Gelenek’in Temmuz 1990’da çıkan 30. sayısından…
1917 Ekim sosyalist devrimi, uluslararası işçi hareketinin, bir siyasal ve ideolojik güç olarak sosyalizmin en önemli ve kalıcı kazanımıdır.
Bundan yaklaşık yetmiş üç yıl önce Bolşevikler önderliğinde Rus proletaryası yeni bir dünya yaratmak için iktidara geldiğinde, uluslararası işçi hareketinin bir öncü müfrezesi olarak kabul gördü, olabildiğince desteklendi. Rus proletaryası ve onun bilinçli öncüleri Bolşevikler, uluslararası hareketin önüne geçtiklerinde siyasal, örgütsel ve teorik olarak doğal ve zorunlu bir ayrıcalık kazandılar.
Çünkü Ekim Devrimi birçok açıdan Rusya’daki işçi hareketinin, Rus toplumunun Rusya kapitalizminin ve elbette Rus devrimcilerinin muazzam becerilerinin yarattığı özgünlüklerle tanımlanabilmesine rağmen, kesinlikle uluslararası bir bunalımın, uluslararası işçi hareketinin ve uluslararası devrimci birikimin bir kolu olarak ortaya çıkmıştır.
Bu anlamda Rusya’daki sosyalizm öncüleri son derece güç ve tarihsel bir görevi omuzlama ayrıcalığına, bu görevi yalnızca Rus ve Sovyet emekçileri adına değil, eksiğiyle fazlasıyla dünya devrim süreci adına da üstlenme sorumluluğuna sahip olmuşlardır.
Ekim Devrimi dünya devrim sürecinde öne fırlayan, ondan belli ölçülerde kopan bir koldur. Bu kolun nesnel ve öznel nedenlerden yalnız kalması, ne onun bütünün özel bir parçası olmasını, ne de bir öncü kol olarak çok önemli olmasını engelleyebilir.
1917 Ekim sosyalist devrimi, daha sonraki tüm devrim süreçlerini kendi rotasına çekecek, hatta çoğu kez onları belirleyecek denli kalıcı ve özel bir önem taşımıştır.
İşte yetmiş üç yıl önce yola koyulan sosyalizmi kurma mücadelesi, daha sonraki yalnızlığıyla, daha sonraki öncü konumuyla doğru orantılı bir heyecan ve özveri yaratmıştır uluslararası devrimci harekette.
Bolşevik Parti’nin eski düzenin yıkılması ve sosyalizmin temellerinin inşa edilmesi için verdiği mücadele, duyulan heyecan ve yapılan fedakarlıkları hayal kırıklığına uğratmayacak kadar çarpıcı ve umut verici olmuştur.
Geri bir köylüler ülkesinde, sayıca güçsüz ama yoğunlaşmış bir proleter kitleye tarihte görülmedik bir özgüven aşılanmış, sömürücü sınıflar ortadan kaldırılmış, tarımda sosyalizme uygun mülkiyet biçimlerine geçebilmek için çok büyük adımlar atılmış, 20. yüzyılın tanıklık ettiği en hızlı endüstrileşme sürecine önderlik edilmiş, Alman faşizmine belirleyici bir darbe vurularak tüm insanlık adına onur verici bir misyon yerine getirilmiş, savaşın yıkıntılarından henüz işin başında olan ama çok da önemli kazanımları elinde tutan bir Sovyet toplumu yükseltilmiştir.
Ve bugün yukarıdaki geçmişle alay edenleri, onu küçümseyenleri, ona kin duyanları yaratan da aynı geçmiştir.
Sovyetler ülkesinde yalnızca başarıdan, yalnızca sınıfsız topluma doğru giden düz bir çizgiden söz edilemez. Bu ülkede, bu ülkeye yakışmayan bireyleri yaratan da her şeyden önce Rus devriminin, Rusya’da sosyalizmin kuruluş mücadelesinin kendi iç dinamikleridir; sonra emperyalist ülkeler, burjuva ideolojisi, uluslararası devrimin zayıflaması vs.’dir.
Bu nedenle, çok haklı saptamalar yaparak, çoğu kez doğru çözüm yolları önererek yola çıkan Glasnost ve Perestroyka önderliği, geçmişe eleştirel yaklaştığı, geçmiş kazanımların maliyetini araştırdığı için hiçbir biçimde eleştirilemez.
Ama, bu önderlik suçludur…
Önemli bir bölümü SBKP yönetiminde son otuz yıl içerisinde görülemeyecek kadar dinamik, püriten ve özverili olan Glasnost ve Perestroyka önderleri geçmiş başarılar ve Sovyet toplumuna içkinleşmiş kalıcı sosyalist unsurlar ile organik bağları olan ve yalnızca bu nedenle o başarı ve unsurların sağladığı olanak ve araçlar ile mücadele edilebilecek sorunlara karşı başka ideolojilerin, açıkçası burjuva ideolojisinin de yer aldığı bir sosyalizm dışı araçlar kümesini ödünç aldıkları için, suçludurlar.
Suçları, nasıl yetmiş üç yıl önce bir kopuş yaşarken uluslararası devrim sürecinin maddi ve manevi cisimlenişi haline gelmişlerse, bugün de ona yıkıcı bir etki yapmaları anlamında Almanya’da, Romanya’da, Nikaragua’da, Vietnam’da, Bulgaristan’da, Çekoslovakya’da, Küba’da ve kapitalist ülkelerdeki öncülerde cisimleşecek ölçüde evrensel olmaktadır.
Bugünkü SBKP liderliği suçludur.
Suçları Sovyet toplumunun nesnel sorunlarına öznel sorunlar eklemek, bu anlamda nesnel sorunları artırmaktır. Suçları, uluslararası devrimci hareketi her anlamda yalnız bırakmaktır. Suçları, devlet hatta parti yönetiminde kapitalizmi tüm siyasal ve ekonomik veçhesiyle savunan demagogları, şarlatanları, sorumsuzları “sorumlu” mevkilere getirmeleridir. Suçları, kültürel ve ideolojik mücadeledeki kuru ama sosyalist yaklaşımı, canlı ama burjuva tarzla değiştirmeleridir. Suçları Ekim’e, Lenin’e, geçmiş kazanımlara, partiye, parti liderlerine yönelik saygısızlığı demokratikleşme adına teşvik etmeleridir. Suçları, partiyi 1 Mayıs’ı kutlayamaz hale getirmeleri, Kızıl Meydan’ı anti-komünistlere peşkeş çekmeleridir. Suçları, sosyalist toplumu kapitalist ülkelerde temsil edemeyecek kadar kapitalizm hayranı diplomat, gazeteci ve sanatçı sürüsüyle Sovyetler’in itibarının artacağını sanmalarıdır.
Kısacası, suç Ekim’e sahip çıkmamaktadır…
Biz, Türkiyeli sosyalistler olarak bu suçun yarattığı sonuçlara karşı SBKP’deki, başta işçi sınıfı olmak üzere Sovyet toplumundaki sorumlu insanların, Ekim geleneklerine uygun, ilerletici bir mücadele içerisine gireceklerini düşünüyoruz. Bu mücadelede Sovyet marksistleri en azından moral olarak yalnız olmayacaklardır.
Ekim onu harcamak isteyenlere ait değildir. Ekim bir sürü sözde asil gerekçeyle ona sırt çevirenlere, kendilerini pek gerçekçi bulanlara ve insanlık adına hareket ettiğini söyleyip aynı insanlığın bütün tarihsel değerlerini kapitalizmin çürümüş mirasına eklemlemek isteyenlere ait değildir.
Ekim, onu hak edenlerin, Lenin’in partisindeki emekçilerin, emekçilerin Leninci partisinindir.
Ekim, hepimizindir!