“Türkiye’nin dönüşümü”nde yön tayini yapmak
Uzun süredir Türkiye’nin kapsamlı bir dönüşüm sürecinden geçtiğini ve bu süreçte iplerin esas olarak emperyalizmin elinde olduğunu vurguluyoruz. Geçmişi, belirli açılardan AKP’nin iktidara gelişine, başka açılardan ise 28 Şubat Restorasyonu’na veya 12 Eylül’e kadar götürülebilecek bu süreçte artık kritik bir momente varıldığı aşikâr. “Türkiye’nin dönüştürülmesi” olarak nitelediğimiz sürecin ilerlemekte olduğu istikamet, nasıl bir Türkiye’ye işaret etmektedir? Sürecin ilerlediği istikameti tayin etmek üzere kullanılan “faşizm”, “şeriat”, “totaliter demokrasi” ve benzeri kavramlaştırmalarla Yeni Osmanlı kodlaması arasında ne tür bir ilişki var? Faşizm, şeriat, totaliter demokrasi ve benzeri istikametler birbirlerini dışlamakta mıdır, yoksa bunlar belirli bir üst başlık altında ele alınabilecek olan sürecin, geçişkenliğe sahip alt unsurları mıdır?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana sahip olduğu bazı yönelimlerle, özellikle de 12 Eylül sonrası siyasi tarihle, bugün içinden geçtiğimiz “dönüşüm” arasında pek çok süreklilik unsuru tespit etmekteyiz. Bu süreklilik tespitinin yanı sıra AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte bir kopuşun yaşandığını da belirtiyor ve kapitalist düzenin ülkemizi bir felakete sürüklediğini tespit ediyoruz. Sürecin barındırdığı süreklilik ve kopuş unsurları nelerdir? Kopuşun başlangıcı olarak gördüğümüz tarihsel kesidi alt dönemlere ayırabilmemizi mümkün kılacak, belirgin dönemeçleri nelerdir? “Devletin çözülüşü”, “Cumhuriyet’in tasfiyesi”, “Yeni Osmanlıcılık” saptamaları, bu dönemeçleri tarif etmemize ne ölçüde olanak sağlıyor? Bugün itibarıyla Türkiye’de kapitalist düzenin hangi doğrultuda yol almakta olduğunu belirli bir açıklıkla tespit etmek mümkün mü? Sürecin taşıdığı belirsizliklerin büyük ölçüde geride kaldığını söyleyebilir miyiz? Yoksa süreç doğası gereği önemli belirsizlikler barındırmaya mahkum mu?
Kapsamlı bir dönüşümden, tarihsel bir kırılmadan söz ediyoruz. Esasen AKP’nin kendisi bu tespitin en önde gelen propagandisti konumunda. AKP yürüttüğü propagandayla, “dönüşüm” saptamasına iki yüzlü bir “statüko karşıtlığı” yakıştırıyor; emperyal özlemler, dinsel motifler ve “öz”cü bir söylem üzerinden de olumlu bir anlam atfediyor. Bu sayede AKP, dönüşümün inisiyatifinin kendi elinde olduğunu topluma kabul ettirerek iktidarını pekiştiriyor. Buradan hareketle Türkiye’de bir siyasi kırılma yaşanmakta olduğu değerlendirmesinin gerçekliği konusunda değil, değişime atfedilen anlamlar hususunda bir kavganın sürdüğünü söyleyebiliriz. Tayyip Erdoğan’ın partisinin kongresinde yaptığı konuşmada çizdiği “kapsayıcı” görüntü, AKP’nin nasıl bir ideolojik hegemonya kurmaya çalıştığına işaret ediyor? Bu “kapsayıcı hegemonya” çabasının düzenin iç dengeleri açısından ima ettikleri nelerdir?
AKP’nin ilk hükümet döneminde ağırlıklı olarak ordu, yargı ve üniversiteler ekseninde yürüttüğü mücadelenin, artık ağırlıklı olarak sermaye ve medyanın bileşimine müdahale noktasına taşındığını görüyoruz. Bu ikisi arasındaki zorunluluk ilişkisi görülmelidir. AKP, sermayenin iç bileşimine müdahale etmek konusunda “sonuna kadar” gitmeyi mi, yoksa yalnızca bazı yeni mevziler kazanmayı mı hedeflemektedir? AKP’nin egemen sermaye ve medya kollarına yönelik bu kapsamda bir müdahale gerçekleştirmesini olanaklı kılan faktörler nelerdir? İktidar partisinin sermaye sınıfıyla ilişkilerinde farklı dönemlerde farklı stratejiler geliştirdiğini söyleyebilir miyiz? Ekonomik krizin bu ilşkilere girdisi ne olmuştur? Kısa süre içinde hakim medya bileşiminin köklü bir biçimde değişeceği öngörülebilir mi?
TÜSİAD’ın son Yüksek İstişare Kurulu toplantısında iyice belirginlik kazanan hava, Türkiye’nin önde gelen tekellerinin hiç değilse bir bölümünün telaşlandıklarının bir işaretidir. Doğan Grubu’na karşı yapılan operasyona dair daha fazla tepki vermek gerektiğini, TÜSİAD’ın hızla ağırlık yitirdiğini vurgulayan konuşmalar bu telaşın bir ifadesidir. TÜSİAD burjuvazisi AKP’nin oturduğu konumdan neden ve ne ölçüde kaygılanmaktadır? Bu kaygı, TÜSİAD üyesi bütün tekeller tarafından paylaşılmakta mıdır? Bütün bunlar, büyük sermayenin bazı kesimlerinin hükümete karşı bayrak açmaya karar verdiği anlamına mı gelmektedir?
Türkiye’nin dönüştürülmesi doğrultusunda atılan adımlardaki ivme artışı ve AKP’nin sürecin propagandası üzerinden meşruiyet ve iktidar kaynaklarını güçlendirmeye yönelik attığı adımların, önümüzdeki genel seçimler açısından önemli çıktıları olacaktır. Önümüzdeki genel seçimlerin hangi eksen etrafında yoğunlaşacağına dair bugünden bazı tespitler yapmak mümkün mü? Bugün itibarıyla AKP’nin bir sonraki seçimlere 2007 seçimlerine nazaran daha avantajlı bir konumda gireceğini söyleme imkanı var mı?
İç içe geçmiş pek çok dinamiği barındıran, ancak belirli üst başlıklar altında soyutlamayı başarabildiğimiz bu dönüşümün karşısında Türkiye Komünist Partisi’nin izlediği strateji, sürecin bütünlüğüne, asıl inisiyatifin emperyalizmin elinde oluşuna işaret etmek ve sol değerlerin, sosyalizmin toplumsallaşmasını sağlayacak bir mücadeleyi yükseltmektir. Sol değerlerin, “memleket elden gidiyor” ifadesinde cisimleşen kaygıların, “değerlerimizi, mücadeleyle elde ettiğimiz birikimi kaybediyoruz” diyen Kürtlerin AKP hegemonyasına teslim edilmemesi, bunların sosyalist Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasına kanalize edilebilmesi için yeni mevziler kazanılması… Ana hatlarıyla mücadelemizin çerçevesini bu şekilde özetleyebiliriz. AKP’nin ideolojik planda uzun süredir sol üzerinde kurduğu baskı, bu mücadele stratejisinin geçerliliği açısından ne ifade ediyor? Bir yandan sermaye egemenliğini pekiştirmeyi hedeflerken, diğer yandan düzenin iç dengelerindeki oynaklıkları ciddi ölçüde artıran Türkiye’nin emperyalist tasarımlar çerçevesinde dönüştürülmesi projesi, Türkiye Komünist Partisi’ne nasıl misyonlar yüklemektedir? Bu görevleri göz önünde bulundurduğumuzda hangi aşamadayız?
GELENEK
10 Ekim 2009