Kapitalizmde bireyleri, örgütleri, toplumları eğiten, ilerlemeyi sağlayan temel dinamik piyasadır. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna piyasa karar verir. Kötü yönetilen şirketlerin değeri düşer ve o şirketi daha iyi yönetebilecek birileri satın alır. Hata yapan kapitalistler iflas eder. Hata yapan emekçiler işlerini kaybeder, aç kalır veya ölür. Böylece, hem bireyler hem de toplum daha verimli olmayı öğrenir.
Sosyalist ekonomi ise piyasanın doğal seleksiyonuna değil insanın kolektif aklına ve toplumsal örgütlenmeye dayanır. Sosyalist planlama yanılgılar, hatalar, eksikliklerden ders alarak yoluna devam eder. Planlamanın hedefi, toplumun belli bir andaki maddi ve kültürel gereksinimlerini veri alarak karşılamaktan çok, toplumu karşılıklı etkileşim içinde dönüştürmek ve geliştirmektir.
Sosyalist ekonominin bu özellikleri onu yalnızca soyut/kuramsal düzeyde ele almayı güçleştiriyor ve reel sosyalizmi dışlayan teorizasyon çabaları, kısır ve sağlıksız sonuçlar üretiyor. Sosyalist planlamadan söz ederken reel sosyalizme sosyalist iktidarın ilk pratiği olan SSCB’ye (çok kısa süren Paris Komünü deneyimini bir yana koyuyoruz) merkezi bir ağırlık vermek kaçınılmaz.
Sosyalizmin kapitalizm koşullarında kendiliğinden ortaya çıkmaması, bilinçli ve örgütlü bir çabanın sonucunda kurulması, bazı pratikleri zorunlu kılıyor. Bölgesel açıdan dengeli bir kalkınmaya, ağır sanayiye öncelik vermek, sosyalist ekonomilerin belirgin bir eğilimi oldu. Ancak bu eğilimin de tarihsel olarak belirlendiğini ve mutlak olmadığını, sosyalist ekonominin tüm boyutlarıyla ancak somutluklardan hareketle tartışılabileceğini akılda tutmak gerekiyor.
Sosyalist planlamayı ele alırken bir model, bir gelenek arayışı kaçınılmaz olarak Stalin dönemine götürüyor. O dönemde oluşturulduğu şekliyle merkezi planlama sistemi, geleneksel model olarak ele alınıyor.
Reform kavramı, aslında uzantısı olduğu gelenekle bağlantısını yitirmediğinde anlam kazanır. Öğrenmek, gelişmek, değişen koşullara adapte olmak isteyen sosyalizm için, hatalardan ders almak isteyen sosyalizm için, her değişim reform anlamına gelmez.
Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki “reform dönemleri”nden söz edildirken, genellikle aynı yöne işaret eden değişikliklerin yapıldığı dönemler kastediliyor. Yani, planlamada merkeziyetçiliğin azaltıldığı ve piyasa mekanizmalarının ağırlığının artırıldığı dönemler… Reform başlığı altında ele alınan uygulama ve eğilimleri sıralarsak bu konu biraz daha netlik kazanabilir:
- Ekonomi yönetiminde karar yetkilerinin (plan oluşturma ve uygulama aşamalarında, yatırımlarda) bölgesel örgütlere, endüstri birliklerine veya doğrudan işletmelere kaydırılması.
- Üretim mallarının merkezi tahsis yerine, işletmeler arasındaki dolaysız ilişkiler yoluyla el değiştirmesi.
- Merkezi planların daha az detay içermesi, plan uygulama kriterlerinin azaltılması ve değiştirilmesi. İşletme bazında oto-finansman ve özyönetim kavramlarının önem kazanması. Plan hedeflerine uygunluğun sağlanmasında maddi özendiricilere daha fazla ağırlık verilmesi.
- Fiyat sisteminin esnetilmesi, tamamen piyasaya bırakılmasa bile piyasa değişkenlerine bağlı bir şekilde belirlenmesi.
- Ücret farklılaşmasının bir teşvik mekanizması olarak kullanılması.
İkinci Savaş’tan sonra yukarıda söz edilen başlıkların kısmen veya tamamen ön plana çıktığı üç “reform dönemi” yaşandı. 1950’li yılların ortalarında, Hruşçov’un destalinizasyon kampanyasıyla birlikte, sovnarhoz sistemi (bölgesel plan örgütleri) kuruldu. 1960’lı yılların ortalarında ise, Kosigin reformları uygulamaya sokuldu. Sovnarhoz sisteminde planlama bölgesel düzeye indirilirken, piyasa mekanizmaları kısıtlı bir biçimde kullanılmıştı. 1 1965 yılında başlatılan Kosigin reformları sırasında bölgesel sistem kaldırıldı ve yeni merkezi örgütler oluşturuldu, ama bir yandan da karar alma süreçlerinde işletmelerin ağırlığını artırmaya yönelik düzenlemeler yapıldı.
Son olarak da 1985-91 döneminde, Gorbaçov reformları…
Gorbaçov ve ekibinin sosyalist ekonomiye, merkezi planlamaya yönelik reformları kapitalizmin yeniden tesis edilmesiyle son buldu. Sosyalizmi korumak ve geliştirmek üzere yola çıktıklarını öne sürenler, bir aşamadan sonra reformların önündeki en büyük engelin sosyalizmin kendisi olduğunu açıkça ilan edebildiler. Son reform, insanlık tarihinin önemli bir döneminin sonuyla çakıştığı için, ama aynı zamanda, başından itibaren kapitalist restorasyona hizmet ettiği için son reform… Gorbaçov ve ekibi, çıkış yolu olarak gösterdikleri doğrultuda ısrar ettikçe, kapitalizme yöneliş önce belirginlik sonra da hız kazandı.
Gorbaçov, Şubat 1986’daki 27. Parti Kongresi’nden sonra şunları söylemişti:
“27. Parti Kongresi’nin alışılmadık ve devrimci nitelikteki yankıları sosyalizmin biraz kapitalizm aracılığıyla ‘modernize’ edilip edilemeyeceği sorusunun ortaya atılmasına neden oldu.
Her türlü spekülasyonun (ki bu Batıda da az değildir) önüne geçmek için, bir noktayı vurgulamak isterim: Biz, yeniden yapılanmamızı sosyalist nitelikteki kendi seçimimiz doğrultusunda, toplumsal değerlere ilişkin kendi düşüncelerimizin temelinde gerçekleştirmekte ve bunu yaparken Sovyet yaşam biçiminin ölçütlerini çıkış noktası olarak almaktayız. Başarılarımızı ve yanlışlarımızı başka ölçütlerle değil, ama yalnızca sosyalist ölçütlerle ölçmekteyiz.
Merkez Komitesi, uzun vadeli ve temel nitelikteki görevleri saptarken, toplumsal gelişmenin bilimsel kuramı olarak tutarlı bir biçimde marksizmi ve leninizmi rehber saymaktadır. Gerek SBKP’de, gerekse bütün ülkede bir konuda görüş birliği vardır: Yaşamdan kaynaklanan soruların yanıtlarını sosyalizmin dışında değil, ama kendi sistemimiz içersinde, planlı ekonominin, sosyalist demokrasinin, kültürün ve insan faktörünün potansiyelini ortaya çıkararak ve halkın yoğun emeğini temel alarak aramak zorundayız.
Bu, Batıda bazılarının hoşuna gitmiyor. Orada sosyalizmden geri dönüşe benzer bir şeyleri, bizim kapitalizmin önünde diz çökmemizi ve onun yöntemlerini almamızı bekleyenler var. Nasıl ve hangi yönde devam etmemiz gerektiği konusunda dışarıdan çok sayıda ‘öğüt’ almaktayız. Ayrıca ülkemizde gerçekleşmekte olan değişiklikleri gözden düşürmeyi ve parti yönetimi ile halkı birbirinden koparmayı hedef alan çeşitli yayınlar ve yazılar da var. Bu değersiz girişimlerin tümü de sonuçsuz kalmaya mahkum. Partinin ve halkın yararları birbirinden ayrılamaz bizim seçimimiz ve siyasi çizgimiz de son derece belirgindir. Bu en önemli noktada halkla parti arasında tam bir görüş birliği bulunmaktadır.” 2
Gorbaçov tam da biraz kapitalizm isteyerek yola çıktı ve gittikçe daha çok kapitalizm istemeye başladı. Parti yönetimi ile halkı birbirinden koparmaya çalışmak ve bu çabayı en ileri boyuta taşımak ise gene kendisine ve ekibine nasip oldu.
Gorbaçov’un ekonomist çıkışı ve dayandığı nesnellik
Gorbaçov, genel sekreter seçilmeden üç ay önce Aralık 1984’te reformcu terminolojisini kullandığı bir konuşma yaptı. “Devrimci kararlar”, “toplumsal-ekonomik ilerlemenin hızlanması”, “rekabet”, “özyönetim”, “ekonomi yönetiminin yeniden yapılandırılması”, “ekonomide ve toplumsal ilişkiler sisteminde derin bir dönüşüm”, “demokratikleşme” ve “glasnost”tan söz etti, ama bunların tam olarak ne anlama geldiğini açıklamadı.
Yaşam standartlarının artırılmasına ve Sovyetler Birliği’nin uluslararası konumunun güçlendirilmesine yönelik bir ekonomik yeniden canlanma programından söz ediyordu. Sovyet halkının önüne koyduğu ana hedef ise, toplumsal ve ekonomik gelişmenin hızlanmasıydı (uskorenie). Bu hedefe ulaşılabilmesi için ekonomi yönetiminin yeniden yapılandırılmasını (perestroyka) öneriyordu. 3
Şöyle diyordu:
“Yalnızca yoğun ve yüksek gelişmişlik düzeyine sahip bir ekonomi, ülkemizin uluslararası konumunun yeniden güçlendirilmesini ve yeni bin yıla büyük ve zenginleşen bir güç olarak girme onuruna sahip olmasını sağlayabilir.” 4
Kısacası, Gorbaçov karşımıza aynı zamanda bir “ağır sanayi makine yapımı uzmanı gibi” 5 çıkıyordu. “Üretimin bilimsel ve teknolojik olarak yenilenmesi ve dünyada en yüksek emek verimliliğinin sağlanması”nı hedef olarak koyuyordu. 6
Ölçülü reform
Gorbaçov ve ekibi Sovyet ekonomisini eleştirerek ve yaygın bir tartışma ortamı yaratarak işe başlamıştı, ama ortaya koydukları formülasyonlar özgün ya da yeni değildi. Sovyetler Birliği’nde piyasa mekanizmalarına daha fazla ağırlık verilmesini savunan liberal akademisyenlerle “muhafazakarlar” olarak anılan kesim arasındaki kamplaşma, 1960’lı yıllarda oluşmaya başlamıştı. Ekonomi enstitüleri ve araştırma kurumlarına da buna paralel olarak reformcu ve muhafazakar sıfatları verildi.
Örneğin, Abel Aganbegyan ve Tatyana Zaslavskaya gibi liberal akademisyenlerin elinde olan Novosibirsk’deki Ekonomi Enstitüsü 1984 yılında, Gorbaçov’un tarım sekreteri olduğu sırada, bir rapor yayınlayarak, emekçilerin çalışma disiplininin düştüğünü saptamış ve motivasyon sorununun çözülmesi için işletme yönetimlerinin işçi kollektiflerine verilmesini önermişti.
Sovyet ekonomisini kapitalist ekonomilerle karşılaştıran liberallerin eleştirileri verimlilik, teknoloji ve kalite başlıklarında yoğunlaşıyordu. Büyümedeki gerilemenin nedeni, verimlilik artışının ve teknolojik gelişmenin durmasıydı. Kaynak kullanımında israf yapılıyor ve düşük kaliteli ürünler üretiliyordu. “Fazla” büyük ölçekli üretim ekonomiyi değişen koşulların gerektirdiği esneklik ve dönüşüm yeteneğinden yoksun kılıyordu. “Gereğinden fazla” iş güvenliği çalışma disiplinini olumsuz yönde etkiliyordu. Planların uygulanması ve siparişlerin yerine getirilmesi sık sık gecikiyordu.
“Batılı” kaynaklara göre de “kumanda ekonomisi” artık iyice karmaşıklaşan ekonomik sistemi yönetmekten acizdi. Merkezi planlama ve tahsisin fiziksel birimlerle yapılması olanaksız hale gelmişti. İşletmelere verilen gayrisafi üretim miktarı hedefleri israfa ve verimsizliğe yol açıyordu. Sistemde ekonomik gelişmeye yönelik hiçbir özendirici yoktu. Tüketici ihmal edilmişti. Para boldu, ama yeterince tüketim malı olmadığından, iş için bir özendirici olmaktan çıkmıştı.
Reformcu akademisyenler bu sorunlardan merkezi planlama sistemini sorumlu tutuyor ve elbette çözüm olarak piyasa mekanizmalarını işaret ediyorlardı. Gorbaçov ise ekonomi yönetimini kıyasıya eleştirse de, başlangıçta tüm sistemi sorgulamaktan kaçınıyor, sosyalizmi sahiplenme ve iyileştirme temasını öne çıkarıyordu. İktidarının ilk aylarındaki konuşmalarında ağırlıklı olarak bilimsel-teknolojik devrim, ekonomik gelişmenin hızlanması gibi temalar yer alıyordu.
Başlangıçtaki daha akılcı yöntemler arayan objektif teknokrat görünümüne ve siyasi ürkekliğine rağmen, Gorbaçov’un reformculuğunu, başından itibaren anti-komünist bir yönelim içerdiği için mahkum etmekte bir sakınca yok. Reformcu kesimin yaklaşımları, konuları ele alarak eleştirme biçimleri ve çözüm önerileri sosyalizmin dışındaydı ve piyasa ekonomisine, yani kapitalizme işaret ediyordu.
1985-1986 yıllarında genelde teknik ve sağduyulu bir yaklaşımla şekillenmiş gibi görünen liberal kesimin muhafazakar ve hatta “Stalinci” olarak nitelendirdiği düzenlemelere ağırlık verildi. Çalışma disiplininin artırılmasına yönelik önlemler alındı ve alkolle mücadele gibi başlıklarda kampanyalar yapıldı. (7) Yasadışı bireysel ekonomik faaliyetlerin kayıt altına alınarak vergilendirilmesi hedeflendi.
Gorbaçov’un genel sekreter seçildiği tarih, 7 1986-90 yıllarına ait beş yıllık planının hazırlanma aşamasına denk gelmişti. Plandaki büyüme hedefleri yükseltildi, yatırım politikası yeniden ele alındı: Yeni tesislerin yapılması yerine varolan üretim tesislerindeki makinelerin yenilenmesine ağırlık verilmesi isteniyordu. Uzun vadeli ve çok kaynak gerektiren dev projelerden ise tamamen vazgeçildi.
“Bildiğiniz gibi, beş yıllık plan basit koşullar altında hazırlanmış bir plan değildir. Hesapların gösterdiğine göre eski işletme yöntemleriyle ‘temelden’ (erişilmiş olan düzey çıkış noktası alınarak) yapılan planlama, ekonomiyi bir çıkmaza götürmüştür. 1986 yılı boyunca, ısrarla üretimde yoğunlaştırmayı yaygınlaştırabilecek ve bilimle tekniğin sonuçlarından yararlanılması aracılığıyla temponun artırılmasını olanaklı kılabilecek yeni çalışma biçimleri aradık.” 8
Büyümenin hızlanması ve verimlilik artışına verilen öncelik nedeniyle işgücünün ödüllendirilmesi ve makina yapım sektörü ön plana çıkıyordu. Makina yapım sektörü, üretilen makina ve araçların teknolojik düzeyinin yükselmesinin, genel verimliliği etkilemesi açısından önem taşıyordu. Verimlilik artışını sağlamak üzere vardiya sayıları artırıldı 9 ve ücret sistemi yeniden düzenlendi. Emek gücünün performansa göre ücretlendirilmesi ilkesi ön plana çıkarıldı ve vasıflı işçiler ile vasıfsız işçiler arasındaki ücret makası açıldı. 10
“Toplumun dengeli yaşamı için gerekli temeller güvence altına alındıktan sonra, emeğin niceliğinin ve niteliğinin insanların çabaları için temel ölçüt olması gerekir.
Geçmişte bu ölçütten ayrılmalar olmuş, ‘eşitlik’ eğilimleri ortaya çıkmıştı. Bu, insanın kazançlarının emeğine ve yaratıcı yeteneklerine uygun olmaması anlamına geliyordu. Bu ise insanların etkinliği bakımından sonuçlar doğuruyordu. Yüksek düzeyde verimli bir emeğin maddi ve moral yönünden teşvik edilmesi politikası tutarsızdı. Komünistler, gerek rapor verilen toplantılarda, gerekse seçim toplantılarında moral yönünden teşvik edişin biçimlerine ilişkin soruların yanı sıra, bu önemli konularda maddi yönden kararlı bir teşvik eyleminin, gereken düzenin yaratılmasının nasıl gerçekleştirilebileceği sorusunu da tartıştılar. Bu yapılırken, haklı olarak ortalama çözüm uygulamalarının yetersizliğine, aslında hak edilmemiş primlerin ödenmesine, çalışanın emeğinin verimiyle bağlantılı olmayan ücretlerin ‘garantili’ olarak saptanmasına atıfta bulunuldu. Bu konuda açıkça şunu söylemek gerekir: İyi bir çalışanla iyi çalışmayana aynı ücretin ödenmesi, ilkelerimize aykırıdır ve daha iyi çalışanların ya da çalışabilecek olanların zararınadır; böyle bir tutum aynı zamanda çalışma saatleri içerisinde işi biraz savsaklamaktan hoşlananların yaşamlarını kolaylaştırmış olur.
Emeğin ölçüsü ile kullanımın ölçüsü arasındaki organik bağın zedelenmesi yalnızca emeğin verimliliğinin artmasını engelleyerek emekle olan ilişkiyi yozlaştırmakla kalmaz, ayrıca toplumsal adalet ilkesinin yozlaşmasına da yol açar. Bu, siyasi bakımdan önemi son derece büyük bir sorundur.
Bu nedenle şimdi başlıca görevimiz, ‘eşit kılma’yı aşmaktır. İnsanın edimine, emeğinin niteliğine ve niceliğine saygı göstermek gerekir.” 11
Parti örgütünün daha liberal taleplere direnç göstermesi nedeniyle reformcu iktidarın ilk dönem uygulamaları nispeten ölçülü olsa da, Gorbaçov’un konuşmaları zaman zaman radikalleşiyordu. Şubat 1986’da yapılan 27. Parti Kongresi’nde sosyalist ekonomik sistemin en ciddi bir biçimde yeniden yapılandırılmasından söz etti: Gosplan güncel ekonomik meselelerle değil, yalnızca uzun vadeli planlamayla, makroekonomik gelişmelerle ilgilenen bir kurum olmalıydı. Üretim mallarının merkezi olarak tahsisi yerine, esneklik sağlayacak bir toptan ticaret sistemi kurulmalıydı. Fiyatlar kalitenin, verimin “piyasa” arz ve talebinin etkisi altında daha esnek bir hale gelmeliydi. Bu arada çok fazla netleştirmeden, yönetimde demokratikleşme ve dış ticaretin yeniden yapılandırılması (serbestleşme) gibi konulara değindi. Planlama ve yönetimde yerellik ve işletme bazına dönüşü savunuyordu. İşletme yönetiminin gerçek anlamda ekonomik bir muhasebe sistemi ve oto-finansmana dayalı olarak yapılması gerektiğini savunuyordu. 12
27. Kongre’deki daha radikal yaklaşımı parti örgütü tarafından desteklenmedi. Gorbaçov bundan sonra tavır değiştirerek Haziran 1986’daki Merkez Komitesi Plenumu’nda reformist terminolojiyi pek fazla kullanmadı. Onun yerine Gosplan üyelerinin bir bölümünü kişisel olarak yeniliklere karşı koymakla suçladı. Daha önceleri reformun merkezi ekonomik örgütlerden ve kurumlardan başlamasını savunurken, artık reformun işletme yönetimi bazında başlayacağını söylüyordu. Bu dönemden sonra artık tabana döndü ve “siyasi reform” başlığına ağırlık vermeye başladı.
Radikalleşen reform
Ocak 1987’de yapılan Merkez Komitesi Plenumu’nda, Gorbaçov demokratikleşme ve siyasi reform başlıklarına yoğunlaştı ve neredeyse tüm sosyalist sistemi eleştirdi. Burada Brejnev’in “gelişkin sosyalizm” kavramının geçersiz olduğunu ilan ederek, bunun yerine “gelişmekte olan sosyalizm” kavramını koydu. İşletmelerde, devlet örgütlerinde ve hatta parti içinde “gerçek seçimler” yapılmasını önerdi.
Bu oturumun hemen ardından Devlet İşletmeleri Hakkında Kanun (DDHK) Taslağı yayınlandı ve geniş çaplı bir toplumsal tartışma ortamı oluştu.
Haziran 1987’de, gündeminde ekonomik reformların olduğu bir Merkez Komitesi Plenumu yapıldı. Gorbaçov bu toplantıda ekonominin performansını ve genel ekonomik sistemi ağır bir biçimde eleştirirken, ekonomik reformlarla demokratikleşmenin doğrudan ilişkili olduğunu söyledi: “Eğer demokratikleşme konusunda adımlar atamazsak, perestroykanın görevlerini başarmamız mümkün olamayacaktır.” 13
Reform programının ana hatlarını da açıkladı:
- İşletmelerin bağımsızlaşması ve oto-finansman sisteminin uygulanması
- Ekonominin merkezi yönetiminin yeniden yapılandırılması
- Planlama, fiyat belirleme, finansman ve kredi mekanizmalarının değiştirilmesi ve bir üretim malları piyasasının oluşturulması
- Örgütsel yapıların değiştirilmesi
- Merkeziyetçi sistemden demokratik bir sisteme geçiş, özyönetimin geliştirilmesi, “insanların potansiyelini ortaya çıkarabilecek” mekanizmaların geliştirilmesi
DİHK, Haziran 1987’de Merkez Komite ve Yüce Sovyet tarafından kabul edildi ve 1 Ocak 1988’de yürürlüğe girdi. Ancak tedrici bir geçiş öngörüldüğünden işletmelerin bir bölümü 1988 yılı içinde bu sisteme geçerken, bir bölümünün geçişi 1989 yılına ertelendi. Bu kanunla kendi masraflarını karşılayamayan işletmelere devlet tarafından subvansiyon uygulanması engelleniyor ve devlet işletmeleri kendi kendini finanse eden özyönetimsel birimler haline getiriliyordu.
Yaratılan kriz
Reformcular sürekli olarak parti örgütü ve bürokrasinin direnç gösterdiğinden ve yeterince reform yapamadıklarından yakınıyordu. Oysa ki, Sovyet ekonomisini krize sokmaya yetecek kadar çok reform yapılabilmişti. Gorbaçov ve ekibi 1985 yılında iş başına geldiğinde en temel sorunu “gerekenden düşük büyüme hızı” olarak teşhis edilen bir ekonomi, 1988’de artık ciddi bir kriz yaşıyordu.
Temmuz 1987’de planlama üretim malları tahsisi ve branş bakanlıkları gibi ekonomik örgütlenme ve yönetim organlarıyla ilgili olarak DDHK’yi tamamlayıcı nitelikte bir dizi reformcu kararname çıkarıldı.
Reformcular, bakanlıkların operasyonel ve yönetsel (işletmelere yönelik) birimlerinin tasfiye edilmesi ve sayıları fazla olan bu bakanlıkların tek bir ulusal ekonomi bakanlığı altında birleştirilmesi gerektiğini öne sürüyorlardı. Bakanlıkların yalnızca uzun dönemli planlama ve teknolojik ilerlemeyle ilgilenmesi ve güncel operasyonel konuların tamamen işletmelerin tasarrufuna bırakılması amaçlanıyordu. Böylece bakanlıklar etkisizleştirilecek ve kadrolarında ciddi daraltmalar yapılabilecekti. Temmuz 1987’de çıkarılan kararname, ilgili bakanlıkların aşamalı olarak birleştirilmesini öngöruyordu. Kararnameden sonra, çok sayıda bakanlığın ve kurulun birleştirilmesi, bir kısmının tamamen ortadan kaldırılması süreci başladı. Bu süreç 1989 yılında daha da kapsamlı bileşmelerin yaşanmasıyla devam etti. Haziran 1988’de Gorbaçov, merkezi ekonomik örgütlerin personel sayısında yüzde 40’a varan bir indirim yapıldığını açıkladı. Gosplan bile 2 bin 560 kişilik kadrosunu bin 95 kişi azaltmak durumunda kaldı. 14
Başka bir kararname ile cumhuriyetlerde ve yerel örgütlenmelerde de ciddi personel kesintileri yapıldı. Cumhuriyetlere kesinti oranları bildirilmesine rağmen, kesintilerin hangi birimlerden yapılacağına karar vermekte özgür bırakıldılar. Bu nedenle cumhuriyetlerin ekonomik yapılarında ciddi farklılaşmalar ortaya çıktı.
Önceleri ürkek davranan ve kendilerini fazla açık etmeyen piyasacılar, 1988 yılı geldiğinde, 19. Parti Konferansı’nda Merkez Komite İdeoloji Sekreteri İgor Ligacev’i piyasa karşıtı sözleri nedeniyle suçlayabilecek kadar cesaret kazanmışlardı. Merkezi planlama sistemi yalnızca “optimum” sonuçlar sağlamadığı için değil, aynı zamanda kıtlıklara ve israfa yol açtığı gerekçeleriyle suçlanıyordu. Gosplan, merkezi planlama sisteminin temel taşı olarak, reformcuların saldırılarının boy hedefi konumundaydı. 1987 ve 1988 yıllarında Gosplan’ın üretimini planladığı ürünlerin ve işletmelere verdiği plan hedeflerinin sayısında ciddi indirimlere gidildi.
Reformcular Gosplan’ı etkisizleştirmeye çalışırken, onun uzantısı olan üretim malı tahsis sistemine de el attılar. Üretim mallarının işletmelere merkezi olarak tahsis edilmesinin eşgüdümünü sağlayan Gossnab’ın devre dışı bırakılmasını ve Gorbaçov’un 27. Parti Kongresi’nde söylediği gibi bir üretim malları piyasasının kurulmasını savunuyorlardı. DİHK de işletmeler arasında üretim malı alışverişi yapılmasını olanaklı kılıyordu.
Diğer yandan Gorbaçov iktidarının ekonomi politikaları sonuçunda para arzı tahmin edilenden çok daha hızlı arttı. DİHK’nin işletmelere tanıdığı özgürlükler, ücretlerin yöneticiler tarafından keyfi bir biçimde artırılmasına yol açtı: Daha önceki yıllarda standart olarak yılda 10 milyar ruble artan toplam ücret düzeyi 1988 yılında 30 milyar ruble yükseldi. Yaklaşık 20 yıldır Gayri Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) yüzde 2’si ile 3’ü arasında seyreden bütçe açığı, 1986’da yüzde 6’ya, 1988’de ise yüzde 10’a fırladı. Reformcu yönetim, 1986-90 yılları için yapılan 12. Beş Yıllık Plan’da hesapsızca yükselttikleri büyüme ve yatırım hedefleri uğruna maliye ve para politikalarında ciddi hatalar yaptı. Dış ticarette de tablo kötüydü: Sovyetler Birliği’nin OECD’ye olan borcu 1984 sonunda 25.6 milyar dolarken,1989 sonunda 50.6 milyar dolara ulaştı. Diğer dış borçlarla birlikte toplam rakam 60 milyar doları buluyordu. 15
Normalin üzerinde yükseltilen ücretler ve gevşek para politikaları sonucunda para arzı aşırı ölçülerde artarken fiyatlar neredeyse değişmeden kalınca anti-komünistlerin “kıtlık ekonomisi” dedikleri durum ortaya çıktı. Sovyetler Birliği’nde krizin en büyük göstergesi sayılan kıtlık sorunu tüketim mallarının mutlak olarak kıt olmasından çok, para arzının fazla olmasıyla ilişkiliydi. Diğer yandan merkezi planlama örgütlerin hızla etkisizleştirilmesi için yapılan örgütsel budamalar ve piyasa ekonomisinin önünü açmaya yönelik hukuksal düzenlemeler, ekonomi yönetimini felce uğratarak eşgüdüm sağlamayı bile olanaksız hale getirdi.
Piyasa ekonomisine geçiş
Ekim 1988’de Maliye Bakanı çok ciddi bir bütçe açığı olduğunu açıkladı ve Mart 1989’da açığı 30 milyar ruble azaltacak bir önlem paketi kabul edildi. Bu, Sovyet ekonomisinin sorunlarına getirilen son geleneksel çözüm denemesiydi. 1989 ve 1990 yıllarında, derinleşen kriziden çıkmak için pazar ekonomisine geçişin tek çözüm olduğu artık yaygın kabul görüyordu. Ortaya çıkarılan çok sayıdaki programı birbirlerinden ayıran, ılımlı geçiş-vahşi geçiş seçenekleri arasında durdukları noktalardı.
1988 yılında yapılan 19. Parti Konferansı’nda ve ardından gelen Merkez Komitesi Plenumu’nda alınan kararlarla, parti örgütünün ekonomi yönetimi üzerindeki kontrolü iyice azaltıldı. Temmuz 1989’da Bakanlar Kurulu’nda Ekonomik Reform Komisyonu kuruldu ve başına liberal iktisatçı Leonid Abalkin getirildi. 1989 yılı sonlarında ekonomi yönetimindeki ana gerilim Gosplan temsilcileri ile bu komisyon arasında yaşanıyordu.
1990 yılında ise ekonomi yönetiminde etkin olmayı isteyen iki odak daha ortaya çıktı. Gorbaçov, Mart 1990’da devlet başkanı seçildikten sonra bir Başkanlık Konseyi kurdu. Stanislav Şatalin’in de dahil olduğu bu konsey aracılığıyla ekonomi yönetimini koordine etmek istiyordu, ama güçlü bir örgütlenme oluşturamadı. Mayıs 1990’da Yüksek Sovyet Başkanı olan Yeltsin de çevresine bir grup piyasacı iktisatçıyı toplayarak ekonomi yönetiminde söz sahibi olmaya çalıştı.
Ekonomiyi yönetme iddiasındaki bu odakların programları piyasa düzenine geçişi öngörüyordu.
Abalkin’in başkanlığındaki Reform Komisyonu’nun Ekim 1989’da yayınladığı program taslağı, merkezi planlamanın yerini açıkça piyasa düzeninin almasını, rublenin konvertibl hale getirilmesini ve bir hisse senedi borsasının kurulmasını öneriyordu. Piyasa düzenine tam geçiş için planlanan süre altı yıldı.
Aralık 1989’da Başbakan Rizkov da kendi programını açıkladı. Bu programın Abalkin programından temel farkı, herhangi bir piyasa mekanizmasının kurulmasından önce üç yıllık bir hazırlık dönemi öngörmesiydi. Bu arada ekonomi derlenip toparlanacak, hatta bir miktar merkezileştirilecekti.
Şubat 1990’da hükümete yakın bir grup liberal iktisatçı “400 gün programı” olarak adlandırılan bir çalışma hazırladı. Bu program Abalkin programının daha da radikal bir versiyonuydu. Geçiş döneminden ziyade, “şok terapi” öneriyor ve jet hızıyla özelleştirme yapılmasını savunuyordu.
Gorbaçov, Temmuz 1990’da Yeltsin’le görüştü ve ikisi, ortak bir çalışma grubu kurulması konusunda anlaştılar. Bu, liberallerin de en liberallerini topladığı ve başına Şatalin getirildiği için Şatalin Grubu olarak anılan ekipti. Bu ekip Eylül başına kadar “Piyasaya Geçiş: Kavramsal Çerçeve ve Program” adı altında, piyasa ekonomisine hızlı geçişi öngören bir çalışma hazırladı. Diğer yandan hükümet adından da anlaşıldığı üzere biraz daha yumuşak olan “Regüle Edilmiş Piyasa Ekonomisi Programı”nı 16 hazırladı. Gorbaçov sonunda bu iki programı uzlaştırmak üzere Aganbegyan’ı görevlendirdi. Ancak Aganbegyan’ın hazırladığı ve Şatalin programına daha yakın olan bu üçüncü program da Gorbaçov ve Yüksek Sovyet tarafından yeterince beğenilmedi. Ekim 1990’da Aganbegyan Gorbaçov’un yönlendirmeleri doğrultusunda “Piyasa Ekonomisine Geçiş ve Ekonomik İstikrar Üzerine Temel Kılavuz” başlıklı reform programını oluşturdu ve bu program aynı ay Yüksek Sovyet’te kabul edildi.
Şatalin Grubu’nun toplumsal etkileri neredeyse yok sayan programına göre daha “muhafazakar” bulunan program, aslında daha önceki programların kimi bölümlerinin toplumsal ve siyasal dengeler “gözetilerek” ve muğlaklaştırılarak bir araya getirilmesinin ürünüydü.
Planlı ekonomiye yönelik burjuva eleştiriler
Farklı yönlere işaret eden ütopyacı yaklaşımlar kısmen etkili olmaya devam etseler de, 20. yüzyılın başına gelindiğinde, Avrupa’daki sosyal demokratlar sosyalizmde ekonominin nasıl örgütleneceği konusunda ortak bir tasarım oluşturabilmişlerdi: Ana sanayi kolları kamulaştırılacak ve üretim süreci toplumsal çıkarlar doğrultusunda, akılcı ve verimli bir biçimde örgütlenecekti.
Ekim Devrimi’nden sonra ise, sosyalist ekonominin kurulması artık pratik bir sorun haline gelmiş ve detaylandırılmayı bekleyen yeni ve somut başlıklar ortaya çıkmıştı. Bu konu yalnızca Sovyetler Birliği için değil, büyük ve güçlü işçi sınıfı partilerinin olduğu Avrupa’da da özellikle Almanya ve Avusturya için güncel bir meseleydi artık. Örneğin 1919 yılında Bavyera’da Otto Neurath bir merkezi planlama ofisi kurmuş ve başkanlığını yapmıştı. Neurath, aynı yıl Münih İşçi Konseyi’ne sunduğu bir raporda sosyalist ekonomi konusundaki düşüncelerini şu şekilde dile getiriyordu:
“Kuruluşunu tartıştığımız tüm bu örgütlenme, ancak yeterli bir ekonomik plan olursa ekonomik verimliliği artırabilir. Yalnızca üretim ve tüketim alanındaki bütün olanakları bilmek yeterli değildir. Aynı zamanda bütün hammadde ve enerji kaynaklarının, işgücü ve makinelerin şimdiki ve gelecekteki hareketini bilmemiz ve bunun için de kapsamlı istatistiklere sahip olmamız gerekiyor… Bütün ulusal ekonomiyi tek bir dev işletme olarak ele alan özel bir ofisin ekonomik planları tasarlaması gerekiyor. Bu ofisin yapacağı değerlendirmelerde fiyatlar önemli olmayacaktır, çünkü planlı bir ekonomi çerçevesinde fiyatlar, varolmaya devam etseler bile, artık rekabetin bir sonucu olarak oluşmayacaklar; birlikler devlet veya başka otoriteler tarafından belirlenecekler. (…) Büyük ölçekli, toplumsallaşmış bir ekonomide para artık itici bir güç değildir.” 17
Gene devrimden hemen sonra, 1920’lerin başında burjuva iktisatçıları parasız ekonominin, yani sosyalist ekonominin olanaksızlığını teorize etmeye çalışıyordu. Olanaksızlık teorisinin en ateşli savunucusu, Avusturya asıllı liberal iktisatçı Ludwig Von Mises’di. Mises’e göre, gelişmiş ve karmaşık bir ekonomide, üretim için gerekli hesaplamalar ancak serbest piyasa fiyatları kullanılarak yapılabilirdi:
“Üretim araçlarının özel mülkiyetinden ve paranın kullanımından uzaklaştıkça, aynı zamanda rasyonel ekonomiden de uzaklaşmış oluruz.” 18
Serbest piyasa fiyatları bir malın üretim süreci ve aynı zamanda tüketimine ilişkin talep hakkındaki bütün bilgiyi içeriyordu. Kapitalizm koşullarında hem üreticiler hem de tüketiciler karar alırken, fiyatların ifade ettiği bu bilgileri kullanabiliyor ve böylece en doğru kararları almaları mümkün oluyordu. Mises’e göre, yalnızca tüketim malları için bir serbest piyasanın var olması da yeterli değildi. Üretim mallarının fiyatlarının merkezi olarak belirlenmesi ve gene merkezi olarak tahsis edilmesi, tüketim malları pazarında oluşacak fiyatların ekonomik sistemdeki maliyetleri doğru bir şekilde yansıtmasını engellerdi. 19 Üstelik, koşulların sürekli değiştiği dinamik bir ortamda merkezi planlama ile yönetilen ekonomi, pusulasından (yani “fiyatlardan”) yoksun kalmış bir gemi durumuna düşecek ve batacaktı:
“Serbest piyasanın olmadığı yerde, fiyatlama mekanizması yoktur; fiyatlama mekanizması olmadan da ekonomik hesaplamalar yapılamaz.” 20
Mises daha sonra (1922) ekonomi biliminin sınırlarını ciddi bir biçimde aşarak, tüm sosyalist hareketin geleceğine dair kehanetlerde bulundu. Sosyalist düşünceyi, geçmişi binlerce yıla dayanan Avrupa kültürünü tehdit etmekle suçladı:
“Çünkü, sosyalist bir toplumsal düzen kurabilmek mümkün değildir. Sosyalizmi kurmaya yönelik her türlü çaba, yalnızca toplumun zarar görmesine yol açar. Fabrikalar, madenler, demiryolları duracak, şehirler terk edilecek. Endüstriyel bölgelerde yaşayanlar başka yerlere göç etmek zorunda kalacaklar. Çiftçiler kapalı hayatlarına geri dönerek, yalnızca kendi karınlarını doyurabilmek için üretim yapacaklar.” 21
Bu fanteziyi bir tarafa bırakarak, 1930’lu yıllara geçelim. Bu dönemde gene Avusturya asıllı bir başka liberal iktisatçı, Friedrich August von Hayek, Mises’in tezlerini rafine etti: Hayek, merkezi planlamanın teorik düzeyde mantıksal bir tutarsızlığı olmadığını kabul etti. Ancak, çok fazla sayıda veri kullanılması gerektiği için pratikte uygulanmasının mümkün olamayacağını savunuyordu. Öncelikle, gereken verilerin toplanmasındaki zorluk, “insan kapasitesini aşan” bir boyuttaydı. Bu zorluk bir şekilde aşılabilse bile, somut kararların alınabilmesi için binlerce bilinmeyen değişken içeren, binlerce denklemin çözülmesi gerekiyordu. Bu binlerce ve belki de milyonlarca denklemin gene milyonlarca hesaplama ile çözülmesi o kadar uzun sürecekti ki, sonuçta edilecek olan çözüm seti, koşullar çoktan değiştiği için artık anlamsız bir hale gelecekti!
Burjuva iktisatçıların hesaplama konusundaki güçlükleri ve asıl önemlisi hesaplama ihtiyacını aşırı derecede abartmalarına dayanan bu tartışma Sovyetler Birliği’nin Birinci Beş Yıllık Plan döneminden (1928-1932) başlayarak yakaladığı hızlı ekonomik ilerleme ile fiilen aşılmış oldu. İkinci Savaş’tan sonra Doğu Avrupa ülkelerinde de merkezi planlama başarıyla uygulandı. Bu gelişmelerle birlikte burjuva iktisatçılar eleştiri eksenini değiştirmeyi seçtiler: 1940’lı yıllarda ve İkinci Savaş’tan sonra sosyalist planlamayla ilgili eleştiriler “totaliter yapı”, “bireysel özgürlüğün kısıtlanması” gibi başlıklarda yoğunlaştı.
Gorbaçov’un eleştirileri
Gorbaçov ve ekibinin getirdiği eleştirilerin yeni olmadığından, Sovyet iktisatçıları arasında 1960’lı yıllardan itibaren reformcu-muhafazakar kamplaşmasının yaşandığından söz etmiştik. Gorbaçov ve ekibi, kökeni burjuva iktisatçılarının sosyalizmin reddine dayalı külliyatından ve emperyalist devletlerle organik bağlar içeren bir ilişkiler yumağından beslendiler. Reformcu akademisyenler, burjuva iktisatçıları ile aynı şeyleri söylüyorlardı. Sosyalizmde varlığını sürdüren para-meta ilişkilerinin önemini abartarak, bunları ekonomik sistemde belirleyici kılmaya çalışıyorlardı. Çoğulculuk ve demokrasi adına kamusal mülkiyet yerine, grup mülkiyetini savunuyorlardı. Onlara göre piyasa mekanizmaları nesnel gerçeklerin, plan ise keyfi tercihlerin bir ifadesiydi:
“On yıllar boyunca ekonominin ve yönetimin uygulamalarında eskimiş yöntemlere bağlılık sürdürülmüş, buna karşılık bazı efektif ekonomik formlar gerekçesiz reddedilmiştir. Aynı zamanda da üretimde ve bölüştürmede, toplumun gerçek olgunluk düzeyine uymaktan uzak, bazı durumlarda da toplumun doğasına aykırı düşen ilişkiler yaygınlaşmıştır. Üretim ve çalışmayı teşvik, temelde niceliksel ve yaygın gelişme doğrultusunda yönlendirilmiştir.
(…)
Çoğu kez sosyalizmin özüne yabancı diye tanıtılmış bulunan mal-para ilişkisiyle değer yasasının etkisi karşısındaki önyargılı tutumlar, ekonomide keyfi yöntemlere, ekonomik özyönetimin küçümsenmesine, ücretlerde ‘eşitlik sağlamaya’ yol açmıştır. Bu durum fiyatların oluşturulmasında öznel yaklaşımların ortaya çıkmasına, tedavüldeki para akışında bozukluklara, arz ve talebin düzenlenmesinin ihmal edilmesine neden olmuştur.” 22
Planlama ve optimizasyon sorunu
Günümüzde de hem burjuva iktisatçıları hem de liberal sol, merkezi planlamayı tüketiciyi dikkate almamakla, tutarlı olmamakla, eksik veya fazla üretim yapılmasına yol açmakla, işletmeler arasında yeterince eşgüdüm sağlayamamakla, üretim mallarını israf etmekle suçluyor. Tüm bunlara merkezi planlama yoluyla optimum çözümlere ulaşmanın imkansızlığının neden olduğu da önemli iddialar arasında.
Optimum arayışı mutlaklaştırılırsa, hesaplama sorunu gerçekten de çözümsüzlüğe doğru gidecektir. Bu da, optimizasyon işlevinin piyasalara ihale edilmesi fikrini güçlendirecektir. 23
Optimum terimi ne anlama geliyor? Tamamen teknik olarak şöyle tanımlayabiliriz: Optimum olan bir ekonomik sistemde, nihai bir ürünün üretim miktarının artırılması yalnızca başka bir nihai ürünün üretim miktarının azaltılmasıyla mümkün olabilir. Yani üretim verili koşullar içinde en elverişli bir şekilde düzenlenmiştir.
Ancak optimumlar anlıktır, koşullar değiştiği an optimumlar da değişir. Ayrıca teknik optimumlar toplumsal gereksinimler açısından çok fazla şey ifade etmez, çünkü teknik açıdan üretilen malın silah, sigara, lüks otomobil veya kışlık ayakkabı olmasının bir önemi yoktur.
Kuşkusuz, ekonomik sistem bir bütün olarak değil de kısmi olarak ele alındığında, üretim süreçleriyle ilgili pek çok probleme optimum çözümleri sağlayabilen matematiksel yöntemler etkin bir biçimde kullanılabiliyor. Örneğin, taşımacılık alanında, işetme bazında üretimin planlanmasında veya bir alandaki farklı yatırım alternatiflerinin en uygununu seçme konusunda… Sosyalist planlamanın bu yöntemleri kullanması ve geliştirmesinin önünde hiçbir engel bulunmuyor ve sosyalist ülkelerde matematiksel yöntemler zaten kullanıldı.
Günümüzde, matematiksel tekniklerin, iletişim yöntemlerin ve bilgisayarların hesaplama kapasitesinin ulaştığı gelişkinlik düzeyi, karmaşık bir ulusal ekonominin merkezi yönetimini daha da kolaylaştırmış durumda. Merkezi planlamanın teknik güçlükleri hala küçümsenemeyecek bir başlık olsa da, göreli önemi giderek azalıyor.
Ancak tüm bunlar, sosyalist ekonominin temel sorununun optimizasyon sorunu olmadığı gerçeğini unutturmamalı.
Sosyalist planlama söz konusu olduğunda, hiyerarşinin en üst noktasında siyasetin, siyasi tercihlerin bulunması gerekiyor. Sosyalizmi korumak ve yaymak, toplumun sürekli değişm içinde olan maddi ve kültürel gereksinimlerini karşılamak ve toplumu dönüştürerek komünizme yöneltmek… Bütün toplumsal faaliyetlerin bu hedeflere yönelik olarak örgütlenmesi anlamına gelen sosyalist planlamanın akılcı olması gerekiyor. Ancak bu akılcılık, siyaset tarafından belirlenen bir akılcılık olmak zorunda. Siyaseti dışlamak yerine “ekonomi bilimi”ni koymaya çalışan ve yanlızca denge ve optimum arayışına dayanan kuramsal modeller, özleri itibarıyle, kapitalizme aittir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Yalçın KÜÇÜK, “Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü”, Tekin Yay., İstanbul 1991, s.456.
- Mihail GORBAÇOV, “Glasnost”, Dönemli Yay., İstanbul 1987, s.88.
- Anders ASLUND, “Gorbachev’s Struggle for Economic Reform”, Pinter Publishers, London, s.28.
- a.g.y., s.15.
- Yalçın KÜÇÜK, a.g.y., s.480.
- a.g.y, s.476.
- 11 Mart 1985.
- Mihail GORBAÇOV, a.g.y., s.100.
- Vardiya sayısının artırılması, bağlı sermayenin kullanım düzeyini yükseltir. Aynı zamanda işgücünün teknolojik olarak daha ileri makinelerde yoğunlaşmasına olanak verir. Şubat 1987’de vardiyalı çalışmayı teşvik eden bir düzenleme kabul edildi.
- Eylül 1986’da üretim sektöründe çalışan 75 milyon işçinin ücretlendirilmesine ilişkin bir kararname kabul edildi.
- Mihail GORBAÇOV, a.g.y., s.94.
- Anders ASLUND, a.g.y., s.30-31.
- a.g.y., s.34.
- a.g.y., s.119-120.
- a.g.y., s.187-191-197.
- Tam adı: “The government programme for the formation of structures and mechanism of a regulated market economy”
- Tom BOTTOMORE, “The Socialist Economy”, Harvester Wheatsheaf, London, 1990, s.24-25.
- a.g.y., s.53.
- Nicolas SPULBER, “The Soviet Economy”, Norton & Company, 1962, s.196.
- Tom BOTTOMORE, a.g.y., s.54.
- a.g.y., s.54.
- Mihail GORBAÇOV, a.g.y., s.119-120.
- Bu yaklaşımın en belirgin örneği Oscar Lange’nin geliştirdiği “piyasa sosyalizmi” modeli…