Türkiye bu yaz, 2006 yılında olduğu gibi yine boru hatlarını konuştu. Önce Ankara’da Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı için imzalar atıldı, arkasından dünya enerji devi Rusya’nın Başbakanı Vladimir Putin’in Türkiye’yi ziyaretinde Güney Akım Boru Hattı’nı da kapsayan enerjide bir dizi işbirliği protokolü imzalandı.
Bakü-Tiflis-Ceyhan’ın (BTC) 2006 Temmuz ayında yapılan açılış töreni yanında biraz sönük kalsa da, Nabucco için atılan imzalar da tarihi olarak nitelendirildi. AB’nin enerjide arz güvenliğini sağlama alınmasının ve stratejik çıkarları için niyetlendiği projelerden birinden Türkiye adına “tarihi” bir gelişme icat edilmesinin, ülkemizin son yıllarda hızlanan dönüşümü ile ilgisi olduğu su götürmez bir gerçek.
Ancak daha da ileri gidildi. BTC hattının açılması sırasında olduğu gibi Nabucco’da da imzalar atılırken, AKP şakşakçıları koro halinde Türkiye’nin artık daha güvenli bir ülke haline geldiğini söylediler. ABD ve AB tarafından desteklenen bu iki boru hattının büyük bölümünün topraklarımızdan geçmesi, aynı kesimlere göre Türkiye’ye duyulan güvenin göstergesi idi.
Oysa gerek BTC gerekse Nabucco boru hatlarının Türkiye’ye ekonomik olarak kayda değer bir faydası olmayacağını herkes biliyor. BTC hattı, faaliyette olduğu iki yıl boyunca, değil yatırım harcamasını karşılamaya başlamak, ciddi bir zarar yazdı. Nabucco’da Türkiye’nin rolü transit ülke olmaktan öteye geçemeyeceği için akan doğal gazı seyretmekle yetineceğiz. Boru hatlarıyla Türkiye’nin uğrayacağı ekonomik zarar ve enerjide bağımlılığın derinleşmesi, bugün ne yazık ki sadece detaydır.
Türkiye’nin, Ortadoğu ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması açısından kritik bir coğrafyada bulunması, değil avantaja dönüşmek, başına bela olmuştur. Boru hatlarıyla Türkiye, emperyalizmin bölgesel hesaplarında savaşların hedefi ya da mekanı olmaya biraz daha yaklaşmış, sınırları aynı hesaplar doğrultusunda değişebilir hale gelmiştir. Türkiye’den geçen her yeni uluslararası boru hattı ile NATO birliklerinin ülkemize konuşlanmasının önündeki “hukuki” engeller bir bir ortadan kalkıyor. Hazar Denizi’nden Kafkasya’ya, oradan Türkiye’ye, içinde bulunduğumuz coğrafyayı uluslararası askeri operasyonların konusu haline getirmek hiç bu kadar kolaylaşmamıştı.
Bir Amerikan projesi: BTC
Çözülme sürecine girilmesi ile birlikte Kafkasya ve Orta Asya’da bulunan cumhuriyetler Sovyetler Birliği’nden göbeklerini siyaseten kesmeden daha önce ekonomik girişimlere başlamış bulunuyorlardı. Bu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarından sonra ayakta kalabilmek için yaptıkları hesapların merkezinde ise zengin doğal kaynakları duruyordu.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nın gündeme gelmesi, 1989 yılından itibaren Azerbaycan’ın Hazar Havzası’ndan çıkarılan petrolü kendi eliyle ihraç etmeyi düşünmeye başlaması ile oldu.
Azerbaycan’ın Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etmesinden sonra hızlanması beklenen bu arayışlar birkaç nedenle kesintiye uğradı. Öncelikle Azerbaycan’ın iç siyaseti henüz konsolide olmamış ve iktidar kavgası henüz nihayetlenmemişti. 1993 yılı Haziran ayına kadar devam eden bu süreç, Türkiye destekli Ebul Feyz Elçibey’in Haydar Aliyev tarafından devrilmesine kadar sürdü. Bağımsızlığın ilan edilmesinden kısa bir süre sonra Dağlık Karabağ üzerinden başlayan Azerbaycan-Ermenistan Savaşı bir diğer neden olmuştu.
Fakat daha önemlisi, emperyalizmin Sovyetler Birliği’nin Kafkasya ve Orta Asya’da boşalttığı alanlara doğrudan müdahaleyi bir süre tercih etmemesi oldu. Bu nedenle, Ermenistan ile savaş sona ermesine ve siyasette “istikrarlı” bir döneme girilmesine rağmen bir mega proje ile Azerbaycan petrolünün ihracı fikri askıda kaldı.
1998 yılının Mayıs ayında, önce Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan’ın yer aldığı İstanbul Mutabakat Zaptı, arkasından, Ekim ayında da bu üç ülkeye ek olarak Kazakistan ve Özbekistan’ın katılımı ile Ankara Deklarasyonu imzalandı. Bu iki anlaşma ile BTC Projesi hızla ete kemiğe bürünmeye başladı. Bu anlaşmalar dahil BTC’de imzalanan bütün protokol, deklarasyon ve anlaşmalar bir ABD temsilcisinin şahitliğinde gerçekleştirildi. BTC, en ince ayrıntısına kadar bir Amerikan projesi idi. Boru hattını inşa eden ve işleten konsorsiyumun en büyük ortağı British Petroleum (BP) şirketine, askıya alınmış bu projeyi yıllar sonra yeniden gündemine alması için ABD tarafından yoğun bir baskı yapıldığı biliniyor. BP, ABD’nin bu baskısına kadar, BTC Projesi’nin ekonomik olmadığını savunuyordu. Yıllık 50 milyon ton petrol taşıma kapasitesine sahip BTC ile Ceyhan’a ulaşan petrolün, dünya petrol ticaretindeki yeri de sınırlı olmasına rağmen proje için ABD’nin ısrarının arkasında, bölgesel hesapları vardı.
BTC, Azerbaycan’ın Hazar kıyısındaki Azeri-Çıralı-Güneşli sahalarında çıkan petrolü Gürcistan ve Türkiye topraklarını geçip Ceyhan’a indiriyor. Boru hattı, geçtiği bu üç ülkeyi birbirine bağlarken, kaderlerini de ABD emperyalizminin bölgedeki hesaplarına bağlıyordu. ABD’de Bill Clinton döneminin stratejik önceliği haline gelen BTC’nin faaliyete geçmesi, Gürcistan ve Ukrayna’daki “renkli devrimler”in sonrasına, yani ABD’nin Rusya’nın Kafkasya’daki nüfuz bölgesine müdahalelerini sıklaştırmaya başladığı bir döneme denk geldi. BP’nin projeye ikna edilmesinde, çokuluslu petrol tekeline doksanların ikinci yarısında ABD adına danışmanlık yapan Zbigniew Brzezinski’nin önemli bir rolü olmuştu. ABD, BTC’nin açılmasına kadar Gürcistan ve Azerbaycan’da Henry Kissinger, James Baker ve Brent Scowcroft eliyle sistematik bir kulis faaliyeti yürüttü. Bu ekibin tamamının söz konusu dönemde, ABD-Azerbaycan Ticaret Odası Yönetim Kurulu’nda yer almış olmaları başka yoruma gerek bırakmayacaktır.
ABD’nin, Kafkasya’dan Orta Asya’ya uzanan coğrafyaya müdahalesinin sistematik hale gelmesi ile BTC’nin hayata geçmesi arasında sıkı bir bağ olduğunun altı bir kez daha çizilmelidir. BTC ile, daha önce başta Azeri petrolü olmak üzere Hazar Havzası’ndan çıkarılan doğal kaynakların dünya pazarlarına ulaştırılmasında önemli bir rolü olan Rusya’nın devreden çıkarılabileceği kanıtlanmış oldu. Aynı havzanın dünyaya açıldığı diğer rota ise İran üzerinden Basra Körfezi idi. Öte yandan, Çin de büyüyen ekonomisinin enerji ihtiyaçları doğrultusunda Orta Asya’dan Hazar Havzası’na kadar uzanan bölgedeki nüfuzunu artırmaya çalışmaktaydı.
Ekonomik açıdan hiçbir mantığı olmayan BTC’nin devreye girmesinin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra, taşıdığı belirsizliklere rağmen ilk imzaları geçen ay atılan Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı’nın da benzer bir coğrafi dinamiğe sahip olduğu ve emperyalizmin Rusya, Çin ve İran’ın etki alanını sınırlamaya dönük hamlelerini bütünlediği görülüyor.
1999 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen ve BTC Projesi’nin dönüm noktalarından biri olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Zirvesi’nde ABD Başkanı Bill Clinton huzurunda Türkmenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Türkiye ve Kazakistan tarafından imzalanan BTC için niyet beyanında, boru hattına paralel bir de doğal gaz hattının yapılması kararlaştırılmıştı. Buna göre, Hazar Denizi’nde Şahdeniz sahasında çıkartılan doğal gazın Erzurum’a taşınması öngörülüyordu. Bu tarihten üç yıl sonra, aynı düşünce bir AB projesi olan ve ABD tarafından sonuna kadar desteklenen Nabucco ile gündeme gelecekti.
Belirsizliklere rağmen Nabucco ısrarı
Ülkemizi Erzurum’dan enlemesine bölerek Çanakkale Boğazı’nın altından Trakya’ya çıkıp Bulgaristan’a ulaşacak olan Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı, Türkiye topraklarından geçen ikinci uluslararası boru hattı olacak. Hat, sırasıyla Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya sınırlarını geçerek Avrupa’ya doğal gaz taşıyacak. Toplam uzunluğu 3.300 km’ye ulaşan ve öngörülen yıllık taşıma kapasitesi 31 milyar m3 olan hattın, yaklaşık 2.000 km’si Türkiye’den geçecek.
Temmuz ayı içerisinde Ankara’da görkemli bir törenle Nabucco için Hükümetlerarası Anlaşma’ya imza atıldı. Ancak atılan imzalara rağmen Nabucco Projesi’nin geleceği ile ilgili temel bir belirsizlik var. Boru hattının taşıyacağı doğal gazın nereden temin edileceği henüz kesinleşmiş değil.
Bir boru hattının, taşıyacağı petrol veya doğal gazı nereden sağlayacağı belirlenmeden inşasına karar verilmesi oldukça komik. Nabucco’daki bu belirsizlik, hem boru hattının güzergâhının şekillenmesini engelliyor hem de inşâ aşamasında finansman bulunmasını imkansızlaştırıyor.
Erzurum projede ana istasyon olarak belirlenirken, buraya kadar boru hattının nasıl bir güzergâh izleyeceği ise belirsizliğini koruyor. Halihazırda iki güzergâh üzerinde duruluyor. Buna göre Gürcistan-Türkiye ve/veya İran-Türkiye sınırı, boru hattının başlangıç noktalarını oluşturacak. Bu noktalardan ilki Ermenistan-Türkiye sınırının kuzeyde bittiği yerde, diğeri ise hemen güneyinde bulunuyor. Şu anda, boru hattına yalnızca Azerbaycan’ın gaz vermesi kesinleştiğinden iki güzergâha da bu ülkeden gaz taşınması hesabı yapılıyor.
Nabucco’da birçok açık belirsizlik bulunmasına rağmen anlaşmalar imzalanmaya devam ediliyor. İki emperyal güç, bu projede ısrar ediyor. Israrın bölgesel hesaplarda taşınan niyetlerle yakından ilgili olduğu çok açık. Bir başka deyişle, projenin kaderi emperyalizmin yakın dönemde bölgesel hesaplarının nasıl şekilleneceği ve güç dengelerindeki olası oynamalar ile belirlenecek.
Hazar, İran ve Kuzey Irak ekseni
ölgede Nabucco hattı için doğal gaz temin edilebilecek üç ana kaynak bulunuyor: Hazar Havzası, İran ve Kuzey Irak.
Nabucco’da Hükümetlerarası Anlaşma için düzenlenen imza töreninde hazır bulunan Azerbaycan, şu anda boru hattına doğal gaz vereceğini deklare eden tek ülke durumunda. Ancak bu ülkenin yıllık doğal gaz üretim hacmi olan 14,7 milyar m3, boru hattının toplam kapasitesinin yarısını doldurmaya bile yetmiyor. Azerbaycan’ın ürettiği tüm doğal gazı Nabucco’ya gömmesi mümkün olmadığı için Hazar Havzası’nda rezervleri olan Kazakistan ve Türkmenistan ikna edilmeye çalışılıyor. Rusya’nın bu ülkelerdeki nüfuzu, ikna çabalarını sekteye uğratıyor.
Türkmenistan davet edildiği ve katılmaya yeşil ışık yaktığı halde, Ankara’da gerçekleştirilen imza törenine son anda verdiği bir kararla katılmadı. Ayrıca hem Kazakistan’ın hem de Türkmenistan’ın enerji ihtiyacı giderek artan Çin ile yapılmış çeşitli anlaşmaları bulunuyor. Bölgenin en zengin doğal gaz rezervlerine sahip ülkesi konumunda olan Türkmenistan, Temmuz ayı başında Çin ile 30 yıllık bir doğal gaz anlaşmasına imza attı. Türkmenistan’ın Çin’e yıllık 40 milyar m3 hacminde gaz satmayı taahhüt ettiği bu anlaşma, yalnızca AB’yi değil, Rusya’yı da rahatsız etti. Türkmenistan ile Çin arasında doğal gaz akışını sağlayacak 4 bin km’lik boru hattının Kazakistan ve Özbekistan’dan geçecek olması da bölgedeki nüfuz savaşlarını kızıştıracak. Keza bu iki ülkenin Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, petrol ve doğal gaz ticaretini neredeyse bütünüyle Rusya belirliyordu.
Hazar Havzası’ndan Orta Asya’ya uzanan coğrafyada Rusya ve Çin gibi belirleyici iki ülkenin devrede olması, Nabucco’nun bu havzadan doğal gaz temin etmesini zorlaştırıyor.
Bölgedeki diğer zengin doğal gaz kaynakları ise İran’da bulunuyor. Ancak AB’nin Nabucco için İran’dan doğal gaz alması, ABD’nin bu ülkeye dönük siyasi ve ticari ambargo çağrılarının boşa çıkması anlamına gelecek. Dolayısıyla bu olasılık, ABD’nin açık vetosu nedeniyle bir seçenek olmaktan şimdilik çıkıyor. Yılda 116 milyar m3 doğal gaz üreten İran’ın, enerjide Rusya’ya bağımlılığını azaltmak isteyen AB’nin hesaplarından ilelebet uzak tutulması ise imkansız görünüyor.
Nabucco’ya doğal gaz temininde üçüncü potansiyel havza ise Irak’ın kuzeyinde bulunuyor. Halihazırda kanıtlanmış doğal gaz rezervleri Azerbaycan’ın üç katına ulaşan Irak, gerekli yatırımlar yapıldığı takdirde bölgede en önemli enerji aktörü haline gelebilir. Bu ülkedeki rezervlerin büyük kısmının Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin (KIBY) kontrolündeki sahalarda yer alması, denklemi daha karmaşık kılıyor. Çünkü KIBY ile Irak merkezi hükümeti arasında petrol ve doğal gaz sahalarının yabancı şirketlere açılması ve elde edilecek kazancın nasıl pay edileceği konusundaki anlaşmazlıklar sürüyor.
Irak’taki bu anlaşmazlıklar çözüme kavuşmadan, Kuzey Irak’taki sahalara petrol tekellerinin yatırım yapması ve bu sahaları ekonomik hale getirmesi oldukça güç. Irak’taki askeri varlığını azaltmayı düşünerek bir strateji değişikliğine giden ABD’nin, doğal kaynaklar üzerindeki anlaşmazlığa da el atması gerekiyor.
Boruların güvenliğini kim sağlayacak?
3,6 milyar dolarlık maliyeti ile o güne kadar inşa edilen en pahalı boru hattı olan BTC’nin, ekonomik mantığının bulunmadığı daha önce belirtilmişti. 8 milyar avroyu aşacak maliyeti ile Nabucco da, bir boru hattı projesi için ciddi belirsizlikler taşıyor.
Ancak uluslararası boru hatlarının statüleri ile bu hatlar için oluşturulan hukuksal ve güvenliğe ilişkin şartlar, emperyalizmin “herşeye rağmen”, bu projeleri hayata geçirmeye çalışmalarını açıklıyor. ABD ve AB elde edecekleri jeopolitik avantajları hesap ederek bu boru hatlarının inşasına soyunuyorlar.
BTC Projesi’nde, boru hattını inşa eden ve işleten konsorsiyum ile Türkiye arasında imzalanan “Ev Sahibi Ülke Anlaşması”nda yer alan; “Tüm proje boyunca devlet makamları tüm kişilerin güvenliğini sağlayacak, tesisler ve kişileri iç savaş, sabotaj, abluka, ihtilal, ayaklanma, isyan, karışıklık, terörizm, adam kaçırma, ticari zorbalık, organize suç veya diğer tahripkar olaylardan kaynaklanan tüm zarar ve ziyana karşı koruyacaktır” maddesi, boru hattının güvenliğinin sağlanmasını garanti altına almaya dönüktü. “Ev Sahibi Ülke Anlaşması” Türkiye gibi Gürcistan ve Azerbaycan tarafından ayrı ayrı imzalandı. Aynı anlaşmalar, ülkelerin boru hattının korunması için uluslararası güvenlik desteği almasının da zeminini hazırlamaktaydı. Ülkeler askeri kapasiteleri yetmediği durumda yardım talep edebileceklerdi.
ABD, ülkelerden bu yönlü taleplerin önceden geleceğini tahmin etmiş olmalı ki (!), BTC’nin inşası henüz tamamlamadan, boru hattını koruyacak Hazar Muhafızı (Caspian Guard) adlı askeri yapılanma için çalışmalara başladı. 2005 ve 2006’da bu yapılanma, ABD’nin en üst düzey askeri yetkilileri tarafından defalarca telaffuz edilmişti. Wall Street Journal’ın 11 Nisan 2005 tarihli bir haberinde, ABD’nin Hazar Havzası’nda olası bir kriz durumuna karşı aynı askeri yapılanmaya 100 milyon dolar kaynak ayırmayı planladığı yazılmaktaydı.
Boru hattının güvenliğine ilişkin maddelerin, boru hattı korunamadığına kanaat getirildiği takdirde, sadece ev sahibi ülkenin değil, anlaşmayı imzalayan konsorsiyumun talebiyle de hattın geçtiği bölgelere müdahale edilebilmesine meşruluk sağlayabileceği gözden kaçırılmamalıdır.
Hatırlanacaktır; Gürcistan, geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Osetya’ya düzenlediği operasyonun ardından Rusya’nın müdahalesi ile zor duruma düşünce, BTC kartını oynamayı denemişti. Saakaşvili boru hattının güvenliğinin tehlikede olduğunu savunarak, ABD ve NATO’yu boru hattını korumak için ülkeye davet etmeye çabalamıştı. Bu çaba, boru hatlarının sunduğu olanaklarla provokasyon yaratılmasına ne kadar uygun bir zemin hazırlandığını gösteriyor.
Diğer yandan, BTC Projesi şekillenirken doksanlı yılların ikinci yarısı boyunca boru hattının Türkiye’den geçen bölümünün özel güvenlik birimleri ya da NATO tarafından korunması teklifinin ABD tarafından defalarca dile getirildiği biliniyor. Ancak, bu konuda anlaşma sağlanamayınca ihale şimdilik jandarmada kaldı. BTC’nin Türkiye’deki bölümü jandarma tarafından korunuyor.
Türkiye’yi enlemesine bölen Nabucco Boru Hattı için de, güvenlik başlığının önemli bir tartışma konusu olacağı şimdiden belli oldu. Nabucco’da imzalanan Hükümetlerarası Anlaşma’dan sonra sıra “Ev Sahibi Ülke Anlaşmaları”na geliyor. Yandaş medyaya sızan bilgilere göre, bu anlaşmalara Nabucco Boru Hattı’nın “özel güvenlik birimleri” tarafından korunmasını öngören maddeler eklenecekmiş.
Sınır içerisinde sınır
Boru hatlarına her türlü emperyalist müdahaleyi mümkün kılacak diğer husus, hattın geçtiği toprak parçalarının hukuki statüsü ile belirleniyor. BTC’de ABD tarafından yönlendirilen İngiliz tekeli BP, konsorsiyum adına hattın geçtiği ülkelerle yapılan anlaşmalarda masanın karşısında oturan taraftı.
Türkiye, proje ile ilgili 19 Ekim 2000 tarihinde “Ev Sahibi Ülke Anlaşması” ve “Hükümet Garantisi Anlaşması”nı imzalayarak, ciddi hukuki yükümlülüklerin altına girdi. Bu anlaşmalarla BTC’yi hayata geçiren konsorsiyum, Türkiye karşısında önemli imtiyazlar elde etmiş oldu. Söz konusu imtiyazlar, Türkiye sınırları içerisinde yeni bir sınır çizildiğini gösteriyor:
“BP anlaşmalarla, BTC’nin Türkiye’de faaliyetlerini belirleme hakkının yanında, boru hattının geçtiği toprak parçalarının da her türlü tasarruf hakkına sahip olacak. Büyük ölçüde yer altından döşenmiş olan boru hattının üzerindeki toprakları istediği gibi kullanabilecek. Bu hak istendiği takdirde, buraya bir duvar örülmesini, dikenli tel ile çevrilmesini de mümkün kılıyor. Yani, Türkiye toprakları üzerinde halkın geçiş yapmasına izin verilmeyen bir setin yapılması, anlaşmayla birlikte hukuki bir zemin kazanmış oluyor.” 1
Ayrıca Türkiye’ye anlaşmaları istediği zaman feshetme hakkı tanınmazken, anlaşmada güvenlik konusuna ilişkin olağanüstü durum tanımı oldukça muğlak bırakılıyor. Boru hattının maruz kalacağı bir tehlike durumunun “olağanüstü” olup olmadığı tarafların birbirlerini karşılıklı olarak ikna etmesine bağlanıyor. Konunun düzenlendiği “Ev Sahibi Ülke Anlaşması”nın 20. maddesinde olağanüstü durum tanımında yer verilen savaş halinin parantez içinde verilen iki bağımsız ülke ifadesiyle vurgulanmış olması ise dikkat çekiyor.
Bu imtiyazların, herhangi bir uluslararası projede içerilebilecek haklardan oluştuğu iddia edilebilir. Ancak aynı dönemde, AB ve ABD’de faaliyet gösteren düşünce kuruluşlarının çeşitli raporlarında Türkiye’nin bölünmesi durumunda oluşacak Doğu ve Güneydoğu sınırları ile BTC’nin Türkiye bölümünün güzergahının örtüşmesi ilginç bir tesadüf olmuştu. BTC, Türkiye’ye girdiği Doğu sınırından Ceyhan’a en kısa yolu kullanarak değil de, maliyeti de katlayacak bir şekilde Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illeri çevreleyerek inşa edildi.
Gündemde olan Nabucco ile de Türkiye’yi doğudan batıya ve oradan boru hattının çıkış yaptığı Trakya’ya değin bölen özel statülü bir toprak parçası tanımlanacak. Böylece iki boru hattının geçtiği güzergah da “olağanüstü durumlar”da uluslararası güçlerin konuşlanabileceği toprak parçaları haline geliyor.
Türkiye savaşa daha yakın
BTC ile ABD’nin hedeflediği bölgesel niyetler, AB’nin devreye girdiği ve ABD tarafından desteklenen Nabucco’nun arkaplanını oluşturuyor.
Kafkasya, Hazar Havzası ve Orta Asya üzerindeki Rusya ve Çin etkisinin azaltılması, İran’ın emperyalizme bütünüyle entegre edilmesi ve son olarak da, Irak doğal zenginliklerinin çıkarılıp dünya pazarlarına ulaştırılabilmesi için Kuzey Irak’ın geleceğinin netlik kazanması… Bu gelişmelerin ortaya çıkaracağı dinamiklerden küçük bir kısmı bile bölgede işgal ve savaşları tetikleyebilecek potansiyeli içerisinde barındırıyor.
Topraklarından geçen boru hatlarıyla ABD’nin ve AB’nin bölgesel hesaplarına daha fazla angaje olan Türkiye ise emperyalizmin bölgesel hesaplarının taşıyıcısı değil, konusu haline gelmeye bir adım daha yaklaşmıştır. Boru hatlarının güvenliği ve statüsü konularının, Türkiye’nin başına büyük belalar açma olasılığı giderek artmaktadır.
Orta Asya’dan Kafkasya’ya, İran’dan Kuzey Irak’a, emperyalist paylaşım ve nüfuz kavgası en sert dönemine girerken, bu kavganın merkezinde enerji kaynakları duruyor. Türkiye’nin topraklarını açtığı büyük enerji projeleri ve boru hatları, bu kavganın coğrafyasını genişletirken, ülkemizi de ateşin içine atıyor.
Dipnotlar
Dipnotlar ve Kaynak
- “Türkiye Bölündü!”, http://arsiv.sol.org.tr/index.php?yazino=630, 17.06.2006.