Avrupa Birliği (AB) konusunda söylenenler bugüne kadar emekçi sınıflara en ustalıkla söylenmiş en süslü yalanlar arasında yer almaktadır. Bu nedenle AB konusunda ele alınacak her alt başlıkta temel görev bu yalanların deşifre edilmesi olmalıdır. Sağlık başlığında böyle bir deneme daha önce Sınıf Tavrı dergisinde yer almıştı. 1 Bu yazıda deşifrasyon işlemi geliştirilmeye çalışılacaktır.
Avrupa bölgesinde AB üyesi olan ve olmayan ülkelerin sağlık göstergelerine toplu olarak bakıldığında sağlık düzeyinin dünyanın birçok bölgesinden oldukça farklı olarak daha iyi durumda olduğu görülür. Bu bariz eşitsizliği Avrupa kapitalizminin nimetlerinden biri olarak değil eşitsizliği yaratan mekanizmaya bakarak çözebiliriz.
İlk olarak Avrupa’nın emperyalist devletlerinin izlediği politikalar dünyadaki sağlık açısından bu eşitsiz durumun başlıca sorumlusudur. Afrika’nın Asya’nın Güney ve Orta Amerika’nın sağlıksızlığında Avrupalı emperyalistlerin yürüttüğü açık yağmadan köle ticaretine sömürgecilikten gerici iktidarları desteklemeye ve zor uygulamaya ticari eşitsizliğin yarattığı haksız kazançlardan bu ülkelerin borç batağına sürüklenmesine kadar onlarca mekanizma tanımlanabilir. Bu nedenle hiçbir zaman emperyalist bir ülkenin sağlık göstergeleri bağımsız bir olay olarak ele alınmamalı sömüren-sömürülen bütünlüğü içinde değerlendirilmelidir.
İkinci olarak Avrupa bölgesi işçi sınıfının bağımsız siyasi mücadelesinin dünyada en fazla yükseldiği ve Paris Komünü’nden Ekim Devrimi’ne Sovyetler Birliği’nden Avrupa’nın sosyalist halk cumhuriyetlerine kadar muzaffer olduğu bir coğrafyadır. İşçi sınıfının siyasi kazanımları sosyalist ülkeler kadar sermayenin egemenliğindeki emekçi sınıfların sağlık düzeylerini de olumlu olarak etkilemiştir. Emekçi sınıfların durumunda işçi sınıfı siyasetinin Avrupa’da geri çekilmesiyle yaşanan bozulmaya rağmen halen bölgenin görece yüksek sağlık göstergelerinde bu mücadele sürecinin yansımalarını bulmak mümkündür.
Bir coğrafi bölge olarak Avrupa’nın sağlık düzeyinin dünyadaki yerini kısaca irdeledikten sonra şimdi tersini yapmak AB’nin aslında her bakımdan eşit olmayanların birliği olduğunu vurgulamak zorundayız. AB’yi oluşturan ulusların ekonomik-siyasi eşitsizliği ve ulusal sınırlar içindeki sınıfsal eşitsizlikler sağlığın belirleyicileri olacaktır. Sağlığın temel belirleyicisi mevcut üretim ilişkileri ve bunun ürünü olan emekçilerin yaşam koşullarıdır. Sağlık hizmetleri sağlık göstergelerini belirlemede bu koşulların ancak bir alt başlığı olabilir. Bu nedenle AB’de sağlık konusunu üç alt başlık halinde inceleyeceğiz: 1. Merkezinde emperyalist devletlerin durduğu hiyerarşik bir birlik anlamına gelen AB’de emekçilerin yaşam koşullarının sağlığı nasıl etkilediğine ilişkin verileri gözden geçireceğiz. 2. Karşı devrimci bir siyasi birlik olarak AB’nin Avrupa’da sosyalizmin çözülme sürecini aktif olarak etkilediği bilinmektedir. Bu nedenle eski sosyalist ülke halklarının yaşam koşullarındaki değişikliği kısaca irdeleyeceğiz. 3. Son olarak Avrupa kapitalizminin tüm dünyada olduğu gibi “sağlıkta reform” yalanı altında sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ve finansmanında nasıl bir değişikliği uygulamaya soktuğuna değineceğiz.
1. AB işçi sınıfının düşmanı bir siyasi birlik olarak emekçi sağlığı zararlısıdır
Dünyada yazılmış halk sağlığı kitapları içinde en klasik ve en çarpıcı olanı Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” başlıklı çalışmasıdır. Kitabın yazılmasından 20 sene sonra Marx Engels’e yazdığı bir mektupta bu esere değinmektedir:
“Kitabını yeniden okurken üzülerek fark ettim ki yaşlanıyoruz. Sorunlara ne kadar canlılıkla ve tutkuyla ne kadar yürekli öngörülerle ve bilgece ya da bilimsel kuşkulardan ne kadar uzak biçimde yaklaşmışsın!” 2
Engels’in toplum sağlığına yaklaşırken kullandığı yöntemi bugün AB ve sağlık konusuna yaklaşırken eksiksiz olarak kullanabileceğimiz için aşağıdaki alıntıya yer vermek yararlı olacaktır:
“Bir insan bir başkasına ölüme yol açan bir zarar verdiği zaman buna adam öldürme diyoruz; saldırgan vereceği zararın öldürücü olacağını önceden biliyorsa o zaman buna cinayet diyoruz. Ama toplum yüzlerce proleteri çok erken yaşta doğal olmayan bir ölümle yani kılıç ya da kurşunla ölüm gibi zorba yollardan ölümle karşı karşıya geleceği bir konuma koyduğu zaman toplumun o yaptığı bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikle cinayettir; toplum binlerce insanı yaşamın gereklerinden yoksun bıraktığı içinde yaşayamayacakları konumlara soktuğu -kaçınılmaz sonuç olan ölüm gelinceye dek o koşullarda kalmaya yasanın güçlü eliyle zorladığı- bu binlerce mağdurun yok olacağını bildiği ve gene de bu koşulların sürmesine izin verdiği zaman toplumun o yaptığı bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikle cinayettir; örtülü kasıtlı cinayettir; hiç kimsenin kendisini savunamadığı bir cinayettir; kimse katili görmediği için mağdurun ölümü doğal göründüğü için cinayet gibi olmayan cinayettir (…). Şimdi İngiltere’de emekçi örgütlerinin tam bir isabetle toplumsal cinayet diye niteledikleri şeyi toplumun her gün her saat yapageldiğini kanıtlamam gerekiyor; o koşulların işçilerin yaşamsal gücünü yavaş yavaş ucun ucun tahrip ettiğini ve zamanından önce onları mezara koşturduğunu kanıtlamam gerekiyor.” 3
Türkiye’de sosyalistler Engels’in canlı üslubuna göre çok kuru da kalsa sınıflı toplum ve sağlık arasındaki ilişkiyi 150 sene sonra şöyle tanımlamışlardı:
“Toplumsal etken var olan üretim ilişkilerinin ve sömürü mekanizmalarının koşulladığı toplumsal eşitsizlikleri içeren nedenlerle emekçi sağlığının tehdit edilmesidir. Toplumsal etken toplumun sınıflı yapısından kaynaklanan nedenlerle daha basit tüm hareketleri (fiziksel kimyasal biyolojik) kapsayarak emekçi sağlığına saldırır.” 4
Bugün Avrupa’da işçi sınıfının giderek daha büyük bir kesimi yoksulluk ve uzun süreli işsizlik tehdidi altında yaşamaktadır. AB’nin resmi istatistiklerine göre AB’ye üye ülkelerin tüm nüfusunun yüzde 15’i yoksullukla karşı karşıyadır. Bu oran Yunanistan ve Portekiz için yüzde 21 İngiltere ve İspanya için yüzde 19’dur. 5 Tüm Avrupa bölgesinde aşağı yukarı 24 milyon insanın günde 2 doların altında gelire sahip olduğu tahmin edilmektedir. 6 Yoksulluğun ve toplumsal izolasyonun en önemli göstergelerinden biri de işsizlik oranlarıdır. AB’de işsiz hanelerin oranı ortalama yüzde 12.2’dir ve bu oran Belçika’da yüzde 16.5’e ve İngiltere’de yüzde 14.2’ye kadar çıkmaktadır. 7 “Çok uzun süreli işsizlik” 24 ayın üzerinde işsiz kalma olarak tanımlanmakta işçi sınıfının yoksullaşmasının önemli bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. 1992’de Batı Almanya’da çalışan nüfusun ancak yüzde 0.1’i uzun süreli işsizken bu oran 1998’de yüzde 4 civarına yükselmiştir. Almanya’nın doğusunda ise yüzde 6.7 ile çok daha yüksektir. 8 Almanya’da Ruhr bölgesinde her dört çocuktan biri sosyal yardıma bağımlı yoksul proleter ailelerinde büyümektedir. 1997’de toplam sosyal yardıma bağımlı 1 milyon çocuğun üçte ikisinin aileleri tarafından dövüldüğü önemli bir oranının fiziksel ve cinsel istismara maruz kaldığı bildirilmektedir. 9 İngiltere’de işçi sınıfının yoksul kesimleri için beliren bir diğer tehlike kentlerin içinde yiyecek bulamamalarıdır. Yiyeceklerin daha uygun fiyatlara satıldığı süpermarketler ancak arabayla ulaşılabilecek mesafelere kentlerin dışına taşınmıştır. Kent içinde yiyeceklerin pahalı olması bu süpermarketlere ise toplu taşımacılık ile ulaşılamaması veya toplu taşımacılığın pahalı olması nedeniyle kentin ortasında açlık tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Üstelik kentin içinde oturan bu kesim arabası olmadığı ve toplu ulaşımdan yeterince yararlanamadığı halde trafiğe bağlı hava kirliliğine en fazla maruz kalan kesimdir. 10
Engels 150 yıl öncesinin İngiltere’sinden Dr. Holland’ın araştırmasını kitabına almıştır. Muhtemelen burjuvazi ile işçi sınıfının aynı mahalleleri paylaştığı o yıllarda Dr. Holland bir mahalleyi varlık durumuna göre 3 sınıf sokağa ve her sokağı da 3 sınıf eve ayırmış ve ölüm oranlarını incelemişti. 11
“Holland’ın verdiği tablolardan anlaşılıyor ki birinci sınıf sokaklara göre ölüm oranı ikinci sınıf sokaklarda yüzde 18 üçüncü sınıf sokaklarda yüzde 68 daha fazladır; birinci sınıf evlere göre ölüm oranı ikinci sınıf evlerde yüzde 31 üçüncü sınıf evlerde yüzde 78 daha fazladır.” 12
Günümüz Avrupa’sında burjuvazinin ve işçi sınıfının artık birbirlerine rastlamayacakları şekilde farklı mekanlarda oturmaları dışında sağlığın sınıfsal özelliğinde önemli bir değişiklik olmamıştır. Eşitsizliklerin koroner kalp hastalığı inme akciğer kanseri solunum hastalıkları ve intihar oranlarında ciddi farklılıklar yarattığı uzun yıllardır bilinmektedir. 13 İngiltere’de yapılan bir araştırmada 1990 ile 1999 arasında gelirine göre nüfus yüzde 10’luk 10 dilime ayrılmış bu 10 grupta ölüm oranları ve ölüm oranları üzerinden hesaplanan göreceli eşitsizlik endeksi incelenmiştir. Toplumun varsayımsal olarak en yoksul bireyinin ölüm hızının en zengin bireyinin ölüm hızına bölümü ile elde edilen eşitsizlik endeksinin son 10 yıl içinde giderek arttığı gösterilmiştir. 1990’da 1.68 olan göreceli eşitsizlik endeksi 1999’da 1.85’e çıkmıştır. Özellikle bu artış 20-44 yaş arası erkeklerde en belirgindir (1990-91’de 1.66 1998-99’da 2.20). 14 Bu oranlar İngiltere’de işçilerin haksız ve erken ölümlere maruz kaldığı ve bunun giderek artmakta olduğunun kanıtıdır. Engels’in deyimiyle burjuvazi cinayetlerine hız vermiştir. Bir diğer sınıf araştırması da yine İngiltere’deki bebek ölümleri ile ilgilidir. 1993-1995 yılları arasında bebek ölüm hızı açısından en üst sınıf ile işçi sınıfının en yoksul kesimi arasında yüzde 70 fark bulunmaktadır. Yine iki sınıfın bebeklerinin ortalama doğum ağırlığı arasındaki fark 115 gram işçi sınıfı aleyhinedir. 15 Avrupa’da işçi sınıfının bebekleri kendilerinden çalınmış 115 gram dokuyla doğmaktadırlar.
Engels işçilerin 19. yüzyıl fabrikalarındaki durumunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur:
“(…) Sağlam bir beden daha iyi gıda ve benzeri lehteki koşulların genç işçiye bu barbarca sömürünün sonuçlarına direnme olanağı verdiği durumlarda da en azından sırt ağrısı kalça ve bacak ağrısı eklem yerlerinde şişme varisli damarlar ve kalçayla baldırda geniş ülserler görüyoruz. Bu hastalıklar işçiler arasında çok yaygındır. (…) Biri diyelim pencere kenarına ya da bir sepetin üstüne oturursa para cezasına çarptırılıyor; ve bu sürekli dik durma durumu bedenin üst kısımlarının sürekli olarak omurgaya kalçalara ve bacaklara baskı yapması kaçınılmaz olarak sözü edilen sonuçları doğuruyor (…).” 16
AB ülkelerinde toplam 1500 işyeri ziyaret edilerek ve 21 bin 500 işçiyle yüz yüze görüşülerek oluşturulan “AB’de Çalışma Koşullarının Son On Yıllık Gelişimi” başlıklı rapor “demokratik insan haklarına saygılı” AB’nin iç yüzünü ve Avrupa kapitalizminin Engels’in döneminden bugüne özünde bir değişikliğe uğramadığını gösteriyor: 2000 yılında AB sınırları içinde istihdam edilen 159 milyon kişiden yüzde 83’ü emek gücünü satarak çalışmaktaydı. Rapor; esnek üretimin tüm çalışma alanlarında yaygınlık kazandığını çalışmanın giderek yoğunlaştığını çalışanların yüzde 18’inin sürekli olmayan sözleşmelerle çalıştığını bildiriyor. İşçilerin üçte birinin yaptıkları iş üzerinde hiçbir kontrollerinin olmadığı beşte üçünün tatile çıkma zamanını kendilerinin belirleyemediği belirtiliyor. Görüşmelere katılan işçilerin yüzde 33’ü sırt ağrısından yüzde 23’ü boyun ve omuzlarda kas ağrılarından yüzde 28’i stres altında olduğundan yakınmıştır. Bu sorunların çalışma koşullarının ağırlığından ve iş yoğunluğundan kaynaklandığı geçici süreyle çalışanların işe bağlı sağlık sorunlarıyla çok daha fazla karşılaştığı vurgulanmaktadır. İşçiler çalışma sürelerinin en az dörtte birini çok yüksek hızda ve sürelerden asla taviz verilmeyen işleri yaparak geçirdiklerini belirtirken beşte ikisi ise işlerini yapmak için yeterli zaman verilmediğini bildirmektedir. Ayrıca rapor işteki yoğun çalışma ile sağlık sorunu ve iş kazaları arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koymuştur. Raporun dikkat çeken bir diğer yönü işyerindeki şiddet taciz ve sindirme-korkutmaya maruz kalma oranlarının yüksekliğidir. 17
Tekrar Engels’e kulak verelim:
“Bunların yanı sıra çok sayıda işçinin sağlığını zayıf düşüren başka etkiler de var; bunların başında da ayyaşlık geliyor. İşçileri sarhoşluğa itmek için baştan çıkarıcı tuzak kurucu her şey el ele veriyor. İçki hemen hemen tek haz kaynakları ve her şey içkiye sarılmaları için onlara tuzak kuruyor. Emekçi işinden yorgun ve tükenmiş dönüyor evini rahatsız rutubetli pis ve iğrenç buluyor; keyiflenmeye ivedi gerek duymakta; işini uğraştığına değer hale getirecek izleyen günü dayanılabilir yapacak bir şey bulmak zorunda. Sağlıksız koşullardan ve özellikle hazımsızlıktan ileri gelen cesareti kırılmış rahatsız ve kuruntulu zihinsel ve bedensel keyifsizliğini; yaşamın genel koşulları varlığının belirsizlikleri yalnızca rastlantı ve talihe bağımlılığı ve güvenilir bir konuma gelmek için bir şeyler yapabilme yetersizliği dayanılamayacak ölçüde şiddetlendiriyor. Kötü havanın ve yiyeceğin zayıflattığı çelimsiz gövdesi bir dış uyarıcıya şiddetle istek duyuyor; toplumsal gereksinimini ancak bir birahane karşılıyor; arkadaşlarıyla buluşabileceği başka bir yer yok.” 18
Avrupa bugün dünyada en çok alkol tüketilen coğrafyadır ve yılda ortalama kişi başına 7.3 litre saf alkol tüketimi düşmektedir. Her yıl 55 bin genç alkol tüketimine bağlı hastalıklardan kaybedilmekte 15-29 yaş erkek ölümlerinin dörtte biri alkolle ilişkili bulunmaktadır. 19 Dünya Sağlık Örgütü gibi sermaye güdümündeki resmi kurumlar bu istatistikleri verirlerken alkolizmin toplumsal nedenlerine değinmemekte ve suçu tek tek bireylerin sorumsuzluğunda aramaktadırlar.
İşçi sınıfı için giderek daha büyük bir cehenneme dönen AB’de AB rejimi ve sermaye iktidarları bu gerçekleri daha ne kadar örtebilecekler
Üzeri örtülemeyecek konulardan biri de Avrupa bölgesinde akıl hastalıklarının giderek artmasıdır. Avrupa’da görülen tüm hastalıkların 1/10’u akıl hastalığıdır. Sadece depresyon tüm hastalıkların içinde yüzde 4.1’lik oranıyla en sık görülen dördüncü hastalık durumundadır. Genel pratisyenlere yapılan tüm başvuruların en az yüzde 30’u akıl sağlığı ile ilgilidir. 20 İngiltere’de 20 yaş altı çocuk ve gençlerin herhangi bir zaman diliminde yüzde 20’sinin bir akıl hastalığına sahip olduğu bildirilmektedir. Bu durumda ailelerin işsizliğinin stres dolu yaşamın boşanmaların etkili olduğu saptanmaktadır. Giderek artan sayıda çocuğun yaşamında ailelerin parçalanması nedeniyle onları koruyacak veya örnek olacak 2 veya 3’ten fazla erişkin figür kalmamaktadır. 21
Yukarıda Avrupa işçi sınıfının içinde bulunduğu durumu yansıtan veriler listesi sayfalarca uzayarak bir kitap kalınlığına ulaşabilir. Bu durum tesadüfi değil sömürü ve kâr oranını artırmak en azından korumaktan başka amacı olmayan Avrupa ulusal sermaye iktidarlarının siyasi iradesinin ürünüdür. Öte yandan tüm akıl dışılığı ile kapitalizmi ve onun krizini de ele vermektedir.
2. Karşı devrimci bir siyasi birlik olan AB sosyalizm düşmanlığı ile emekçi sağlığına en büyük zararı vermiştir.
“Aslına bakılırsa Adenauer Schuman ve Gasperi gibi gerici politikacılar tarafından yaratılan ‘Avrupa Entegrasyonu’ Soğuk Savaş’ın çocuğu ve aynı zamanda aracıydı. Bu Avrupa’nın bölünmesine Batı Avrupa’da sosyalist mücadelenin püskürtülmesine silahlanmaya ve saldırgan anti-komünist amaçlarla güçlerin çatışmasına hizmet ediyordu. (…) Ekonomik entegrasyon daha çok başından beri ABD emperyalizminin stratejik ana hedefi ve Batı Avrupa’nın emperyalist çevreleri emrinde sosyalizmin ‘geriye düşürülmesi’ne ve en sonunda tasfiye edilmesine yönelmişti.” 22
AB sosyalizm düşmanı bir stratejinin ürünü olarak ortaya çıkmış ilk olarak Avrupa sosyalist devletlerini abluka altına almak ve tehdit etmek için kullanılmış çözülüşten sonra Yugoslavya’nın parçalanarak yutulması gibi kanlı operasyonlara katılmış ve zaferini kısa bir süre önce Polonya Çek Cumhuriyeti gibi eski sosyalist ülkelerin AB’ye kabulüyle taçlandırmıştır. Sosyalizmin sağlık alanında ne getirdiği bu alandaki başarıları çözülüşten sonra kaybedilenler göz önünde bulundurulursa AB’nin işçi sınıfı için nasıl bir sağlık zararlısı olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.
Sosyalizmin eşitliği garanti altına alan emekçilerin gelişmesi ve daha iyi yaşamasını öncelikli hedefi olarak koyan merkezi planlamaya dayalı politikası emekçilerin sağlığının geliştirilip korunması için zorunludur. Sosyalizmde sağlık örgütlenmesinin de merkezi planlamaya dayalı olması emekçilerin yaşadığı ürettiği her yerde birinci basamak sağlık hizmetinin örgütlenmesi ve sağlık hizmetlerinin tümüyle parasız olarak sunulması sosyalist ülkelerin bu alanda unutulmaz başarılarına yol açmıştır. Avrupa’nın eski sosyalist ülkelerinin kapitalistleşmesi ve AB merkezi sermayelerinin hegemonyası altına girmesi bu ülke emekçileri için tam bir felaket olmuştur. Her türlü eşitsizliğin yükseldiği sağlık sisteminin bozulduğu bu ülkelerin bir zamanlar evsizlik diye bir olgunun olmadığı kentlerinde artık aşırı soğuk havalar evsizlerin donarak ölümüne yol açarak eşitliği sağlıyor. Yaşam beklentisi Rusya Federasyonu’nda 1986-1993 arasında 2.2 1993-1994 yılları arasında ise 6.1 yıl azalmıştır. Sovyetler Birliği’nde anne ölüm hızı 1954’de yüz binde 6 iken 1990’larda yüz binde 70’e kadar yükselmiştir. 23 Bugün Bulgaristan’da halkın yüzde 53’ü yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. İşgücüne dahil olan nüfusun yüzde 18.6’sı işsizdir ve iş bulabilenlerin de yüzde 40’ı sosyal güvenceden yoksun bir şekilde çalıştırılmaktadır. Sosyalizm yıllarında okula gitmeyen tek bir çocuk düşünülemezken 9 milyon nüfusu olan Bulgaristan’da bugün 16 yaşın altında okul çağındaki çocukların 93 bini okula gitmemektedir. Her dört öğrenciden birinin marihuana denemiş olduğu bildirilmektedir. 24
Bu felaketin sadece eski sosyalist ülkelerle sınırlı olduğu sanılmamalıdır. Geçmişte sosyalist sistemin eğitim sağlık ve sosyal güvenlik alanlarındaki başarılarını yakalamaya çalışan Avrupa sermayeleri artık kendilerini rahatlamış hissetmektedirler. Bu rahatlamanın en iyi göstergesi “sağlık reformu” adı altında işçi sınıfının kazanımlarının sökülüp atılması girişimidir. Öte yandan AB’nin anti-komünist iradesinin rahatladığı söylenemez; AB eşitlik ve özgürlük için girişilecek kalkışmaları bastırmaya yönelik olarak zor aygıtını örgütlemektedir.
3. AB’nin önerdiği ve uyguladığı “sağlık reformu” işçi sınıfının kazanımlarını yok etmeye yönelik bir girişimdir
Yunanistan Komünist Partisi üyesi Alissandrakis şöyle diyor:
“Sosyal güvenlik sağlık ve emeklilik sistemlerine dönük büyük bir saldırıyla karşı karşıyayız. Emeklilik sistemindeki sorunların insanların daha uzun yaşamasından kaynaklandığını iddia ediyorlar! Bu iddiayı daha da ileri götürürsek bu bizim insan ömrünün uzamasının sorun olarak görüldüğü bir toplumda yaşadığımız anlamına gelir; böyle bir toplum açıkça derin bir kriz içindedir.” 25
Gerçekten tarif edilen krizin bir boyutu iktidarı hedefleyen işçi sınıfı hareketlerinin geçici de olsa bir yenilgi almasıysa diğer bir boyutu da kapitalizmin yapısal bir kriz içinde olmasıdır. Bu yapısal krizin nedeni aslında üretici güçlerin eşitliği ve tüm toplumun refahını sağlayacak düzeyde gelişmiş olmasına karşın üretim araçlarını elinde yoğunlaştıran tekelci sermayenin kârlarının sürekli olarak azalmasıdır. Sistemin akıl dışılığını yaratan budur ve her türlü yalanla dayatılan “yapısal uyum programları” ve “reformların” altında bu saçmalık vardır. Sağlıkta reform tüm AB üyelerine eski sosyalist cumhuriyetlere ve Türkiye gibi aday ülkelere uygulanmaya çalışılmaktadır. Reformun temel öğeleri sağlık idaresinin ve finansmanının desantralizasyonu sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi kamuya ait sağlık birimlerinin özerkleştirilmesi/şirketleştirilmesi sağlığa ve sosyal güvenliğe ayrılan kamu kaynaklarının mümkün olduğu kadar kısılması sigorta şirketleri aracılığıyla mümkün olduğu kadar cepten ödemelerin artırılmasıdır. Böylece sağlıktan tasarruf edilen kamu kaynakları sermayenin kârlarındaki azalmayı telafi etmek için kullanılabilecek ve sağlık sektörü sermayenin daha fazla kâr ettiği bir alan haline getirilebilecektir. Bu politikaların eşitsizliği artıracağını ve sağlıkta özelleştirmenin sonuçlarının toplum sağlığına büyük bir zarar vereceğini herkes baştan görebilir. Sonuç gerçekten de böyle olmuştur.
Ücretlerinin azlığı nedeniyle Polonya’da greve giden doktor ve hemşirelere sağlık bakanı “Doktorlar serbest pazar kurallarına göre çalışan profesyoneller olduklarını artık fark etmelidirler” demiştir. Polonyalı bir doktor yeni sistemin sürekli olarak kendilerini hastaların zararına olacak şekilde kesintiye gitmeleri için zorlamasından yakınmaktadır. 26
“… Avrupa’nın ve Orta Asya’nın eski sosyalist ülkelerinde genel sigorta özelleştirme ve birinci basamağın güçlendirilmesini hedefleyen sağlık reformu girişimlerinin başarıya ulaşmadığını sağlık hizmeti finansmanının büyük ölçüde genel bütçeden karşılandığını birinci basamak sağlık hizmetinin yeterli bir etkinlik kazanmadığını ancak kimi uygulamaların (katkı payı ödemek özellikle hekimlere yapılan cepten ek ödemeler yerinden yönetim girişimleri sigorta uygulamaları) eşitsizlikleri daha da derinleştirdiğini değerlendirmek olanaklıdır.” 27
Sosyalizmin prestijinin en yüksek olduğu ve Avrupa’da bir sosyalist sisteme dönüştüğü yıllarda İngiltere’de 1946’da kurulan NHS (Ulusal Sağlık Sistemi) kapitalist Avrupa’nın en toplumcu sağlık sistemlerinden biriydi. Ancak 1980’lerden itibaren başlayan neo-liberal saldırılardan en fazla etkilenen ulusal sistemlerden biri oldu. Vergilere dayanan ve tüm halk için ücretsiz sağlık hizmeti sunan NHS iç piyasa düzenlenmesiyle parçalanmış hizmet üretenler ile satın alanlar birbirinden ayrılmış ve NHS içine piyasa ilişkileri sokularak taraflar arası rekabet yaratılmıştır. Sonuç sağlık hizmetine ulaşımda eşitsizliklerin artması olmuştur. 28
Bu yazıyı Engels’in 150 yıl önce mi yoksa bugün mü yazıldığını anlamanın zor olduğu kitabından son bir alıntı yaparak bitirelim:
“İşçi sınıfı için bir başka maddi kötülük hasta oldukları zaman yetkin doktorlara görünmelerinin olanaksızlığıdır… İngiliz doktorlar yüksek vizite ücreti alıyorlar; emekçiler o ücreti ödeyebilecek durumda değil. O nedenle hastalanınca ya hiçbir şey yapmıyorlar ya da ucuz sahte doktorlara gidiyorlar.” 29
AB bu haliyle frak ve süslü gece giysileri giymiş ellerinde kadife siyah eldivenler olan bir katiller cemiyetine benziyor: Emekçileri giderek daha yaşanmaz koşullara mahkum ediyor bu koşullarda hastalanınca bunu fırsat bilerek hastalıklarından para kazanmaya çalışıyor kendisine kazandıramayacak kadar yoksul düşenleri ölüme terk ediyor ve bu duruma karşı gelmek için örgütlenecekleri dolaysız öldürmek için emekçi çocuklarından bir ordu kuruyorlar.
Dipnotlar ve Kaynak
- K. ŞENGEZER, “Avrupa Birliği ve Sağlık”, Sınıf Tavrı, 2001, s. 57-59.
- K. MARX, “Marx’tan Manchester’deki Engels’e”, Londra, 9 Nisan 1863. K. MARX – F. ENGELS, “Seçme Yazışmalar 1”, Sol Yay., çev: Y. Fincancı, Ankara, 1995, s. 162.
- F. ENGELS, “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu”, çev: Y. Fincancı, Sol Yay., Ankara, 1997, s. 152-154.
- soL Meclis Sağlık Komisyonu, “Sosyalist Türkiye’de Sağlık”, NK Yay., 2. Baskı, İstanbul, 2003, s. 19.
- http://europa.eu.int/comm/eurostat, 2003.
- World Health Organization, “The European Health Report”, 2002, Kopenhag, s. 70.
- http://europa.eu.int/comm/eurostat, 2003.
- D. HENNING, “Government Report Reveals Growing Social Inequality in Germany”, http://www.wsws.org/articles/2001/may2001.
- D. HENNING, “Growing Child Poverty in Germany”, http://www.wsws.org/news/1998/sep1998.
- J. SHAOUL, “Report Finds UK Health Inequalities have Widened Significantly”, http://www.wsws.org/news/1998/dec1998.
- F. ENGELS, a.g.y., s. 165.
- a.g.y.
- J. SHAOUL, a.g.y.
- G. Dawey SMITH – D. DORLING – R. MITCHELL – M. SHAW, “İngiltere’de Sağlık Eşitsizlikleri: 20. Yüzyılın Sonuna Kadar Sürekli Artış”, çev: İ. Belek, Toplum ve Hekim 17(5), 2002, s. 348-349.
- K. LEE, “Doctors’ Report ‘Growing up in Britain’ Highlights Growing Inequality in Children’s Health”, http://www.wsws.org/articles/1999/jul1999.
- F. ENGELS, a.g.y., s. 219-220.
- EUCOBA, “Avrupa Birliği’nde Çalışma Koşullarının Son On Yıllık Gelişimi”, Birleşik Metal İşçileri Sendikası Yay., 2001.
- F. ENGELS, a.g.y., s.161.
- World Health Organization, a.g.y., s. 85.
- a.g.y., s. 42.
- L. SMITH, “One in Five Young Britons Suffer Mental Health Problems”, http://www.wsws.org/articles/1999/mar1999.
- M. IDLER, “AB Almanya’nın Stratejik Hesaplarına Hizmet Eder”, Avrupa Birliği’ni Ne Yapmalı, Gelenek Yay., 1. Baskı, İstanbul, 2002, s. 7-8.
- soL Meclis Sağlık Komisyonu, a.g.y., s.101.
- Rabotnicheski Vestnik 9(49), Nisan 2002.
- K. ALİSSANDRAKİS, “Avrupa Birliği’ne Karşı Mücadele”, Avrupa Birliği’ni Ne Yapmalı, a.g.y., s. 43.
- R. TYLER, “Poland: Widespread Opposition to Health Reforms. Doctors and Nurses Threaten General Strike”, http://www.wsws.org/articles/1999/feb1999.
- Ö. AŞUT, “Avrupa’da Sağlık Reformları (2001-2002)”, Tıp Dünyası, 15 Nisan 2003, s. 2.
- İ. BELEK, “Sosyal Devletin Çöküşü ve Sağlığın Ekonomi Politiği”, Sorun Yay., 2. Baskı, 2001, s. 172-189.
- F. ENGELS, a.g.y., s. 162.