Derleyen: Fuat Göktürk
Yazılama Yayınevi – 2008 – 56 Sayfa
Özellikle 1999 depreminin ardından Türkiye-Yunanistan ilişkileri üzerine yapılan sohbetlerin pek çoğunun bağlandığı vasat “Zaten kaç senelik ortak tarihimiz var, toplumlar zaten düşman değil ki…” oluyor. İşin ilginç yanı söz konusu başlığa ilişkin yapılan özellikle uluslararası ilişkiler eksenli çalışmaların da daha süslü ifade edilmekle beraber benzer vasat sonuçlara bağlandığını söylemek gerekiyor. Gerçekten de her iki toplumun yakın dönemlerindeki benzerlikler oldukça dikkat çekicidir.
Ancak iki ülke arasında çok önemli farklılıklar da mevcuttur. Olası bir Türkiye-Yunanistan siyasi tarih mukayesesini zorlaştıran en önemli unsur iki ülkede solun ve işçi sınıfının oynamış olduğu roller arasındaki muazzam farktır.
Yunan işçi sınıfı ve solu özellikle iki savaş arası dönemle birlikte ülkenin kaderini etkileyen önemli siyasal aktörler haline gelmiştir. 1920’lerin sonundan itibaren Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) kentlerdeki işçi sınıfı dinamiği ile buluşması ile birlikte ülkenin geçtiği bir dizi dönemeçte kilit öznenin KKE ve Yunan işçi sınıfı olduğunu görebiliriz. Parlamenter bunalımlardan, işgale oradan da iç savaşa uzanan öyküde KKE, her adımının dikkatle incelenmesi gereken bir siyasal hareket olarak yeniden doğmuştur. Bu yeniden doğuş, dünya komünist hareketi açısından sayısız ders ihtiva etmektedir. Bunlardan belki de en önemlilerinden biri Yunan komünistlerinin Yunanistan’ın emperyalist planların bir maşası olarak başlattığı Anadolu işgaline karşı muazzam bir karşı propagandaya girişmesidir. Komintern’in III. Kongresi’nde Yunan temsilcisinin bildirdiğine göre 100 binden fazla kişi bu propaganda sonucu askerliği reddetmiş ya da cepheden kaçmıştır. Bu dönemde KKE’li yoldaşların çok zor koşullarda mücadelesiyle büyük bir “savaşa karşı savaş” cephesi örgütlenmiş ve “Gazi” isimli yayın etrafında Anadolu’nun işgaline karşı faaliyetler düzenlenmiştir. İki savaş arası dönemde bu davranışı nedeniyle çok kereler “kökü dışarıda” olmakla suçlanan KKE, önce İtalyan ardından da Alman işgaline karşı ülkesini canları pahasına korumuştur. Enternasyonalizm ve yurtseverliğin ne denli iç içe geçtiğini ve aynı siyasal program içine yedirilebileceğinin en güzel örnekleri olan bu iki siyasal adımın satır araları da yine derslerle doludur.
İtalyanlar, Yunanistan’ı Bulgaristan’ın desteği ile işgale başladıklarında ülke ironik bir biçimde faşist bir yönetimin, Metaxas’ın diktatörlüğü altındadır. Metaxas döneminde, Yunan komünistlerine reva görülen zulüm ve siyasi zor, henüz Türkçe’de olmasa dahi pek çok çalışmanın konusu olmuş durumda. Çukalas’ın Türkçe’de de yayınlanmış olan Yunan Trajedisi (Türkçe’de Yunanistan Dosyası olarak basıldı.) eserinde 50.000 KKE üyesinin tutuklandığı ve işkenceden geçirildiği anlatılmaktadır. Tüm bunlara karşın pek çok üyesi tutsak olan, önemli bir bölümü de sürgünde bulunan KKE’nin Merkez Komitesi faşist işgale karşı ülkenin savunulması amacıyla partiyi yeniden örgütlemek konusunda kısa bir tereddüdün ardından cüretkâr adımlar atmışlardır. Metaxas’ın polis devletinin türlü zor ve hile ile bastırmış olduğu işçi sınıfı dinamizmini ve KKE’yi yeniden örgütlemişlerdir. Yunanlı komünistler yurt savunması ile iktidar arayışlarını becerikli biçimde harmanlamışlar ve İkinci Savaş’tan önce İtalyan ardından da Alman işgaline karşı muzaffer bir ülkenin, tek muzaffer siyasi aktörü olarak çıkmışlardır.
İşte Yazılama Yayınevi’nin basmış olduğu kısa çalışma, Çağdaş Yunan tarihindeki bu noktadan ilerisinde çok önemli tarihsel bir dönemeci, o dönemecin en önemli öznesinin kendi belgelerine dayanarak anlatmaktadır. Bu noktadan ilerisi, kahramanlık destanları, zaferler ve nihayet dünyadaki tüm karşı devrimci güçlerin Ege’nin öte yanındaki küçücük ülkeye çullanması sonucu emekçi sınıflar açısından mağlubiyet ile biten sınıflar savaşının, gerçek bir savaşla kendini somutladığı Yunan İç Savaşı’nın hikâyesidir.
Belirttiğimiz gibi Yazılama Yayınevi, söz konusu tarihsel dönemi KKE’nin hazırlamış olduğu bir broşür ve KKE Genel Sekreteri Aleka Papariga’nın iki konuşması vasıtasıyla okuyucuya sunuyor. Yayınevinin “Balkan Araştırmaları” serisinin ilk kitabı olarak bu çalışmanın seçilmesini editör Fuat Göktürk şu şekilde açıklıyor 1 :
“Olağan koşullarda, Yazılama Yayınevi, bir siyasi oluşumu doğrudan ifade eden bir metni baskı planına dahil etmez. Ancak bir tarihsel değer taşıması ya da Türkiyeli okur açısından başka kaynaklarla telafisi güç ya da imkânsız bir bilgi içermesi durumunda bu kuralı bozmak mümkündür.”
Çalışmanın her üç unsuru da KKE’nin ve Yunan emekçilerinin eşit ve özgür bir ülke için vermiş oldukları mücadelenin meşruiyetini savunmak çerçevesinde üretilmiş metinler. Her üç metnin de bir gereklilik çerçevesinde kaleme alındığını görmemiz gerekiyor. Yunan komünistlerinin bugün tarihsel meşruiyetleri uğruna verdikleri mücadele, esasen bugünleri için verdikleri mücadele anlamına geliyor. Zira Sovyet-sonrası dönemde de antikomünizmin önemli ayaklarından birini anti-Sovyetizm oluşturuyor. Yunan iç savaşında eşitlik ve özgürlükten yana ve cumhuriyet için mücadele edenlerin meşruiyetini savunmak, bugünkü komünist mücadelenin meşruiyetini savunmak anlamına geliyor. Dolayısıyla söz konusu yalnızca metinler birer tarihsel metin olarak değil güncel ideolojik mücadelenin enstrümanları olarak da okunmalı. Zaten hem KKE’nin şu vurgusu bunu açıkça belirtiyor:
“Bugün Yunanistan Demokratik Ordusu’nun mücadelesini hatırlarken halkların emperyalizme direnme ve kendi geleceklerine karar verme hakkını öne çıkarıyoruz.”
Akademik çalışmalarda dahi “kardeş kavgası”, “komünistlerin anlamsız inadı” gibi bilimsel temelden yoksun belli bir ideolojik söylemin jargonu ile yaklaşılan Yunanistan İç Savaşı, komşumuzun emperyalizmin ABD hegemonyasındaki yeni döneminde dünya sistemine nasıl yeniden eklemlendiğinin hikayesini, emperyalizmin vahşi ve gerici yüzünü, dünya sosyalist hareketinin olanak ve çıkmazlarını, işçi sınıfı ile buluşan komünist hareketin gücünü gösteren sayısız olayı içeren çok zengin bir süreç.
Bölgeye ve bu önemli tarihsel olaya ilişkin Türkçe kaynak sayısının oldukça sınırlı olduğu ve pek çoğunun ya devletli-stratejist bir ağızla kaleme alındığı ya da KKE’nin Sovyetik çizgisini sorgulamak amaçlı “yeni sol” yayınlar olduğu göz önüne alınırsa söz konusu metnin ciddi bir boşluğa oturduğu söylenebilir. Fakat bu boşluğun tek bir çalışma ile dolması mümkün görünmüyor, yani bu boşluk bilimsel ve kapsamlı çalışmalarla kapatılmayı bekliyor. Fuat Göktürk’ün de sunuşta belirttiği gibi:
“İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalyan ve Alman işgaline karşı mücadele eden yurtsever güçlerin en örgütlü ve önemli parçası olan komünistlerin Hitler faşizmi yenilgiye uğradıktan sonra bu kez İngiliz işgaline ve onlarla işbirliği yapan gerici Yunan egemenlerine karşı sürdürdükleri silahlı mücadele, çok daha kapsamlı ve farklı bakış açılarını da içerecek biçimde incelenmeli, Türkçede okura az sayıda kitap aracılığıyla uzanan bu önemli tarihsel kesitin hakkını veren bir külliyat oluşmalı.”
Dipnotlar ve Kaynak
- Fuat Göktürk, metinlerin amacına ulaşmasını sağlayacak çok önemli ve sade bir sunuş kaleme almış. İçerdiği özet tarihsel arka planla ve metinlerin güncel politik içeriklerini açık eden, bu içerikle Türkiye’deki mücadele arasında bağ kuran sorularıyla kitabın amaca hizmet etmesini sağlıyor Göktürk’ün sunumu. Ancak metinde dipnot ile Yunan İç Savaşı’na ilişkin Türkçe ya da Türkçe’ye çevrilmiş eserlerden bahsederken, daha geniş bir aralığı tarasa da, döneme ilişkin çok önemli bilgiler içeren Çukalas’ın Yunanistan Dosyası’na (1970, Ant Yayınları) da inilmemiş olması bir eksiklik, Dominique Eudes’in “Kapetanios-Yunan İç Savaşı 1943-1949” isimli eserinden bahsederken kitabın yazarının adının “Kapetanions” (Kitabın Yunancada kaptan anlamına gelen adı Kapetanios ile karışmış) olarak verilmesi de bir hata olarak gözümüze çarptı.