Bilindiği gibi Türkiye Komünist Partisi yılda bir konferans topluyor. Geçen yılki konferansın gündemini parti programı oluşturmuştu. Daha önceki yıllarda ise TKP üye ve dostları konferansın temel ürünü olarak bir “dünya ve Türkiye değerlendirmesi” ne alışmışlardı.
2004 yılında farklı bir yöntem izleniyor. Ekim ayının sonunda tamamlanması planlanan çalışmalarda şu sıralar ele alınmakta olan ana rapor, deyim yerindeyse dört dörtlük bir dünya ve Türkiye analizi sunmayı hedeflemiyor. Bunun yerine, TKP 2004 yılında dünyaya ve Türkiye’ye bilinçli bir öznellikle yaklaşmayı tercih ediyor; içerilen konular partinin doğrudan veya dolaylı müdahalesinin mümkün olduğu, somut politikalar olarak planlanabilir başlıklar. Ya da raporun her bir konu başlığı mutlaka partinin görevlerini berraklaştıracak bir yöntemle ele alınıyor.
Her yıl topladığı konferanslar TKP’ye anlamlı bir donanım kazandırıyor. TKP’liler nasıl bir zeminde var olduklarını, bu zeminin iç dinamiklerini ve partinin temel doğrultusunu yeterince biliyorlar, kavrıyorlar. Üstelik parti yayınlarının gelişkinliği, somut durum ve gelişmelerin analiziyle ve partinin geliştirdiği siyasi taktik açılımların arka planıyla ilgili donanımı da temin ediyor. Bir anlamda parti konferanslarının periyodu, içerik yoğunluğu ve partinin başka araçlarıyla sürdürdüğü üretkenlik dışımızdaki nesnelliğin hızını geçmiş durumda.
Ama TKP, karakteristiklerini bildiği bu dış nesnellikle kendisi arasındaki etkileşimi genel doğrultu formülasyonlarından bir başka düzeye yansıtma ihtiyacında. TKP, nesnel olarak önemli başlıklarda yapacağı müdahaleyi netleştirmek, araçlarını tanımlamak ve geliştirmek, kadrolarını yetiştirmek, müdahale takvimini ve takvimli hedeflerini belirlemek durumunda. TKP Konferansı, bu ihtiyaca yönelik kurgulandı.
Konferansın amaçlarını bu şekilde belirleyen Merkez Komitesi, daha sonra Siyasi Büronun hazırladığı rapor üzerinde çalıştı. Rapor, bu aşamada SB raporundan MK raporuna dönüştü. Belge Partinin perspektif ve görevlerini emperyalizm, bölgesel dinamikler, emekçi hareketi ve Türkiye kapitalizminin egemenlik aygıtlarına karşı mücadele başlıklarına ayırarak dört bölümde tartışıyor. Gelenek okurlarına ulaştığı sıralarda, belgenin tüm partinin raporu haline gelmesine biraz daha yaklaşılmış olacak. Partide bütün birim ve ekiplerde üye ve aday üyeler tarafından değerlendirilen rapor; peşi sıra ilçe örgütlerinde, genel toplantılarda topluca ele alındı. Çoğunlukla bir MK üyesinin katılarak sunuş yaptığı bu toplantılardan sonra sıra konferans delegelerinin yazılı katkılarına gelecek. Bu çalışmaların tamamı göz önüne alınarak MK, konferans raporunu yeniden oluşturacak ve Parti Konferansı bu yeni raporu görüşmek üzere toplanacak. Nihai rapor bu toplantıda şekillenecek.
Önüne operasyonel sonuçlar elde etmeyi koyan bir çalışma sözünü ettiğimiz rapordan ibaret olamazdı. Eş zamanlı olarak Merkez Komitesi ve ilgili parti organları, bütün çalışma başlıklarını kapsayan bir değerlendirme sürecini de başlattılar. Parti konferansı tamamlandığında, TKP siyasal ve örgütsel bütün hedeflerini yenilemiş güncellemiş ve ayrıntılandırmış olarak, yoluna daha bilinçli, daha sistematik devam ediyor olacak.
Partinin müdahalesini aydınlatmaya yönelen ve bu kaygıyla seçici davrandığını yukarıda belirttiğimiz çalışmada, bu yönelim ve tekniğe son derece uyan, metnin her bölmesine sinen, adeta ruhunu oluşturan bir yaklaşım var: Buna göre günümüz koşullarında sınıflar mücadelesini kuşatan nesnel durum, devrimci öznenin müdahale etmesi halinde ve bu müdahalenin etkililiği ve başarısı ölçüsünde bağrında sakladığı devrimci olanakları açığa çıkartabilir. Devrimci öznenin göstereceği zaaf veya eksikler, nesnelliğin dünya çapında sermaye sınıfının egemenliğine ev sahipliği yapmayı kararlı biçimde sürdürmesi anlamına gelecektir. İşçi sınıfının öncü partisi, kendi müdahalesini önceleyen kendiliğinden nesnelci bir hazırlık sürecine bel bağlamamalıdır. Nesnellik, özneye herhangi bir armağan sunmamaktadır. Tersine kapitalizm bugün, siyasi karakteri zayıf ve marksist önderlikten uzak her gelişmeyi kompanse etme becerisini geliştirmiştir.
Kuşkusuz bu noktada iradi/örgütlü girdilerin nesnel durumu, topyekun değiştirmesinden söz edilmemektedir. Nesnel durum, işçi sınıfı öncüsünün girdileri de dahil olmak üzere çok sayıda tarihsel ve güncel belirleyeni olan karmaşık bir toplamdır ve bu karmaşık toplam, öncünün istediği gibi yoğuracağı bir hamur değildir. Özne, kendinden önce varolan, kendisine varlık zemini sunan ve kendi öznel iradesinden bağımsız olarak devinim gösteren bir nesnel bütünün parçasıdır. Tam da bu nedenle marksistlerin öngördüğü devrimci değişimler, toplumsal organizmaya dışarıdan eklenen olgular değildir.
Burada marksizmin, determinizm ile volontarizm arasında kurduğu özgün denge üzerinde uzun uzadıya durmak istemiyoruz. Yukarıdaki paragraf, yöntemin bilimsellikten sapmama güvencesine ilişkin kısa bir belirlemeyle yetinmektedir. Bu önlemi aldıktan sonra açıkça söylenmesi gereken bir şey var: TKP Konferans raporunun ruhu, marksizmin klişe yorumlarından, standart/ortalamacı tezlerden farklılaşmakta, sınırları zorlamaktadır. Bu zorlamanın yönü siyasetin alanını genişletmek, örgütlü öznenin rolünü belirginleştirmek ve sonuç olarak partiye enerji katmaktır.
Elinizdeki Gelenek işçi hareketi üzerinde yoğunlaşıyor. TKP Konferansına ilişkin notlarımızı biz de aynı başlıkta sürdürelim.
Yukarıda nesne-özne ilişkisi hakkında düşülen not, işçi hareketi-parti bağlamında özel bir önem kazanıyor. Formasyonunda siyasal iktidar perspektifi eksik kalan bir dinamiğin, sermaye egemenliği tarafından etkisizleştirilmesinin örnekleri belki en fazla işçi hareketinde gözlemleniyor. TKP bir eğilim olarak, emekçi hareketine geçmiş dönem ve modellere oranla siyaset ve parti dozajları takviye edilmiş bir çerçeveyle yaklaşıyor.
Klasik marksist formülasyonlarda, emekçilerin bilinç ve örgütlülüklerinin iki temel düzlemi olarak, ekonomik bilinç ile sendikal örgütlenme ve siyasal bilinç ile parti örgütlenmesine dayanan tasnif, kuşkusuz geçirimsiz bölmeler tanımlamıyordu. Ekonomik mücadele, bilincine ulaşmış bir emekçi kesitinin kapitalist düzenden siyasal-ideolojik bir kopuşa da yönelip yönelmediği doğrudan doğruya ekonomik mücadelenin perspektif, yöntem ve etkinliğini belirleyecektir. Öyle ki, solun, ekonomik mücadele örgütü sendikaları, bir mücadele alanı değil kendi arka bahçesi olarak görmesi onulmaz bir yanılgıdır. İşçi sendikaları yalnızca, siyasal mücadele ve bilince doğru yükselen bir merdivenin basamağı olarak görülemez. Sendikalar, sınıf mücadelesinin bir alanıdır aynı zamanda. Sendikal hareketin en gelişkin ve öncü mekanı İngiltere’de bu yapının bir düzen partisinin temeli haline dönüştürülmesi, öte yandan işçi sınıfı içindeki devrimci/komünist kanalların baskı altında tutulup neredeyse tasfiye edilmeleri, burjuvazinin galebe çalmasından başka neyi anlatabilir ki? O halde; ekonomik mücadele ve sendika düzlemi, siyasal sınıf bilinci “eğitiminin verildiği” bir dershane değildir.
Bu genel doğrunun reel sosyalizmin çözülmesi, kapitalist karşı atak ve emperyalist yükselişin damga vurduğu içinde bulunduğumuz dönemde daha da işlenmesi ve ilerletilmesi gerekmiştir. Bugün sermayenin saldırısı, emekçileri ekonomik kazanım mevzilerinden de geri püskürtmekte, sendikaları genel olarak daraltmakta ve işçi sınıfının küçük bir bölmesine hapsetmektedir. Kitlelerin ekonomik, yani parçalı ve gündelik de olsa, kolektif çıkarları için harekete ve örgütlenmeye yöneldikleri bir alanın, onlarca yıl boyunca sınıf partisi için geniş potansiyeller sunduğu apaçık bir gerçektir. Geride kalan on beş yıl ise bu potansiyel zeminini yok etme yönünde sermayenin attığı büyük adımlara sahne olmuştur. Sorun sadece daralma ve gerilemeyi değil, sendikal perspektif ve yapılarda hızlı bir sağcılaşma ve dejenerasyonu da içermektedir. Hareket ve örgüt, işçiye fiilen ve hukuken yasaklanmamakta, ama sendikaların çekiciliği silinmektedir. Öyle ki; ortalama bir işçinin kendisiyle sınıf kolektifi arasında bir aidiyet bağı kurmak açısından sendikayı saygın bir aracı olarak kabul etme ve arzulama olasılığı baş aşağı gitmiştir. Sonuç olarak, komünistlerin çevresinde geniş kitlelere ulaşmak ve bilinç götürmek için müdahale edecekleri hazır geniş havuzlar kalmamıştır.
Sendikanın kendinde bir bilinç dershanesi olmaması ve bir havuz olarak da işlev yitirmesi karşısında bir tarafta eski tip sendikalar içinde kimi direnç odakları gelişmiştir. Ancak bu direncin bir onur kavgası ve iğneyle kuyu kazma mesaisi olmanın ötesine geçerek kitleleri kucaklayan, ekonomik kazanımlarını koruyan ve ilerleten, bilinçlerini geliştiren bir toplumsal fonksiyona dönüşmesi, ancak ve ancak genel bir sol siyasal hareketlenmeyle gerçekleşebilecektir. Bu noktada onur ve iğne yetersizdir.
İkinci olarak ortaya “yeni” arayışlar çıkmıştır. Bu arayışların somut karşılığı, “küreselleşme karşıtı” orta sınıf hareketlerinin, sosyal forumların, sıkışan düzen içi/reformist sendikacılığın ve “yeni işçi sınıfı” tanımlarından hareket eden yeni solcu denemelerin karmaşık bir toplamıdır ve karakteristik özelliği siyasal iktidar perspektifinden yoksunluk, uzaklıktır. Bu devinimin çoğunlukla piyasa ilişkilerince kuşatılıp etkisizleştirildiği, kimi örneklerde daha da ileri giderek, düpedüz satın alındığı ve kurumsal olarak kapitalizmin yan kuruluşlarına dönüştürüldüğü görülmektedir.
Sorunun çözümünde pratiğin anahtar bir rol oynayacağı açık. Türkiye Komünist Partisi, çözümün tanım alanının siyasallaşma ve parti olduğu konusunda tam bir netliğe sahiptir. Sendikalar, bir sınıf mücadelesi alanı olarak değerlendirilecekse, işyerlerinden ve taban örgütlülüğünden kopma eğiliminin karşısına tam da işyerlerine dayalı bir komünist siyasal taban örgütlenmesiyle çıkılmalıdır. Sendikal alandan dışlanan ve emekçi nüfusunun artık en geniş bölmesini oluşturan enformel sektör çalışanları, yoksullar ve işsizlerin bir toplumsal dinamik olarak biçimlendirilmesi için partinin bu kesimleri temsil yeteneğini, gerek söylem gerekse organik parti örgütlenmesi açılarından geliştirmesi gerekmektedir. Sınıfın farklı kesitlerine daha yakından bakıldığında parti örgütlenmesi ihtiyacı, kendisini çok daha belirgin olarak göstermektedir. Parti pratiğinin, belirli bir vadede bugünkü tartışmaların karakterini dönüştürecek örnekler üretmesi mutlaka gerekmektedir.
Klasik yaklaşımda, ekonomik mücadele ve sendikaya atfedilen, parti ile kitle arasındaki “ara yüzey” işlevi boşta kalmıştır. Burada vardığımız noktayı, söz konusu işlevin bir biçimde bizzat parti tarafından doldurulması olarak formüle edebiliriz. Dikkat etmemiz gereken, bu yönelimin yalnızca pratikten türetilmiş olmadığı ve marksistler için olamayacağıdır. Klasik yaklaşım, bilinci gelişkin veya değil, hareketli veya ağır, yaygın veya sınırlı, ama partinin müdahalesini önceleyen bir devinim varsaymaktadır. Bu devinim yetersiz, ama sıfır noktasından ileridedir. Öncü parti, yani kitleye dışarıdan siyasal bilinç taşıyan özne, bu devinimi veri alır. Öyle ki; bir an için öznenin devreye hiç girmediğini varsaysak, sınıf mücadelesinin kendiliğinden devinimi yine de kimi hedeflere doğru ilerleme kaydedecektir… Bugün ise, emekçi sınıflar için hareketlenme ve siyasallaşma arasında bir aşama kalmamıştır. Partinin müdahalesi “zaten varolan” bir topluluğu siyasallaştırmaktan öte, hareketlenmenin kendisinde parti örgütlenmesinin yeri olmazsa olmaz koşul durumuna yükselmiştir.
Bu saptamalar siyasetin ve öncü müdahalelerin alan ve misyonunu çok genişletmektedir. Partinin işinin, bir objektiviteyi yoktan var etmek olarak tasarlanması kuşkusuz marksizmin ve bilimin sınırlarının ihlal edilmesi olurdu. Bu ihlalden titizlikle kaçınmak elbette gerekir. Ancak bugün ihtiyaç duyduğumuz frene basmak değil, sınır boylarında cesur ataklar yapmaktır.
TKP’nin birkaç yıldır kullandığı “yeni bir işçi hareketi” kavramlaştırması, 2004 Konferansıyla anlamlı bir netlik ayarından geçiriliyor; bundan daha önemlisi parti cesur örgütsel ataklar düzenlemeye elveren ön birikime sahip hale geliyor.
GELENEK