Mayıs 2002’de gerçekleştirilen 17. Uluslararası Komünist Seminer’in sonuç deklarasyonunda şu cümleyle sona eriyordu: “1929’dan daha ciddi ve daha yıkıcı bir krizin patlaması için koşullar olgunlaşmaktadır.”
I. Kapitalist sistemin krizi sosyalizmin zorunluluğuna işaret ediyor
1. Kapitalist düzen 1929 Buhranı’ndan bu yana en ciddi kriziyle karşı karşıya. Geçici veya çevrimsel bir durgunluktan değil, kökleri üretim alanında bulunan genelleşmiş bir krizden söz ediyoruz. Bu kriz uzun sürecek , derin etkileri olacak ve daha krizin yalnızca başlangıç aşamasındayız.
2. Krizin yapısal ve sistemik karakteri, kapitalist sistemin hem tarihsel sınırlarını hem de kaotik ve yıkıcı doğasını ortaya koymaktadır. Bu, Marx, Engels ve Lenin tarafından geliştirilen, kapitalizmde krizlerin kaçınılmazlığı üzerine temel tezlerin doğrudan bir kanıtıdır. Krizin temel nedeni üretim araçlarının özel mülkiyetinde ve bunun üretimin artan toplumsal karakteriyle olan çelişkisinde yatmaktadır. Bu, üretimin anarşik bir biçimde gelişmesi ve kapitalist krizlerin ortaya çıkması sonucunu doğurmaktadır.
3. İçinde bulunduğumuz kriz dünyanın çehresini kaçınılmaz olarak değiştirecektir. Ana güçler arasındaki güçler dengesi sarsılacaktır. Sınıf çelişkileri keskinleşecektir. Halihazırda işçiler ve halklar, tekellerin lehine alınan yeni önlemler, daha yüksek işsizlik ve yoğunlaşan sömürü, yeni vergiler ve sosyal alanda kemer sıkma tedbirleri üzerinden krizin bedelini ödemektedir. Kendi geçimini sağlamak üzere çalışanların tamamı daha fazla güvencesizlik, açlık ve yoksulluktan muzdarip olacaktır.
4. Bütün dünyanın işçileri ve halkları ekonomik ve sosyal yapıda temel değişimler gerçekleşmesi için, kapitalizmin devrimle yıkılması ve sosyalizmin inşa edilmesi perspektifiyle mücadele etme göreviyle karşı karşıyadır. Bu, sistemin krizine karşı ve sermayenin krizin üstesinden geldikten ve piyasayı ‘yeniden organize ettikten’ sonra, aynı zemini yeniden kurmasını ve bir kez daha kapitalist gelişme ve dayanılmaz vurgunculuk düzenini yeniden tesis etmesini engellemenin yegâne ve en etkili yoludur.
5. Kapitalist ülke devletleri kasten mevcut krizin kaynağının mali alanda bulunduğu yönündeki yanlış algıyı muhafaza etmektedir, çünkü aksi takdirde iktisadi sistemin yaşayabilirliğinin sorgulanmaya başlanacağından korkmaktadırlar. Onlara göre finansal aktörlerin ve işlemlerin daha sıkı biçimde denetlenmesi yeterli olacak, bu, kapitalizmin yeni bir başlangıç yapmasını ve eskisi gibi yoluna devam etmesini mümkün kılacaktır. Üretim alanında tanık olduğumuz nefes kesen düşüş yalnızca finansal dünyanın sorunlarının bir sonucu olarak sunulmakta, tüketici ve üretici güveninin yeniden tesis edilmesiyle bu sorunların çözüleceği söylenmektedir.
6. 1970’lerin başında patlak veren ekonomik krizden bu yana mali alanın daha baskın hale geldiği doğrudur. 1980’le 2007 arasında dünya hasılasının beş kat, finansal varlıkların ise on dört kat arttığını söylemek bu açıdan yeterlidir. Üretim alanıyla mali alan arasındaki mesafe açılmış, mali alan spekülatif araçların muazzam gelişimiyle şişirilmiştir. Ancak sermayenin büyük bir iştahla yeni, çok riskli araçlar peşinde koşmasıyla büyüyen finansal balonun patlaması, altta yatan aşırı üretim krizini açığa çıkarmış ve güçlendirmiştir.
7. Kapitalist dünya 1970’lerin başında, 1973’te yine petrol fiyatlarının dört kat artmasıyla karakterize olan başka bir krizle karşı karşıya kalmıştı. Büyük ölçüde savaş sonrası yeniden yapılanmaya bağlı olan, büyük sermaye lehine gelişen görece güçlü ve istikrarlı büyüme dönemi böylelikle sona erdi. Aşırı kapasite birikti ve kapitalizm dünya çapında bir aşırı üretim kriziyle karşı karşıya kaldı.
8. Herhangi bir kapitalist işletme veya grup, yegâne amacı diğerlerinin pazarını ele geçirmek olduğundan, işçilerin sürekli artan sömürülmesine, daha fazla, daha hızlı ve daha düşük maliyetle üretmeye yönelir. Bu, kapasitenin gelişimiyle kitlelerin satın alma gücünün göreli olarak azalması arasındaki çelişkinin büyümesiyle sonuçlanır. Bu çelişki, küçük bir azınlığın üretim araçlarına sahip olduğu ve çoğunluğu sömürerek kendisini zenginleştirdiği kapitalist üretim ilişkilerinde kaçınılmaz olarak yeniden üretilir. Engels aşırı üretim krizlerini şu şekilde betimliyor: “İşçi yığınları, çok fazla miktarda geçim aracı ürettikleri için geçim araçlarına muhtaç olurlar.”
9. Aşırı üretim krizine neden olan mekanizma aynı zamanda kâr oranlarının düşmesine de neden olur. Yatırım çılgınlığı sermayenin organik bileşimini yükseltir, böylelikle de genel kâr oranını azaltır. Marx’ın söylediği gibi, “sermayenin gerçek engeli sermayenin kendisidir”. Aşırı üretim krizi patlak verdiğinde kâr oranı daha da düşer. Yetmişlerin başındaki kriz, bütün kapitalist ülkelerde daha düşük bir ortalama büyüme oranı ve işsizlikteki artışın uzun süre devam ettiği, uzun süreli bir yapısal krize dönüşmüştür. ABD emperyalizmi kâr oranlarında azalmaya karşı dümeni saldırgan neoliberal politikalara ve militaristleşmenin keskin bir biçimde yoğunlaştırılmasına doğru kırmıştır.
10. 1979-1981 yıllarından itibaren emperyalistler, sermayenin yeniden yapılanma ihtiyacına uygun olarak sendikalara karşı bir saldırı başlattılar. Bu saldırı daha ağır bir sömürü, sermaye sınıfının zenginleşmesi ve önceki on yıllarda sosyalist ülkelerin ortaya koyduğu örneklerin yarattığı baskı nedeniyle geri çekilen emperyalizmin bu süreçte elde edilmiş toplumsal kazanımları ortadan kaldırması yönündeki politikaların yolunu açmıştır. Bu saldırı, en sonunda Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalizmi yıkan karşı devrimle daha da yoğunlaşmıştır. Zafer kazanan kapitalizm “tarihin sonu”nu ve “başka alternatif yok” diye adlandırılan dönemi başlattı. Artık bu dönem sona ermiştir, çünkü mevcut kriz kapitalist “çözümler”in bütün sistemi nasıl daha da kırılgan hale getirdiğini ve bir çöküşün eşiğine taşıdığını göstermektedir.
11. Kamu sektörünün özelleştirilmesi ve kalkınmakta olan ülkeler ve eski sosyalist ülkelere serbest ticaretin dayatılmasıyla dünya kapitalizmi yeni piyasalar elde etmeyi başarabildi. Kapitalizm ekonomiyi, özellikle de mali piyasaları “küreselleştirdi”. Kredi ve spekülasyon aracılığıyla geçici olarak yapay bir talep yaratmayı başardı. Sermaye akımlarının, finansal aktörlerin ve türev piyasalarının bütünüyle deregüle edilmesi Marx’ın “saymaca sermaye” diye adlandırdığı, sürekli yüksek faiz getirisi peşinde koşan koca bir yığın yarattı. Kârlı yatırım alanları peşindeki sermaye için bu hoş karşılanan bir kaçış yoluydu, çünkü aşırı üretim krizleri her zaman aşırı birikimle bir arada bulunur. Sermaye eksikliği değil, üretken alanlarda bir çıkış yolu bulamayan sermayenin aşırı birikimi söz konusudur.
12. Bu durum, bir yanda üretken ve sağlıklı bir sermaye, diğer yanda mali ve asalak bir sermaye bulunduğu yolundaki sosyal demokrat miti ortadan kaldırmıştır. Lenin’in haklı olarak belirttiği gibi, emperyalizm çağını sanayi sermayesiyle bankacılık sermayesinin birleşmesi karakterize eder. Ancak bu ikisinin iç içe geçmesi sermaye sahipliğiyle, sermayenin üretime uygulanması, rantiye ile girişimci arasındaki ayrımın daha da katı bir biçimde var olmadığı anlamına gelmez. Lenin’e göre “Mali sermayenin diğer tüm sermaye biçimleri üzerindeki üstünlüğü rantiyelerin ve mali oligarşinin egemenliği anlamına gelir; bu, az sayıda mali olarak ‘güçlü’ devletin diğerlerinden ayrışması anlamına gelmektedir.” Rantiyelerin ve mali oligarşinin hegemonyası sözü edilen türde mali ürünlerin yaratılması, şirketlere yeniden yapılanmalarını ve mali piyasaların yeni buyruklarını dayatan, üretici sektöre yüzde 15 veya daha fazla getiri oranı empoze eden koruma fonları ve özel sermaye fonları gibi kurumların ortaya çıkması en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
13. Az sayıda mali olarak güçlü devletin, Lenin tarafından betimlendiği gibi, ayrıcalıklı konumu, ilk elden Amerika Birleşik Devletleri için söz konusudur. ABD’nin emperyalist güçler arasındaki lider konumu, bu ülkenin kazandığından daha fazlasını harcamasına, kendisine akan yabancı sermaye sayesinde dış borçlarını muazzam ölçüde artırmasına ve aşırı harcama yapmaya devam etmesine olanak vermiştir. Bu durum ABD’ye, bir yandan toplumunun üst katmanları giderek daha da fazla lüks mal ve hizmetlere dönük harcama yaparken, silahlanma yarışını sürdürme ve saldırı savaşları yürütme şansı vermiştir. ABD’nin borçla beslenen dizginsiz tüketimi dünya ekonomisini desteklemek konusunda önemli bir rol oynamıştır. Bu durum ancak doların döviz piyasalarındaki konumu ve dünya rezerv parası olarak oynadığı rol sayesinde mümkün olabilirdi. Kriz, dünya piyasasının güçleri arasındaki ilişkilerde bazı değişimlerin gerçekleşmesi eğilimini güçlendirmekte, ABD’nin dünya hasılasından aldığı pay azalırken, AB’nin aldığı pay veya Çin, Hindistan, hatta Brezilya gibi “yükselen ekonomiler”in Gayrisafi Dünya Hasılası (GDH) aldıkları pay artmaktadır.
14. Güçlü devletler (OECD üyeleri) kapitalist kârları garanti altına almak üzere çok büyük çaplı müdahalelerde bulunarak bankalarını ve endüstriyel tekellerini kurtardılar ve dünya mali sisteminin çökmesine karşı önlem aldılar. Mali piyasaları tamamen serbestleştirdikten ve “piyasanın görünmez eli”ni azami derecede destekledikten sonra devletler yardıma ve faturayı üstlenmeye çağrıldı. Bu, devletlerin artık oynayacak bir rolü kalmadığını, sermayeye tam bir özgürlük kazandırmak adına müdahale güçlerini gönüllü olarak terk ettiklerini iddia eden sosyal demokrat miti ortadan kaldırdı. Bütün kapitalist devletler, hükümetleri sosyal demokratların bütünüyle veya kısmen elinde olanlar da dahil, ABD’nin neoliberal politikalarının arkasında hizaya girdiler. Neoliberaller ve sosyal demokratlar tarafından desteklenen Maastricht Antlaşması ve Lizbon Stratejisi, emperyalist güçler arasında rekabeti kuvvetlendirdi ve sömürünün artmasına, emeğin fiyatının düşmesine, piyasaların serbestleştirilmesine, özelleştirmelere, istihdam güvencesinin kaybolmasına, çalışma sürelerinin uzamasına ve emeklilik yaşının yükselmesine, emeklilik fonlarının özelleştirilmesine ve eğitim ve sağlık sektörlerinin ticarileşmesine neden oldu.
15. Mevcut kamulaştırmalar, bakıma alınan işletmeleri mali sağlıklarına yeniden kavuşunca tekrar özel sektöre devredecek şekilde düzenlenerek, devlet kaynaklarını kullanarak büyük sermayenin çıkarlarını korumaya hizmet etmektedir. Bu, sermayenin daha da fazla yoğunlaşmasıyla sonuçlanacaktır. Devletin, sermaye enjeksiyonları ve devlet garantileri biçiminde özel sermayenin kullanımına sunduğu kaynaklar bir kez daha kapitalist sistemin asalaklığının düzeyine işaret etmektedir. Kârlar özelleştirilmiş, zararlar toplumsallaştırılmıştır.
16. Kriz sonucunda zenginlerle yoksullar arasındaki mesafe artacak, ülkelerin çoğunluğu daha da yıkıcı bir çöküşe maruz bırakılacaktır. Bu çöküş özellikle kalkınmakta olan ülkeleri vuracaktır. Bu ülkelerin büyük bir kısmı ham madde üretimine ve tarımsal ürün ihracatına bağımlıdır ve yalnızca küçük bir kısmı ihracata dönük mamul mal ve yarı mamul mal üretmektedir. IMF, DTÖ, ABD ve AB’nin buyrukları bu ülkelerin yerel sanayilerini ve tarımlarını çökertmiş ve ekonomilerini giderek artan ölçüde ulusötesi şirketlerin egemenliğine teslim etmiştir. Bu durum söz konusu ülkeleri kalkınmış dünyadaki iktisadi duruma bağımlı kılmıştır. İhracatlarına olan talep çok büyük ölçüde azaldığı, ihraç fiyatları dibe vurduğu ve uluslararası kredi koşulları daralmaya devam ettiği için bu ülkeler halihazırda berbat durumdadır. Bu kırılganlık aynı ülkeleri bir borçlanma, borçluluk ve emperyalizmin buyruklarına itaat etme çevrimine sokmaktadır. İşçi ve köylüler hızla artan işsizlik, yoksulluk ve dışlanmayla karşı karşıyadır.
17. 1930’ların bunalımında kapitalizmi güçten düşmekten kurtaran “yeni anlaşma” değil, İkinci Dünya Savaşı olmuştur. Çelişkilerin keskinleştiği, sermayenin daha da saldırganlaştığı bir dönemle karşı karşıyayız. Bu durum yeni silahlı çatışmaların ortaya çıkma riskini artırıyor. Mevcut kriz aynı zamanda sosyal ve demokratik anlamda büyük bir gerileme tehlikesi barındırıyor ve tarihin geçmişte gösterdiği gibi, otoriter ve militarist hareketlere zemin sunuyor.
18. Genelleşmiş ekonomik kriz çevreye karşı dünya çapında bir tehditle el ele ilerliyor. Bu sorunlardan hiçbiri kapitalizm altında bir çözüme kavuşturulamaz. Dünya ekonomisinin uyum içinde gelişmesi de, çevrenin korunması da, kâr hırsı dünyayı yönetmeye devam ettiği sürece dışlanmak durumunda olan bir çözümü, dikkatli bir iktisadi planlamayı gerekli kılıyor. Bu iki büyük sorun, tekellerin toplumsallaştırılmasının ve sosyalist ekonominin merkezi planlamasının zorunluluğuna işaret ediyor. Her ikisi de sermaye iktidarının bütün ülkelerde devrilmesinin ve üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan sosyalist bir toplumun kurulmasının zorunluluğuna işaret ediyor.
II. Komünistler ve kriz
19. Büyük emperyalist güçler ve kapitalist ülkelerin hükümetleri, G20, uluslararası kurumlar ve AB, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi örgütlenmelerin himayesi altında iki ana görev üstlendiler. Birincisi sistemdeki delikleri yamamak ve kapitalistleri kurtarmak. İkincisiyse krizin yükünü dünya işçilerinin ve halklarının sırtına yıkmak. Komünistlerin görevi de iki tanedir; ancak bunlara temelden karşıdır.
20. İlkin kapitalizmden, sömürü düzeninden, radikal bir kopuşu temin etmek için kitleleri harekete geçirmek istiyoruz. Kapitalizm, sistemi istikrara kavuşturmak ve herşeyden öte kitlelerin daha radikal reformlar talep etmesini önlemek amacıyla Keynezyen reformlar denilen yola girse bile bu halka indirilmiş bir darbe olacaktır. Burjuvazi, üretim ilişkilerini ve üretim araçlarının özel mülkiyetini tehlikeye atmadan mali sistemi yenileyecektir. Dünyayı felakete sürükleyen büyük sermayenin ve onun siyasi yardakçılarının sorumluluğu teşhir edilmelidir. Ancak bu yeterli değildir. Bu sömürü ve baskı düzeninin devrimci bir biçimde yıkılmasının yolunu açacak mücadele hedefleri ve talepler öne sürebilmeliyiz. Bu anlamda sendikal hareket içinde ve işçi sınıfı ve müttefiklerini temsil eden başka örgütlenmeler içinde sınıf temelli bir hattı geliştirmek ve güçlendirmek özel bir öneme sahiptir.
21. İkincisi krizin faturasının krizin kurbanlarına ödetilmesine karşı geliştirilen her türlü direniş mücadelesini destekleyecek ve bu tür mücadeleleri geliştireceğiz. İstihdamın korunması ve yeni istihdam yaratılması, işsizlerin ve işçi ailelerinin desteklenmesi, sosyal güvenliği muhafaza etme ve iyileştirme, ücretleri artırma ve satın alma gücünü yükseltme mücadelelerini geliştireceğiz. Özelleştirmeye karşı mücadelede bütün olanakları değerlendireceğiz. Demokratik hakların korunması ve ırkçılığın, faşizmin, savaş kışkırtıcılığının yükselmesine ve burjuva ideolojisinin bütün biçimlerine karşı mücadele edeceğiz. Özellikle kapitalist kriz dönemlerinde emperyalistler, varolan tek alternatife vurmak üzere anti-komünizmi yoğunlaştırmaya çalışır; komünistler buna karşı şu noktayı öne çıkarır: Kapitalizmin yıkılmasını ve sosyalizmin kurulması.
22. Kapitalist sistemin iflası ve sosyalizm projesinin üstünlüğüne ilişkin ciddi bir ideolojik tartışma başlatmalıyız. Aynı zamanda “denetim altında” veya “düzenlenmiş” bir serbest piyasa argümanına, sistem özürcülüğünün sosyal demokrat versiyonuna karşı olası gedikleri kapamalıyız. Bizim eleştirimiz bankacıların “abartılarına”, “istismarlarına” ya da “aç gözlülüklerine” değil, iktisadi düzene odaklanır.
23. Aynı zamanda bütün gücümüzü işçilerin ve küçük ve orta halli köylülük ve esnafın mücadelelerinde en ön safta yer almaya harcamalıyız. Önümüzdeki dönem komünizm davasını ilerletmek için olanaklarla dolu olacak. Ancak kriz otomatik olarak mücadeleye yol açmaz. Korku başkaldırıyı geçici olarak paralize edebilir veya ezebilir. Kitleler içerisinde güven ve sabırla çalışmalı ve kitlelerin yaratıcılığını ve dayanışma duygularını açığa çıkartmalıyız, çünkü tarihin akışını belirleyecek olan nihai güç işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflardır.
24. Komünist partilerin inşa edilmesi ve güçlendirilmesi önemlidir. Bu, gelecekte halkların ve işçilerin karşılaşacakları olanakları değerlendirmesi ve sermayenin sömürüsünün ve baskısının olmadığı bir topluma, sosyalist bir topluma giden yolun açılması için belirleyici unsurdur.
25. Komünist partiler arasında uluslararası işbirliğini yoğunlaştırmalı ve emperyalizme karşı tek bir strateji geliştirmeliyiz, çünkü bu ilerleme, adalet ve barışa doğru daha hızlı bir biçimde ilerlemek ve önümüzde duran görevleri üstesinden gelmek için yaşamsal önemde bir koşuldur.
*Bu belge, “Gençlik: Gençliğin güncel durumu, komünistlerin gençler arasındaki çalışmaları ve yeni kuşakların Komünist Partilere kazanılması” başlığıyla 15 – 17 Mayıs 2009 tarihleri arasında Belçika Emek Partisi’nin evsahipliğinde, Brüksel’de gerçekleştirilen 18. Uluslararası Komünist Seminer’in kriz üzerine yaptığı deklarasyondur. Toplantıya Türkiye Komünist Partisi de iki sunum yaparak katılmıştır.