Mart 2006’da Danıştay’a düzenlenen saldırının ardından, gazetelerde ‘Danıştay ve Yargıtay özel güvenlikle korunacak’ haberleri çıktı. Nitekim, daha bu haberin mürekkebi kurumadan, polis lojmanlarının dahi özel güvenlik tarafından korunduğu öğrenildi. Devlet kendini özel güvenlikle koruma yolunu seçmişti ve siyaset bilimcilerin için bu çok alelade bir haber olamazdı. Devlet teorilerinin ve özellikle de Weberci yaklaşımların söyleyegeldiği devlet tanımı- devlet şiddet kullanımının meşru tekeline sahip olan bir organizasyondur- bu tanıma en uzakta duranları dahi devlet-özel güvenlik ilişkisi üzerine düşündürür. Hele bir de tarihsel sosyoloji yaklaşımının kurucularından Charles Tilly’in meşhur tezini düşününce – savaşlar devletleri, devletler de savaşları yapar ya da devleti yapan zordur- şiddet tekelinin devletin elinden çıkıp, özel kurum ve kuruluşların şiddeti kullanma yetkisine sahip olmaya başlamasıyla birlikte, modern devlet tartışmalarının geniş bir literatüre yayılmasını anlamak pek de güç değil. Kısacası, özel güvenlik ve siyaset ilişkisi denilince, içgüdüsel bir itkiyle harekete geçiyor devlet tartışmaları.
Bu çalışma da bu içgüdüden hareket etmekle beraber, teorik alanda, özel güvenlik meselesini, devleti zor aygıtına indirgemeyen bir tartışma ekseninde düşünmeye çalışacaktır. Özel Güvenlik meselesini, devletin zor tekelini kaybedişi olarak görmek de, devletin baskı alanını genişletmesi olarak görmek de bizce bazı ezberleri yinelemenin ötesine gitmeyecektir. Aslında, devletin zor araçlarının tekeline sahip olması iddiası, kapitalizmin ortaya çıkışında zuhur eden siyasal alanla ekonomik alanın ayrışması, ya da “gerçek bir görüngü” olarak bir ikilik haline gelmesinde yatıyor. Kapitalist toplumlarda, feodal toplumlardan farklı olarak merkezileşen yönetimin dağınık halde bulunan savaş araçlarını ve bunların kullanım hakkını elinde toplaması, üretim tarzındaki kapitalist sıçramaya eşlik eder. Kapitalist üretim tarzında üretim anıyla zor anı, yani piyasa ile devlet farklılaşır. Ancak, zor anının üretim sürecinden soyutlanması ve de işçinin patronla olan münasebetinin lordla serf arasındakinden bu açıdan paradigmatik bir farklılık göstermesi bir kırılma anı olsa da, zorun üretim anından soyutlanması bu anı mutlak ve sonsuz bir gerçek kılmaz. Diğer bir deyişle, zorun üretim anından soyutlanması kapitalist devletin olmazsa olmaz bir özelliği değildir, ve tarihsel farklılıklar barındırır. Ekonomik alanla siyasetin bir “gerçek görüngü” olarak ayrışması zor anının üretim anından mutlak soyutlanması anlamına gelmez. Bu hatırlatma, özel güvenliğin, zorun üretim anından soyutlanma(ma) biçimlerinden birisi olduğunu iddia etmek için yapılmaktadır.
Bu meyanda, konunun siyasin boyutu, Türkiyeli tartışmalara geçmeden üzerinde durulması gereken bir noktayı teşkil ediyor. ABD kapitalist ‘devleti’nin (özel) güvenlik politikaları uluslararasılaşmaktadır. Türkiye Devleti –kimi sapmalarla da olsa- bu uluslararasılaşan (özel) güvenlik politikalarını içselleştirmektedir. Kısacası, Türkiye’de güvenlik politikaları, ilk aşamada, anglo-sakson dünyadaki güvenliğin özelleştirilmesi politikalarının bu coğrafyada yeniden üretimi bağlamında anlaşılabilir. Elbette, Türkiye’ye özgü birtakım sosyo-ekonomik süreçler de uluslararasılaşan özel güvenlik politikalarına eşlik etmektedir. Parası olanın kendi güvenliğini sağlama olanağına hukuken sahip olduğu bir ülkede, ‘varoşlarda yaşayanların kendi halk mahkemelerini’ kurduklarını görmek çok da şaşırtıcı olmayacaktır. 1
Özel güvenlik sadece değişen bir güvenlik anlayışına değil aynı zamanda dönüşen bir sosyal adalet anlayışına da gebedir. Türkiye’deki toplumsal “öz-denetim” pratiklerini de özel güvelik politikalarından, bu politik algıdan ayrı düşünmemek aydınlatıcı olacaktır. Burada özel, sadece özel mülkiyet anlamında kullanılmamaktadır. Özel alan, dışlayıcı yerelleşme pratiklerine ve bu açıdan da gettolaşmaya tekabül etmektedir. Türkiye’de artan işsizlik ve yoksulluk, güvenliğin özelleşmesine hem devletli hem de ahali kaynaklı yeni pratiklerin eklenmesini zorlayacaktır.
İlerleyen paragraflarda öncelikle uluslararasılaşan özel güvenlik politikalarından ne anladığımızı gösterebilmek için ABD’de özel güvenliğin siyasi tarihine biraz değineceğiz. Ardından da Türkiye’deki güncel durumun hızlı bir resmini çıkartmaya çalışacağız.
Türkiye’de özel askeri şirketler üzerine kimi notlar
Özelleşen güvenlik sadece özel güvenlik şirketleri yoluyla yürütülmüyor. Bunun önkoşucusu daha ziyade, özel askeri şirketlerdir. Hal böyle olunca da, özel askeri şirketlerden ve bu şirketler bağlamında güvenliğin nasıl bir meta haline geldiğinden ana konumuza geçmeden biraz bahsetmek istiyoruz.
Türkiye’de konumlanmış özel askeri şirketlere rastlamak pek de kolay değil. Ancak, bilinen bir tanesi, Black Hawk Security Co. isimli, Washington merkezli, ‘karargah’larından birisini Şırnak-Silopi’de bulunduran bir şirket idi 2 . Sabah Gazetesi yazarı, Umur Talu 3 , bu şirketin etrafında kümelenen ilişki ağını deşifre ettiği yazısında şöyle diyor: ‘ABD’de kurulu ama, oradaki esas ortakları da Türk asıllı: Hüseyin Atkın ile Günay Övünç. 2004’te kurulan ABD şirketi, amacını “Irak’ın imarına destek” diye ilan etmiş’. Şirketle bağlantılı olarak adı geçen diğer önemli isimler arasında, Emekli Korgeneral Karabay var. Talu 4 bu konuda da şunları söylüyor: ‘Herkesin hemen hatırladığı “Çuval geçirme” nin onun Ankara’daki komutanlığına rast gelmesini, görev süresi uzatılırken terfi ettirilmeyince ayrılmayı seçmesini tekrar tekrar yazmanın manası yok. Asıl önemlisi, şimdi “ortakları ABD vatandaşı Türk olan ve ABD’de kurulu” güvenlik şirketinin yerli ayağını oluşturan, tam sınırda Kuzey Irak üstünden, ABD etki alanında “iş” yapacaklardan biri, Cumhurbaşkanı, Başbakan da dahil, devletin en kritik zirvelerine Genelkurmay Başkanı ile katılmış, Türkiye’nin özellikle Irak ve ABD işgali konusundaki en önemli kararlarına yahut kararsızlıklarına tanık ve müdahil olmuş önemli bir emekli general’. Bu satırları buraya yazarken, derdimiz bu meseleyi bir yolsuzluk meselesi olarak ele almak değil. Oysa ki, bugün Türkiye’de özel güvenlik tartışmaları genellikle yolsuzluk bağlamında ilerliyor. Özel askeri şirketlerde ve özel güvenlik şirketlerinde temel ilkenin ‘meslek etiği’ olması gerektiğini söyleyen birçok liberal yazar5 var. Meslek etiği tüm yolsuzluk hissi veren karanlık ilişkiler ağına ilaç olarak sunuluyor.
Herhalde, ‘meslek etiği’ ile piyasa etiğini kast ediyorlar. Zira bugün, devlet istihbarattan, ordudan, emniyetten emeklisiyle ve halihalizarda çalışanıyla, büyümekte olan güvenlik sektörüne yeni kaynaklar sunmaktadır. Kısacası, devlet özel güvenlik sektörüne ilkel birikim olanaklarını sağlamaktadır.
27 Haziran 2007 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılmış basın açıklaması 6 , Türkiye’de güvenlik alanının piyasa koşullarına ne derece tabi kılınmakta olduğununun ve bu tabi kılışın ordunun da nihai resmi politikası haline gelmiş bulunduğunun göstergesidir. Açıklamada ordunun profesyonelleşme sürecinin başladığı ilan ediliyor. Bundan böyle erlerin ve yedek subayların komando yapılmayacağı belirtilirken 6 tugayın tamamen profesyonel askerlerden oluşacağı vurgulanıyor. Bir tugayın ortalama 5 bin askerden oluştuğu düşünülürse, ilk etapta ordunun yaklaşık 30 bin kişilik paralı askere sahip olacağı açığa çıkıyor. Bu açıdan düşünüldüğünde, ordunun ileride kimi ülkelere düzenlenecek askeri operasyonlara ‘paralı asker’ temin edeceğini söylemek çok erken bir tespit gibi gözükmüyor.
ABD’de özel güvenliğin siyasi tarihi
19.yy’da sanayi kuruluşlarının ve fabrikaların, ABD’de kök salmasıyla beraber, özel güvenlik de bir kurum olarak ortaya çıkıyor. O dönemlerde, özel güvenliğin öncelikli görevi ‘grevkırıcılığı’. Hatta, Elizabeth John 7 , kendileri için, ‘kapitalizmin şövalyeleri’ tanımını kullanıyor. Aynı yazar, özel güvenlik kurumunun 19.yy’da iki önemli görev tanımının fiilen yapılmış olduğunu söylüyor: özel mülk korunumu ve işçi temelli şiddetle mücadele. Bu tanımlamada, ABD iç savaşının ardından, özel şirketlerin, korunmak amaçlı olarak, özel güvenliğe başvurmalarının önemli bir yeri var diyebiliriz.
19.yy’da, özel güvenliğin bu de facto gelişimi, çeşitli enstitütü ve araştırma kurumları tarafından inceleniyor ve devlet yapması gereken görevi özel kurumlara devrettiği için eleştiriliyor 8 . Ayrıca, özel güvenlik kurumlarının grev kırmak için aşırı şiddet kullanımını da eleştiren bu enstitüler, gerçekte kayda değer değişikliklerin olmasını sağlayamasa da, kamusal alanda özel güvenlik kurumunun eleştirel anlamda tartışılmasına olanak sağlıyorlar. En azından bu çalışmaların kamusallaşmasının ardından, sektörün önde gelen firması Pinkerton, gelir sağlamak için bağımlı olduğu grev işini azaltıp, banka ve kuyumcu hırsızlığıyla mücadeleye yöneliyor!
ABD’de 20. yy’ın ilk yirmi yılı, özel güvenliğin ‘altın çağı’ olarak nitelendiriliyor. Bu altın çağı anlamak çok zor değil. Liberal ideolojinin ve kapitalizmin henüz 1929 krizine çarpmadığını düşünürsek, kitabına uygun şekilde işlediklerini ve bu anlamda da özel güvenliği sorunsuz bir şekilde içselleştirdiklerini düşünebiliriz. Bu dönemde, özel güvenlik özsel –kapitalizmin doğası gereği- bir kurum olarak karşımıza çıkıyor ve karşıtları da bu özselliği mutlaki olarak reddediyorlar. Daha sonraları özel güvenlik ideolojisi değişecek. İlk başta, kapitalizmin ve liberal ideolojinin ‘doğal’ olarak konumlandırdığı bu kurum, ‘devlet her yere yetişemediği için katlanılması gereken zorunlu bir şer’ olarak kodlanacak (Joh, 2006). Bu önemli bir dönüşümdür ve dünya ekonomi politiğindeki değişimlerle güdümlenmiştir.
ABD tarihinde özel güvenlik mevhumunu anlamak için bize yol gösterecek olan diğer bir önemli dönem ise 1970’ler. Bu tarihte, ABD’deki özel güvenlik güçlerinin sayısı, kamu görevlilerinin sayısını çokça geçiyor, güvenlik önemli bir ‘hizmet’ olarak topluma kodlanıyor ve özel güvenlik sektörü de hizmet sektörünün olmazsa olmaz parçası haline geliyor. Henüz neo-liberalizm dünyada ve ABD’de hız kazanmadan önce, güvenlik devletin sağladığı sosyal bir hak olmaktan çıkıp pazardan satın alınan bir hizmete dönüşüyor. Joh’un da dediği gibi, genelleşmiş Weberci devlet anlayışı daha o zamanlarda tanımlayıcı gücünü yitiriyor. Buradan yola çıkarsak, bugün hala bu weberci genel kanı üzerinden devletin dönüşüp dönüşmediğini tartışmak gerçeği anlamak için yeterli ve hatta geçerli gözükmüyor. Aksine, özel güvenlik bizzat devlet tarafından şekillendirilegelmektedir ve dolayısıyla, sadece özel bir kurum olarak değil, bir ‘kamu’ kurumu olarak da ilgiyi hak etmektedir.
ABD ve özel güvenlik bağlamına geri dönecek olursak çalışmamıza eklememiz gereken önemli birkaç husus daha var. İlk olarak, 1990’larla beraber, özel güvenlik üzerine yapılan her türlü araştırma ve çalışma, ABD’de özel güvenliğin, kamusal kolluk kuvvetleriyle eşit partnerler olmaları gerektiğini vurguluyor 9 . Bu anlamda, devletin polisinin yetmediği yere koşan özel güvelikçiler yerine, devletin polisine eşit statüde özel birliklerin oluşması ideal olan resim haline getiriliyor. Bu durumda, kamusal güvenlik, eğer öyle ya da böyle göreli bağımsızlığa sahip bir kurum idiyse bile, bundan sonra, özel güvenlikle çalışmak zorunda kalmanın da ötesinde, kendisini ‘güvenlik kaynaklarının simsarı’ gibi yeniden üretmesi gerekecek10 .
Yeni dönemle beraber, ABD’de özel güvenlik anti-terrörizmin vazgeçilmez bir unsuru olarak ulusal güvenlik stratejisine eklemlenmektedir. Terörizm, ülkenin değerli kaynaklarına karşı bir tehdit olarak algılanıldığı için, ki bu kaynaklar özel sanayi kuruluşları, büyük marketler ve alışveriş merkezleridir, sermayenin güvenliğini sağlayan özel güvenlik de doğrudan anti-terrörist bir paye kazanmış oluyor. ABD’de ulusal güvenlik yavaş yavaş özel güvenlik mevhumuna indirgeniyor.
Bu meydanda, özel güvenlik ABD’de artık gündelik hayatın bir parçası haline gelmiştir. Özel güvenlik mevhumunun yerini onu içerip aşan ‘topluluk özdenetimi’ (community policing) almaktadır. Kendi güvenliğinden sorumlu mahalleler, sokaklar, siteler ve evler… ABD’de özel güvenliğin gündelik hayatın kaçınılmaz bir parçası haline gelmesini, şu tespiti çok başarılı özetlemektedir 11 : Bugün, Güney Kaliforniya’da en etkili sosyal hareketi, ‘ev’lerini savunan mülk sahiplerinin hareketi oluşturmaktadır. Kısacası, özel güvenlik bugün ABD’de bir ‘sosyal hareket’ halini almıştır!
Buradan yola çıkarak özel güvenliğin uluslararasılaşmasını nasıl tanımlayabiliriz? Aslında birçok unsuru içinde barındırmakla beraber, güvenliğin uluslararasılaşması kavramıyla kapsamaya çalıştığımız birkaç temel başlık var:
1.Güvenliğin özelleşmesi, devleti modern kapitalist devlet olmaktan çıkarmaz. Güvenliğin özelleşmesi aslında uzun zaman önce ‘Weber’in devlet kavramsallaştırmasını gerçekçi bir devlet tanımı olmaktan çıkarmıştır. Weber, devleti araçlar üzerinden tanımlamaktadır. Bu durumda, bir devletin karakteri onun üzerinden yükseldiği aygıt tarafından belirlenir. Nitekim, polis devleti tanımı buna bir örnek olarak verilebilir. Bu tanım açıklayıcı unsurlara işaret etmekle beraber, kısır bir yan da içermektedir: devletin fetişleştirilmesi. Bu tehlikenin göz ardı edildiği koşullarda, polis devleti tanımı oldukça liberal bir çağrışım içerir. Bu makalenin çerçevesinde daha fazla değinilemeyecek olsa da, özel güvenlik tartışmasının bir amacı da bu liberal çağrışıma yenilmeden, kapitalist devletin zorbalığını açıklamada yatmaktadır.
2.Güvenliğin özelleşmesi süreci “sosyal bir harekettir” ve toplumsal algıda ve pratiklerde yarattığı etki, özel güvenlik şirketlerin nesnel varlıklarıyla yarattıkları etkinin çok ötesindedir.
3.Özel güvenlik, resmi ideolojiler tarafından tanımlandığı şekliyle ‘terörizm çağında’, başat ulusal güvenlik stratejisinin başat unsurudur.
4.Kapitalizmle beraber ayrılan zor anı ile sömürü anının ve de bu “gerçek görüngü”nün siyasi sonuçları üzerine tekrar düşünülmesi gerekmektedir. Hatta, 19.yy’ın son yarısından itibaren tarihsel koşulları içerisinde bu ayrım tekrar ele alınmalıdır.
Türkiye’de özel güvenlik politikaları
Türkiye’de özel güvenliğin kesin tarihçesine ulaşmak pek mümkün gözükmüyor. Kaynaklarda çelişen bilgilere rastlamak mümkün. Bu nedenle, olabildiğince kesin bilgilerden hareketle bir takım analizler yapmaya çalışacağız ve var olan bilgi boşluklarını kaçınılmaz olarak şimdilik görmezden geleceğiz.
Türkiye’de 2009 verileri itibariyle 1100’e yakın özel güvenlik şirketi var ve bunların çoğu aynı zamanda başka sektörlerde de hizmet veriyorlar: Özel Güvenlik Eğitimi, Temizlik, Bina Denetimi, Güvenlik Danışmanlığı, Ulaşım en çok öne çıkanlar. Özel güvenliğin Türkiye’de aşağı yukarı 20 yıllık bir geçmişi olduğu söylense de, özel güvenlik şirketleriyle ilgili ilk devlet çapında görüşmelerinin, 31 Ocak 1966’da Milli Güvenlik Komisyonunda yapıldığı belirtiliyor 12 . Bu şirketlerin, ilk defa, 1981 yılında çıkan 2485 nolu kanunla resmileşiyor 13 . Yine başka bir kaynağın belirttiği üzere, Türkiye’de bu şirketlerin kuruluş amaçlarından birisi, Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcıların korunması hususunda oluyor 14 .
Kanun temelinde bir düzenleme de 1992 tarihinde yapılıyor. Türkiye’de Özel Güvenlik Şirketlerinin nihai hukuki şeklini belirleyen yasa 2004 tarihli 5188 sayılı ‘ Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun’ oluyor. Bu kanun çerçevesinde çalışmamız açısından önemli olan hususlar şöyle sıralanabilir;
Özel güvenlik bir meslek dalı haline gelmiştir. Özel güvenlik çalışanı, arama, yakalama ve bu amaçla zor kullanma hakkına sahiptir. Bu durumda, özel güvenlik aslında ‘önleyici’ bir hizmettir ve adli nitelikte değildir. Bu çalışmaya göre, önleyici güvenlik anlayışındaki vurgu daha ziyade, güvenlik görevlisinin kime karşı sorumlu olduğunun göstergesidir. Esas itibariyle ‘özel mülkü muhafaza etmek’ özel güvenliğin mesleki amacıdır. Bu anlamda özel güvenlikçiler muhafızdırlar.
Türkiye’de işsizliğin yüksek oranı düşünülünce, özel güvenliğin bir meslek olarak tanımlanması yeni bir istihdam alanı yaratmak için devlet ve hükümetler için de avantajlı bir alandır. Nitekim, Türkiye’de dört üniversitede Özel Güvenlik ve Koruma Programı açılmış bulunmaktadır: Kocaeli Üniversitesi Hereke MYO (1.ci ve 2.ci öğretim), Uludağ üniversitesi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Burdur üniversitesi 15 .
Türkiye açısından, işin belki de trajik yanlarından birisi budur. Üniversitelerde, özel güvenliğin yerleşmesine karşı mücadele verilmesi gerekirken, üniversiteler bizzat bu sektöre uygun insangücü yetiştirmek için bölümler açmaktadırlar. 16 Bu bir nevi, neo-medievalizm tartışmalarını hatırlatmaktadır. Bu bir “kale”leşme sürecidir. Bir anlamda, toplumsal inzivaya da tekabül etmektedir. Üniversitelerin halka kapanması da diyebiliriz.
Özel güvenliğin denetim hakkı kamunun elindedir. Ancak, ‘Özellikle, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Bursa gibi büyük şehirlerde her özel güvenlik teşkilatını bir defa bile denetlemek için yılda bir sıra gelmektedir’ 17 . İşin diğer bir önemli kısmı da, 2004 yılında 5188 no’lu kanunla beraber yapılan düzenlemeye kadar, özel güvenlik şirketlerine neredeyse hiçbir müdahale yapılmamıştır. Bu kanunla getirilen standartlarla beraber, bir çok şirket sektörden ayıklanmıştır. Ancak bunun küresel sermaye açısından avantajlı bir yanı vardır. Zira, küresel ölçekte özel güvenlik hususundaki gözlemler göstermektedir ki küçük ve meşruluğu görece sarsılmış şirketlerin sektörden ayıklanmasından sonra, uluslararası sermaye geriye kalan birçok şirketi satın almakta ve tekelleşme yoluna gitmeye çalışmaktadır. Nitekim, Türkiye’de de özel güvenlik sektöründe çok sayıda uluslararası yabancı özel güvenlik şirketi boy göstermeye başlamıştır. Belki de bunlardan en önemlileri, Koç ve Sabancı Gruplarının birçoğunun güvenliğini üstlenen ISS Türkiye ile Group4Securicor adlı, 1950’de İngiltere’de kurulmuş olup 100’den fazla ülkede iş yapmakta olan özel güvenlik şirketleridir.
Diğer önemli bir değişiklik ise, özel güvenlikle ilgili kararları almak üzere oluşturulan İl Güvenlik Komisyonunda, kamu yanında özel sektör ve Ticaret ve Sanayi Odası temsilcilerine de yer verilmesidir. Kimi yazarlara göre bu karar, Türkiye’de demokratikleşmenin önemli adımlarından birini oluşturmaktadır zira sivil toplum kuruluşları şiddetin toplum içinde kullanımı süreçlerine müdahil olabileceklerdir 18. Ancak, süreci böyle anlamlandırmak fazlasıyla liberal ideolojiye teslim olmak demektir. Zira, en azından, bu güvenlik komisyonuna, Özel Güvenlik Çalışanlarının iş haklarını savunacak bir sendika temsilcisi dahi dahil edilmemiştir. Sivil toplum kavramı tüm muğlaklığıyla özel güvenlik meselesini de muğlaklaştırmaktadır. Oysa, açık olan odur ki, sivil toplumdan anlaşılan, güvenlik komisyonunun kurulacağı ilin büyük sermaye sahipleri ve onların temsilcileridir.
Bu çerçevede, ‘kamu’, özel üzerinde denetim sağlamaktan ziyade, özel ile işbirliği halinde emekçi sınıfın denetimini ya da kontrolünü sağlamayı amaçlamaktadır. Bu anlamda, özel güvenlik polise yardımcı ya da ek bir kuvvet olarak tanımlanamaz. Aslında, devletin böyle bir çabasının da olduğu söylenemez. Devlet özel güvenlikle eş güdümlü olarak polis kuvvetlerini de desteklemekte ve gerek sayılarını gerek yetkilerini artırmaktadır. İstanbul Eski Emniyet Müdürü, Necdet Menzir, 19 Mart 2007 tarihinde Neşe Düzel ile yaptığı röportajda sokaklara hakim olmak için polisin daha fazla görünür kılınması gerektiğini, sokak çocuklarını ‘ıslah etmek’ gerektiğini söylemektedir. Ayrıca, Ümraniye semtinin zenginleşince nasıl da değiştiğini sözlerine eklemiştir. Kısacası, kapitalist devlet şiddetinin varlığını, gerek özel güvenlikçilerin her yerde olmaları yoluyla gerek polisin sayısının artırılmasıyla, görünür kılmayı amaçlıyor. Devletin ideali ‘topluluk özdenetimini’ Türkiye’de gündelik hayata işlemek gibi gözükmektedir. Toplumsal tabanda da bu süreç kendini şu örneklerde olduğu gibi hızla göstermektedir:
Milli Eğitim Bakanlığı, okul aile birliklerinin valiliklere başvurarak okullarda özel güvenlik istihdam edilmesini talep etmesi üzerine, okullarda özel güvenlik hizmeti alınmasına onay vermiştir. ‘MEB’e bağlı eğitim ve öğretim kurumları bünyesindeki okul aile birliklerince özel güvenlik hizmeti alınması için bakanlık görüşüne gerek olmadığı’ bildirilmiştir 19 .
Trabzon Valisi, Çarşı Mahallesi esnafının talebi üzerine, mahallenin güvenliğinin özel güvenlik tarafından sağlanmasına onay vermiştir 20 . Elbette, tüm masraf esnaf tarafından karşılanacaktır.
Elbette bu sadece toplumsal tabana özel bir durum değil:
Temmuz 2007’de, TCDD, Elazığ-Tatvan arasında sefer yapan trenlerin korunması için özel güvenlik ihalesine çıkmıştır 21 . Bunun siyasi bir karar olmadığını söylemek mümkün değil. Bu açıdan bu haberin kendisi dahi, Türkiye’nin resmi ulusal güvenlik stratejisinde özel güvenliğin rolünün ne denli arttığının altını çizmektedir.
Özel güvenlik sektörünün devletle olan içli-dışlı ilişkilerine yakın dönem bir örnek de, Özel Güvenlik Dergisi’nin düzenlediği gecede, ‘yılın adamı’ olarak ödüllendirilen kişinin, TOBB Özel Güvenlik Sektörü Meclis Başkanı ve o dönemin AKP Ankara milletvekili adayı Hasan Gazi Öner olmasıdır 22 . Türkiye’de genel olarak özelleştirmeler ve güvenliğin özelleştirilmesi ile ilgili olarak en büyük dönemecin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı döneminde alınmış olduğu düşünülürse, bu şaşırtıcı bir durum değildir.
Özel güvenlikle kamu polisi arasında çatışmalar, sürtüşmeler olmaktadır ancak bu sürtüşmelerden yola çıkılarak, kamu ile özel arasında özel bir gerginlik olduğu, kamunun özelle bir kavgaya tutuştuğu fikrine varamayız. Zira daha önce de dediğimiz gibi, özel güvenliğin bizzat kendisi, kamusaldır, kamudur. Nitekim, özel güvenlik için Türkiye’de Emniyet Müdürlüğüne Bağlı bir kurumlaşma yolunda hızlı adımlar atılmaktadır.
Bu meyanda, atlamamamız gereken önemli bir nokta da Türkiye’de ordunun özel güvenliğe bakış açısıdır.
Ordu özel güvenlik konusunda ciddi herhangi bir rahatsızlığa sahip değildir. Öncelikli olarak, özel güvenlik şirketleri çoğu yerde ordudan emekli subaylar tarafından kurulmuştur 23 . Bunun da ötesinde, 27 Haziran 2007’de Genelkurmay tarafından yapılan açıklamanın da gösterdiği üzere, geleneksel zor sahipleri ile özel güvenlik arasında ‘ciddi’ adledilebilecek bir gerilim yoktur. Aslında, bu açıklamayla beraber, Türkiye’de ordunun tek rahatsızlık duyduğu noktanın özel güvenlik şirketlerince ‘kullanılan isimler’ olduğu düşünülürse 24 , dile getirdiğimiz bu argüman daha da anlamlı hale geliyor. Daha da önemlisi, ordunun profesyonelleşmesiyle birlikte özel güvenlik şirketlerinin orduya paralı asker konusunda taşeronluk yapacağını söylemek de çok zor değil.
Devletle özel güvenlik ilişkisine dair üzerine düşünülmesi gereken bir başka konuyu da yine 2007 senesi içinde, devletin kendini hukuki süreçlerde özel güvenliğin karıştığı olayların dışında kalabilmek için bu şirketlerden talep ettiği ‘tabela’ değişiklikleri oluşturuyor. Bu talep doğrultusunca, kanuna uygun olarak kurulmuş olsalar dahi özel güvenlik şirketleri hiçbir resmi sıfatı (örnek olarak İçişleri Bakanlığı’nın amblemi) kullanamayacaklar 25 . Devletin neo-liberal ideoloji doğrultusunda yapageldiği bu depolitizasyon uğraşları, özel güvenlik konusunda çok şekilsel çabalar olarak ortaya çıkıyorlar. Bu şekilcilik, özünde toplumsal tepkileri çok hafife almaktan kaynaklanıyor. Zira, emekçi sınıfların özel güvenlik karşıtı mücadele vermeyeceği önkabulüne yaslanarak, devlet özel güvenlik konusunda, diğer sosyal politika alanlarında yaptığı gibi çok karmaşık depolitizasyon politikalarına ihtiyaç duymuyor. Bizce, devlet bu alanda bir meşruiyet kaybı yaşamamaktadır. Yine tekrar edecek olursak, weberci genel kanı yanlış bir kanıdır.
Özel güvenlik devlet ilişkisinin bu içiçe geçmiş halleri, 2004 yılında çıkmış olan Özel Güvenlik Hizmetlerine dair kanunla da resmi bir boyut kazanmıştır. Bu yeni kanuna göre, daha önce devlette çalışan bir güvenlik görevlisi olmanız, özel güvenlik şirketlerinde çalışmanız için size öncelik ve avantaj sağlıyor. Ayrıca, özel güvenlik sektörünün gelişmesi için, kimi yazarlar, Polis Akademisinin bu şirketlere, ‘güvenlik hizmeti pazarlayarak ve personelin eğitimini yaparak bu işte önderlik’ 26 yapması gerektiğini önermektedir. Aslınca, bu sayede amaç sektörün profesyonelleşmesini ve teknokratlaşmasını sağlamaktır. Böylece, daha önce de belirtildiği üzere, özel güvenlik neo-liberal ideolojiye göre biçilmeye çalışılmaktadır. Bu tarz bir profesyonelleşmeyle amaçlanan bir diğer şey ise zor sahiplerinin ülke içi krizlerde halkın siyasal tercihlerine mümkün olduğunca yabancılaşması ve toplumsal hareketlerle karşı karşıya gelişlerde halkla herhangi bir ‘yakınlık’ kurmamasıdır. Bu hepimize, devşirme askerliği hatırlatıyor olsa gerek. Devletlerin kendilerini olası toplumsal hareketlerden korumak için halka yabancı askerlerden oluşan mangalar kurması tarihte pek sık rastlanan bir durumdur.
Diğer yandan Türkiye’de ‘liberalizm’ de bu yeni güvenlik anlayışına göre şekilden şekile sokulmaktadır. Zira bir yandan, liberalizmin ideologları, Türkiye’de siyasette ‘zor sahiplerinin’ rolünü azaltmaya çalışmakta, öte yandan kaçınılmaz olarak ise yeni ‘zor sahipleri’ yaratmaktadır. Örnek verecek olursak, Serdar Kandemir, TESEV tarafından düzenlenen bir toplantıdaki ‘özel güvenlik’ başlıklı konuşmasında: ‘Silahlı kuvvetlerin işin dışında bırakılması çok ciddi bir artıdır benim açımdan. Jandarma, Genel Kolluğa girdiği için onu devre dışı bırakmış durumdayız…’ demektedir. Özel güvenliğin kendisi halk tarafından sahiplenilmesi gereken bir mesele olarak kodlanmakta ve demokratikleşmenin ancak böyle gerçekleşeceği söylenmektedir. Kısacası, şiddet içselleştirilmeli, toplumsal değerler bu yeni güvenlik anlayışı doğrultusunda şekillendirilmelidir. Burada, Anna Leander’in 27 de dediği üzere, özel güvenlik şirketlerini siyasi ve sosyal açıdan düzenleme ve denetleme çabaları tersine işlemektedir. Henüz Türkiye’de bu denli derinleşmemiş de olsa, ‘özel güvenlik toplumun şiddet ve güvenlik algısının oluşmasında belirleyicidir. Tam da özel güvenlik şirketleri, güvensizlik durumunu yaratmaktadırlar. Güvensizlik hissini pekiştirmekte ve yaymaktadırlar’.
Türkiyeli özel güvenlik ideolojisi
Özel güvenlik anlayışının Türkiye’de henüz toplum tarafından yeterince içselleştirilmemiş olması, kimileri tarafından güvenlik kültürü eksikliği olarak tanımlanmaktadır. Kısacası, güvenlik ihtiyacı henüz yeterince metalaşmamıştır. Oysa, bu sektörün önderlerine göre ‘güvenlikten tasarruf etmek en pahalı tasarruftur’28 . Burada güvenlik ‘sihirli’ bir sözcük olarak kullanılmakta, toplumda oluşabilecek her türlü eşitlikçi, özgürlükçü değerin yerini almaktadır. Kısacası, güvenlik içi boş bir kavram haline getirilmiştir. Özel güvenlik korku ideolojisinin topluma yedirilmesinin en önemli aracı olmaktadır ve olmaya devam edecektir.
Bu süreç, neoliberalizmin kendine has, kendi mantığını yeniden üretecek disiplin mekanizmaları yaratmasının bir parçasıdır. Neoliberalizm disiplin anlayışı, insanların neoliberal ideoloji ile nasıl koşullandığını, bu ideolojiye uygun araçlarla nasıl kontrol edildiklerini, kısacası nasıl ‘hizaya’ getirildiklerini anlatmaktadır. Bu bağlamda, şiddet de normalleştirilmekte, bir tüketim malı haline getirilmekte ve pazarlanmaktadır.
Özel güvenlik bir yanıyla Türkiye’de gittikçe muhafazakarlaşan toplumsal dokuyla da çok başarılı bir dirsek temasına sahiptir. Vehameti tartışmasız linç pratiklerinin (ki buna farklı etnik grupların birbirlerini mekansal olarak dışlaması örnekleri de verilebilir) yanı sıra, kimin nerede hangi kıyafetle nasıl gezeceğine ahali tarafından getirilen kısıtlama ve baskı uygulamaları, belki de gülerek geçtiğimiz “Burada şortla gezmek yasaktır” tabelaları aslında bu toplumda yeni olmamakla beraber, kurumsallaşmaktadır. Sorarsanız bu “topluluk özdenetimi” değil de nedir? Bütün, elbette bu parçalı örneklerin toplamından çok daha büyüktür. Bütün algısı olmadan, özel güvenlik üzerine tartışmak işi iyi “yönetişim” kötü “yönetişim” tartışmalarına vardırır.
Toplumsal dokudaki çürümeler, erimeler türlü çeşittedir. Bunun en yakın ve yakıcı örneklerinden birisi, Türkiye’de artan linç vakalarında, bir arada yaşayamama pratiklerinde (ör. Fındık işçilerinin Ordu’da camiye alınmaması, içki yasakları, sigara içenlerin ramazan ayında dövülmesi gibi) kendini göstermektedir. Diğer bir deyişle, öz-koruma yöntemleri, ki bunlar türlü ideolojilerle de çevrelenmektedir (milliyetçilik, muhafazakarlık gibi), bu yöntemlerin sessiz kabulü ve yayılması, ve hatta kimi yerlerde ‘devletin’ uzantısı olarak çalışması, özel güvenlik ideolojisiyle çokça örtüşmektedir. Bu ikisi birbirini tetiklemeyebilirler, ancak aynı kaynaktan beslenmektedirler. Herkesin olanca kuvvetiyle kendi kümesini koruması. Zenginlerin çitli duvarları, orta sınıfların alışveriş merkezleri, camiye kimlerin alınıp kimlerin alınmayacağı sorusu, siyasi parti toplantılarının basılması ve insanların linç edilmeye çalışılması (Burası Adapazarı, burada böyle toplantılar yapılamaz anlayışı…) Kısacası, bir tür ‘çarpık’ yerelleşme ve öz-yönetim meselesi güvenlik adı altında genişlemektedir. Her horoz kendi çöplüğünden sorumludur anlayışı ile neoliberal ideoloji güvenlik alanına yeni getirilerde bulunmakta, bu tarz ‘öz-güvenlik’ çabalarını meşru kılmaktadır. Kısacası, bugün toplum nezdinde kendi güvenliğini sağlamak meşru müdafa olarak görülmektedir ve bu nerede neyle gezilebileceğini, gölde şortla gezilip gezilemeyeceği meselelerini de kapsamaktadır.
Türkiye’de devlet bu süreçte aktif rol alıyor. Özellikle de, ‘sosyal kontrol’ konusunda elinden geleni yapıyor. Büyük şehirlere yerleştirilen MOBESE’ler, üniversitelerde akıllı kart uygulamalarını hatırlayalım… 29 Bu meyanda, bu yazının sınırlarını aşan, ancak özel güvenlik konusu üzerine kafa yorarken atlanmaması gereken bir husus da polislik uygulamalarının yeniden yapılandırılması sürecidir. Türkiye’de bir süredir, Toplum Destekli Polislik mevhumunun yerleşikleştiğini, polislerin “halkla ilişkiler” anlayışının ötesinde, halkı polislik pratiklerine fiilen ve de kanunen dahil edebilme yollarını yaratmaya başladığını biliyoruz. Bu uygulamalara göre, yerellerde imamından, bakkalına, muhtarından esnafa herkesin dahil olduğu, dahil olmanın ötesinde polislik failleri olarak atandıkları bir süreç arzulanmaktadır.
Taşeronlaştırma ve buna bağlı olarak ilerleyen esnek üretim koşulları da özel güvenlik sektörünün diğer hizaya getirici özelliklerindendir. Özel güvenlik şirketlerinin çalışan profilini tahmin etmek çok da zor değil: Büyük şehirlerde işsizlikle mücadele eden ve çareyi sektörde hayatları pahasına ama asgari ücrete razı gelerek idame ettirmeye çalışan göçmen gençler. Hal böyle olunca, özel güvenlik Türkiye’de işçi sınıfını bölmenin bir diğer yolu haline geliyor. Özel güvenlik sektöründe son dönemde istihdam edilenlerin sayısının yaklaşık 350 bin olduğu düşünülünce bu iddiamız sanırım çok zorlama bir tespit olmayacaktır. Özel güvenlikçilerin neyi korudukları ya da neyin güvenliğini sağladıkları sorusu da aslında oldukça önemli bir soru zira, şimdiye kadar güvenlikçi olmak en azından ulus-devlet tarihinin ezici uzun süreleri açısından, vatanı, toprağı korumak anlamına gelmiştir. Burada silah kullanmanın, zor kullanmanın, şiddete başvurmanın her daim kutsallaştırıcı meşru öğeleri olmuştur. Fakat, bugün özel güvenlikçiler için aynı kutsallaştırma mekanizmaları ne derece işe yaramaktadır. Aslında, özel güvenlikçilerin öncelikli olarak ‘zenginleri’, ya da ‘zengin binaları’ koruması ne anlama gelmektedir? Tehlikenin kimliği flu olmakla beraber, Türkiye’de yüksek kademe bürokrasi dahil olmak üzere, burjuvazi, ya da burjuva ‘ahlakı’ özel güvenliği yeni bir korunma aracı olarak görmektedir. Eşitsizliklerin derinleştiği yerlerde bunlar aslında ‘zengin’ sınıfların refleksif’ tepkileridir. Tehlikenin tanımlı olması gerekmez, tehlike ayakta kalamayan her insandır. Piyasalaşamayan her şeyin potansiyel tehlike olması nedeniyle, zenginler kendi tedbirlerin almak zorundadır, zira devletin de tüm unsurları henüz ‘piyasalaşamamış’, yeterince ‘piyasa’ ilkeleri üzerinde yeniden kurulamamıştır. Devlet piyasa ilkeleri uyarınca yeniden kurulamadığı ölçüde, güvenlik tedbirleri devlete bırakılamayacak kadar risklidir. Kendi güvvenliğini piyasa yoluyla sağlamak bu anlamda daha tedbirli bir yöntem olarak gözükmektedir. Özel güvenlikçilerin alt-sınıflardan geliyor olmalarının bu süreçte nereye oturduğu üzerine de düşünmek gerekiyor. Evet, bu da bir tür ‘yabancılaşma’ meselesi olarak düşünülebilir. Patrona karşı gelmeyen bir işçiyle, zengini koruyan bir özel güvenlikçi aynı üretim sürecinin parçası olmamakla beraber benzer yabancılaşma mekanizmalarına tabidir. Bu aslında, güvenlikçinin o güne kadar maruz kaldığı simgesel şiddetin bir sublimasyonu olarak da tanımalanabilir. Görev tanımı, yetki ve sorumlulukları gereği özel güvenlikçilerin korudukları kişi ya da binaya hakim olmaları, “çöplüklerini” herkesten daha iyi tanıyor olmaları, önceden yanlarına yaklaşamıyorken şimdi gizli sahipleri haline gelmeleri bu yabancılaşma sürecini anlamaya yardımcı olabilir. Bir alışveriş merkezinde küçük bir kız çocuğunu hırsızlık yaptığı gerekçesiyle odaya kapatıp dövmek, kendi hakimiyetini kurmuş olmanın göstergelerinden biri değildir de nedir?
Bitirirken: Yeni Osmanlıcılık
Yukarıdaki iddiaların bir çoğu, Althusser’in “betimleyici kuram” olarak adlandırdığı, henüz tam olarak işlenmemiş, bir bütün bağlamında yeniden okunmamış ham bilgiler içeriyor. Bu betimleyiciliğin ötesine geçmenin yollarını ararken, yine bir diğer “betimleyici kuram”la yollarımız çakışıyor: Yeni Osmanlıcılık.
Yeni Osmanlıcılık, ağırlıklı olarak dış siyaset dinamikleri üzerinden algılanmakla beraber, meselenin içselliği henüz yeterince detaylandırılmamıştır. Özel güvenlik ideolojisinin, Yeni Osmanlıcılığın içsel dinamiklerinden birisini oluşturduğunu iddia edebiliriz. Aslında, Osmanlı’nın toplumsal denetim süreçlerine göz attığımızda, mahallenin ve de mahallenin “kendi kendini yönetiminin” toplumsal formasyonun olmazsa olmaz bir parçası olduğunu görüyoruz. Sosyal denetim mekanizmalarının Türkiye’de tamamen merkezileştiğinden hiçbir tarih için söz edilemeyebilir ancak, bu denetim mekanizmalarının bugün aldığı biçimin “müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” mantalitesinin yeniden ve daha donanımlı (özel güvenlik burada devreye giriyor) bir biçimde üretilmesi olması üzerine düşünmek gerekiyor.
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte kamusal olanla özel olanın anlamları hızla değişiyor. Osmanlı’da özel ve kamu ayrımı daha muğlak iken (özel lehine), Cumhuriyet döneminde bu ayrım daha keskinleşiyor. Bugün ise, bu ayrımın yeniden muğlaklaştığını (kamu aleyhine) görüyoruz. Bu ayrımın kendisinin kapitalist üretim biçiminin bir ürünü olduğunu başta söylemiştik. Bugünkü muğlaklaşma ile, Türkiye’de kapitalist üretim süreçlerinde yeni bir aşamaya geçildiğini söyleyebilir miyiz? Buradan sadece fordizm, post-fordizm ve son zamanlarda ortaya dökülen tüm vahşiliğiyle esnek üretim/istihdam gibi tartışmaları amaçlamıyoruz elbette. Çıkması gereken sonucun daha çok bir rejim değişikliği meselesi tartışması olacağı açık.
Son olarak, konumuza dönecek olursak, topluluk özdenetimi denilen meselenin, bir önceki paragrafta değinilen tarzda bir mahallelicilikle örtüşen birçok yanı olduğu görüyoruz. Elbette, bu ayrı bir çalışmanın konusu. Ama bizi, betimleyici olmaktan çıkaran bir yol olabilir: Kapitalizmin, kapitalist üretim süreçlerinin bire bir ürünü olmayan toplumsal mekanizmaları nasıl kuşattığı ve kendi lehine yüklediği, bu bağlamda burjuva devrimlerinin geriye düşmeye mahkum oluşu konusu… Yeni Osmanlıcılığın bir eğretileme olmaktan öteye geçmesi için, mutlaka daha fazla betimleyici kuram ama hala çok miktarda teorik akıl gerekiyor…
Dipnotlar ve Kaynak
- Temelkuran, Ece, ‘Öteki Şehrin İnsanları’ , Milliyet Gazetesi 6-10 Mart 2007. Temelkuran şöyle anlatıyor ‘Gazetecilere, “polisin bile giremediği” diye başlayan ve nihayet gaz bombalarının patlamasına yol açan manşetlere, sonra Küçükarmutlu’nun Etiler’e yakınlığından yola çıkılarak yapılan “Küçükarmutlu Soho gibi” diye başlayan, burnunun dibindeki mahalleleri New York üzerinden geçerek anlatan haberlere, gazetecilere, buraya gelmeden burası üzerine pervasız konuşanlara… Bütün birikmiş azarlar benim üzerimden geçiyor elbette. Ama sonra Güldalı yeni pişmiş yaprak sarması veriyor, ekşili. Öyle bir kızgınlık onunkisi, pek şefkatli. Muammer Bey ise nereden baksan gazeteci olduğum için hep temkinli. “Buraya yaşamaya gelenler arasında bir seçim yapılıyor mu?” diye sorunca, “Ben biliyorum senin neyi sorduğunu” diyor. Sonra anlatıyor: “Tabii buradaki dokuyu bozmayacak insanlar olmalı. Dokuyu bozacak adamı niye alalım aramıza!” Sonra güvenliğin giderek azaldığından söz ediyorlar, hırsızlığın çoğaldığından ve bu meselenin polisin pek ilgisini çekmediğinden. Kurdukları “halk mahkemesinden”… “Suç üstü yapılınca ortaya çıkardık hırsızı. Zaten kendisi de tek tek girdiği evleri itiraf etti. İfşa ettik herkesin ortasında.” “Ceza” neydi peki? Muammer Bey bu haberin kötü niyetli bir kalem tarafından nasıl yazılabileceğini (Küçükarmutlu’da halk ordusu! Varoşta infaz mangaları! vesaire) çok iyi bildiğinden söylemek istemiyor önce. Sonra: “Gönderdik işte mahalleden. Bir süreliğine tabii.”
- ‘Emekli ajanlar şirketi’, 04.07.2006, Akşam ve ‘Kapısına Kilit’, 09.30.2007, Sabah. Şirket Emniyetin hazırladığı bir raporun sonucunda Ekim 2007 itibariyle kapatılmış bulunuyor.
- ‘Doğan Görünümlü Kara Şahin’, 03.07.2006, Sabah.
- ‘Doğan Görünümlü Kara Şahin (2)’, 04.07.2006, Sabah.
- Bkz TESEV Almanağı Türkiye 2005, ‘Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim’.
- Bkz. www.sol.org.tr, 28.06.2007.
- oh, Elizabeth (2006), ‘The Forgotten Threat: Private Policing and the State’, Indiana Journal of Global Legal Studies, vol.35.
- Joh, E. (2006).
- Joh, E. (2006).
- Joh, E. (2006.)
- South , N. (1994), ‘Privatizing Policing in the European Market: Some Issues for Theory, Policy and Research’, European Sociological Review, Vol. 10, No.3.
- Kandemir, Serkan (2005), ‘Türkiye’de Özel Güvenlik Sektörü’, www.tesev.og.tr.
- Kandemir, S. (2005).
- Kandemir, S. (2005).
- www.memurlar.net, 07.06.2007
- “Üniversitede Özel Güvenlik Terörü: Osmangazi Üniversitesi’nde, kantin zamlarının geri alınması talebiyle bildiri dağıtan Fırat Yeğen ve Hüseyin Büçgün adlı iki öğrenci, özel güvenlik görevlileri tarafından elleri kelepçelenerek, coplarla dövüldü” 13/12/2003, Evrensel.
- Karaman, 2004:130
- Bkz. TESEV 2005 Güvenlik Almanağı.
- Milliyet 06.08.2006, ‘Okullarda özel güvenliğe yeşil ışık’.
- Milliyet,10.07.2005, ‘Mahalleli validen özel güvenlik istedi’.
- 4.06.2007, ‘Tcdd, Doğu’daki Tren Güvenliği için 61 Özel Güvenlik Görevlisi Alacak’.
- www.medyatava.com, 22.06.2007, ‘Başbakan’ın Bindiği ve Balyozla Kırılan Arabanın Camını Üreten Firmaya Ödül Geldi’.
- ‘Oktay Yıldırım’ın güvenlik müdürü olarak çalıştığı Reina’yı koruyan, emekli paşalar Baha Tüzüner ve Atilla Kurtaran’ın sahibi olduğu güvenlik şirketi İstanbul Güvenlik, ünlü siyasetçi, gazeteci ve sanatçıların oturduğu Beykoz Konakları’nın güvenliğini de sağlıyor. İstanbul Güvenlik ayrıca, Crystal Ortaköy, Jass Lounge, Bebek Diamond, Ekşioğlu Sadabad Park Evleri’nin de aralarında bulunduğu 25 ayrı yerin korumalığını yapıyor. Yine bazı stadyumlarla büyük holdinglerin de aralarında bulunduğu çok sayıda şirketin güvenlikleri, emekli generaller, MİT mensupları, Emniyet Müdürleri, subay ve astsubaylar tarafından korunuyor. Örneğin bu şirketlerin başında Acarlar Sitesi’nin yıkılmasıyla gündeme gelen emekli Korgeneral Köksal Karabay’ın baba İsmet Acar’la birlikte kurduğu ‘Acarlar Özel Güvenlik Şirketi’, Acarlar Holding’i koruyor.Yine emekli generallerden Çevik Bir, eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’la birlikte ‘Pegasus Güvenlik Eğitim Merkezi’ni kurdu. Daha sonra Çevik Bir, bu güvenlik şirketinin ortaklığından ayrıldı’. ‘Özel Güvenlik paşadan sorulur’, www.yenişafak.com, 17.06.2007.
- www.haber10.com, 06.03.2007.
- www.memurlar.net, 15.10.2004.
- Karaman, Özcan (2004), ‘Türkiye ve çağdaş ülkelerde özel güvenlik şirketlerinin sayısının artışının değerlerdirilmesi’, 1. Ulusal Güvenlik Sempozyumu, Kocaeli.
- Lenader, Anna (2006), ‘Regulating the Role of PMCs in Shaping Security and Politics’, Working Paper no.84, www.staff.ikl/ale. Ayrıca, Leander, Anna (2007), ‘Re-Configuring Security Practices: The Power of the Private Security Business’, Working Paper no 88, www.staff.ikl/ale.
- Mehmet Çağrı Sebzeci tarafından, Türkiye’nin ilk güvenlik sektörünü kuran Metin Hacımustafaoğlu ile söyleşi, 24 Aralık 2006, Türkiye Gazetesi.
- Haziran 2007 tarihli yeni polis yasasını da bu resme ekleyince tablo daha da belirginleşiyor. “Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair” yasa, polise şüphelendiği herkesi ihtarda bulunmaksızın durdurup arama, ne zaman ne kadar şiddet uygulayacağına kendisi karar verme, kişileri gözaltı işlemi yapılmaksızın istediği kadar alıkoyabilme, hemen herkesin parmak izini alıp fotoğrafını çekme yetkisi getiriyor. www.sol.org.tr, 26.06.2007.