Türkiye sol hareketinin örgütsel haritasını çıkarmaya çalışanlar göreceklerdir ki, birbirine yakın duranların tespiti son derece güç bir iştir. Bunun nedeni sol hareketlerin çok farklı orijinaliteler içeren ve gruplanmalarını güçleştiren farklılıkları değil gruplandırmaların hangi kriterlere göre yapılacağının belirsizliğidir. Birbirlerini ölümcül bir uzaklıkla tanımlayan birçok hareket benzer şeyleri savunmakta ya da birbirlerinden çok uzakta duran hareketler yakın görülebilmektedir. Bu bir abesliktir. Bu abeslik sol hareketlerin sınıflanmasında programatik hatlarından çok hatta kimi zaman programlarına hiç bakılmaksızın ve ondan soyutlanmış bir tasnif yapma abesliğidir. Şüphesiz bu abesliği yaratan solu incelemeye çalışanların seçtiği yöntemden çok Türkiye sol hareketinin programa ve programatik hatta ver(me)diği önemden kaynaklanmaktadır. Kendisini, programatik olarak ifade etmeyi gereksiz bulan, ya da programı olabilecek bir örgütlülükten çok bir mücadele ve hareket söylemi üzerinden ifade eden hareketlerin çokluğu programatik bir incelemeyi olanaksızlaştırabilmektedir.
Bu abeslik, bir yandan da aslında reformist olanların devrimci gibi görülmelerine olanak tanıdığı için, bulanık tablo içinde iplikler yeteri kadar piyasaya çıkamadığı için birçok hareketin işine gelmektedir.
Bu yazı tarihsel gelişimi boyunca, sol hareketlerin söylemlerindeki solculuk dozunu, ya da kullandıkları jargona bakarak onun devrimciliği ve reformistliği üzerine karar verme abesliğine en iyi örneği göstermeyi, Türkiye sol hareketinin neredeyse en sağ tezlerini savunduğu halde en sol olarak görünebilmeyi beceren ve bugün kendisini Emeğin Partisi olarak ifade eden geleneği, programı üzerinden gerçek yerine yerleştirmeyi hedeflemekte ve bunun için de İşçi Partisi’nin konumunu referans olarak kullanmaktadır. Şüphesiz hemen referansın neden İP olarak seçildiği açıklanmalıdır. Daha sonra ayrıntılandırmak üzere kabaca cevap vermek gerekirse; İP Türkiye sol hareketi içerisinde Çin’i merkez kabul eden ve maocu tezleri kendisine rehber edinen en tutarlı harekettir. EMEP dahil diğerleri İP’in silik kopyaları ya da utangaç izleyicileri sayılmalıdır.
Türkiye sol hareketi tarihi içinde Aydınlık geleneğinin ilginç bir yeri oldu. Bu ilginçlik çokça konuşulduğu gibi Doğu Perinçek ve yoldaşlarına atfedilen ajan provokatör nitelemesinin yanında ve bundan daha fazla bu geleneğin siyasal hattından kaynaklanıyor. Yola TİİKP olarak çıkan ve bugün İP olarak varlığını sürdüren bu gelenek başka birçok “özgünlüklerinin” yanında Türkiye sol hareketi içindeki maocu çizginin en saf temsilcisidir. Dolayısıyla maocu çizgilerin tezlerinin ve siyasal pozisyonlarının en belirgin kaynağı, en net referans noktası bu gelenek. Tarihsel bir örnek verecek olursak, Mao önderliğindeki ÇKP’nin üç dünya teorisi, sosyal-emperyalizm tezi gibi anti-komünist tezleri, Türkiye’de önce bu gelenek tarafından benimsendi ve daha sonra diğer ekipler üzerinde etkili oldu. Öte yandan, Türkiye sol hareketi tarihine yabancı olmayanlar bilirler, sol ekipler ve giderek daha fazla maocu ekipler için en çok tepki duyulan hareket aydınlık hareketidir. Sol içindeki diğer maocu hareketlerin daha fazla tepki duymalarının nedeni de büyük bir ihtimalle, aynı tezleri savunuyor olmanın rahatsızlığıdır.
Tarihsel gelişim
70’li yılların başında TİP’den koparak ayrı örgütlenmelere yönelen devrimci demokrat gençlik hareketinin önemli kollarından biridir TİİKP. Doğu Perinçek’in başından beri liderliğini yaptığı bu kol da, diğerleri gibi, ortaya çıkışından bugüne kadar değişik nedenlerle birçok ayrışma yaşamıştır. Ancak bu koldan ayrılanların maocu gelenekle ilişkileri son istisnalar dışında hep sürmüştür (hatta Mao reddedildiğinde bile). Başka bir deyişle bu ana kol birçok yeni maocu kol üretmiştir.
Bu geleneğin en önemli tezleri uluslararası komünist harekette Çin-Sovyet çatışmasından da etkilenerek Sovyetler Birliği’ni sosyal-emperyalist olarak nitelemek, ve Çin’i tutmak ekseninde biçimlenmiştir. Bu anlamda bu gelenek, Mao’nun kimi politik hamlelerini teorize ederek Türkiye’ye taşımak ya da Mao’nun yanlış teorizasyonlarını kendisine rehber alarak, uluslararası komünist hareketin ana çizgisine karşı Maocu bir karşı duruşu oluşturan, politik mücadelelerine temel olan teorik gıdayı Maocu bakıştan alan, diyalektik bakış konusunda Mao’nun mekanik diyalektik kavrayışını temel alan, Türkiye’deki sosyo-ekonomik yapının analizini, devrim teorisini Çin’den kopya çekerek açıklamaya çalışan bir gelenektir.
TİİKP ortaya çıkışından hemen sonra başını İbrahim Kaypakkaya’nın çektiği önemli bir ayrışma yaşadı. Daha sonra kendisini TKP-ML (TİKKO) olarak isimlendiren grup maocu tezleri ve silahlı mücadeleyi temel aldı. Bu ekip de kendi içinden başka kolları çıkartarak bugüne kadar ulaşmıştır ve maoculuk hala temel eksenleridir. Öte yandan devrimci demokrasinin diğer öbeklerinden, THKO’nun ve THKP-C içinden çıkmış başka Maocu ekipler de vardır. Sonradan Halkın Kurtuluşu isimli dergi çevresinde toplanacak olan THKO’nun gövdesi, daha sonra Halkın Yolu adlı dergiyi çıkaran THKP-C kökenli THKP-C/ML hareketi ve Halkın Birliği isimli gazete çevresinde toplanan TİİKP kökenli TKP-ML hareketi, çıkardıkları dergi isimlerinden rahatça anlaşılacağı gibi Halkın Sesi gazetesini çıkaran Aydınlık çevresiyle aynı zeminde yer alıyorlardı. Mao’yu önder olarak kabul etme, “iki çizgi” mücadelesi, sınıfsal analizlerden çok halk kavramının kullanılması, Türkiye’de burjuva devriminin bitmemişliği ve yarı feodal yapının varlığı, kapitalizmin cılız ve “dışarıdan” gelişmişliği, işçi sınıfının güçsüzlüğü, Türkiye burjuvazisinin “kompradorlar ve komprador olmayanlar” diye ayrıştırılması, komprador olanlarla toprak ağalarının egemen sömürücü, diğerlerinin ise işbirliği yapılacak sınıflar olarak görülmesi, komprador burjuvaziye karşı anti-emperyalist bir cephe tarifi ve bunların sonunda da Türkiye’deki bir devrim sıçrayışının bu anti-emperyalist ve demokratik güçlerle birlikte kompradorları yıkmaya yönelmesi, işçi sınıfının ise öncelikle bu bileşimin bileşenlerinden biri olması, daha sonra da yoluna devam etmesi… Bunlar aşağı yukarı bütün bu hareketlerin ortak görüşleridir.
Bu toplam içerisinde Aydınlık hareketi hem bir çekim merkezi hem de baş düşman olmuştur. Bu bir paradoks değildir. Çekim merkezi olmuştur, çünkü Maocu tezler açısından bakıldığında, tezlerin gerektirdiğini yapmak anlamında iç tutarlılığa en fazla sahip olan hareket Aydınlık hareketi olmuştur. Bu aynı zeminde duruşun ve Aydınlık hareketinin görece en fazla iç tutarlılığa sahip oluşunun bir sonucu olarak, HY, HK ve HB’den Aydınlık geleneğine önemli kaymalar yaşanmıştır. Aydınlık çevresine doğru kayışa en çarpıcı örnek Halkın Yolu dergisini çıkaran ekibin merkezinin Aydınlık çevresine katılma kararı vermesidir. Ancak tabanda bulunan daha devrimci yapılar bu kararı kabul etmediler ve merkezlerini tasfiye ederek Devrimci Halkın Yolu isimli dergiyi çıkardılar. Benzer bir tarihçe Halkın Birliği için de geçerlidir.
Öte yandan Aydınlık’ın baş düşman oluşu ise çekim merkezi olmasının ve sol içindeki “tanınmışlığının” bir sonucudur. Türkiye solunun neredeyse tümünün karşı-devrimci ilan ettiği aydınlıkçılarla en şiddetli çatışmaları yaşayan hareketler, siyasal hat olarak Aydınlığa en yakın duran diğer maocu ekipler olmuştur. Bu Maocu ekipler ideolojik-politik düzeyde hemen hemen aynı şeyleri söyledikleri Aydınlıkçılar ile farklarını ancak ajan, polis kavramlarıyla tarif edebilmişler, ve aralarında öldürmelerle sonuçlanan çatışmalar yaşanmıştır.
Aydınlıkçılar, PDA, TİİKP, TİKP, SP, İP isimleriyle faaliyet gösterdikleri bütün tarihleri boyunca Türkiye solu içinde burjuvazi ile ittifak konusunda düzene entegre olma ve sağcı politikalar nedeniyle en fazla teşhir edilen hareket olmuşken, diğer Maocu hareketler aynı programatik eksende yürüdükleri halde böyle bir teşhirle karşı karşıya kalmamışlardır.
Şüphesiz bunun ahlaki bir boyutu da vardır. Aydınlık geleneğinin siyasi ahlaksızlıkları her dönem ayyuka çıkmıştır. Ancak yine de bu durumu, sadece, Aydınlıkçıların devrimcileri “anarşist” göstermesi ve ihbar etmesi ile açıklamak mümkün değildir. Bunun yanında ve daha önemlisi, devrimci demokrat hareketin kendi iç değerlendirmesini yaparken değişik hareketleri programatik yaklaşımlarına göre sınıflamaktan çok söylemlerindeki yakınlıklarına göre sınıflamasıdır, ve bu durumun programsızlık ve örgütsüz hareket olma ile de ilintisi vardır. Bu bir bilinçli seçim değil, devrimci demokrat hareketin kavrayış eksikliğinin bir sonucudur.
Yukarıda kabaca tarihçesini anlatmaya çalıştığım maocu öbek bugüne gelindiğinde önemli sayılabilecek evirilmeler yaşamış ancak temel duruşu itibarıyla sol skalada yerini korumuştur. Bu hareketlerden EP olarak partileşen ekip bir program yayınlamış ve bize, programına bakarak sol içi pozisyonunu tayin etme şansını vermiştir. Uzun yıllar boyunca ağızda yuvarlanarak ve duruma göre ifade edilen politikalar ve siyasal hattın nirengi noktaları bugün kaçılamayacak denli net bir şekilde ortadadır ve değerlendirmelere açıktır.
Yazının devam eden bölümünde önceki sayfalarda çizmeye çalıştığım yan yana duruşa en iyi örnek olan iki programı karşılaştıracağım. Ancak bir konu daha bu noktada açığa kavuşturulmalıdır. Bu karşılaştırmada seçilen örneklerden İP’in malum konumu herkes tarafından biliniyor ve çok fazla anlatmaya gerek yok. Ancak ikinci programın sahibi olan gelenek ilk defa EP-EMEP ile kendisini geniş ölçekte dışa vuruyor. “EP fikrini” formüle etmeden önceki yıllar boyunca yasal parti fikrini reformizm ve düzenle uzlaşma olarak tanımlayan bu geleneğin yayın organlarında tavır değişikliğini gerekçelendiren bir yazıya rastlamadık. Aynı şekilde yıllar boyu sürdürdükleri örtük ve hiç hissedilemeyen devrimci faaliyetlerinin bir sonucunu da henüz görmedik. Bu nedenle savunduğu tezlerin yaşam tarafından yerle bir edilmesinin örneklerini çokça veremiyoruz. Ancak eskiden söylediklerini sanki söylenmemiş gibi davranmayı adet haline getiren bu geleneğin artık bunu yapamayacağı bir programı var ve biz bu programın İşçi Partisi ile paralel bir hattı ifade ettiğini göstereceğiz.
İşçi Partisi ve Emek Partisi’nin programlan Gelenek’te daha önce eleştirildi. Bu eleştirileri tekrarlamayacağız… Karşılaştırma yapmak açısından bu programlara baktığımızda “şaşılacak” benzerlikler olduğu görülecektir. Devrimin ve sosyalizmin kavranışına ilişkin küçük ayrıntılar dışarıda bırakıldığında birbirine son derece yakın iki tane siyasal hat tespit edilebilir. Devrimci lafızlar açısından EP daha devrimci vurgulara sahip ve bu paralel hatlardan daha solda duranı. Bu solda duruş kimi devrimci söylemlerle kendisini gösteriyor. Ancak bu devrimci söylemin reformist programatik hattı örtmesi mümkün olamıyor. Bunun en iyi örneklerinden bir tanesi EP’in kuruluşundan önceki tarihleriydi: Ne yapıyorlar? Nasıl bir tavır izliyorlar? … muğlaktı. Türkiye solunun en sağ çizgisinin söylediklerini söylüyorlardı, ancak bunları öyle birtakım mücadele lafızları içinde söylüyorlar ki, bu sağ tezler unutuluyor ve sol hareketin devrimci bir hareketi görüntüsü ortaya çıkıyordu. Ama artık mümkün değil, çünkü su yüzüne çıkılınca iplikler de pazara çıkıyor…
Türkiye’yi nasıl görüyorlar? Ne yapmak istiyorlar?
“Türkiye, emperyalist-kapitalist dünya sisteminin ezilen kutbunda yer alıyor ve bağrında Ortaçağ kalıntılarını barındırıyor. Bugünkü aşamada, üretici güçlerin özgürce gelişmesini engelleyen, emekçilerin refah ve mutluluğunun karşısına dikilen güçler; emperyalizm, işbirlikçi burjuvazi ve feodal kalıntılardır.” [İP Program, Tüzük, Siyaset; s.13]
“Türkiye emperyalizme bağımlı, uzunca bir süredir kapitalizmin hakim olduğu, ama feodal kalıntıların da varlığını sürdürdüğü bir ülkedir. Emperyalizm, egemenliğini, işbirlikçi burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin iktidarı aracılığı ile ve onlara dayanarak sürdürmektedir. ” [EP Program ve Tüzüğü; s.22]
Görüldüğü gibi Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı konusunda aradan su sızdırmayacak bir birliktelik var. Tipik gelişmemiş kapitalizm, bir türlü tasfiye edilemeyen feodal kalıntılar ve her şeyi yerli işbirlikçileri ile birlikte yöneten emperyalizm. Bu yaklaşım aşamacılığın belkemiğidir ve iki parti de bu tezin hakkını veriyorlar doğrusu.
“İşçi Partisi’nin yakın hedefi ülkemizin Meşrutiyetlerle başlayıp milli kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’yle büyük bir atılım yapan, yüzyıllık demokratik devrimini işçi sınıfı önderliğinde kesin başarıya ulaştırarak demokratik halk iktidarını gerçekleştirmek ve durmaksızın sosyalizmin kuruluşuna geçmektir” [İP Program… s.13]
“Emek Partisi, yakın hedef olarak, emperyalizmin, kapitalizmin ve yarı feodal kalıntıların tasfiyesini öngörür. Bunun için demokratik halk iktidarını amaçlar.” [EP Program… s.23]
İşte hedef; Demokratik Halk İktidarı. Neredeyse sosyalizmi gereksizleştirecek kadar kapitalizmin kötülüklerinin giderildiği düzen. İnsan bütün bunları ve ileride aktarılacak pasajları okuyunca “belki de bu kapitalizmi yıkmak gerekmez” diye düşünüyor doğrusu. Öyle ya sömürücülerin iktidarda olmadığı, her şeyin toplum yararına düzenlenebildiği bir düzen. Üstelik sosyalizm de olmadığına göre ve eğer kapitalizmle sosyalizm arasında yeni bir üretim ilişkisi tarif edilmiyorsa bal gibi kapitalist. İşte canla başla çalışılan hedef!
Demokrasi ve bağımsızlık?
“Demokratik halk iktidarı, emperyalizme her türlü bağımlılığa son verir, Ortaçağ kalıntısı bütün ilişki ve kurumları köyden, şehirden ve toplumun her alanından temizler, böylece bağımsız ve demokratik bir toplum kurar, emekçileri refaha kavuşturur.” [İP Programı… s.13]
“… Bağımsızlığın biçimselleşmesi ve gitgide ortadan kalkması, demokrasi ve özgürlüğün hiç yaşanmamasıyla karakterize olmuştur. Bu nedenle ülkenin içinde bulunduğu devrim aşaması, ulusal bağımsızlığın, demokrasi ve özgürlüğün elde edilmesi temeli üzerine oturan anti- emperyalist demokratik devrim aşamasıdır.” [EP Programı… s.22]
Bağımsızlık ve demokrasi. İki anahtar kavram. Kapitalist emperyalist sistem içinde bağımsızlık ve demokrasi kavramları ancak burjuva içerikleri ile gerçekleşebilirler. Çünkü bu kavramların sosyalistlerin sözlüğündeki anlamı, işçi sınıfının iktidarında özel mülkiyet tutkunlarına karşı, kapitalizmi geri getirmek isteyenlere karşı diktatörlük, bunun dışındakilere karşı demokrasidir. Üstelik sosyalist demokrasi ile burjuva demokrasisi arasında demokrasi sözcüğünün ortaklığı dışında hiç ama hiçbir benzerlik yoktur. “Bir tanesi sahte, diğeri gerçek demokrasi” anlayışı yanlıştır. Sosyalist demokrasi ve burjuva demokrasisi birbirinin zıttıdır ve ancak birbirini inkar ederek var olabilirler. Çünkü sosyalizmin ve kapitalizmin temeli birbirini dışlar çünkü özel mülkiyet ve toplumsal mülkiyet birbirini dışlayarak var olabilir.
Peki nedir bu demokrasi havariliğinin anlamı? Nedir burjuvazinin gerçekleştiremediği işçi sınıfının burjuvazi adına gerçekleştireceği demokrasi? Sosyalist demokrasi mi?
Hayır! O zaman bunun bir tek anlamı vardır. Burjuva demokrasisini geliştirmek. İşte sosyalizme ulaşmada tanımladıkları ön aşama.
Gelelim bağımsızlığa. İki programda da ortak olarak görülen bağımsızlık talebi, emperyalist sistemden kopabilmenin ve bu anlamda bağımsızlığın sosyalizmsiz mümkün olabileceğini anlatıyor… Bunun da anlamı açıktır… Bağımsız Türkiye sloganının altını doldurabilecek tek şey sosyalist bir siyasal iktidardır.
Sosyal emperyalizm?
“Parti, bu bağlamda, devlet burjuvazisinin iktidarı ele geçirmesi sonucu, Sovyetler Birliği’nin kapitalizme geri dönmesinden sosyalizmin kuruluşu için derin dersler çıkarır.” [İP Program… s. 11]
“Uluslararası işçi hareketi, tarihinin en büyük zaferlerini kazanmasının hemen ertesinde, 1950’li yılların ikinci yarısında, tarihinin en ağır yenilgisini aldı. İşçiler ve emekçiler tarafından kurulan ve geliştirilmekle olan emeğin dünyası yıkıldı” [EP Program… s.12]
Reel sosyalizme saldırıda da tam bir uzlaşma içinde oldukları görülüyor. Ne yazık ki, programlarının ötesinde bu iki gelenek şimdi yıkılmış bulunan sosyalist sistemin Türkiye’deki baş düşmanı olmuşlardı. İP’in kesintisiz olarak savunduğu, EP geleneğinin bir dönem savunup daha sonra reddettiği ancak mantıksal sonuçlarını ısrarla savunduğu karşı-devrimci üç dünya teorisi bir dönem bu hareketlere, “baş çelişki sosyal emperyalizmdir, dolayısıyla bu baş çelişkiye karşı diğer çelişkiler tali kalır, bu ana saldırgana karşı ABD ile bile ittifak yapılabilir” dedirtiyordu. Şimdi de, tarihe bakışta herhangi bir şeyin değişmediği anlaşılıyor.
Görüldüğü gibi temel yaklaşımlarda herhangi bir uzlaşmazlık görülmüyor. “Peki ne yapacaklar” sorusuna iki program açısından farklılık üreten bir cevap verilemiyor. Toprak devriminden kadın sorununa kadar benzer şeyleri söylüyorlar. İşte birkaç örnek:
“Bütün ücretli işçiler için, dört kişilik bir ailenin ihtiyaçları üzerinden hesaplanan genel asgari ücret; …işgününün sekiz ve iş haftasının kırk saatin altına indirilmesi, cinsiyet ve yaş durumundan bağımsız olarak eşit işe eşit ücret… ” [EP Program… s. 27]
“… Emekçi Cumhuriyeti, bütün yurttaşlarına yaşama ve geçinme olanaklarını, yeteneğine göre bir işle çalışına hakkını garanti eder. Angarya yasaktır. Eşit işe eşit ücret uygulanır. ” [İP Program… s.45]
“Yoksul ve orta halli köylüler, tefeci ve banka borçlarından kurtarılacak, senetler imha edilecek, ipotekler kaldırılacaktır … Zengin köylülerin toprakları dağıtım kapsamı dışında tutulacaktır” [İP Program… s.27]
“Köylünün, bankalara ve tefecilere oları borçlarının iptali, topraklar üzerindeki her türden ipoteğin kaldırılması;… az topraklı, topraksız köylüye iş, karşılıksız toprak ve özgürlük” [EP Program… s. 28]
“… bağnaz milliyetçi kültürün karşısına, ülkemizin tarihsel derinliklerinden bu yana çeşitli kavimlerin katkılarıyla zenginleşmiş kültür kaynaklarımızı arayan, koruyan, o kaynaklarla beslenen demokratik, insan sever ve evrensel bir kültür politikasıyla çıkar.” [İP Program… s.56]
“İnsanlığın doğuşundan bu yana ülke topraklarında kurulmuş uygarlıklardan bugüne kalan mirasın korunması...” [EP Program… s.28] “Sporda düşmanlık ve bireycilikle mücadele edilecek, ruh ve beden sağlığını, dostluğu, dayanışmayı ve kardeşliği güçlendiren bir spor kültürü geliştirilecektir.” [İP Program… s.56]
“…sporun gençliğin uyuşturulması, yerel ve ulusal düşmanlıkların ilkel şövenist duyguların ve bireyci rekabetçiliğin halk arasında meşrulaştırılma aracı ve ticari bir sömürü sektörü olarak kullanılmasına son verilmesi… ” [EP Program… s.30]
Bu kadarı yeter sanırım. Buraya kadar örnek olarak seçilen başlıklardan da anlaşılacağı üzere spordan kültüre kadar, toplumsal alanlarda yapacakları değişiklikler de aynı ve bu aynılıklar programlar boyunca bol bol bulunabilir.
Şimdi yazının başına tekrar dönebiliriz.
Türkiye sol hareketini sınıflama çabalarında yaşanılan karışıklıklar doğru zeminin seçilmemesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Oysa bir hattı tarif etmenin en kolay ve doğru yolu programına bakmaktır. Bu zeminin aynıları nasıl ortaya çıkardığı açıkça görülüyor.