Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından, 2004 yılında Avrupa Birliği’ne üye olan üç Baltık ülkesi, Estonya, Letonya ve Litvanya, bugün Avrupa’daki anti-komünist uygulamaların en şiddetli örneklerini sergiliyorlar. Komünist partilerin yasaklı veya baskı altında olduğu Baltık ülkelerinde, Sovyet dönemiyle ilişkilendirilen Rus kökenli halk, vatandaşlık hakkı başta olmak üzere bir dizi siyasi ve toplumsal haktan mahrum bırakılıyor. Aynı yıl NATO’ya da üye olan bu üç ülke bir taraftan sosyalizmin kazanımlarını tasfiye edip serbest piyasa ekonomisini yerleştirirken, diğer taraftan ortaya çıkan muhalefeti engellemek için ırkçı çeteler oluşturuyor, eski Nazi işbirlikçilerinin anısına heykeller dikiyorlar.
AB süreciyle doğrudan bağlantılı olan bu gerici dalgaya karşı harekete geçen Avrupalı komünistler, 24 Mayıs’ta Letonya’nın başkenti Riga’da uluslararası bir konferans düzenlediler. Yunanistan Komünist Partisi’nin Avrupa Parlamentosu’ndaki milletvekillerinin öncülüğünde düzenlenen konferansa, Yunanistan Komünist Partisi (YKP), Portekiz Komünist Partisi, Çek Cumhuriyeti’nden Bohemya Moravya Komünist Partisi ve Almanya’dan Demokratik Sosyalizm Partisi’nin yanı sıra, Letonya Sosyalist Partisi, Estonya Komünist Partisi ve Litvanya Sosyalist Partisi de katıldı.
Konferansta Yunanistan Komünist Partisi adına bir konuşma yapan Avrupa Parlamentosu Milletvekili ve YKP Merkez Komitesi üyesi Thanasis Pafilis’in konuşmasını okurlarımızla paylaşıyoruz.1
Sevgili dostlar, yoldaşlar,
Bu etkinlik vesilesiyle Doğu Avrupa’da sosyalizmin yıkılmasının ve Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından son yıllarda ortaya çıkan, faşizmi ve Nazizmi aklama girişimlerinin arkasında yatan kimi tehlikeli noktaların altını çizmeliyiz. Konuşmamda partimin, yani Yunanistan Komünist Partisi’nin bu gelişmeleri nasıl ele aldığına dair bazı noktaları paylaşmak istiyorum.
Muhtemelen sizin de bildiğiniz gibi Yunanistan Komünist Partisi, Kasım 1918’deki kuruluşuyla başlayan uzun tarihi boyunca “ateş ve çelikle” sınandı; bugünkünden çok daha zor durumlarla yüzleşti. On binlerce Yunan komünisti işkenceye, hapse ve sürgüne yılmadan dayandılar; idam mangaları karşısında dikilerek fikirlerini savundular. Bunları söylemekteki amacım partimizi, tarihlerinden benzer örnekler aktarabilecek dünyadaki diğer devrimci parti ve örgütlerden ayırmak değil. Amacım, bu etkinliği düzenlemeye girişmemizin nedeninin, Nazizmin ve emperyalist barbarlığın bugünkü dışavurumlarının aklanması olgusundan panik duymamız olmadığını başlarken belirtmek. İşçi sınıfının ve halkların gücüne sonsuz bir güvenimiz var ve bugünkü etkinliğin onların toplumsal kurtuluş ve özgürleşme mücadelesine ufak da olsa bir katkıda bulunacağına inanıyoruz.
Sevgili dostlar, yoldaşlar,
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde tarihi tahrif etmeye yönelik benzeri görülmemiş bir girişim başlatıldı. Eli kanlı emperyalizm suçunun, yani savaşın izlerini örtmeye ya da mazur göstermeye çalıştı. Bu girişim ülkeden ülkeye farklı boyutlarda ve şekillerde yürütüldü. Mesela benim ülkemde ders kitapları, kentlerde ve dağlarda yürüttükleri kitlesel anti-faşist mücadeleyle çağdaş tarihimize zafer dolu sayfalar ekleyen Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM) ve Yunanistan Halk Kurtuluş Ordusu’nun (ELAS) Yunanistan Komünist Partisi’nin girişimiyle kurulduğu gerçeğini görmezden geliyorlar ve bu gerçek genç kuşaklara öğretilmiyor. Ancak bugün en başta AB üyesi Baltık ülkelerinde gerçekleşenlerin eşi benzeri görülmemiştir.
Yerli SS’lerin anısına heykeller dikilmesi suretiyle Nazizmin tarihsel olarak aklanması, yetkililerin bu gelişmeleri olumlayan açıklamaları ve Nazizmin ezilmesinde öncü bir rol oynayan komünist partilerin siyasi faaliyetleri üzerindeki yasaklar kadar, komünist partilerin ve diğer örgütlerin kadrolarının seçimlerde aday olmalarının sürekli engellenmesi, anti-faşist savaş gazilerinin mahkum edilmesi, SSCB’nin ve Kızılordu’nun sembollerinin yasaklanması ve “tarihi” Sovyet düşmanı iddialara dayanılarak toplumun geniş kesimlerinin yurttaşlık haklarından mahrum edilmesi de yoğun ve haklı bir öfkeyle isyan etmemize neden oluyor. Tüm bunlar sadece Yunan komünistleri için değil, ülkemizdeki burjuva partileri için bile akıl almaz şeyler.
Tarihi tahrif etme konusunda bu kadar istekli olanların geçmişi hedef aldıklarını düşünmüyoruz. Tarihsel gerçeklere saldırmalarının nedeni aslında geçmişe farklı bir açıdan bakmaları değil, geleceği yok etmek istemeleri! Anti-komünist histeri ve Sovyet düşmanlığı ile Nazizmi aklayarak, genç nesillere kadercilik, bireycilik ve vurdumduymazlık tohumları ekmek, bu tohumları burjuva düzenine teslimiyet zehriyle sulamak istiyorlar. Dertleri sosyalizm olasılığını tamamen silmek!
Peki bu girişimin arkasında kim var? Size birkaç örnek vereyim:
Bir: Örneğin “Letonya’nın Yirminci Yüzyıl Tarihi” adlı kitapta, binlerce insanın işkenceye uğradığı ve öldürüldüğü Salaspils’teki Nazi toplama kampı, “ıslah ve çalışma kampı” ve “genişletilmiş hapishane” olarak tanıtılıyor. Bu kitabın basım maliyetlerini kim karşıladı? Kitapta da açıklandığı gibi, kitaba kaynak sağlayanların arasında ABD makamları yer alıyor.
İki: Emperyalist AB, 9 Mayıs’ı “Avrupa Günü” ilan etti. AB, senenin 365 günü arasından bula bula 9 Mayıs’ı buldu. Faşizme Karşı Zafer’i anmak için mi? Yok canım! Son birkaç senedir bu tarihte özellikle okullarda düzenlenen etkinlikler gösteriyor ki, Faşizme Karşı Zafer Günü’nü halkların tarihsel hafızasından silmek için bilinçli bir çaba söz konusu. Avrupa halklarının Nazizme karşı verdiği muazzam mücadelenin anısını, özellikle de Sovyet halkının bu zaferin kazanılması yönündeki katkısını silmeye çalışıyorlar.
Sanırım bu iki örnek, günümüzün başlıca emperyalist güçleri olan ABD ve AB’nin, tarihin tahrif edilmesi amacını taşıyan bu çabayı hoş görmekle kalmayıp, mali kaynak sağlama ve karar alma yoluyla tarihi yeniden yazmaya dönük bu girişimde öncü bir rol oynadıklarını açıkça ortaya koyuyor. Bunu yapmalarındaki etken ise halkları ve gençleri tarihten sonuç çıkarmaktan, özellikle de siyasi sonuçlar çıkarmaktan alıkoymaya çalışan egemen sosyoekonomik unsurların, yani burjuva sınıfının çıkarlarından başka bir şey değil.
Son zamanlarda başkalarının da bu girişim için seferber edildiğini görüyoruz. Örneğin Avrupa Konseyi rezil bir anti-komünist muhtıra tasarlarken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yakın zamanda aldığı bir kararı tarihin Sovyet düşmanı “yorumlarına” dayandırdı. Söz konusu Avrupa kurumları anti-komünist ve Sovyet düşmanı histeriyi sahiplenerek aslında sınıf karakterlerini ortaya koydular ve sözde Avrupa halklarını temsil eden “bağımsız” kurumlarla ilgili teorileri kendiliklerinden çöpe attılar.
Elbette bu yaşananların nedeni güçler dengesinin işçi sınıfının ve Avrupa halklarının aleyhinde olması değil. Aslında bu kampanyanın arkasında egemen güçlerin yaklaşmakta olan toplumsal altüst oluşlardan endişesi, korkusu yatıyor. Bu nedenle “yeni düzen”i ellerinden geldiğince “silahlandırmaya” çalışıyorlar! Ve bunu bir taraftan tarihi tahrif etmek suretiyle ideolojik ve siyasi olarak, diğer taraftan da örgütsel ve pratik olarak hayat geçiriyorlar. Yeni ülkeleri ve halkları bağımlılık zincirleriyle NATO’ya ve AB’ye bağlıyorlar! Ellerine geçirdikleri her fırsatta komünist partileri yasaklıyor, ya da bunların faaliyetlerine karşı ciddi bir siyasi ayrımcılık uyguluyorlar. Avrupa Tutuklama Emri, sözde “terörle mücadeleyi” hedefleyen Avrupa yasaları, Avrupa elektronik gözetleme sistemleri ve bu baskıcı sistemin diğer “araç”larıyla baskıcı mekanizmalarını güçlendiriyor; Marx, Engels ve Lenin’in devletin karakteri konusundaki yaklaşımlarının ne kadar doğru olduğunu gösteriyorlar.
Emperyalizmin uğraşısı geleceğini garantiye almak için geçmişi silmek. Tarihten korkuyor, çünkü aynı zamanda bugünkü işçi sınıfının ve halkların gücünden korkuyor. Emperyalizmin hükümetleri ve partileri, kendi çelişkileri tarafından kemirilen, haksız bir düzeni savunduklarını ve desteklediklerini biliyorlar. Kapitalizmin son kullanma tarihi geçmiş bir sistem olduğunun ve daha insancıl hale getirilemeyeceğinin farkındalar. Sınıflar arası çelişkilerin ve saflaşmaların yasaklanamayacağını biliyorlar. Ve şunu da biliyorlar, sermayenin halklara karşı başlattığı topyekun saldırı daha da şiddetlenecek.
İşte tam da bu nedenlerle önlemler alıyorlar. Çünkü işçilerin ve halkların 20. yüzyıldaki zaferleri onlar için uzak durulması gereken örnekler teşkil ediyorlar! İşte amaçları bu: geçmişin tekerrür etmesini engellemek! Halklar asla ayağa kalkmamalı!
Sevgili dostlar, yoldaşlar,
Şu soru kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor: Bu gelişmeler karşısında ne yapabiliriz? Düşmanımızın devasa cephaneliği karşısında? Cevap babalarımızın ve dedelerimizin faşist canavara verdikleri cevaptan başkası olamaz! Ellerimiz bağlı oturmamalıyız!!! Ve bugün elimizde savaşmak için pek çok araç var, böylece halklar ne olup ne bittiğini ve işin altında yatanı anlayabilecekler. Kendi ülkemden bir örnek vereyim.
Bu sene başında Yunanistan’daki siyasi güçlerin Avrupa Konseyi’nin anti-komünist muhtırası karşısında nasıl bir tavır takınacakları sorusu ortaya çıktı. Ülkemizdeki büyük medya meseleyi Yunanistan’da gündeme getirmediği için sessizce geçirilebilirdi. Ancak Yunanistan Komünist Partisi çok kısa bir sürede binlerce gösteri, toplantı ve yürüyüş düzenledi, ülkenin dört bir yanını binlerce afişle donattı ve anti-komünist muhtıraya karşı binlerce bildiri dağıttı. Konuyu yüzlerce il ve ilçe meclisinde, sendika kurullarında ve Yunanistan parlamentosunda masaya yatırdı; anti-komünizmin ve Sovyet düşmanlığının kınanmasını talep etti. Bu çabanın sonucunda sadece Yunanistan Komünist Partisi’nin temsilcisi değil, sağcı iktidar partisi ve sosyal demokrat muhalefet partisi dahil, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde temsilcisi bulunan ülkemizdeki tüm partilerin temsilcileri de anti-komünist muhtıranın onaylanmasına kendi gerekçeleriyle karşı çıktılar.
Bu örnek üzerinden, burjuva siyasi güçler ve büyük medya tarafından dayatılan kasıtlı karartmanın alt edilmesi için halkı bilgilendirmenin ve aydınlatmanın önemini vurgulamak istiyorum. Bu yöndeki çabalarımız daha iyi koordine edildiği ve çeşitlendirildiği ölçüde, gerek Nazileri aklama girişiminin aleni hale geldiği Baltık ülkelerinde, gerekse Avrupa’nın geri kalanında çok daha etkili olacaktır. Edindiğimiz bilgilere göre, Rusya, Belarus, Ukrayna ve Balkan ülkeleri gibi faşizme karşı büyük savaşlar vermiş ülkelerdeki kitlesel siyasi ve toplumsal güçler bu tür etkinliklere katılmak konusunda şimdiden büyük istek gösteriyorlar. Bizce bu süreç emperyalist savaşlara karşı verilen, tekeller tarafından hedef alınan toplumsal kazanımları ve özgürlükleri korumayı ve ilerletmeyi amaçlayan bugünkü mücadeleyle yakından alakalı. Yunanistan Komünist Partisi başka bir dünya için verilen bu mücadelenin sadece mümkün olduğuna değil, mutlak olarak sosyalizm için olduğuna inanıyor.
Birlikte yapabileceğimiz çok şey var; zira İkinci Dünya Savaşı’nın bize öğrettiği pek çok temel dersten biri de şu: emperyalizm çok güçlü görünse bile, yenilmez değildir!