülemeyeceği son derece açıktı. NEP döneminde kollektivizasyonu çağrıştıran denemelerin boyutu ne olursa olsun sosyalizm için toprakta kırlarda ve mujiğin yaşama bakışında köklü bir altüst oluş ciddi bir devrim gerekiyordu.
Bu dönüşüme öncülük edenler bolşevizmin nihai temsilcileri olmaya hak kazandılar. Tarımın sosyalist kuruluş sürecinin ayakbağı olmasını engelleyecek, hatta ona yeni ve devrimci bir ivme kazandıracak kollektivizasyon dönüşümünün temelinde siyasal devrimin toplumsal devrim alanına yaptığı köklü bir müdahale vardır. Budur dönüşümü bolşevik yapan.
Kollektivizasyonun siyasal mantığı hesaba katılmadığında dönüşümün şiddeti ve yarattığı kaçınılmaz gerginlik bahane edilerek tarımda sınıf uzlaşmacılığına çanak tutan yaklaşımlar sergilemek kaçınılmaz olur. Buna çok tipik bir örnek Tony Cliff’ tir. Sovyet tarihine keyfi bir biçimde yaklaşma alışkanlığını her zaman sergileyen bir geleneğin uzantısı olarak Cliff ağacı gövdesiz ve yapraksız tarif etmeye çalışmaktadır:
“Kollektivizasyonun tarım kesiminin kendi içindeki farklı sınıflar üzerindeki etkilerini burada incelemeyeceğiz sadece şu soruyla ilgileneceğiz: Kollektivizasyon ekonominin tarım sektöründen aldığı toplam geliri nasıl etkiledi “2 [CLİFF Tony]
Mantık son derece açık… NEP’ten çıkış kulakların kabaran iştahlarına, dolayısıyla artan sabotajlarına ve kır-kent makasının kırlar lehine açılmasına bağlanacak, sonra da kollektivizasyon hamlesinin bu durumu kısa vadede ne kadar değiştirdiğine bakılarak Stalin’den hesap sorulacak!
Sınıf mücadelelerinin inanılmaz ölçüde sertleştiği bir dönemi tarımsal üretimdeki dalgalanmaya bakarak nasıl ele alabiliriz? Büyük toprak sahiplerinin kollektivizasyon kampanyasına gösterdiği direnç sonucunda ortaya çıkan tahıl ve hayvansal kayıpların yüksekliği, kollektif çiftliklerin ilk dönemlerdeki büyük acemilikleri mi, bu muazzam dönüşümün tarihsel meşruiyetini sorgulayacak?
Böyle saçmalık olmaz. Tarımın sosyalizmle barışık hale getirilmesinde köklü kamulaştırma veya kollektivizasyon hamleleri olmaksızın hiçbir ülkede sosyalist kuruluşun önünün açılabileceğini düşünmemek gerekir.
Yazının ilk bölümünde de değindiğim gibi tarımda sosyalizme doğru gerçekleştirilen sıçramanın kent ve kır arasındaki çelişkilerin de azaltılması yolunda büyük bir önem taşıdı. Rus köylüsünün gerici ideolojilerin etkisinden kurtarılması modern tekniklerin üretim sürecine girmesi ve daha da önemlisi kentlerle kırlar arasındaki ilişkinin planlanabilir hale gelmesi kollektivizasyon hamlesinin ürünleri.
Kollektifleştirme hareketinin yeni bir kızıl terör dalgası yarattığı biliniyor. Şiddetin çoğu kez kolektifleştirmenin tek aracı olarak ortaya çıkmasının dört temel nedeni var. Bunlardan ilki tamamen tarihsel. Bolşevik iktidarın yüzyıllardır yoksul köylülerin iliğini kurutan zengin toprak sahiplerinin ortadan kaldırılması gereken bir sınıf olduğu konusunda son derece belirgin görüşleri vardı. İkinci olarak iktidarın sahibi proletaryanın devrimden sonra kendisine açlıktan başka hiçbir şey vermemiş olan bu sömürücü sınıfa duyduğu kin var. Kulaklardan en fazla çeken yoksul köylülüğün siyasal iktidarın desteğini alınca patlayan öfkesi terörü destekleyen bir diğer etmen. Son olarak tarihsel sonunu hisseden toprak sahiplerinin Sovyet iktidarının yetkililerini kollektifleştirme hareketinin militanlarına karşı yürüttüğü sinsice eylemlerin doğurduğu karşı tepkiden söz edebiliriz.
Saydığım nedenlerin Rusya gibi sınıf mücadelelerin her zaman uç biçimler yarattığı bir toprakta şiddeti nasıl körükleyeceği kolayca tahmin edilebilir.
Bolşevik yönetimin şiddeti bilinçli bir biçimde kışkırtmasında zamanla ilgili bir gerekçe de var. Stalin kırlardaki devrimin bir patlama dışında gerçekleşemeyeceğini düşünüyor. Bu patlamanın kapsamında sömürücü toprak sahiplerine karşı aceleye getirilmiş fiziki saldırılar da var. Bu nedenle kavga yüksek vitesle başlatılıyor ve sürdürülüyor. Uzun ama sistemli bir tarzın başarısızlık getireceği hesaplanıyor. Patlamanın yeterli altüstoluşu sağladığına karar verildiğinde yeniden istikrar arayışı başlıyor 2 Mart 1930’da Stalin “Başarı Sarhoşluğu” bildirgesini yayınlıyor. Kollektivizasyon hamlesindeki aşırılılık ve acelecilikleri eleştiriyor.
Kırlardaki çılgınlık neredeyse iki yılda nihayete eriyor. Tarımda yeni sınıflar ve yeni bir ideolojik yapılanma kurulmuş oluyor. Kollektif tarıma geçen köylüler yaşadıkları kanlı kampanyaları kentlerden gelen traktörlerin toprakta bıraktığı ize hızla artan hasada bakarak kısa sürede unutuyorlar.
Bütün bunlarla birlikte simli çerçevelerin arasına konmuş sararmış İsa figürleri sessizce çıkarılıyor, baş köşeye Stalin’in gülümseyen resimleri asılıyor.
Sovyet lideri en zor işi yapıyor ve Sovyet proletaryasını kuşatan köylülüğü düzene kazanıyor. Sovyet köylüsü kendisine tam da aradığı şeyi barış dinginlik ve huzuru getiren bu allahsız düzenin kutsal kitaplardan daha somut olduğunu farkediyor. Sovyet devrimi 1930’ların başında egemen olduğu topraklara aşağı yukarı eşit dağılmış oluyor…
Bütün bunlar Stalin’in NEP’ten çıkarak kollektifleşmeye hızlı bir başlangıç yapmasının altında tarımsal ürünlerdeki azalmanın temel neden olduğu konusundaki iddiaları yalanlıyor. Bolşevikler sosyalizm sanayileşme siyasal olarak işçi sınıfının güçlenmesi gibi parametreleri öne çıkartıyorlar 3 .
NEP’ten çıkış ve tarımda kollektivizasyon işçi sınıfı iktidarını sağlamlaştırmayı ve mülkiyet biçimlerinde sosyalizme dönük ikinci köklü değişiklikleri sağlayan büyük bir atılımdır; 17’nin geleceğe devrettiği bir sorunun halledilmesi tarihin düzeltilmesidir: “Daha önce belirttiğimiz gibi Sovyet iktidarının zayıflığı en çok kırlarda görülüyordu” 4 .
1930’u döndükten sonra ortada zayıflık filan kalmamıştı…
Peki Sovyet iktidarını sağlamlaştıran toplumdaki sınıflar mücadelesine bambaşka bir denge getiren bu hamlenin siyasal arenadaki yankıları neydi On yıla yakın bir süre NEP’e öncülük eden partinin iç dengeleri bu büyük dönüşümü hasarsız atlatabilecek kadar dayanıklımıydı
Bu soruların yanıtlarını yermeden önce şunu hatırlatmak gerekir: Bolşevikler arasında Lenin’in ölümünden sonra hızlanan veya su üzerine çıkan iç mücadelenin kaynağını tek başına Sovyet düzeninin sınıfsal dayanaklarındaki oynamalarla açıklamak saçmadır. Siyaset yasaları iktisadi süreçler karşısında bu kadar bağımlı bu kadar kişiliksiz değil. Ancak parti içi mücadeleyi devrimciler arasındaki gerilimlerin teoriyle ilgili nüansların kontrolden çıkmasıyla veya Stalin’in muhakkak ki varolan kabalığıyla açıklamak da fazlasıyla yüzeysel kalmaktadır. Zinovyev ve Kamenev gibi önemli ama düşünsel zeminde rengi belirsiz olanlar bir yana, Trotskiy ve Buharin’e karşı Stalin’in değişik zamanlarda yürüttüğü mücadelenin köklerini araştırır ve 30’larla birlikte bu mücadeleye kan sıçramasının nedenleri üzerinde düşünürken insanlar psikoloji kadar sınıflar mücadelesinin yasalarına da önem verseler daha sağlıklı sonuçlar alınacaktır.
1920’ler boyunca Sovyet Rusya beklemeye alınan bir ülke durumundadır. Bolşevik liderlerin önemli bir bölümü askeri müdahaleden sonuç alamayan emperyalist ülkelerin egemen çevreleri Avrupalı komünistler herkes yeni düzenin nereye gideceğini merakla beklemektedir. İktidarda bir işçi sınıfı vardır ama toplumsal devrim açısından ortada bir pata durumu da söz konusudur. NEP’in tasfiyesi ve kollektivizasyon bu “bekleme” döneminin sona erişidir.
Oysa başka şeyler bekleyenler de vardır:
“1920’lerin sonlarına doğru genç Sovyet devletinin iç savaşın ve dış müdahalenin yangınında veya ekonomik ve siyasal abluka sonucunda ortadan kalkacağına dair umutlarını yitiren sosyalizm düşmanları bütün ümitlerini kapitalizmin kulaklar eliyle restorasyonuna bağladılar. Ne var ki bu umutlar da kısa süre içerisinde kulakları son sömürücü sınıf olarak yenilgiye uğratan kitlesel, kollektif çiftlik örgütlenmesiyle yıkılıp gitti”5 . [MARAZOV V.]
Kuşku yok bolşevikler arasında kollektivizasyon süreci konusunda çıkan tartışmalarda, taraflardan hiçbirisi kulakların sınıfsal çıkarlarını savunmadı. Ancak Sovyet düzeninin kırlara müdahale yapmaksızın bir denge modelinde ayakta kalabileceğini düşünenler nesnel anlamda kulak sınıfının çıkarlarını savunmuş oldular.
Bu nedenle Stalin’le beraber partide dönemin en fazla sayılan kişisi olan Kalinin tarafından bolşeviklerin gündemine sokulan kollektivizasyon politikalarına karşı yöneltilen itirazlar, kısa bir süre sonra karşılıklı olarak çok ağır suçlamaların yapılması sonucunu doğurdu. Zaten Kalinin ve Stalin’in konuya ilişkin ilk metinleri Buharin’in “tarımda denge” modeline karşı yöneltilmiş ağır polemiklerden oluşmaktaydı. Parti önderliğin bu yeni yaklaşımıyla karşılaşır karşılamaz büyük çalkantılar ortaya çıktı. Rikov, Buharin ve Tomskiy aşağı yukarı benzer gerekçelerle yönetici görevlerden istifa ettiler.
Partideki saflaşma giderek belirgin hale geliyordu. 1922’den sonra şekillenen trotskizm, Stalin’in başını çektiği kesim ve şimdi Buharinciler. Trotskistler bu üç parçanın sınıf temelini işçi sınıfı bürokrasi ve köylülükle açıklamayı pek severler. Ancak şurası açık olmalıdır: Sovyet düzeninde 1930’taki dönemeç uzunca bir süre gerçekten de birbirine zıt olan iki muhalif akımı trotskizmle Buharinciliği ayrı olma bahtsızlığından kurtaran bir dönemeçtir. Sovyet devrimine inançsızlığın değişik yönlere savurduğu iki eğilim işçi sınıfı iktidarının sömürücü sınıfların defterini dürmesi ile birlikte siyasal ayrımları bir kenara koyarak işbirliği yapmak zorunda kalmışlardır.
Ama kollektivizasyonun başında durum henüz bu aşamada değildir. Stalin Buharin’i sağcılıkla, Buharin ise Stalin’i trotskizmle suçlamaktadır. NEP sürecinde Trotskiy’e karşı işçi-köylü ittifakının sağlamlığının Sovyet düzeninin sigortası olduğu tezini birlikte işleyen Stalin ve Buharin’in yolları ayrılmıştı. İktidarın sola kayması bu nedenle ilk elde Trotskiy’in tezlerine dönüşü çağrıştırıyordu.
Stalin biraz da bu nedenle kollektivizasyon politikaları gündeme gelirken NEP döneminin ne anlama geldiği üzerinde fazlasıyla durma ihtiyacı hissetti. Lenin’in NEP’i “geçici bir geri adım” olarak değerlendirdiği onlarca makale yeniden basıldı Stalin konuşmalarında bu makalelere bolca gönderme yaptı. Bolşeviklerin tarımda kamu mülkiyetinden hiç vazgeçmedikleri ısrarla vurgulanıyordu. NEP bir soluk almaydı…
Ancak Stalin NEP değerlendirmelerinde burada durmadı. Haklı bir biçimde NEP’in sınıflararası mücadelede mutlak bir konsolidasyon anlamına gelmediğini dipten dibe güçlenen kulak sınıfların varlığının dışında belli sektörlerde palazlandırılan devlet kapitalizminden de söz etti:
“Gerçekte NEP geri çekilmeyi ve özel ticarete karşı bir hoşgörüyü varsaymakla kalmaz devletin denetiminde bir kapitalizmin dirilmesini de öngörür. Bu dönem NEP’in başlangıcına damgasını vurmuştur. “6 [STALİN Yosif]
Nihayete erdirilen zorunlu ama işte böylesine riskli bir dönemdir. Deutscher’e göre Lenin’in köylülüğü sistemli bir biçimde iktidarın yanına çekme planıdır 7 .
Stalin NEP döneminde sık sık sesini yükselten “sol”cuların gevezelikten başka bir şey yapamadıklarını fiilen bir mücadele yoksa kuru ajitasyonun gereksiz hatta zararlı olduğunu söyler: Isıracaksan boş yere tırmalama 8 …
Sovyet işçi sınıfi kulaklara karşı gerçek bir savaş açtığında ortada ne trotskistlerin solcu itirazları ne de Buharin’in istikrar fetişi kaldı. Sosyalizme dönük büyük bir hamle başlatılmıştı.
Çok sonraları “demokratikleşme yaşam standartları ve üretim araçlarının kamulaştırılması ve bireysel potansiyellerin realizasyonu en az üretim araçlarının kamulaştırılması kadar önemlidir” 9 diyerek 1930’lardaki büyük dönüşümü reddedenler işe sosyalizmin maddi altyapısını dinamitleyerek başardılar. Buna “piyasa sosyalizmi” adını verdiler. Oysa 1930’larda sosyalist kuruluş emek gücünü istikrara kavuşturmuş işsizliği ortadan kaldırmış tarımı makineleştirmiş ve sömürücü sınıfları ortadan kaldırmış tarıma makineleşmeyi sokmuştu.
Bu dönüşümlere öncülük eden bolşevik ekip insanlığın geleceği açısından üretim araçlarının kamulaştırılmasına öncelik veren kişilerdi… Onlar marksist ve ihtilalciydi…
.
Dipnotlar ve Kaynak
- V. Marazov; Soviet Agriculture Progress Publishers 1977 s.39.
- Tony Cliff; Rusya’da Devlet Kapitalizmi Metis yayınları 1990 çev: Ali Saffet-TarıkKaya s. 53.
- Yosif Stalin; Sosyalizmin Ekonomik Meseleleri Sol yayınlan 1967 çev: M Kabagil s. 73 (Buğday Cephesi1928)
- Philip Corrigan Harvie Ramsay Derek Sayer; Socialist Construction and MarxistTheory Macmillan Press 1978 s. 81.
- V.Marazov age.
- Yosif Stalin; 1929 Kapitalizmin Büyük Bunalımı ve Sovyet Ekonomisi Çağrı yayınları 1976 çev: Demir Erdoğan s. 66.
- Isaac Deutscher; Bitmemis Devrim Haboıa yayınlan 1969 çev: Seçkin Çağan s. 38
- Yosif Stalin; Leninizmin Sorunları Sol yayınları 1977 çev: Muzaffer Ardos s. 362
- Edvard Batalov; The Sodalist Perspective and Utopian Consciousness s. 9 Kommunist 1988 no 3.