- Bölüm
EMPERYALİZM,
BÖLGESEL DİNAMİKLER VE
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
- SON BİR YILIN DEĞERLENDİRMESİ VE MEVCUT DURUM
A) Dünya değerlendirmesi ve emperyalizm
- Emperyalist sistemde kriz dinamikleri devam etmiştir.
Emperyalistsistemin kriz dinamikleri geçtiğimiz bir yıl boyunca devam etmiştir. Farklı düzlemlerde devam eden bu dinamiklerin yarattığı sıkışma da yine son bir yıl boyunca farklı alanlarda değişik boyutlarda sonuçlar üretmiştir.
Geçtiğimiz yıllarda emperyalist merkezlerde ortaya çıkan ekonomik krizin etkileri bugün sistemin genelinde farklı alanlarda devam etmektedir. Yatırım ve verimlilik artışındaki sınırlılık, kâr oranlarındaki sıkışma, sistemin genelinde büyüme ve istihdam yaratma kapasitesini sınırlandırmaya devam etmektedir. Bu sınırlar, uygulanan para politikalarıyla da birleşince, ekonomide spekülasyonların kapladığı büyük alan varlığını korumayı sürdürmektedir. Bu durumun bir diğer sonucu ise kapitalist sistemin yine kendi yarattığı işsizlik ve yoksulluk eğilimini tersine çevirecek bir süreci başlatamamasıdır.
Geçtiğimiz yıl boyunca krizin daha fazla öne çıkmaya başlayan bir yönü ise eşitsiz dağılımı olmuştur. Farklı kapitalist ekonomiler arasında krizin etkileri geçmiş yıllarda da eşitsizlik gösterirken, son bir yılda bu eşitsizlikte büyük bir artış gerçekleşmiştir. Bu bağlamda sistemin bütünündeki kriz dinamiklerine rağmen, emperyalist hiyerarşinin üst basamaklarındaki ekonomilerin en azından ekonomik göstergelerindeki iyiye gidiş artarak devam etmiş, bunun karşısında, alt basamaklardaki ekonomilerde kötüye gidiş de artarak sürmüştür.
ABD’nin dünya hegemonyasında bir süredir yaşamakta olduğu sıkışma da geçtiğimiz bir yıl boyunca sürmüştür. Emperyalist sistem içindeki siyasi ve ekonomik gerilimler ve rekabet bu süre boyunca devam etmiş, sonuçları ise farklı şekillerde görülmüştür. Diğer yandan emperyalist devletlerin müdahalelerine yönelik hem sistem içi, hem de sistem karşıtı direnç farklı coğrafyalarda devam etmiş ve artış eğilimi göstermiştir.
Sonuç olarak, farklı düzlemlerde devam etmekte olan bu kriz dinamikleri işçi sınıfı için bir yandan savaşlar, yoksulluk ve açlık yoluyla yıkım potansiyeli barındırmakta, diğer yandan işçi sınıfının kurtuluşu için komünist hareketin müdahale edebileceği alanı genişletmektedir. Komünist hareketin gerçekleştireceği bu müdahale, kapitalizmin getirdiği yıkımın önlenmesi ve sosyalizm mücadelesinin güçlendirilmesi için tek gerçekçi yoldur. Özetle, dünyanın her yerinde kapitalizmin getirdiği yıkım karşısında komünist hareket, işçi sınıfı ve insanlığın biricik kurtuluşunun hâlen tek temsilcisidir.
- Emperyalist sistem içinde aynı zamanda krize karşı dinamikler de ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
Geçtiğimiz bir yıl, emperyalist hiyerarşinin üst basamaklarındaki devletlerin yaşanmakta olan çok boyutlu krize karşı attığı bir dizi adıma tanıklık edilmiştir. Kriz dinamiklerinin varlığını sürdürdüğü bu süre boyunca, emperyalist devletler giderek artan bir şekilde bu kriz dinamiklerine karşı gözle görülür çareler aramıştır. Bu arayışın sonucunda, kökleri daha önceye dayanan “kriz çözücü” adımlar hız kazanmış, kısmi sonuçlar elde edilmeye, başka bir ifadeyle, sistem içinden kriz karşıtı dinamikler çıkmaya başlamıştır.
Bu dinamikler söz konusu olduğunda, emperyalizmin ekonomik ve siyasi yönelimleri arasındaki ilişki özellikle önem kazanmaktadır. Emperyalist devletler bu nesnel kriz dinamiklerine karşı siyasi ve ekonomik adımlar atmaya başlamış, bu iki düzlem arasında her zaman doğrusal bir ilişki olmamıştır. Bunun en açık örneği Çin ile yaşanan ilişkilerde görülebilmektedir. Çin ile yüksek düzeyde ekonomik ilişkisi bulunan ABD, siyasi alanda giderek daha fazla karşı karşıya gelmektedir.
Bu iki düzlem arasındaki doğrusal olmayan duruma rağmen, partimiz burada bütünlüklü bir bakış açısına sahip olmak zorundadır. Bu bağlamda ekonomik dinamikleri ihmal eden “siyasetçiler” ile tek başına ekonomik değerleri veri alan ekonomist yaklaşımlar aynı kapıya çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle, emperyalist devletlerin öznel siyasi müdahalelerine alan bulunduğu hesaba katılacak, ancak bu alanın emperyalist devletlerin içindeki, kendi aralarındaki ve müdahale edilen bölgedeki ekonomik dinamikler tarafından sınırlandırıldığı/şekillendirildiği/koşullandırıldığı bütün değerlendirmeler de hesaba katılacaktır.
Bu değerlendirmeler ışığında, emperyalist sistem içindeki kriz karşıtı dinamiklerin geçtiğimiz dönemde dünya komünist hareketinin müdahale alanını daraltmadığı ve ilk maddede ifade edilen müdahale imkânlarının son bir yıl boyunca varlığını sürdürdüğü görülmüştür. Komünist hareket, üzerine düşen görevleri yapabilmek ve gerekli müdahaleleri gerçekleştirebilmek için, güçlenmekte olan bu kriz karşıtı dinamikleri daha fazla hesaba katmak zorundadır.
Emperyalist devletlerin krize karşı çare olarak atmaya başladığı adımlar şu ana başlıklarda toplanmaktadır:
- Sistem içi rakiplere yönelik karşı müdahaleler yoğunlaşmıştır.
ABD’nin başını çektiği emperyalist sistem, yaşadığı kriz karşısında sistemle entegrasyonda sorunları bulunan Rusya ve Çin’e karşı son bir yılda artan düzeyde siyasi, ekonomik ve askeri adımlar atmıştır. Emperyalist devletler bu adımlar sayesinde bir yandan sistemin yaşadığı sıkışma karşısında farklı siyasi arayışların önünü kesmek istemiş, bir yandan da potansiyel sistem içi rakiplerin kriz döneminde çıkış yapmasını erkenden önlemeyi amaçlamıştır. Bu adımlar, son bir yıl içinde farklı coğrafyalarda devam eden ve yeni ortaya çıkan kriz ve çatışmaların hemen hepsinde ağırlığı artan bir parametre olmuştur.
Bu kapsamda ABD, Rusya ve Çin’e karşı sırasıyla Doğu Avrupa ve Pasifik’teki askeri varlığını son bir yıl içinde artırmayı sürdürmüştür.
- Merkezdeki ekonomiler daha fazla korunmaya başlamıştır.
Sistemin genelinde etkileri devam eden ekonomik krize karşı emperyalist ülkelerin sermaye sınıflarının giderek daha fazla almaya başladığı bir önlem de, hiyerarşinin en üst basamağındaki ekonomilerin güvenceye alınması olmuştur. Bu bağlamda ABD, İngiltere ve Almanya ekonomileri, temel ekonomik göstergeler düzeyinde düzelme eğilimini artırarak sürdürmektedir. Bu göstergelere rağmen, düzelmenin yapısal olmadığı, geçici olduğu ve kriz dinamiklerinin bu ekonomilerde de varlığını sürdürmekte olduğuna dair işaretler bulunmaktadır. Bunun karşısında ise Yunanistan’dan ibaret olmayan örneklerde, sistemin daha alt basamaklarında krizin etkilerinin yine eşitsiz bir şekilde dağıldığı, İtalya gibi örneklerde ise düşük büyüme oranlarının sürdüğü görülmektedir.
- Düşman tanımı daraltılmış ve ittifak politikası yenilenmiştir.
Emperyalist devletlerin geçmişte birden fazla cephede aynı anda savaşması ve çok fazla düşman kazanması, sistem üzerindeki basıncı yüksek düzeylere çıkarmıştır. ABD bu nedenle, geçmişte işaretleri verilen bir politikayı bu yıl daha fazla uygulamaya başlamış, düşman tanımını daraltmaya ve yeni ittifaklar edinmeye yönelmiştir. Bu bağlamda, İran ile nükleer müzakerelerinde sonuç alma noktasına gelinmesi, Küba ile ilişkilerin “normalleştirilmesi” gibi adımlar büyük önem taşımaktadır. Bu iki örnekteki devletlerin en yakın müttefikleri olan Venezuela ve Suriye’ye yönelik düşmanlığın eş zamanlı olarak artırılması ise, ABD’nin kendisine karşı yeni ittifak oluşumlarını engellemeye çalıştığını ve asimetrik bir diplomasi yürütmekte olduğunu göstermektedir.
- Emperyalist örgütlerin kurumsal genişlemesi yavaşlayarak somut/tekil durumlara odaklanmıştır.
Emperyalist devletlerin karşılaştığı direncin büyüklüğünün bir nedeni, geçmiş yıllardaki orantısız ve aşırı genişleme eğilimi olmuştur. Emperyalist devletler bu nedenle, kurumlarının genişleme sürecini büyük oranda yavaşlatmış veya somut örneklerle sınırlandırmıştır. Bu bağlamda, AB’nin genişleme sürecinin yavaşladığı ve sınırlarına yaklaştığı görülmüştür. NATO ise birinci maddede belirtilen, Rusya’ya karşı hamleler konusunda somut ve tekil genişleme adımları atmayı sürdürmektedir. Bu kurumsal genişlemenin büyük oranda durması, emperyalizmin sömürü, savaş yanlısı, gerici, milliyetçi ve mezhep düşmanlıklarını körükleyen niteliklerinde bir azalmaya neden olmamaktadır. Aksine, AB’nin emekçi düşmanı, NATO’nun militarist yönü son bir yılda özellikle Doğu Avrupa’da daha gözle görülür hale gelmiştir.Kurumsal genişlemenin durmasının bir nedeni de yarattığı ek maliyetlerden kurtulma çabası olmuştur.
- Zayıf halkalarda faşist ve reformist partilerin teşvik edilmesi eğilimi güçlenmiştir.
Zayıf halka ve zayıf halka adayı ülkeleri sisteme bağlayan ekonomik ve politik bağlarda yaşanan aşınma ve merkez partilerin yaşadığı çöküş, bu ülkelerde siyasal alanda kutuplaşmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Krize karşı oluşan emekçi tepkisini dindirmek için özellikle Alman emperyalizminin tercih ettiği yol, bir yandan tepkinin düzen içi kanallarda temsil edilmesinin teşvik edilmesi, diğer yandan da şiddet yoluyla tehdit altında tutulması olmuştur. Geleneksel havuç-sopa politikasının günümüzdeki güncel hali olan bu yöntem, emperyalistlerin yoktan var ettiği bir durum değil mevcut nesnelliğe müdahalesidir. Bu müdahale, bir yandan sistemden olası kopuşları engellemek, bir yandan da kopuş gerçekleşmesi durumunda, bunun sistem içi rakiplere veya sosyalist harekete alan açmamasını sağlamak gibi kimi hedeflere sahiptir.
- Kriz dinamikleri Rusya-Çin yakınlaşmasının önünü açmıştır.
ABD’nin potansiyel sistem içi rakipler olarak Rusya ve Çin’e karşı tutumunda son bir yılda önemli adımlar atması, bu iki devletin her alanda işbirliği ve yakınlaşma eğilimini yine son bir yıl içinde artırmıştır. Şangay İşbirliği Örgütü henüz NATO’nun muadili sayılabilecek bir düzeyde değildir. Ancak, bu süreçte yapılanmayı sürdürmüştür. Bu yakınlaşma ve yapılanma, Çin ve Rusya’nın ayrı bir kutup oluşturup oluşturamayacağına dair tartışmaları da bir kez daha gündeme getirmiştir.
Artan gerilim ve rekabete karşın, bu iki ülkede serbest piyasa egemenliği ve emperyalist ülke sermayelerinin yüksek düzeydeki varlığı, ayrı bir kutup ve kopuş ihtimalinin şimdilik gündemde olmadığını göstermektedir.
B) Bölgesel dinamikler
- Türkiye’yi çevreleyen coğrafyalardaki krizlerde de çözüm değil, çatışma eğilimi artış göstermiştir.
Doğu Avrupa’da, Kafkaslar’da ve Ortadoğu’da yaşanan çatışmalar ve krizlerde, geçtiğimiz bir yıl boyunca bir çözüm emaresi görülmediği gibi, aksine artış ve derinleşme eğilimi öne çıkmıştır. Doğu Avrupa’da Ukrayna krizi hem bir iç savaşa ve hem de bir NATO-Rusya gerilimine dönüşmüştür. Kafkaslar’da bir yandan cihatçı örgütlerin faaliyetleri artış göstermiş, bir yandan da NATO yine Karadeniz’e ağırlık vermeye başlamıştır. Ortadoğu’da ise bölgenin krizlerine Yemen krizi eklenmiş, öte yandan çatışmalar söz konusu olduğunda, hiç bir anlaşmaya varılamamıştır. İran ile batılı devletler arasındaki müzakerelerde ilerleme kaydedilmesi gibi örnekler bu genel eğilimin istisnası olmakla birlikte, bu gelişmelerin ne kadar kalıcı olacağı belirsizdir ve kısa sürede tersine dönme ihtimali yüksek bir olasılıktır.
- Ortadoğu’da sınırların değişmesi ihtimali artmıştır.
ABD’nin Büyük Ortadoğu Politikası olarak bilinen genel politikası geçtiğimiz yıllarda başarıya ulaşamamış olsa da, bu politikanın bir unsuru olan Ortadoğu’da sınırların değiştirilmesi konusunda son bir yılda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu bağlamda, Irak-Suriye sınırının bütünüyle IŞİD kontrolüne geçmesi, Türkiye-Suriye sınırının ise AKP tarafından cihatçılar için serbest geçiş bölgesi haline getirilmesi yeni bir harita oluşturulması doğrultusundaki sürecin parçaları olarak görülmektedir. Irak ve Suriye’nin parçalanması olasılığının son bir yılda artması da bu yöndeki gelişmelere örnek oluşturmaktadır.
- Ortadoğu’da ABD bölgesel aktörlere alan açmaya devam etmiştir.
ABD emperyalizmi geçtiğimiz bir yıl boyunca Ortadoğu’daki askeri varlığını arttırmamış, ancak bunun yerine bölgesel işbirlikçilerine siyasi, askeri ve ekonomik yardım sunmaya devam etmiştir. Bu konuda özellikle silah yardımı ve askeri eğitim faaliyetlerinde gözle görülür bir artış gerçekleşmiştir. ABD bu bağlamda hem bölgesel çatışmaları körüklemeye devam etmiş, hem de kendi savaşları için işbirlikçi unsurları daha fazla kullanmaya yönelmiştir. Irak’ta Bağdat hükümeti ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı askeri birliklere verilen eğitim, Ürdün’de ve Türkiye’de cihatçı unsurlara verilen askeri eğitim çalışmaları bu anlamda önemlidir. Öte yandan Türkiye, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi devletlerde yeni işbirlikçi unsurların eğitilmesini kapsayan Eğit-Donat Programı’nın başlatılması, bölge halkları için büyük bir tehdit unsurudur.
Bölgesel aktörlere açılan alan kapsamında Suudi Arabistan’ın inisiyatif alarak yeni bir Sünni eksen oluşturmak için adım atması, Yemen’e yönelik saldırılar gerçekleştirmesi ve Türkiye’nin de bu eksene davet edilmesi, önemli adımlar olmuştur. İşbirlikçilerin oluşturduğu bölgesel ittifaklar, emperyalistlerin tam onayı ve desteğiyle hayata geçirilmiştir.
- Emperyalist devletler bir kez daha NATO’yu aktif olarak devreye sokmaya başlamıştır.
2000’li yıllarda askeri müdahalelerde geri plana çekilen NATO, hem Avrupa’da siyasi birliğin sağlanması, hem de askeri maliyetlerin ABD dışındaki ülkelere dağıtılması amacıyla, son bir yılda daha fazla kullanılmaya başlamıştır. Rusya’ya karşı NATO’nun Ukrayna’da askeri eğitim vermesi, silah sağlaması ile birlikte Baltık Ülkeleri’nde ve Doğu Avrupa’da askeri gücünü artırmaya gitmesi, Türkiye’nin yakın çevresindeki önemli gelişmeler arasındadır. NATO’nun buradaki en önemli işlevi, emperyalistler arasındaki birliği sağlamak ve Rusya konusunda olası iç anlaşmazlıkları önlemek olmuştur.
- IŞİD Ortadoğu’da emperyalizme ve bölgesel gerici güçlere alan açmaya devam etmiştir.
Suriye ve Irak’ta yaptığı kitlesel katliamlarla gündeme gelen IŞİD’e karşı geçtiğimiz yıl ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyonun, hava saldırıları gerçekleştirmesi önemli bir gelişme olmuştur. Buna rağmen, IŞİD’in silah tedariki ve lojistik destek kaynaklarının ABD müttefiklerinin topraklarından yapılması, örgütün eylemlerinin siyasi etkisi, örgüte batılı devletlerden katılımın yoğunluğu, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın kaynak ve personel sunduğuna dair veriler, bu durumun en açık göstergeleri olmuştur.
Bu tabloda görüleceği üzere, ABD bir kez daha yaratılmasına kendisinin de katkı koyduğu bir canavara karşı, kendisini kurtarıcı olarak dayatan bir siyaset izlemektedir.
- Suriye’nin bölünmesi ihtimali güç kazanmıştır.
Suriye’de geçtiğimiz yıl boyunca da devam eden savaşta, sahadaki güç dengesi salınım göstermiş ve bir denge durumu oluşmamıştır. Tarafların kesin üstünlük kazanamadığı bu süreçte, çatışmaların durdurulmasına yönelik diplomatik görüşmelerin sonucu ile birlikte, var olan duruma bakarak bir ateşkes gerçekleşmesi halinde Suriye’nin fiilen bölüneceğine dair işaretler ortaya çıkmıştır. Ülke şu anda en genel haliyle BAAS, cihatçı örgütler ve PYD denetiminde olan bölgelerden oluşmaktadır. Cihatçı örgütlerin kendi aralarındaki çatışmalar ise, denetimlerinde olan bölgenin şimdilik bir bütünlük taşımamasına neden olmuştur.
- Suriye’de BAAS ve PYD öncülüğünde devam eden direnişler bölge halklarının geleceği için önemlidir.
Suriye halkının ve Suriye ordusunun direnişi, geçtiğimiz yıl boyunca da bölge halkları için en önemli mevzilerden biri olmaya devam etmiştir. Diğer yandan, geçtiğimiz yıl IŞİD katillerine karşı Rojava’da PYD öncülüğünde gerçekleşen ve devam etmekte olan direniş de bölge halkları için önemli bir mevzi olmuştur. Ancak, buradaki gelişmelerin emperyalizmin müdahalelerine çok açık olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
- Bağımsız bir Kürt devletinin kuruluş sürecinde yeni bir aşamaya doğru gidildiğine dair veriler birikmektedir.
Irak’ta, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat arasındaki ilişkilerin zayıflaması, Rojava ile Erbil arasında gelişen ekonomik ve siyasi bağlar, Barzani ve emperyalistler tarafından yapılan çeşitli açıklamalar, Kürdistan coğrafyasında bağımsız bir Kürt devletinin kuruluş sürecinin ilerlemekte olduğuna dair veriler sunmuştur. Bu veriler, kuruluş sürecinin nasıl ilerleyeceğine dair bölgesel güçler, işbirlikçiler ve farklı Kürt partileri arasında çıkar çatışmalarının olduğu bir sürece işaret etmektedir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi coğrafyasında devam eden sermaye birikimi ve silahlanma süreci, devletleşme sürecinin omurgasını oluşturan bir yönelime dair izler taşımaktadır.
C) Türkiye’nin dış politikası
- Yeni Osmanlıcı dış politika yeni bir çıkış sergileyememiştir.
AKP’nin dış politikadaki başarısızlık durumu geçtiğimiz bir yıl içinde devam etmiş ve bunu tersine çevirebilecek yeni bir çıkış sağlanamamıştır. Türkiye dış politikasının büyük oranda oturduğu Ortadoğu’daki yalnızlık durumunu son bir yılda aşan tek istisna, Suudi Arabistan’ın Yemen saldırısıyla birlikte oluşturmaya başladığı yeni Sünni eksene katılım gösterilmesi olmuştur. Bunun dışında, Türkiye’nin geleneksel müttefikleri olan İsrail ve Barzani ile ilişkiler gerilimli bir şekilde devam etmiştir. Bölgedeki kilit ülkelerden biri olan Mısır’a yönelik, AKP’nin devrik Müslüman Kardeşler’i destekleme ve yeni hükümeti tanımama yönündeki politikası bu yalnızlaşma sürecini pekiştirmiştir.
- AKP’nin Suriye politikası tarihteki en büyük suçlardan birini oluşturmaya devam etmiştir.
Türkiye’nin Suudi Arabistan öncülüğündeki yeni Sünni eksene dâhil olması, aynı zamanda Suriye’deki muhaliflere yönelik yeni bir açılımın da habercisi olmuştur. Muhaliflere bir kez daha yüksek miktarda yeni savaşçı ve silah temin edildiği bilgileri, Şam’ın askeri alanda üstünlük kuramamasının nedenlerini ortaya koymaktadır.
Suriye’de cihatçı örgütler tarafından gerçekleştirilen katliamlardan bu iki devlet birinci derecede sorumludur. AKP hükümetinin, destek sunduğu bütün cihatçı örgütler tarafından işlenen suçlarda doğrudan sorumluluğu bulunmaktadır. Bu cihatçı örgütleri destekleyici politikalar, Türkiye tarihinin dış politika alanındaki en büyük suçlarındandır.
- ABD’nin bölgesel politikalarıyla oluşan konjonktürel farklılıklar AKP’nin işbirlikçiliğini gölgelememiştir.
AKP hükümeti geçtiğimiz bir yıl boyunca emperyalizm ile her alanda işbirliğine devam etmiştir. Özellikle Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi için başlanan Eğit-Donat Programı, İncirlik üssünün kullanıma açılması ve Türkiye’nin koalisyona katılması AKP ile ABD’nin Suriye politikasındaki ortaklığın ne kadar ileri düzeyde olduğunun önemli göstergelerinden biri olmuştur.
AKP’nin, Suriye’de daha saldırgan bir politika izlenmesi yönündeki diplomatik girişimleri ve özellikle tampon bölge yönündeki ısrarcı talepleri, geçtiğimiz yıl boyunca ABD’nin politikasından farklılık göstermiştir. Bu farklılığın kalıcı ve yapısal olduğu söylenemeyeceği gibi, bu farklılık AKP ile ABD arasındaki genel ortaklaşmaya gölge düşürmemiştir. ABD ile Türkiye arasında bazı başlıklarda ortaya çıkan farklılıklardan hareket ederek, AKP’ye ABD karşıtı rol ve anlam atfeden yaklaşımların hiçbir inandırıcılığı yoktur.
- Rusya ve İran ile ekonomik ilişkiler dış politikayı sınırlandırmaya devam etmiştir.
Dış politika gündemlerinin hemen hepsinde Rusya ve İran ile karşıt konumlarda bulunan AKP, temelde ticari nedenlerle siyasal karşıtlığı ekonomik alanda sürdürememiştir. Başka bir deyişle, Rusya’ya yönelik batılı ülkelerin uygulamaya koyduğu yeni ekonomik yaptırımlara katılmayan ve dolayısıyla buradan ticari olanaklar sağlayan Türkiye, İran ile ticaret ilişkilerini de geliştirmeye devam etmiştir.
AKP bu nedenlerle Ukrayna, Kafkaslar Irak ve Suriye’deki çatışmalarda, Türkiye’nin dış ticaret hacminde önemli yer kaplayan bu iki devletle ilişkilerin kopmasına neden olabilecek zorlamaları gündemine alamamıştır. Bu durum, Türkiye’nin dış politikasında daha maceracı bir çizgiye yönelmesinin önündeki zorluklardır.
- ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM İÇİN OLASILIKLAR VE GÖREVLER
A) Dünya ve emperyalizm
- Kriz dinamikleri ve kriz karşıtı dinamikler güçlenecek.
Emperyalist sistem içindeki kriz dinamikleri ve sistemin buna karşı refleks olarak geliştirdiği kriz karşıtı dinamiklerin önümüzdeki dönemde artarak devam etmesi beklenmelidir. Kısa vadede iki taraftan herhangi birinin sistemin genelinde üstün hale gelmesi ihtimali zayıftır. Bir başka ifadeyle, ne kriz dinamikleri sistemi genel veya kısmi bir çöküşe götürecek, ne de kriz karşıtı dinamikler bir istikrar yakalanmasını sağlayabilecektir.
Tekil örneklerde, kısa zaman aralıkları için, kısmi düzeyde ise iki taraftan birinin üstün gelmesi mümkündür. Başka bir ifadeyle, bazı ülkelerde veya bölgelerde, kısa süreli kısmi istikrar veya kısa süreli kısmi yıkım gerçekleşme ihtimali bulunmaktadır. Ancak, bu durumun kalıcılaşması ve sistemin geneline yayılması ihtimali bugün için zayıftır.
Bu bağlamda, dünya gündeminde önümüzdeki bir yıl içinde partimizi bekleyecek görevler arasında aşağıdakiler yer alacaktır:
- Doğu Avrupa’da artan NATO saldırganlığına karşı anti-emperyalist mücadelenin güçlendirilmesi ve kamuoyu oluşturulması;
- Ulusal ve uluslararası ölçekte “AB’ye Hayır” sloganıyla anti-emperyalist mücadelenin güçlendirilmesi;
- Emekçilere yoksulluk dayatan AB’ye karşı uluslararası dayanışmanın güçlendirilmesi. Bu bağlamda, özellikle Yunan emekçi halkıyla ve KKE ile devrimci dayanışma içinde olunması;
- ABD ile yeniden diplomatik ve ekonomik ilişki kurma sürecine giren ve yeni zorluklarla karşı karşıya olan Küba ile dayanışmanın sürdürülmesi;
- ABD’nin Venezuela’ya yönelik yaptırımlarına karşı uluslararası dayanışmanın güçlendirilmesi ve kamuoyu oluşturulması.
- ABD saldırganlığının artacağına dair işaretler birikmektedir.
ABD’nin son dönemde attığı adımlar ve ABD egemenlerinin işaret ettiği bir dizi yönelim, önümüzdeki dönemde Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Uzak Doğu coğrafyalarında askeri müdahale ihtimalinin artacağına dair veriler sunmaktadır. Bu olası müdahale, geçtiğimiz yıl içinde IŞİD’e yönelik saldırılardaki gibi hava harekâtları, Yemen’de Suudi Arabistan saldırganlığına sunulan lojistik destek, silah ve askeri eğitim desteği gibi örneklerden daha kapsamlı ve büyük ölçekli olabilir.
Doğrudan savaş ihtimali şimdilik düşük olsa da, ABD saldırganlığının hedefinde Rusya ve Çin’in daha çok yer almaya devam edeceği görülmektedir. ABD’nin bu iki devlete karşı stratejisinin bir unsurunun da bu devletlerdeki merkezkaç unsurları destekleyerek daha küçük siyasal bölümlere ayrılmaları yönündeki dinamikleri desteklemek olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan bu politikanın kısa vadede sonuca ulaşması mümkün görünmemektedir ve önümüzdeki dönemde Rusya ve Çin’in toprak bütünlüklerini korumaları ihtimali çok yüksektir.
Rusya ve Çin’de serbest piyasa ekonomisinin sömürü çarklarının egemenliği bulunmaktadır. Bu iki devlet komünistler açısından desteklenebilecek unsurlar olarak görülemez. Diğer yandan, uluslararası alanda kutuplaşmanın artması, uzun zamandır Atlantik İttifak Sistemi içinde yer alan Türkiye’nin komünistlerinin yaşanan taraflaşmada eşit mesafe tayin etmesine sebep olamaz. Partimiz açısından emperyalist devletlere ve NATO, AB ve IMF gibi emperyalist kuruluşlara karşı mücadele bu gündemde önceliğe sahiptir.
Bu bağlamda önümüzdeki dönemde ABD saldırganlığına karşı partimizi bekleyecek görevler arasında aşağıdakiler yer alacaktır:
- Ortadoğu’da ABD askeri saldırganlığına karşı mücadele;
- Türkiye topraklarının ve özellikle de İncirlik Üssü’nün ABD askeri harekatları için kullanılmasına karşı mücadele;
- Başta Eğit-Donat Programı olmak üzere, Türkiye topraklarının ABD tarafından askeri eğitim faaliyetleri için kullanılmasına karşı mücadele;
- Sol güçlerin pragmatik gerekçelerle emperyalizm ile olası işbirliği yapmasına karşı uyarı görevi.
B) Bölgesel dinamikler
- Ortadoğu’daki çatışma durumu devam edecektir.
İran ile batılı devletler arasında devam eden nükleer görüşmelerinde anlaşmaya varılmasına karşın, Ortadoğu’nun geneline yayılan çatışma ve krizlerin yakın dönemde azalması mümkün değildir. Bu bağlamda, başta Suriye’de devam eden savaş hali olmak üzere, İsrail-Filistin sorunu ve Suudi Arabistan-İran karşıtlığı gibi gündemlerdeki çatışmaların devam etmesi beklenmelidir.
Bu kapsamda Suudi Arabistan ve İsrail ile birlikte Türkiye’nin bölgedeki saldırgan politikalarının da süreceği öngörülebilir. Özellikle İran ile batılı ülkeler arasındaki nükleer görüşmelerinin anlaşmayla sonuçlanması, bu ülkeye dönük İsrail ve Suudi Arabistan saldırganlığının artmasına neden olabilecektir.
Bu bağlamda Partimiz;
- İsrail saldırganlığı ve Siyonizm karşısında geleneksel politikası olan Filistin halkıyla dayanışmayı önümüzdeki dönem de sürdürmelidir;
- Suudi Arabistan’ın başta Yemen olmak üzere, tüm Ortadoğu’da sürdürdüğü saldırgan ve gerici politikalara karşı mücadeleyi gündeminde tutmalıdır.
- Suriye’de geçici bir ateşkes ve bölünme ihtimal dahilindedir.
Suriye’deki savaş hali, tarafların tam üstünlük kuramadığı bir şekilde devam edecektir. Bu süreçte, özellikle ABD ve Rusya’nın anlaşması halinde geçici bir ateşkes durumu gerçekleşebilir. Bu ateşkes, ülke içindeki farklı egemenlik alanlarını Birleşmiş Milletler nezdinde hukuki olarak tanımlanmış bölgeler haline getirebilir. Bu anlamda fiili parçalanmanın somutlanması mümkündür.
Sağlanacak olası bir ateşkesin Suriye’ye barış getirmeyeceği ve tarafların bu ateşkesi güç biriktirmek için kullanacağı açıktır.
Bu nedenle, Suriye’de barışın tesis edilmesi, ülkede savaşan cihatçı örgütlere, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi gerici devletler ile emperyalist güçlere karşı mücadelenin güçlendirilmesi önümüzdeki dönem Partimiz’in görevleri arasında yer almalıdır.
- Kürt devleti kurulması doğrultusunda yeni adımlar atılması ihtimal dahilindedir.
Ortadoğu’da bir Kürt devletinin kurulması sürecinde önümüzdeki dönem yeni adımlar atılabilir. Buna ilişkin olasılıklar arasında şunlar yer almaktadır:
– Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat arasındaki bağların daha da zayıflaması;
– Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin silahlanma ve emperyalistlerden askeri eğitim alma sürecinin devam etmesi;
– Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Suriye Kürdistanı’ndaki hali hazırda sınırlı düzeyde olan siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının artması;
– Suriye Kürdistanı’nda PYD’nin daha geniş bir coğrafyada ve daha sağlam bir otorite kurması;
– Suriye’de PYD ile BAAS arasındaki dengeli ilişkilerin bozulması;
– Son süreçte AKP iktidarının IŞİD karşıtı mücadele bahanesiyle Kandil’i bombalamasına ABD’nin yüksek perdeden karşı çıkmamış olması, emperyalizmin Irak’ta Kürt devletleşmesinde Barzani merkezli bir modelden vazgeçmeyeceğinin göstergesi olarak görülebilir.
– Kuzey Irak’ta Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), Değişim Hareketi (Goran), İslami Birlik Partisi (Yekgırtu) ve İslami Toplum Partisi (Komel) arasında milli mutabakat yönünde bir arayışın doğması ve ABD’nin bu mutabakatı istemesi yeni bir veri olarak ortaya çıkmıştır.
- Partimiz Ortadoğu’da bir Kürt devletinin kuruluşu konusunda şu iki uç pozisyondan kaçınmalıdır: (i) Ne olursa olsun destekleme, (ii) ne olursa olsun karşı çıkma.
- Dolayısıyla partimiz, gerici güçlerin egemen olacağı, farklı uluslardan halklar arasında düşmanlığı artıracak ve bölgede ABD ve İsrail’e alan açacak bir Kürdistan’ın oluşum sürecini aktif olarak destekleyemez.
- Buna karşın partimiz, ilerici güçlerin etkin olduğu, halkların kardeşliğini güçlendiren ve bölgede ABD ve İsrail’e alan kapatacak bir Kürdistan’ın oluşum sürecine itiraz edemez.
- Dolayısıyla partimizin bu başlıktaki somut siyasi çizgisini gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadele ve direniş hattı belirlemektedir. Bunun dışındaki yaklaşımlar emekçi halkların kurtuluş mücadelesine uzak kalacağı için partimizin karşısında olacağı konumlanışlar olacaktır.
C) Türkiye’nin dış politikası
- Yeni bir dış politika açılımı mümkün görünmemektedir.
AKP’nin Yeni Osmanlıcı dış politikasının, geçmiş yıllarda sahip olduğu “komşularla sıfır sorun” türünde bir çerçeveyi kısa vadede yeniden gündeme getirmesi ve hayata geçirmesi mümkün görünmemektedir. AKP’nin içinde yer alacağı yeni bir hükümetin, önümüzdeki dönem dış politikada bu tıkanma noktalarında zorlama yapmaya devam etmekten başka bir adım atması düşük ihtimal olarak görünmektedir.
AKP’nin içinde yer almadığı bir hükümet kurulması halinde farklı bir dış politika yöneliminin gündeme gelme ihtimali bulunmaktadır. Ancak birincisi, böyle bir hükümetin kurulması mevcut verilerle mümkün görünmemektedir. İkincisi, AKP politikalarının büyük bir bölümü devlet politikası haline gelmiştir ve emperyalistlerin ve özellikle NATO’nun çerçevesine oturmaktadır. Bu nedenle, bu politikaların kısa vadede tümüyle değiştirilmesi oldukça güç görünmektedir. Üçüncüsü ise, AKP dışındaki partilerin gerek seçim programlarında, gerekse sundukları siyasi çerçevede, bütünlüklü bir alternatif dış politika iddiasının izine bile rastlanmamaktadır.
AKP’li bir hükümetin yukarıda bahsedilen zorlamalara rağmen, dış politika başlıklarında kısmi de olsa sonuç alamaması halinde, bu başlıkların, iç politikada da yansımaları olan krizlere dönüşme ihtimali bulunmaktadır. Öte yandan, tıkanmalarda yaşanacak kısmi bir rahatlama, önümüzdeki seçimlerde olası bir koalisyon hükümeti içinde AKP’nin elini güçlendirmesini ve içeride de iktidarını tahkim etmesini sağlayabilir.
Partimiz, bu başlıkta Yeni Osmanlıcılığa karşı pozisyonunu sürdürmeli ve güncel gelişmelerde buna karşı aktif tavır almalıdır.
Bu kapsamda Partimiz, Ortadoğu’daki gerici ve işbirlikçi katil çetelere Türkiye tarafından sunulan her türlü desteğe karşı mücadele etmeyi önümüzdeki dönemde de sürdürmelidir.
- Maceracı adımlar atılması ihtimal dahilindedir.
Seçim sonuçlarının bir olasılığı olarak AKP’nin yer alacağı bir koalisyon hükümetinin Suriye’de maceracı bir adım atma ihtimali hesaba katılacaktır. Ancak, bu ihtimal abartılarak her an bir savaş ihtimali bulunduğu yönünde değerlendirmelere de ihtiyatla yaklaşılacaktır. Bu konuda AKP’yi sınırlandıran şey, bölgedeki Kürt partilerinin, İran’ın ve Rusya’nın böyle bir adıma karşı sessiz kalmayacağı ve ağır bir karşılık vereceğini açıkça ilan etmiş olmalarıdır.
Bu sınırlandırmalara rağmen atılacak olası bir maceracı adımın ABD onayı olmadan gerçekleşmeyeceği açıktır. AKP’nin böyle olası bir adımının emperyalist devletlerce kınanması bu gerçeği değiştirmeyecektir. Böyle olası bir adım Türk ulusalcı solu tarafından “ABD karşıtı” bir adım olarak sunulabilecektir ve yine AKP’ye ulusalcı bir destek sunulması için gerekçe olarak kullanılabilecektir.
Partimiz, AKP’nin ABD’ye kafa tuttuğu yönünde ulusal solculuğun öne sürdüğü çizgiyi kesin olarak reddetmeli, bu dolaylı AKP destekçiliğine karşı mücadelesini sürdürmelidir.
- İran ile varılan anlaşma ekonomik ve siyasi ranta çevrilmeye çalışılacaktır.
AKP’nin içinde bulunduğu bir hükümet, İran ile batılı devletler arasında varılan nükleer anlaşmasını (i) mevcut göreli yüksek ticaret hacmini daha da artırmak, (ii) dış politikadaki tıkanıklığı aşmak ve yeni açılımlar gündeme getirmek (iii) iç politikadaki meşruiyet kaybını telafi etmek için kullanabilecektir.
Bu bağlamda, özellikle hükümete yakın sermaye çevrelerinin İran ile artacak ekonomik ilişkilerden yeni rant alanları sağlaması beklenmelidir. Bu durumun Türkiye burjuvazisine yaratacağı ekonomik çıkarlar, AKP’ye olan güveni azalan bazı sermaye çevrelerinin güven tazelemesine neden olabilir. Ayrıca, yine AKP’ye yoğun desteğiyle tanınan ve bir süredir tıkanıklık yaşayan inşaat sektörü de İran piyasasının açılmasıyla yeni kâr alanları elde edebilir.
Dış politika alanında ise İran’ın gücü ve meşruiyetindeki artış, AKP ile birlikte, Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Filistin’de Hamas gibi siyasi hareketlerin elinin güçlenmesine neden olabilir. Bu durum, aynı zamanda tepki olarak hem Lübnan’da, hem de Filistin’de İsrail saldırganlığının yeniden artması gibi sonuçlar üretebilir. Türkiye dış politikası bu bağlamda, bir kez daha İsrail-Filistin sorununda inisiyatif sağlama çabası için adımlar atmayı deneyebilir.
İran ile ilişkilerin gelişmesi iç politikada Suriye ve Mısır gibi başarısızlıkları dengeleyici bir meşruiyet başlığı haline getirilebilir. AKP’li bir hükümet, bunun üzerinden Yeni Osmanlıcılığa yeniden soluk aldırmayı ve daha cesur adımları atmayı gündeme alabilir.
Türkiye’yi İran konusunda sınırlandıracak en önemli bölgesel dinamik ise Suudi Arabistan’ın yeni Sünni ekseni ve İsrail ile olan ilişkiler olacaktır. Bu bağlamda, İran ile gelişen ekonomik ilişkilerin bir ittifak veya siyasi yakınlaşmaya dönüşme ihtimali bulunmamaktadır.
Partimiz, bölgedeki olası gelişmelerden Yeni Osmanlıcı dış politikanın yeniden meşruiyet kazanması ihtimaline karşı aktif tavır almayı önümüzdeki dönem de sürdürmelidir.
- Bölüm
TÜRKİYE SİYASETİ,
MEVCUT DURUM VE OLASILIKLAR
- KRİZ KOŞULLARINDA BURJUVA SİYASETİNE DEVRİMCİ MÜDAHALE KANALLARI
- İkinci Cumhuriyet’in yerleşme ve konsensüs sorunu devam etmektedir.
İkinci Cumhuriyet’in kuruluş dönemi, sancılı ve gerilimli bir süreç olarak geriye dönülemeyecek bir biçimde sürmektedir. Sermaye düzeninin Birinci Cumhuriyet’ten İkinci Cumhuriyet’e geçişte yaşadığı kutuplaşma siyasetinin ve dönüşüm sancılarının izleri, bugün sermaye düzeninin önünde temizlenmesi gereken bir başlık olarak durmaktadır. Toplumda yaşanan tepki ve tartışmaların özünde bu dönüşüm sancılarının etkisi yatmaktadır.
Bununla birlikte, İkinci Cumhuriyet’in önündeki en önemli problematik, yerleşme ve konsensüs sorunudur. Düzenin er ya da geç “yerleşme” sorununda çözümün sağlanması için adımlar atması beklenmelidir.
Sermaye iktidarında istikrar sağlanması, söz konusu Türkiye olunca, yapısal sorunlarından dolayı mümkün değildir. Nitekim, seçim sonrası ortaya çıkan tabloyla birlikte koalisyonlu bir dönemin yaşanabileceği ya da yeni denklemlerin ortaya çıkabileceği açıktır. Bu açıdan, İkinci Cumhuriyet’in kuruluş sürecinin geride bırakılıp, yerleşme sürecinin de sorunsuz ve gerilimsiz bir döneme gireceği asla beklenmemelidir. Türkiye gibi zayıf halka adayı, emperyalizme bağımlı, ekonomik olarak kırılgan bir ülkenin, istikrarlı bir ekonomik ya da siyasal yapı oluşturabileceği beklenemez.
Partimiz, düzenin istikrar sağlayabileceği iddiasına dayanarak, sosyalist hareketi geri mevzilere çekmeye çalışan yaklaşımlara itibar etmemekte, önümüzdeki dönemde güçlü bir çıkış için elverişli koşulların bulunduğunu tespit etmekte ve bunu değerlendirmenin tarihsel bir sorumluluk olduğunun altını çizmektedir.
- İkinci Cumhuriyet’in kriz başlıkları şekillenmektedir.
a) Ekonomik kriz göstergeleri artmaktadır.
Türkiye’de ekonomik krizin etkilerinin önümüzdeki dönemde artma olasılığı yüksektir. Ancak bu ekonomik krizin, 2001 krizi gibi büyük bir alt-üst oluşla yaşanması düşük bir olasılığa işaret etmekte ve yeni bir sermaye birikim modeline geçiş gibi bir yanı bulunmamaktadır. Emeğin daha yoğun sömürüsü üzerine kurularak aşılmaya çalışılacak krizin olası etkileri, son metal grevi örneğinde görüldüğü gibi emekçilerin tepki ve hareketini tetikleyebilecektir.
Türkiye ekonomisindeki kriz göstergeleri genel başlıklar halinde şöyle sıralanabilir;
- Sanayi üretim göstergelerindeki düşüş eğiliminin artarak devam etmesi;
- Dış girdilere tam bağımlı olan ekonomide yabancı sermaye girişlerinin azalma eğiliminin sürmesi;
- Geçmiş yıllarda büyümede önemli rol oynayan inşaat sektöründeki yavaşlamanın devam etmesi;
- ABD Merkez Bankası’nın bu yıl içinde faiz artırımına gideceği yönündeki beklentiler;
- Rusya’daki ekonomik yavaşlama ile Yunanistan ekonomik krizinin yarattığı dolaylı etkiler.
Bu kriz dinamiklerinin, önümüzdeki yıllarda zamana yayılmış bir ekonomik durgunluk ile birlikte, belirli dönemeçlerde sert ekonomik sarsıntılara neden olması ihtimali yüksektir.
b) Potansiyel siyasi kriz dinamikleri
Birinci Cumhuriyet’in son dönemdeki kriz başlıkları dinci gericilik, Kürt sorunu ve ekonomik krizdi. İkinci Cumhuriyet’in potansiyel siyasi kriz başlıkları ise; i) İşçi sınıfı hareketi, ii) Ortadoğu kaynaklı dış politika gelişmeleri ve iii)Seküler toplumsal kesimlerin hareketliliği olacaktır. Kürt sorunu ise bu tabloda daha farklı bir yerde durmaktadır ve bu nedenle bu raporda ayrı bir bölümde ele alınacaktır.
- İşçi sınıfı hareketi: Ekonomik kriz dinamiklerinin sonuçları, farklı sektörler ve bölgelerde uç vermiştir. Son olarak Bursa’da görülen metal işçileri grevi gibi grev ve direnişlerin önümüzdeki süreçte de devam etmesi beklenmelidir. Tekil ve yerel direnişler halinde ortaya çıkan bu mücadelelerin, bugün aynı şekilde devam etmesi mümkündür. Ancak, krizin olası etkilerine bağlı olarak, bu mücadelelerin sıklaşması ve bir sınıf hareketine dönüşmesi olasılığı da göz önünde bulundurul-malıdır.
Türkiye burjuvazisi potansiyel bir sınıf hareketini düzen içinde tutabilecek araçlara sahip olmakla birlikte, bunun bir kriz başlığı haline gelmesini engelleyecek ve dolayısıyla varlığını kalıcı bir dinamik olarak kabullenebilecek olanaklardan halen yoksundur. Bu nedenle işçi direnişlerinin bir sınıf hareketine dönüşmesi, İkinci Cumhuriyet’in en güçlü kriz dinamiğinin ortaya çıkması ve somutlanması anlamına gelecektir.
Bu nedenlerle Partimiz:
- İşçi sınıfının durağanlığının yarattığı görüntünün yanıltıcı olduğunu daima vurgulayacak, yoğun sömürü ve yoksulluk koşullarında yaşam kavgası veren işçi sınıfının düzen için büyük bir siyasal kriz dinamiği haline gelmesinin mümkün olduğunun altını çizecek;
- İşçi sınıfı içindeki çalışmalarını, sermaye egemenliğine karşı önemli siyasi kriz dinamiğinin ortaya çıkması ve güçlendirilmesine dönük bir siyasal/örgütsel mücadele pratiği olarak hayata geçirecek;
- Elindeki bütün araçlarla işçi sınıfının tekil direnişlerinde dışsal bir güç olmaktan çıkarak, direnişlerin örgütleyicisi ve öncüsü konumuna gelmek için adım atacak;
- İşçi sınıfının ekonomik mücadele gündemlerine hızlı ve güçlü bir şekilde müdahale etmek için ek araçlar oluşturacaktır.
Partimizin bu başlıktaki görevleri raporun ilerleyen bölümlerinde yer alan “İşçi sınıfı ve siyasal görevlerimiz” başlıklı bölümde daha ayrıntılı ve somut bir şekilde ele alınacaktır.
- İkinci Cumhuriyet’in dış politika açılımlarının başarısızlıkla sonuçlanması ve emperyalist devletlerle tekil başlıklarda zaman zaman ortaya çıkan farklılıklar, iç politika alanında da karşılık bulmakta ve kriz dinamiklerini güçlendirici etkide bulunmaktadır. Bu bağlamda, sermaye egemenliğinin Suriye’de desteklediği cihatçı/işbirlikçi çetelerin Türkiye’deki faaliyetleri, suç niteliği taşıyan bu desteğin iç siyaset ve hukuk alanındaki yansımaları, yaşanan yoğun göç dalgasının etkileri, Suriye’deki Kürt hareketine dönük müdahaleler ve savaş ihtimalinin sürekli gündemde olması, toplumsal ve siyasal alandaki çatışmaları güçlendirmektedir.
Bu nedenlerle Partimiz;
- Suriye’de faaliyet gösteren cihatçı/işbirlikçi çetelere destek veren kişilerin ve kurumların suç işlediğini propaganda etmeye devam edecek;
- Bu suçu işleyenlerin yargılanması için girişimlerde bulunacak;
- Türkiye iç politikasında BAAS iktidarını devirmek için faaliyet yürüten AKP dışındaki siyasi güçlere karşı da duruşunu güçlendirecek;
- Suriye’de yaşanan çatışmadan dolayı, Türkiye’ye göç eden halka yönelik milliyetçi düşmanlığa karşı gündemli çıkışlar yapacak;
- Suriye Kürtleri’ne yönelik milliyetçi düşmanlığa ve askeri saldırı gündemlerine karşı kesin tavır alacak;
- İç politikada Suriye’ye yönelik savaş kışkırtıcılığı yapanlara karşı mücadele edecek;
- Emperyalist devletlerin askeri müdahalelerine karşı tereddütsüz bir şekilde tavır alacak ve yukarıda sayılan bütün başlıklarda anti-emperyalist çizgiyi güçlendirecek;
- Barış mücadelesine anti-emperyalizm doğrultusunda müdahale edecek ve emperyalist işbirlikçilerle birlikte barışa ulaşılabileceği yönündeki görüşlere karşı mücadele edecektir.
- İkinci Cumhuriyet’in seküler toplumsal kesimlerin somut talepleriyle bir uzlaşmaya varamamış olması, bu kesimlerin tepkisini devam ettirmekte ve potansiyel bir kriz dinamiği olmasını beraberinde getirmektedir. Son dönemde bir toplumsal hareketlilik halini almayan bu tepkinin varlığı, tekil gündemlerdeki mücadele başlıklarıyla ortaya çıkmaktadır.
Eğitimde dincileşmeye karşı laik eğitim talebinin karşılanamaması, yaşam tarzına yönelik gerici kamusal ve toplumsal müdahalelerin artarak devam etmesi, kadının toplumsal konumuna yönelik eşitlikçi ve özgürlükçü taleplerin karşılanamaması, bilimsel düşünceye karşı çok boyutlu saldırıların sürdürülmesi gibi olgular, seküler kesimlerin bu somut başlıklarda gündem bazlı siyasi çıkışlar yapmasına neden olmaktadır. Geçtiğimiz yıl gerçekleşen ve geniş destek gören Laik Eğitim Boykotu gibi eylemliliklerin önümüzdeki dönemde de devam etmesi mümkündür.
Bu nedenlerle Partimiz;
- Eğitimde dincileşmeye karşı verilen laiklik mücadelesinin içinde yer alarak bu mücadeleyi yükseltecek;
- Laiklik yönündeki taleplerin burjuva seküler ve liberal unsurlar tarafından düzen içi bir çizgiye yönlendirilmesine karşı tavır alacak, sosyalist hattın güçlenmesi için mücadele edecek;
- Toplumsal ve kamusal yaşamda dinci gerici uygulamalara karşı tetikte olacak ve bu başlıklarda güçlü siyasi çıkışlar örgütleyecek;
- Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde sosyalizmin siyasal ve örgütsel gücünü artıracak;
- Bilim insanlarına ve aydınlara yönelik gerici ve faşist baskılar karşısında sosyalizm adına bilimsel düşünceye ve insan aklına sahip çıkan çıkışlar yapacaktır.
c) Resmi ideolojinin oluşturulmasında başarı elde edilememektedir.
İkinci Cumhuriyet, “Yeni Türkiye” adıyla ortaya attığı ideolojik söyleminde başarı elde edememiştir. Düzenin ideolojik anlamda emekçi halka söyleyeceği sözlerin sınırlarına yaklaşılmıştır. Günümüzde İkinci Cumhuriyet’in resmi ideolojisinin AKP’ye oy veren kesimler dışında tam kabul gördüğünü söylemek mümkün değildir. Bu nedenle İkinci Cumhuriyet’in meşruiyet sorunu devam etmektedir. Bu anlamda, yerleşme ve konsensüs arayışının, aynı zamanda toplumsal tepkileri düzene bağlama arayışı olduğu bilinmektedir.
Birinci Cumhuriyet’in ideolojik temellerinin yıkıma uğradığı, İkinci Cumhuriyet’in ise bu alanda henüz meşruiyet sağlayamadığı bu dönem, kolaycı yaklaşımlara yönelinmediği sürece, sosyalist ideolojinin en açık ve yalın haliyle çıkışlar yapması için potansiyel bir alan yaratmaktadır.
Bu nedenlerle Partimiz;
- AKP’ye karşı son yıllarda giderek artan bir şekilde ortaya çıkan özgürlük düşüncesinin ve Birinci Cumhuriyet’in açıkta bıraktığı toplumsal kesimlerde varlığını sürdüren bağımsızlıkçı, aydınlanmacı ve kamucu ideolojilerin İkinci Cumhuriyet ile uzlaşmasını beklemeden, sosyalist ideolojinin bu başlıklarda etkili çıkışlar yapması için harekete geçecektir;
- İdeolojik mücadelenin sosyalizm ile ilgili bağımsız bir düşünce üretimi faaliyeti olduğu yönündeki yaklaşımlara itibar etmeyecek, bunu somut siyasi mücadelelerin bir parçası olarak somutlayacaktır. Geçmişte sosyalist hareket içinde görülen ve ideolojik mücadeleyi bir entelektüel düşünce pratiği olarak gören yaklaşımları kesin olarak mahkûm edecektir;
- Sosyalist ideoloji, Partimiz’in yukarıda sayılan başlıklardaki (özgürlük, bağımsızlık, aydınlanma ve kamuculuk) somut gündemlerde gerçekleştireceği siyasal çıkışlarının açtığı alanda yayılacaktır;
- Sosyalist ideolojinin uygun maddi zemini olmaksızın gelişip güçlenemeyeceğinden hareketle, işçi sınıfı içindeki örgütlülük ile ekonomik mücadele alanlarında elde edilecek mevziler, sosyalist ideolojinin yayılması için gerekli somut kanalları yaratacaktır. İşçi sınıfının örgütlülüğü artmadan sosyalist ideolojinin güçlenebileceğine dair geçmişte zaman zaman ortaya çıkan beklentiler bir kenara itilecektir;
- Sosyalist ideolojinin bağımsız bir çıkış yapması için son derece uygun bir dönemden geçilirken, liberal ve ulusalcı (Türk ve Kürt liberalizmi ve ulusalcılığı) kaynaklı girdilere açık hale gelmesine neden olacak yaklaşımlara geçit verilmeyecektir. Bu girdilere açık hale getirilmesi, sosyalist ideolojiyi güçlendirmek yerine, bu dönemde ortaya çıkan geniş olanakların liberal ve ulusalcı etkilere terk edilmesine neden olacaktır.
- Sermaye iktidarı İkinci Cumhuriyet’te krize karşı adımlar da atmaya başlamıştır.
Emperyalist devletlerin kriz dinamiklerine karşı atmaya başladığı adımların benzerleri Türkiye’deki sermaye egemenliği tarafından da atılmaya başlanmıştır. Bu başlıkta, son yıllarda artış gösteren devlet şiddetinin kriz çözücü bir uygulama olmadığının altı çizilmelidir. Kolluk kuvvetleri tarafından uygulanan şiddet, krizleri çözen değil, siyasetteki ve ekonomideki (grevlere yönelik polis saldırıları vb.) sonuçlarını azaltan ve erteleyen bir etkiye sahiptir.
Türkiye sosyalist hareketinin önceki bölümde dikkat çekilen potansiyel kriz dinamiklerine etkili bir şekilde müdahale edebilmesinin yolu, kriz dinamikleriyle birlikte, krize karşı ortaya çıkan bu süreçleri de hesaba katmaktan geçmektedir. Tek başına kriz dinamiklerine odaklanan bir yaklaşımın bu olanakları değerlendirme imkânı bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, krizi sınırlandıran ve zayıflatan başlıklar şunlardır:
a) Ekonomide kriz dinamiklerini zayıflatan süreçler:
Ekonomik krize karşı Türkiye kapitalizminin yıllardır temel güvencesi olan bankacılık sektörü üzerindeki sıkı düzenleme ve denetleme süreçleri artarak devam etmektedir. Sektörün bu durumu, yabancı sermaye ile entegrasyon düzeyinin korunmasına neden olmuştur. Böylece, olası bir büyük ölçekli ekonomik krizden emperyalistlerin yerli ortaklarının da zararla çıkacağı bir tablo ortaya çıkarmıştır. Bu tablo, kriz dinamiklerini ortadan kaldırmamakla beraber, ani ve büyük ölçekli kriz ihtimalini düşük tutmaya devam etmektedir.
Diğer yandan, dış ticaret pazarlarında yaşanan daralmaya karşı gerçekleşen Latin Amerika açılımına ek olarak, emperyalist devletlerle İran arasında son olarak varılan anlaşma, krizin etkilerini daha az hissettirecektir. Irak ile artan ticaretin geçtiğimiz yıllarda 2008 krizinin etkilerini nasıl sınırlandırdığı hatırlanacak olursa, Latin Amerika ve İran’a yönelik ekonomik açılımların da benzer bir etkide bulunma ihtimalinin yüksek yüksek olabileceği görülmektedir.
b) Siyasette ve ideolojide kriz dinamiklerini zayıflatan süreçler:
Türkiye’de siyasal alanda krizi zayıflatıcı yönde ortaya çıkan süreçler, a)siyasal alanın yeniden yapılandırılması ve konsensüs arayışı girişimleri, b)bu bağlamda, gündeme gelecek olan anayasa ve başkanlık sistemi gündemleri ve c)İkinci Cumhuriyet’in yeni siyasi dayanaklar elde etme çabası olarak okunmalıdır.
Bir yeniden yapılanma hedefi, sermaye düzeni açısından da ihtiyaç olarak belirmiştir. Bu ihtiyacın temelinde, toplumsal yapıda İkinci Cumhuriyet’in uyum ve yerleşme sorunu vardır. Başka bir deyişle, yeni sermaye düzeninde yeniden yapılanma arayışına neden olan ne tek başına AKP, ne de tek başına Recep Tayyip Erdoğan olarak görülmelidir. İkinci Cumhuriyet rejimi ile uyumsuzluk gösteren bir toplumsal yapı bu ihtiyacın ana kaynağıdır.
Siyasal alanda İkinci Cumhuriyet’in yeniden yapılandırılmasına yönelik işaretleri olarak görülen adımlar asla bir geriye dönüş olarak değil, yerleşemeyen düzenin bu doğrultudaki yeni bir girişimi olarak görülmelidir. Bunu mutlaka AKP’siz ve ani-kırılmalı bir sürecin izleyeceği de düşünülmemelidir. Olası bir yeniden yapılanma, İkinci Cumhuriyet’in ilk döneminde görülen uç yorumların törpülenmesi ile oluşan tahribatın hem iç siyasette, hem devlet kurumlarında, hem de dış politika alanında düzeltecek bir hedefe sahip olacaktır.
Bu konsensus oluşturma ve yeniden yapılandırma süreci, yukarıda sayılan İkinci Cumhuriyet’in potansiyel kriz dinamiklerini de düzene bağlamaya çalışacaktır. Konsensüs oluşumunda, özellikle farklı siyasal hareketlerin ve ideolojilerin hepsiyle yüksek düzeyde eklemlenme kapasitesine sahip liberalizmin, kritik bir ara halka rolü oynama ihtimali ortaya çıkmıştır. Doğrudan kapladığı alanla değerlendirilmemesi gereken liberalizm, dinci gerici, seküler, ulusalcı ve sosyalist siyasal hareketlerin ve ideolojilerin hepsiyle birden eklemlenerek bunları sermaye egemenliğinde bir araya getirecek bir büyük konsensüste kilit rol oynamaya adaydır.
Saf haliyle ne kadar zayıflamış olursa olsun, Partimiz, liberal ideolojinin ve siyasal hattın egemen ideoloji ve siyasal iktidar içinde kilit bir yere oturduğu gerçeğinin altını çizmeyi sürdürecektir. Partimiz, sosyalist ideoloji ile liberal ideoloji arasındaki keskin ayrım noktalarını silikleştirmeye çalışan yaklaşımlara karşı tavizsiz bir şekilde mücadele etmeye devam edecektir.
Bütün bu değerlendirmeler göz önüne alındığında İkinci Cumhuriyet’in yerleşme ve konsensus sağlama hedefinin yeni bir anayasal çerçeve içinde ele alınması büyük olasılıktır. Seçim sonuçları da şimdiden böylesi bir çalışmayı gündeme getirecek, meclisteki dört parti, Türkiye’nin 12 Eylül sonrası toplumsal kesimlerinin temsiliyetini sağlaması bakımından bir zemin sunacaktır. Dinci gericiliğin, içinde egemenlik kurduğu merkez sağ, laik bir zemine yaslanan merkez sol ile Türk milliyetçiliğini ve Kürt ulusalcılığını temsil eden bu tablo burjuva siyaseti açısından yeni bir anayasaya uygun zemin olarak değerlendirilmek istenecektir. Bu güçlerin ortak paydası ise İkinci Cumhuriyet rejimiyle yoluna devam eden sermaye diktatörlüğüdür. Ancak, burada emekçi sınıfların temsiliyeti bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, başkanlık sistemi tartışmaları da yalnızca otoriterleşme başlığı bağlamına değil, bu yeniden yapılandırma süreci bağlamına oturmaktadır. Başkanlık sisteminin kurulması hedefi, Kürt sorununun çözümünde olduğu gibi, emperyalizmle ilişkilerde de önemli bir parametre olacaktır.
- KRİZ KOŞULLARINDA DEVRİMCİ MÜDAHALE İÇİN GÖREVLER
A) Kürt sorununa sosyalist bakış ve devrimci siyaset
- Partimizin Kürt sorununa bakışı sağlıklıdır.
Türkiye Komünist Partisi’nin ana müktesebatını oluşturan kritik noktalardan birini de Kürt sorununa yaklaşımı ve gerek tarihsel, gerekse de güncel olarak aldığı pozisyonlar oluşturmuştur. Kürt sorunu bağlamında geçmişe dönük bir değerlendirme yapılması, Türkiye solunun bütünü açısından ihtiyaçtır. Partimiz açısından ise tutarlı bir hat süregelmiş, bu tutarlılık bazen yeterlilik anlamına gelmese de, Parti’nin ana hattının sağlam tutulması açısından önemli bir yere sahiptir. Bugün de verili pozisyonun korunması gerekliliğinin altı bir kez daha çizilmelidir.
Türkiye’de sosyalist hareketin Kürt sorunu bağlamında bağımsız ve genişleyen hattını koruması gerektiği bugün birinci sıraya yazılmalıdır. Kürt hareketinin kendi içsel dinamiklerinin birleşme ya da birbirinden uzaklaşma eğilimlerinin, gerek sosyalist hareket, gerekse Parti açısından bir olanak anlamına gelmediği bir kez daha yinelenmelidir.
Buradan hareketle, önümüzdeki dönem Kürt sorununa yaklaşım konusunda merkeze tek başına Kürt hareketini alan ve onun içindeki politik taraflaşmalara yoğunlaşan bir bakış yetersiz ve hatta Partimiz’i yanlış yönlendiren bir yaklaşım olacaktır.
Bununla birlikte, Türkiye’de devlet ve AKP iktidarı ile yüksek düzeyde bir müzakere süreci içerisindeyken, yüksek yoğunluklu bir çatışma dönemine giren Kürt siyasi hareketini sadece çatışma-müzakere sürecinde aldığı pozisyonlar üzerinden değerlendirmenin de eksikli görülmesi gerekir.
- Kürt siyasal hareketine yaklaşımdaki ana başlıklar:
Partimiz’in güncel gelişmeleri de hesaba katarak, aşağıda belirtilen noktaları belirginleştirmesi Kürt sorununa yaklaşımda önemli tutamak noktalarıdır.
a) Türkiye de dâhil olmak üzere, Kürt halkının gündeminde Kuzey Irak merkezli devletleşme ve diğer yerel özerklik modelleri vardır.
b) Bölgesel gelişmeler dışında Türkiye’ye yoğunlaştığımızda, karşımıza çıkan tablo, uluslaşma sürecinde gelinen durumun yeni bir evreye ulaştığını göstermektedir.
c) Uluslaşma sürecinin oluşum dinamikleri politik, ideolojik, iktisadi ve askeridir. Doğal olarak, tüm bu saydığımız bileşenler arasında eşitsiz bir gelişim mevcuttur.
d) Dolayısıyla, ilk üç maddeden hareketle, bugün Kürt hareketine yaklaşım başlığında güncel politik tasnifler üzerinden sol/sağ ayrımından ziyade, başka bir düzleme geçilmesi elzemdir. Başka bir şekilde söylenmesi gerekirse, Kürt siyasetinin yekpare bir blok olup olmadığı üzerinden Parti’nin politik hat oluşturmaya çalışması doğru olmayacaktır. Öncelikle Kürt sorununa dair bütünlüklü bir yaklaşım geliştirilmeli, bu bütünlük üzerinden Kürt sorununa dair bir politik yaklaşım sergilenmelidir.
- Kürt sorununda temel yaklaşım Sosyalist Cumhuriyet’te birliktir.
Türkiye sosyalist hareketinin, bu geniş koalisyon halindeki Kürt hareketini politik girdiler yaparak soldan ayrıştırmaya, sürtünmeleri derinleştirmeye çalışması ve buradan birlik çabasına girmesi anlamsız olacaktır. Partimiz, esas olarak Kürt sorununu sınıfsal bağlamda ele almaya devam edecektir. Bu konudaki ana yaklaşım ise sosyalizm ve işçi sınıfı iktidarı hedefinin, arka planı oluşturmayı sürdürecek olmasıdır. Bu yaklaşım, politik olarak Sosyalist Cumhuriyet’te Birlik olarak tanımlanmaktadır.
- Kürt siyasal hareketi tarihsel gelişimi içinde düzen içi kulvarda pozisyon değiştirmektedir.
Tarihsel gelişimi çerçevesinde Kürt hareketinin gelmiş olduğu nokta ise bir kere daha tanımlanmalıdır. Geçmişte toplumsal bir tabana dayanmadığı dönemleri aşan, aydınlar ve siyasetçilerin temsiliyeti üzerine kurulu siyaset evresini geçmiş olan Kürt hareketi, artık uluslararası ölçekte siyaset yapan bir özne olmuştur. 80 öncesi (TİP deneyimi, diğer sol Kürt örgütleri ve PKK hariç) burjuva siyasi partileri içerisinde kendine yer açmaya çalışan veya zaman zaman örgütsüz ve sağ bir karakteri de olan Kürt siyasetçilerinin tek tek düzenle yakınlaşma/uzlaşma evresi kapanmıştır.
Soldakiler ise, TİP, sonrasında kurulan sol Kürt örgütleri ve nihai olarak PKK içerisinde yer almışlardır. 1980 öncesinin PKK dışında günümüze devrettiği bir şey kalmamış, PKK’nin programatik hattı içerisinde devrimci-demokrat bir çizgi günümüzde farklı süreçlere adapte edilmiştir. Adaptasyonun arka planını uluslaşma ve artık daha fazla gündeme gelecek şekilde devletleşme oluşturmaktadır.
Günümüzde Kürt siyasal hareketi, kendi politik hattına sahip, örgütlü bir yapısı olan, Türkiye’de düzen güçleri tarafından kabul gören bir yapıya kavuşmuştur. Örgütlü yapı ile önderlik arasında temsiliyet ilişkisi de bulunmaktadır. Ancak tüm bunlarla birlikte, asıl altı çizilmesi gereken nokta, Kürt siyasetinin düzen içi kulvara doğru olan pozisyon değişikliğidir.
Özellikle AKP iktidarı döneminde biçimsel olmanın ötesine de geçen pozisyon değişikliğini veri almadan bugün Kürt sorununa dair yaklaşım geliştirmek Türkiye sosyalist solu açısından mümkün olamayacaktır.
- Kürt siyasal hareketi biçimsel açılımlarla değerlendirilemez.
Kendi hattına sahip olması ve/veya bu kabulün içeriğine geçmeden önce, Kürt hareketinin yaptığı açılımların, sadece biçimsel olarak ele alındığında, çok özel bir yan taşımadığını görmek gerekir. Bu içerik gözden kaçırıldığında, ulusal karakteri dolayısıyla pragmatik her türlü açılıma sahip olan Kürt siyaseti, tam boy işbirlikçilik ya da tam boy devrimcilik gibi bazı sıfatlarla değerlendirilebilmektedir. Geleneksel parti çizgimiz, son tahlilde, bu iki salınımdan uzak durmayı başarmıştır. Önümüzdeki dönemde de bunu sürdürmek önem taşımaktadır.
- İçerik olarak İkinci Cumhuriyet’e entegrasyon gündemdedir.
İçerik açısından baktığımızda ise müzakere/çatışma eksenini “İkinci Cumhuriyet’e entegrasyon” başlığı altında değerlendirmek mümkündür. Bu eksen kendi içinde bir tutarlılık ve son tahlilde diyalektik bir bütünlük oluşturmaktadır. İkinci Cumhuriyet’in baskıcı ve dayatmacı uygulamaları Kürt sorununda çatışma ortamını gündeme getirmektedir. Bu noktalarda, Kürt siyasi hareketinin bugünkü sermaye iktidarının karşısında bir siyasal pozisyon içinde olması konjonktürel bir olgu olarak görülmelidir. Esas mücadele düzlemi, düzenle bağlarını kopartıp kopartmayacağı noktasında şekillenecektir. Düzenle bağların kopartılıp kopartılmayacağı ise ulusal tercihlerden ziyade sınıfsal mücadelelerin sonucunda ortaya çıkacaktır. Bunun olmadığı durumda, yeni bir düzlemde uzlaşmaya varılması muhtemeldir. Parti, her türlü gerici ve faşist konumlanışa karşı Kürt emekçileri ile yan yana olacak ve dayanışma içerisine girecek; ancak, düzenle uzlaşma noktalarını karşısına alan pozisyonunu hiçbir şekilde terk etmeyecektir.
- Sosyalist hareket için belirleyici nokta Kürt ulusu içinde oluşacak sınıfsal ayrışmadır.
Son tahlilde, Türk ve Kürt devrimcileri açısından belirleyici nokta, Kürt ulusunun içerisinde oluşacak sınıfsal ayrışmanın derinleşmesidir.
Kürt yoksulları ve proleterleşmiş Kürt nüfusu potansiyel olarak, İkinci Cumhuriyet’in en önemli kriz dinamiğine aday olan işçi sınıfı hareketinin bir parçasını oluşturmaktadır. Sosyalist hareketin görevlerinden biri, bunun açığa çıkmasını sağlamaktır.
Güncel olarak ulusal demokratik hakların kazanımı yönünde verilen mücadelenin belirli bir evreye ulaştığı saptanmalıdır. Daha doğrusu, özellikle müzakere sürecinin geldiği nokta ve seçimlerde ortaya çıkan tablo ile birlikte, Kürt sorununun Türkiye’deki tartışma boyutu, ulusal demokratik haklar penceresinin dışına taşmış durumdadır. Kabaca söylemek gerekirse, örneğin, anadil meselesi Türkiye siyasetinde “teorik olarak” aşılmıştır. Çözüm sürecinin ana halkasının ise Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve PKK’nin silah bırakması ekseninde olduğu açıkça görünmektedir. Kürt sorununun kapitalist düzende çözümü adına ortaya atılan bu başlıklar, iki taraf açısından da güçlü birer pazarlık kozudur. Dolayısıyla, bu iki başlık belli bir vadede hayata geçecek olsa bile, gerçek çözümün ana halkasını oluşturmaları zor görünmektedir.
Buradan hareketle müzakere sürecinin devrimci bir yere değil, demokratik kazanımlar ile aşamalı bir modele bağlanacağı ve bu tabloda, Kürt özgürleşmesinin biçimsel bazı başlıklardan öteye geçemeyeceği dile getirilmelidir. 1999 yılında, Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrasında başlayan “Demokratik Cumhuriyet” açılımında bugün çeşitli söylem değişiklikleri bulunsa da, açılımın ana hattının korunduğu saptanmalıdır.
- Kürt emekçilerinin mücadelesi anti-emperyalizm ve gericilik karşıtlığının bütünlüğü ve sosyalizm mücadelesi üzerine kurulmalıdır.
Türkiye kapitalizmi ve emperyalizm, bu süre zarfında Kürt sorunu başlığında çeşitli özellikler kazanmış, konjonktürel adımlar atmış ya da yeni yönelimlere girmiştir. Bu süreçte Kürt hareketi, kimi zaman oluşan çatlaklara yerleşmiş, kimi zaman karşı karşıya gelmiş, kimi zamansa oluşan yeni düzlemlere adaptasyon konusunda istekli olduğunu açıkça göstermiştir.
Geçmiş dönemde Kürt siyasi hareketinin söylem düzeyinde anti-emperyalizme ve dinci gericiliğe karşı bir duruşu sergilemesine rağmen, son dönemde gerek gericilik bağlamında gerekse emperyalizm bağlamında Kürt siyasi hareketinin ortaya koyduğu siyasal tutum ve söylem tam tersi bir durumu göstermektedir. Partimiz, Kürt emekçilerinin eşitlik ve özgürlük mücadelesinin anti-emperyalist ve gericilik karşıtı bir bütünlük üzerinde kurulması gerektiğine dair süreklileşmiş bir propaganda içerisinde olacaktır.
Burada Ortadoğu’daki gelişmelerin varacağı nokta ile Türkiye’deki güncel durum arasında bir açı oluşması kaçınılmaz görünmektedir. Emperyalist projeyle uyumlu Barzani devleti ülkemizdeki Kürt emekçilerini temsil etmekten uzak olacaktır. Dolayısıyla, Ortadoğu’da Kürt cephesinde olan “pozitif” gelişmeler ile Türkiye Kürtleri’nin pozisyonu arasında doğrusal bir bağlantının olamayacağı evreler daha güncel bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Ortadoğu’daki son gelişmeler hesaba katıldığında birkaç başlığın öne çıktığı görülmektedir:
- PKK’nin demokratik ulus inşası tanımı ile Barzani’nin devletleşme hamlesi arasındaki gerilim muhtemel görünmektedir. PKK bu noktalarda emperyalizmin işbirlikçiliğine karşı tavır geliştirirken emperyalizme karşı duruşu arasında çelişkili bir durum ortaya çıkacaktır.
- Irak‘ın parçalanması fiili olarak bugün bir realite haline gelmiş olsa da, Barzani menşeili bir işbirlikçi Kürt devletine ideolojik düzlemde karşı çıkmak gerekecektir. Buradaki devletleşme süreci, ABD’nin Ortadoğu’yu Balkanlaştırma projesinin önemli bir adımı olma ihtimali taşımaktadır.
- Federasyon ya da özerklik, kapitalizm koşullarında, biçimsel bir anlamdan öteye geçmeyecektir.
Tüm bunlarla birlikte, Türkiye’deki federasyon ya da özerkleşme tartışmalarının yeni anayasa ile gündeme gelmesi büyük bir ihtimaldir. Önümüzdeki süreçte, bunlara sessiz kalmaktan ziyade, bu başlıkların emekçilerin ortak kurtuluş mücadelesinde bir yere oturmadığı ifade edilmelidir.
Parti, kapitalizm koşullarında bunun biçimsel olmaktan öteye geçemeyeceğini dile getirecek, önümüzdeki dönem Avrupa Birliği gündeminin açılması ihtimalini de hesaba katarak yerel yönetim ve özerkleşmenin Sosyalist Cumhuriyet’te ne anlama geleceğine dair siyasi faaliyete odaklanacaktır.
Kürt sorunu başlığı altında diğer gündemlerle birlikte, toprak sorunu ve köylülerin sorunları ayrıca gündeme alınmalıdır. Kürt siyasi hareketinin Demokratik Toplum Kongresi Ekonomi Çalıştayı’nda toprak reformu maddesini kaldırmış olması, bu alanda nasıl bir yönelime gireceğinin işaretlerini taşımaktadır. Ek olarak mevsimlik Kürt işçilerinin yaşam ve çalışma koşulları ile ilgili Parti siyasi faaliyet yürütmelidir.
Sosyalizmde toprak reformu, toprakta kamulaştırma ve Kürt köylüsünün sorunlarının çözülmesi konusunda tezler geliştirilmesi partimizin önümüzdeki dönem görevlerinden biridir.
- Müzakere sürecinde güncel durum ve ana yaklaşımlar
2015 Genel Seçimleri’ndeHDP’nin yakaladığı başarı AKP iktidarı ile olan ilişkilerinin yeniden belirlenmesi ve müzakere sürecinin yeni bir evreye taşınması anlamına gelmektedir.
KCK önderliğinin seçim öncesinde de ifade ettiği üzere, seçim sonrası Kürt hareketinin temel gündemi Kurucu Meclis ilan edilmesi ve yeni Anayasa yapılmasıdır. Bu yaklaşım, çatışma ortamı ve olasılığına rağmen son tahlilde, yerleşmeye çalışan İkinci Cumhuriyet’in bileşeni olmaya aday bir Kürt siyasal hareketini ortaya çıkarmaktadır.
HDP’nin bu noktadaki verili pozisyonunun ikili bir yanı olacağını ve Türkiye siyasetinde yakın ve orta vadede bu iki yanı taşıyarak adım atacağı öngörülmelidir.
Birincisi, seçimlerde AKP’yi gerileten bir güç olarak Türkiye toplumu karşısında bir yer edinmesidir. Bu durum, “Türkiyelileşme” olarak tanımlanmakta ve önümüzdeki dönem Türkiye siyasetindeki tüm gelişmelerde bir veri olarak kabul edilmektedir.
Türkiye sosyalist hareketi seçim döneminde HDP’nin yerleştiği düzlemi bir ara konumlanış olarak değerlendirmelidir. Seçimleri takiben, HDP’nin sermaye düzeni ve devamında, AKP ile kavga vermeyeceği açığa çıkmıştır.
Partimiz, önümüzdeki dönemde bu tür çelişkili tabloların daha fazla ve daha açık bir şekilde ortaya çıkacağını bilerek politikasını belirlemelidir.
İkincisi, AKP ile uyuşmazlık noktalarında ortaya çıkan çatışma ihtimali, Kürt sorununu savaş ve barış ekseninde yeniden gündeme getirecektir. Bu durumda, HDP’nin Türkiyeli kimliğini bırakarak Kürt sorunu merkezli bir açılım sürecine girmesi güçlü bir olasılıktır. Bu açılım süreçlerinin, liberalizm ve milliyetçiliğin yeni bir sentezi ekseninde gerçekleşmesi durumunda, solu budaması ve iğdiş etmesi ihtimali son derece güçlüdür.
Buradan hareketle, Kürt hareketi açısından her iki yanın da bağlanacağı nokta açıktır: Ulusal sorunun çözümünü her türlü mücadelenin önüne koyan anlayışın baskın çıkması ve Türkiye soluna yapılan “acil demokrasi mücadelesi” çağrısı.
Partimiz, bu tür süreçlerde, her türden milliyetçiliğe karşı konumlanışını güçlendirmeli, sosyalizm mücadelesinin Kürt emekçilerini kapsayan ve içine katan pratiklerini somutlamalı, Türkiye sosyalist hareketinin Kürt hareketi ile omurgalı bir ilişki kurmasının temel garantisi haline gelmelidir. Dolayısıyla, eğer Türkiye’de sermaye düzeni Kürtler’in ulusal, dini ve ekonomik bloklarının tümünü kapsayacak yeni bir senteze doğru yol alacaksa, Parti, emekçi temelli sosyalist devrimci bir sentezi örgütlemeye girişmelidir. Bunun yolu ise Kürt ulusal solunun kapsanmasından değil, sosyalizm mücadelesinin Kürt emekçileri ile buluşmasından geçmektedir.
B) Alevilerin gericileştirilerek asimilasyonu tehlikesine karşı, laiklik mücadelesi, eşit yurttaşlık hakkının tek yoludur.
- İkinci Cumhuriyet Alevileri kapsayamamıştır.
2002-2010 yılında ülkemizde yaşanan karşı-devrim sürecini ve bu sürecin en belirgin özelliklerinden biri olan gericileştirme saldırısını üzerinde tehdit olarak hisseden önemli kesim Alevi toplumudur.
Birinci Cumhuriyet’in hilafeti ortadan kaldırması, şeri mahkemelerin lağvı ve Cumhuriyet’in ilanı vb. uygulamalar Alevi toplumunun Birinci Cumhuriyet ile arasında pozitif ilişki kurmasını sağlamıştır. Alevi toplumu bir kültürel ya da dinsel grup olarak tanınmasa da, Birinci Cumhuriyet ile “barışık” bir ilişki sürdürmüştür.
AKP rejimi ile birlikte ortaya çıkan yeni uygulamalar, en başta Alevi toplumu üzerinde bir tehdit haline gelmiş, AKP’nin kurduğu İkinci Cumhuriyet’e dönük tepki, toplumun bu kesiminde daha belirgin bir hal almıştır. Bu anlamda, İkinci Cumhuriyet’in temel karakteri olan gericilik ve laiklik ilkesinin ilgası, Alevilerin kapsanamamasının önündeki en büyük nesnel nedendir.
- Aleviler’in İkinci Cumhuriyet’te yeri yoktur.
AKP rejimi ile şekillenen sermaye düzeninin kurmuş olduğu İkinci Cumhuriyet’te Alevilere yer yoktur. Aleviler’in İkinci Cumhuriyet’e bağlanması, sermaye düzeni açısından bir kriz başlığı olarak ortada durmaktadır. Sermaye düzeni, bu sorunu çözmenin yolunu yine gericileştirmede bulmuş, Aleviliği dinselleştirerek ve gericileştirerek düzene bağlamanın yolunu aramıştır.
Alevi Çalıştayı adıyla yürütülen çalışmalar bu başlıkta sonuçsuz kalmış, Aleviler’in kapsanması ve düzene bağlanması, gericilik tonu yüksek bir “Yeni Alevilik” tanımınının içerisine yerleştirilememiştir. Zorunlu din derslerine dönük eylemler, Cumhuriyet mitinglerine katılım, Haziran Direnişi’ne Alevi toplumunun vermiş olduğu kitlesel destek, büyük Alevi mitingleri, Sivas Katliamı anma yürüyüşleri Alevilerin bu dönem verdikleri tepki olarak önemli örneklerdir.
- Düzen Alevileri gericileştirerek asimile etmek istemektedir.
AKP rejiminin Alevilere dönük politikalarındaki başarısızlık, bugün başka bir yöntemle aşılmaya çalışılmaktadır. Bunun bir yanında, Aleviliği Diyanet’in bir parçası haline getirme girişimleri bulunurken, diğer yanda sermaye düzeninin yeniden yapılanmasında Alevilere dönük “sus payı” hesapları yapılmaktadır. Zorunlu din dersi ve eğitimde gericileştirme ise devlet politikası olarak Aleviler’in asimilasyonu açısından gündemden düşmüş değildir.
Partimiz, Aleviliğin ayrı bir kültür ve inanç olduğunu savunarak, toplumsal ilerleme için laikliğin olmazsa olmaz bir ilke olarak hayata geçmesi için mücadele etmelidir. Aleviliğin, kendi kimliği ile var olması, ülkemizin önemli bir toplumsal kesimi olarak görülmesi ve inançlarını, kültürlerini özgürce yaşamaları için bütün baskı, dayatma ve asimilasyon adımlarının son bulması gerekmektedir.
Partimiz, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını, eğitimde gericileşmenin son bulmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını, Cemevleri’nin tanınmasını, devlet bürokrasisinde Alevilere dönük ayrımcı uygulamaların son bulmasını savunur.
- Alevi yurttaşlarımızı yeni bir cumhuriyet için mücadeleye çağırıyoruz.
Sosyalistler, Aleviliği bir inanç ve mezhep kategorisi üzerinden değil, tarihsel ve kültürel bir olgu olarak değerlendirmeyi merkeze koymalıdırlar. Ülkemizde laikliğin yeniden tesisi ve gericileştirmeye karşı mücadelede bütünlük, ancak böylesi bir tutumla mümkündür. Aleviliğin bir mezhep olarak kabulü, Alevilik derslerinin ilkokul müfredatlarına sokulması, dergâh ve tekkelerin yeniden açılması gibi talep ve düşüncelerin ülkemizin ilerici yürüyüşünde yeri yoktur. Gericileşmenin bir parçası olarak değerlendirilebilecek bu taleplerin laiklik ilkesi ile mutlak karşıtlık içinde olduğu bilinmelidir.
Partimiz, Alevi toplumunu laik, ilerici, yeni bir cumhuriyet kurmak için mücadele etmeye çağırmaktadır. Ülkemizin kurtuluşu, bugün sermaye diktatörlüğünün biçimlendiği gericilik zemini üzerinden asla mümkün değildir. Bu yüzden, Alevi toplumu içinde siyasal mücadele yürüten bütün kesimlerin mücadele programlarının başına laiklik ilkesi yazılmalı, dini örgütlenme model ve biçimlerinin gericiliğe hizmet edeceği açık olarak görülmelidir.
Alevi toplumu bugün, sermaye düzeninin AKP rejimiyle geldiği yerin yeni bir yapılanma arayışı olduğunu bilerek, düzenin devamını sağlayacak bu zemine geçişe onay vermemelidir. Çünkü yeni yapılanma adıyla ortaya çıkacak durum, İkinci Cumhuriyet’in devamından başka bir şey değildir. Bugün Meclis’te onlarca türbanlı vekilin bulunması, eğitim alanında ortaya çıkan gericileşmenin boyutu, türbanın artık sıradan bir olgu olarak görülmesi, bu düzenin geriye dönme ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Alevi toplumu, “yeni bir cumhuriyet” şiarıyla emekçilerin laik cumhuriyet talebinin etrafında toplanmalıdır. Partimiz, bu siyasi misyonla Alevi yurttaşların sorun ve taleplerine dönük yaklaşım geliştirecektir.
C) Örgütlü siyasetin temel taşıyıcılarından biri olarak kadınlar
- İkinci Cumhuriyet’in dayatmalarına karşı laikliğin ve özgürlüğün savunusunda kadınlar ön planda olacaktır.
Türkiye’de sosyalist hareketin güçlenmesinin en önemli aracı ve göstergesi kadınlar olacaktır. İkinci Cumhuriyet’in dayatmalarına karşı laiklik, eşitlik ve özgürlük savunusunda kadınların en ön planda olması, bu durumun Türkiye’de de sınanacağının açık bir göstergesi olmuştur. Bu gerçek, önümüzdeki mücadele döneminde daha belirgin hale gelecektir.
- Gericiliğin en önemli kavga konularından biri kadınlardır.
Türkiye gericiliğinin en önemli kavga konularından biri kadınlardır. Yaşam tarzına gerek söylem düzeyinde, gerekse fiili olarak müdahalenin en önemli ve doğrudan muhatabı kadınlardır. Kadınların kaç çocuk doğuracağından tutun da çalışıp çalışmayacağına, kılığına kıyafetine kadar her tür gerici söylemin yarattığı etkinin ve tepkinin mutlaka ciddiye alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme yapılırken, bugüne nasıl geldiğimizin cevabını vermek, verili nesnelliği anlamak açısından hayati önem taşımaktadır. Refah Partisi geleneğinden AKP’ye uzanan süreçte, gerici hareketin toplumsal ayaklarının oluşturulmasında kadınlar kritik bir rol oynamıştır. Gerici hareketin toplumun bütününde ideolojik dayanaklarını oluşturması söz konusu olduğunda, özellikle “Türbana özgürlük” söylemi çerçevesinde, liberal çevrelerle gericiliğin yaptığı tarihsel ittifak oldukça etkili olmuştur.
- Kadınlar mücadelenin en ön saflarında yer almışlardır.
Bütün bu tahakküme rağmen, kadınların AKP’nin çizdiği çerçeveye sığmayacağının işaretleri çok uzun zamandan beri mevcuttur. Bu işaretler Haziran Direnişi ile bir gerçekliğe bürünmüş, kadınlar direnişin en önünde ve etkili unsurlar haline gelmişlerdir. Bu yılın başında kitlesel olarak gerçekleştirilen Özgecan Eylemleri, kadın mücadelesi alanının eskisi kadar kolay masedilemeyeceğinin yakın dönem işaretlerinden biri daha olmuştur.
Kadınların direnç odaklarının içerisinde var olması ve en önemli halkayı oluşturması da mutlaka not edilmelidir. Kadın alanına yönelik özgürlük talebinin yanı sıra piyasacı, gerici ve talan üzerine kurulu AKP iktidarının karşısında da kadınlar ön saflarda yer almışlardır. İmam hatiplere karşı yürütülen mücadelelerden, yaşam alanlarının savunulmasına kadar pek çok alanda yürütülen mücadelede kadınların ihmal edilemez varlığı bu durumun açık bir kanıtıdır.
- Kadın mücadelesi alanında büyük bir siyasal ve ideolojik boşluk bulunmaktadır.
Bütün bunlarla birlikte bugün Türkiye’de kadın alanına yönelik boşluk varlığını sürdürmektedir. Bu boşluğun siyasal, örgütsel, ideolojik ve teorik ayakları vardır. Varolan siyasal boşluk, alana yönelik etkisiz çalışmalarla kendisini göstermektedir. En fazla göze çarpan ideolojik ve teorik üretimler ise, siyasal mücadeleler ve gerçeklikle bağı kurulamadığı sürece akademik çalışmalar olmanın ötesine geçememektedir.
Geçtiğimiz yıl bu tespitler doğrultusunda gündeme aldığımız kadın çalışması, İlerici Kadınlar Konferansı aracılığıyla bir ilk birikimin ve deneyimin yaratılmasını sağlamıştır. 12. Kongre raporumuzda tarif ettiğimiz Haziran Direnişi’nde kent meydanlarının en ön saflarında gördüğümüz plaza emekçisi, beyaz yakalı ve öğrenci kadınlardan, mahallelerinde tencere tava eylemleri yapan, direnişin önemli bir parçasını yerelliklerde örgütleyen kadınlara; yaşam ve geçim alanlarını korumak için direnen, HES’lere ve her tür çevre saldırısına karşı mücadele eden kadınlardan, İmam Hatipleştirmeye karşı mücadele eden velilere ve hakları için direnen kadın işçilere kadar pek çok dinamikten kadın, İlerici Kadınlar Konferansı çalışmasını örgütlemişler, sözlerini söylemişlerdir. Partimiz yaratılan bu birikimin daha ileri bir eşiğe taşınmasını ve süreklileştirilmesini sağlamalı, bu doğrultuda yoğun bir çalışma yapılmalıdır.
- Bu değerlendirmeler ışığında önümüzdeki dönem kadın çalışmasına yönelik aşağıdaki kararlar hayata geçirilmelidir:
- Ekim ayı başında, eğitimde gericileşme başlıklarına karşı toplantı ve kampanyalar düzenlemelidir.
- Analık izni, kreş, bakımevi, işyerinde süt odası hakkı için yasal talepler ile işyerleri ve yerellikler üzerinden örgütlenecek çalışmalar planlanmalı ve hayata geçirilmelidir.
- Kayıt dışı ve güvencesiz çalışmayla mücadele kapsamında konu ile ilgili kadınlarla toplantılar düzenlenmelidir.
- Kadına yönelik şiddete karşı örgütlü bir karşı çıkışın süreklileştirilmesi konusunda adım atılmalıdır..
- Parti Konferansı’nın hemen sonrasında, kadın bürosunun merkezi örgütlenmesi tamamlanmalıdır.
- Partili kadınların, kadın hareketi içerisinde siyasal bir kimlik kazanmalarının yanısıra, parti içi yaşantı da dahil olmak üzere, toplumsal bütün alanlarda ön saflarda olmaları büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, kadın yoldaşlarımızın siyasal ve örgütsel hayatta öne çıkmasına engel olan bütün koşulların bertaraf edilmesi hedeflenmelidir. Öte yandan, yayınlar, toplantılara ve eğitimler aracılığıyla bu alana yönelik Parti’nin bütününde teorik, ideolojik ve siyasal netlik oluşturulması gündeme alınmalıdır.
D) İşçi sınıfı ve siyasal görevlerimiz
- İşçi sınıfı içinde örgütlenmek ve yeni bir sınıf hareketinin mayasını çalmak, bugün Parti’nin en temel görevidir.
Partimiz, işçi sınıfının bir siyasal güç olarak ayağa kalkması ve bugün bir kriz içinde bulunan sermaye düzeninde, düzenin tahakkümünden kurtarılması için stratejik bir çalışmayı önüne koymak durumundadır. Haziran Direnişi sonrası emekçi sınıfların bir sınıf olarak siyasi mücadele içindeki rolü konusunda ortaya çıkan büyük ihtiyaç, bu görevin önemini bir kez daha göstermektedir. Bugün, sınıfın siyasal bir güç olarak ortaya çıkması ve yeni bir sınıf hareketinin mayasını çalmak partimizin öncelikli görevidir.
- İşçi sınıfının bugünkü durumu gerçekçi bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
a) İşçi sınıfı bölünmüştür. Bu bölünme etnik, dini vb. kimlik temelinde olduğu gibi, sektörel ve sendika bazlı ya da yerleşim havzalarına göre ortaya çıkmaktadır. En keskin bölünme ise siyasal düzlemdedir. Aynı fabrikada, aynı sendika çatısı altında, farklı politik görüşlere sahip işçiler bir arada bulunabilmektedir.
b) İşçi sınıfı kuşatılmıştır. Başta dinci ve milliyetçi ideolojiler olmak üzere, burjuva ideolojisinin bütün etkileri işçi sınıfının üzerinde büyük bir egemenlik kurmuştur.
c) İşçi sınıfı, sendikal bürokrasinin tahakkümü altındadır. Başta Hak-iş, Türk-iş, Kamu-Sen ve Memur-Sen olmak üzere, sınıfı düzene bağlayan örgütler tam boy karşıya alınmadan yeni bir sınıf hareketinin yaratılması çok mümkün değildir.
d) İşçi sınıfı örgütsüzdür. 12 milyon sigortalı işçi, 2, 5 milyonun üzerinde kamu emekçisi ve 10 milyona yakın emekli, kabaca işçi sınıfının niceliğini gösteren rakamlar olarak not edilmelidir. Sendikalaşma oranı işçilerde yüzde 10, kamu emekçilerinde yüzde 65 civarındadır. Kamu emekçilerindeki sendikalaşma oranının yüksek görünmesi, siyasi iktidarların kadrolaşma ve kamu emekçilerine kendi kurdukları sendikal örgütlenmeleri dayatmalarından kaynaklanmaktadır.
e) İşçi sınıfı, temel ve kazanılmış haklarını her geçen gün kaybetmektedir. Kuralsız ve güvencesiz çalışma normal kabul edilmekte, taşeron işçiler başta olmak üzere, kısmi güvenceye sahip işçiler sürekli işsizlik tehdidi altında çalıştırılmaktadır. Bu hak gaspları en fazla, kazanılmış haklarını kaybedecek “kurallı ve güvenceli” çalışan kesimlerde tepki doğurmaktadır.
f) İşçi sınıfı, yoksullaşmaktadır ve önümüzde bir ekonomik kriz olasılığı durmaktadır. İster ekonomik krizi ertelemek, isterse ekonomik krizin etkilerini azaltmak amacıyla olsun, böylesi bir dönemde emeğe dönük saldırıların artacağı, işsizliğin daha da yaygınlaşacağı, kazanılmış hakların tek tek geri alınacağı, kıdem tazminatı başta olmak üzere işçi sınıfının temel haklarının ortadan kalkacağı vb. bir dönemin ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. Partimiz, bu tablonun işçi sınıfı içinde hareketlenmeler yaratacağı konusunda hazırlıklı olmalıdır.
g) Türkiye işçi sınıfının sektörel dağılımı incelendiğinde göze çarpan 4 ana sektör bulunmaktadır. Büro, metal, inşaat ve tekstil sektörleri, Türkiye işçi sınıfının temel yapısında öne çıkan sektörlerdir. Bunu, belediye işçileri ve turizm işçileri takip etmektedir. Bankacılık, basın yayın, iletişim gibi sektörler ise beyaz yakalı işçi örgütlenmesinin bir parçası olarak değerlendirilmeli, bu alanda bütünlüklü mücadele yürütülmelidir. Sanayi işçilerinin birbirleriyle organik bağı olduğu, metal ve kimya işkolları ile maden ve enerji işçileri arasındaki ilişkiler göz ardı edilmemelidir. Güvencesiz çalışmanın en yaygın olduğu sektörlerden biri olan turizm sektörü ayrıca ve mutlaka ele alınmak durumundadır.
- Sendikalar sınıf içinde itibar kaybetmiştir.
a) Sendikalar işçi sınıfı örgütleri nedeniyle önemli sayılmalıdır. Ancak, tarihsel olarak işçi sınıfının gelişimi ve bu bağlamda sendikaların sermaye düzeninde geldiği yer düşünüldüğünde, sendikaların düzen içi kurumlar olmalarını engelleyecek yegâne gücün devrimci müdahale olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Ancak bu ideolojik müdahale, işçi sınıfının siyasallaşmasını sağlarken, sendikaları karşısına almamalı, sendikaların sınıf örgütleri olarak varlık göstermesini sağlamaya dönük hamleler yapmalıdır.
Sendikalar, ekonomik mücadele aracı olarak, siyasal bir sınıf hareketinin öznesi değillerdir. Partimiz, bunu bilerek, işçi sınıfının siyasallaşması önündeki engelleri kaldıracak hamleler yapmalıdır. Siyaset, bir taraflaşma olarak değerlendirilmeli ve sınıfın taraflaşmasını sağlamak üzere mücadele yürütmelidir. Bu açıdan sendikalar, bir mücadele aracı değil, bir mücadele alanıdır. Sendikal alana dönük politikalar bu perspektifle ele alınmalıdır.
Tam da bu nedenle, sendikal yönetim pazarlıklarını ve bunları merkeze alan bir arayış yerine, sendikaları tabandan zorlayacak örgütlenmeler başa yazılmalıdır. Ancak bu durumda sendikalar sınıfın gücü olacak bir silah haline dönüşebilir. Aksi takdirde, sendikaları etkileme, yönlendirme ve değiştirme şansı yoktur.
b) Sendikalar bugün itibar kaybetmiştir. Bir dizi sektörde ve iş kolunda sendikalara güven yoktur. Bu yüzden örneğin, inşaat, beyaz yakalı vs. gibi alanlarda sendikal örgütlenmenin kısıtları bulunmaktadır ve bu alanlarda yeni örgütlenme modelleri gündeme getirilmelidir. DİSK, işçi sınıfı içinde öncü bir kol olma vasfını bugün taşıyamamakta, KESK ise yaratmış olduğu etkiyi ne yazık ki ortadan kaldırmış, yalnızca siyasal bir kimlik olarak varlığını sürdürmektedir.
c) Yeni bir sendikal hareket büyük bir ihtiyaçtır. Ancak böylesi bir sendikal hareketin yaratılması, yeni bir sınıf hareketinin bütünü içine yerleştirilmelidir. Bunun için de “örgütlü öncü bir kol” işçi sınıfı içinde açığa çıkarılmalıdır.
Her şeye rağmen, kamu emekçileri içinde KESK’in, metal işçileri içinde BMİS’in yerini farklı değerlendirmek gerekir. Her iki sendikal örgütlenmenin, sınıf içinde buz kıran görevi yürütebilme olanakları vardır. Metal işçilerinin genel durumu düşünüldüğünde, BMİS’in etkisi önemsiz sayılmamalı, BMİS üzerinden sarı ve düzen sendikalarına dönük bir hamle gerçekleştirilebileceği öngörülmelidir. KESK için ise sendikal bürokrasiyi aşmak başlı başına bir sorundur. Eğitim Sen’e, eğitim emekçilerinin sınıf içinde aydınlanma başlığındaki öncü rollerini yeniden üretebileceğini hatırlatmalı, bu bürokratik yapı içinde yeni bir yol tarif edilmelidir.
Konfederasyonlara karşı bir muhalefet söylemi geliştirilmelidir. Bu söylem, sendikaları düşman ilan etmeden, ancak, konfederasyonların bugün işçi sınıfı mücadelesinde engel teşkil ettiklerini ifade edecek bir biçimde hayata geçirilmelidir.
- İşçi sınıfı içinde öncü bir kol yaratmak
a) Parti, sınıfın aklı ve örgütlü gücüdür. İşçi sınıfının eşitsiz gelişen yapısı içinde bir yandan kendini bu eşitsizlikten koruyacak, bir yandan da işçi sınıfının ilerici unsurlarını örgütleyecek bir perspektifle çalışma yürütecektir. Parti, işçi sınıfının eşitsiz gelişen yapısında, özellikle öncü işçileri, diğer bir deyişle, ileri unsurları saflarına katmak için mücadele yürütmelidir.
b) Parti’nin iş yeri bazlı işçi örgütleri kurmak temel görevidir. Ancak bugün, sınıfın genel durumu göz önüne alındığında, bu örgütlenmenin komünist bir parti için “nesnel sınırları” bellidir. Öncü işçileri parti saflarına katarken, işçilerin birer komünist olmasını ve bu amaçla yetiştirilmesini başa yazmalıdır.
c) Parti örgütlenmesi, ayağını iş yerlerine basmalıdır. Parti’nin işkolundaki öncü/ileri işçilere ulaşması ile komünist öncü işçilerin yaratılması statik değil, dinamik bir süreçtir ve mutlaka müdahaleye ihtiyaç duyacaktır. Tekil tekil örgütlenme ile birlikte, Parti’nin işçilerle buluşacağı ara yüzey örgütlenmeler bu açıdan gereklidir.
e) Bu ara yüzey örgütlenmeler tek başına Parti-sınıf bağını kurmayı hedeflememeli, esas olarak işçi sınıfının ileri unsurlarının yan yana geldiği ve sınıfın öncü kolunu oluşturacak bir mekanizmayı da oluşturmak üzere bir perspektif belirlemelidir. Bu görev genel olarak sınıfın bütününü ileriye çekmek ve sendikal yapılara müdahale etmek açısından önemlidir.
f) Sınıfın, ileri unsurlarının heterojen yapısının yan yana getirildiği ara yüzey örgütlenmeler yeni bir sınıf hareketi yaratmak açısından hem bir güç oluşturacak hem de ciddi bir potansiyel taşıyacaktır.
g) Bu ara yüzey örgütlenmeler, sektörel, sendikal, iş yeri bazlı ya da bölge temelli düşünülebilir. Aynı zamanda, siyasal talepler etrafında da oluşturulabilir. Dayanışma, güç olma, iş yerlerinde öncülük etme, sendikal harekete müdahale ve bir kimlik yaratma açısından ara yüzey örgütlenmeler ele alınmak durumundadır.
h) Bugün, bu ara yüzey örgütlenmelerin gerçekleşebilmesi için, temel sektörlerde ve işçi havzalarında belirli bir gücün ortaya çıkması gerekir. Parti birimleri ve bu birimler üzerine kurulacak hareket, platform, dernek şeklindeki örgütlenmeler kastedilen ara yüzey örgütlenmeler anlamına gelecektir.
i) Sınıfın bütün parçaları için tek bir ara yüzey modelinden kesinlikle kaçınmak gerekir. Toptancı bir yaklaşımla tek bir model önerisi yerine bütün parçaların ana perspektife oturduğu özgün örgütlenme modelleri, çeşitliliği ve zenginliği sağlayacak, gerçekliğe karşılık gelecektir.
j) İnşaat işçileri vb işkollarında dayanışma derneği, sendikalar içinde bir kimlik etrafında örülen platformlar, beyaz yakalılarda siyasal-ideolojik-ekonomik bir hareket örgütlenmesi gibi farklı modeller gündeme getirilmelidir.
k) Bütün bunların ortak bir siyasal ve ideolojik programla hareket etmesi gözetilmelidir. Bunun için gerekli hazırlıklar yapılmalı, öncelikle bu örgütlenmelerin basacağı zeminler kurulmalıdır. Her şeyden önce bu ideolojik ve siyasal ortaklık, bir kimlik ve aidiyetle mümkün olacaktır. Bu aidiyetin yaratılması ve dayanışma üzerinden güçlerin ve olanakların birleştirilmesi, ortak bir kimliğin örülmesinin yolunu açar.
- Sınıfa seslenirken sosyalist ideoloji geriye çekilemez
İşçi sınıfını çevreleyen ideolojik kuşatmayı kırmak için sınıfa dönük siyasal ve ideolojik seslenme araçları ve başlıklar belirlenmelidir. Kamulaştırma, bağımsızlık, servet düşmanlığı, cumhuriyetçilik ve laiklik genel temalar olmalıdır.
Bütün özel işletmelerin kamulaştırılması savunulmalıdır.
Emperyalist tekellere karşı bağımsızlık vurgusu ve memleketin kurtuluşu propaganda edilmelidir.
Sermaye sınıfının zenginliği ve işçilerin yoksulluğu üzerinden farklı araçlarla propaganda yürütülmelidir.
Başkanlık ve yeni anayasa tartışmalarına karşı “Cumhuriyetçilik” vurgusu, “Emekçi Cumhuriyeti” gibi kavramlar kullanılmalıdır.
Dinci gerici söylem yeni bir sermaye sınıfının ideolojik kimliği haline gelmiştir. Laiklik vurgusu, özellikle eğitimli ve kentli emekçi kesimlerin örgütlenmesinde merkeze koyulmalıdır.
- İşçi sınıfı hareketinde önümüzdeki dönem somut ve güncel görevler
- Parti’nin her işçi birimi bir toplumsal hareket alanı yaratmayı/içerisinde olmayı hedeflemelidir. Bu alanlar, parti birimleri üzerinden kurulan dernek, platform, hareket formları ya da içinde devinilecek başta sendikalar olmak üzere işçi örgütleri olmalıdır. Bu hareket alanlarının, formu ne olursa olsun, bir toplumsal-siyasal işçi dinamiğinin bileşenleri haline getirilmesi hedeflenmelidir. Bunun için partili olmayan öncü işçiler ve üyelerden oluşacak geniş kitle örgütleri ya da ara yüzey formu gereklidir.
- Her hareket alanı, ara yüzey, sendikal alan vb. içinde çalışma yürütecek parti birimleri kurulmalıdır. Parti birimleri kurulmadan yapılacak çalışmaların sürekliliği mümkün değildir. Bütün bu alanlarda yayın, sosyal medya bağlantıları ve seslenme araçları oluşturulmalıdır.
- Bütün bu çalışma alanlarının bir üst kimliğini yaratma hedefiyle “işçi kurultayı” toplanmalı ve sınıf hareketi ile sendikal harekete yönelik bir mücadele ve örgütlenme programı oluşturulmalıdır. Bu platform içinde geniş bir koordinasyon kurulu oluşturulmalı, partili olmayan ve sektör ya da iş yeri temsilcilerinin de içinde olduğu bir yönetim organı kurulmalıdır.
- Her sektörde, her alanda, her ara yüzeyde İşçi Okulları programı oluşturulmalıdır. Bu çalışma bir toparlanma ve kadrolaşma çalışması olarak görülmeli, partili olmayan taşıyıcı kadroların yaratılması hedeflenmelidir.
- “İşçi Dayanışma Hattı” adıyla işçi örgütlenmesinde yeni bir tarz yaratılması hedeflenmeli, bütün işçi çalışmalarında hem yaygınlık hem meşruiyet hem de dayanışma için geniş bir kimlik yaratmasının zemini oluşturulmalıdır. İşçi Dayanışma Hattı, hukuk, işçi sağlığı ve iş güvenliği, meslek hastalıkları ve psikolojik dayanışma başlıklarında çalışmalar planlanmalıdır.
- Sınıf içinde örgütlenmenin en önemli ayaklarından biri de kadın işçilerdir. Bütün işyerlerinde ve sendikalarda, kadınların yan yana getirildiği “İşçi Kadın Hakları” haftası düzenlenmeli ve toplantılar yapılmalıdır.
- Metal, cam, inşaat, maden iş kollarında Sınıf Tavrı Bültenleri düzenli olarak yayınlanmalı, bu bültenlere ek olarak işçi filmleri ve belgeselleri dağıtılmalıdır.
- Gücümüzü bilmek başa yazılmalıdır; ancak, bu gücü oluşturmak için “etkili ve radikal” söylem ve etkinlikler gerekmektedir. Sınıf hareketi içindeki siyasal çalışmaları bu “tarzla” yürütebilmek, Parti’nin öncülüğünü açığa çıkarabilecektir. Bunun için mutlak bir söylem birliği gereklidir. Bu konuda sınıfın taleplerini devrimci tarzda ele alan kısa bir program oluşturulmalıdır.
- Somut talepler içeren bir mücadele hattı örülmeli; ücret, çalışma saatleri, dinlenme günleri, kıdem tazminatı ve güvenceli, kadrolu çalışma talep edilmelidir. Temel bir slogan belirlenmeli ve mücadele hattı bu slogan etrafında örülmelidir.
- Gençliğin partili mücadelesi ve gençlik hareketi
- Gençlik ve Türkiye
1.1. Genç nüfusa sahip olmakla övünen bir ülke olarak bilinen Türkiye’de gençlik, bir toplumsal kesim olarak uzunca bir süredir ikinci cumhuriyet rejiminin yerleşme krizinin etkisi altında bulunuyor. Bu krizin sırasıyla ekonomik, siyasal ve ideolojik başlıkları üzerinden, gençlik açısından etkisi özellikle “geleceksizlik” ve “güvencesizlik” şeklinde belirgin bir sonuç yaratıyor.
1.2. Emperyalist-kapitalist sistemin zayıf halka ve adayı ülkelerinde yoğunlaştığı gözlemlenen bu tür sorunlar, özellikle söz konusu Türkiye olunca, siyasal mücadelenin gündemleri haline dönüşebiliyor. Türkiye’de gençliğin yüzde 80’e yakını gelecekten ümitsiz bir biçimde yaşarken, bu durum büyük bir gerilim yaratmaktadır. Bu gerilim, emperyalist- kapitalist sistemin zayıf karnı sayılabilecek İspanya, Yunanistan, Portekiz, Türkiye vb. ülkelerde işsizlik, sömürü ve eğitimdeeşitsizlik gibi başlıklarlabirleştiğinde ciddi bir fay hattı oluşturmaktadır. Neticede bu tip ülkelerde gençliğingeniş kesimlerini düzene bağlayacak ekonomik, siyasi ve ideolojik mekanizmaların sınırlı olduğu tespit edilmelidir.
1.3. Bununla birlikte özellikle Türkiye’de yaşanan son 13 yıllık karşı-devrimci dalga göz önünde bulundurulduğunda, geniş gençlik kesimleri arasında “siyasallaşma” olgusunun hızla arttığı görülmektedir. Türkiye’de AKP iktidarı ile birlikte belirli bir mesafe kat ettiğiİkinci Cumhuriyet rejiminin son yıllarda gözlemlenen “yerleşememe” sorunsalı dikkate alındığında, ortaya çıkan tabloda, düzenin siyasi-ideolojik boşluklarbıraktığı saptanmalıdır. Başka bir deyişle, bu siyasi-ideolojik boşluk, İkinci Cumhuriyet rejiminin kurgusu oluşturulamamış, netleşmemiş ve oturmamış resmi ideolojisinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu durumun yarattığı merkezkaç etkiler gençliği etkilemekte ve düzenle bağlarını daha sınırlı hale getirmektedir.
1.4. Bu sınırların kendisi incelendiğinde gençlik mücadelesinin son yıllarda aldığı karakter daha rahat anlaşılacaktır. Haziran Direnişi ile birlikte ortaya çıkan ve geniş toplumsal yığınları etkileyen siyasi kategoriler olan laiklik, eşitlik, özgürlük talepleri, bu direnişin içinde önemli bir yer tutan gençliği de etkilemektedir. Öte yandan, bu taleplerin İkinci Cumhuriyet öncesi referanslarının canlı bir biçimde bulunuyor oluşu ise gençlik mücadelesinin sınırlarına işaret etmektedir. Bu sınırlar son yıllarda “kitleselleşme” eğilimigöstermiş olan gençlik mücadelesinde ciddi boşluklar yaratmakta ve olanakların kullanılamamasına yol açmaktadır.
1.5. Mevcut sınırların aşılması, yeni bir hattın kurgulanması için ise gençlik içerisinde düzen karşıtı net bir siyasal söylem ve sosyalist bir perspektif oluşturulması gerekiyor. Bu perspektif, “güncellik” ile “tarihsellik” arasında salınan ve şekilsiz, bütünlüklü olmayan siyasal çıkışların kararlı bir hale getirilmesini sağlayacaktır. Gençlik mücadelesinin önümüzdeki dönem dikkate alması gereken veri, yukarıda bahsedilen siyasal kategorilerin bir program ekseninde ve ideolojik araçlarla tahkim edilmiş bir biçimde bir bütünlük gözetmesi olacaktır. Bir başkadeyişle önümüzdeki döneme damgasını vuracak olan temel ruh bu siyasal kategorilerin tarihsel hedeflerle bütünleştirilmesi, “ideolojileştirilmesi” olacaktır.
1.6. Bu hedeflere doğru yürünürken, temel halkanın belirlenmesi ve bu halkanın ekseninde çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir. Tarihsel olarak bakıldığında Türkiye’de gençlik dinamiği denilince anlaşılanşey; esas olarak öğrenci gençlik mücadelesidir. Bununla birlikte Türkiye’de gençliğin yapısı incelendiğinde, yalnızca bir dinamik bakımından değil, aynı zamanda bütünlük bakımından da öğrencigençliğin temel alınmasını zorunlu kılınmaktadır. Gençliğin farklı toplumsal kesim ve sınıflı yapısı göz önünde bulundurulduğunda, öğrencigençliğindiğer kesimlerin önüne geçtiği ve siyasallaşma açısından “motor güç” konumunda olduğu tespiti rahatlıkla yapılabilir.
1.7. Son yıllara bakıldığındaöğrencigençliği, düzenin yaşadığı ekonomik- siyasal-ideolojik ve kültürel kriz başlıkları etkilerken, bu kesimin karşı- devrimci dalgaya karşı hızlı siyasallaşmaeğilimigösterdiği ve net bir tutum alabildiği örneklerin bol olduğu görülmektedir. Üstelik bu örnekler yalnızca militan ve sınırlı bir çıkışıdeğil, aynı zamanda “yığınsal” bir çıkışı da içermektedir. YGS karşıtı liseli eylemleri, ODTÜ direnişi, Haziran direnişine katılan üniversiteli ve liselilerin yoğunluğu, Berkin Elvan cenazesi ve Soma katliamına karşı gösterilen tepkiler öğrenci gençlik içinde siyasal tepkilerin yoğun, refleksif ve yığınsal örnekleridir.
1.8. Ancak öğrencigençliğin bu tepkisi, kalıcılaşmış, yükselme eğilimi gösteren ve radikalleşen siyasal bir süreklilik göstermemiştir. Burada var olan aranışçı bir nüvedir ve İkinci Cumhuriyet’in yaşadığı “rejim krizi” derinleştikçe bu aranış güçlenecektir. Bu aranışın bir tavır halinde dönüştürülmesininsorumluluğu ise öbeklerin örgütlenmesi ile mümkündür. Bu açıdan dönem dönem yükselen ve memleket gündemleri üzerinden belirlenen “dinamikler” ortaya çıkmış, ancak bunun bir gençlik hareketi olarak adlandırılması mümkün olmamıştır.
1.9. Öncü örgütlenme tam olarak burada devreye girmelidir. Öğrencigençliğin özellikle memleket sorunlarından doğupgelişen siyasal aranışı, sosyalist bir hatla buluşturulmalıdır. Bunun için ise bugün nicelik olarak kendini var eden bir gençlik kuşağının belirli bir ruhla kuşanması gerekmektedir. Bu ruh “yeni bir cumhuriyet hedefi” olarak adlandırılacak komünist bir kadro toplamının öncülüğünde ortaya çıkacaktır. Bunun için yapılması gereken parti kültürü yerleşmiş, kurucu misyonladonanmış ve “iktidar perspektifi” özellikleri sivrilmiş öğrenci gençlik içerisinde bir kadro kuşağınınyetiştirilmesi gerekmektedir. Bu kuşağın bir temel özelliği ise “öz-örgütlenme” mantığı gütmeyen ve tarihsel yürüyüşünüişçi sınıfı davası ile bütünleştirmesi olacaktır.
- Sosyalist Hareket ve Gençlik
2.1. Gençliğin öne çıkan bu tablosunda sosyalist hareketin özel bir yeri bulunmaktadır. Bütüncül bir ilişki olarak aydınlanmacı, militan ve siyasallaşma olanakları son derece yaygın olan öğrencigençliğin sosyalist harekette önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Öte yandan öğrenci gençlik mücadelesinin gelip geçici olmayan, süreklileşmiş ve hedef gözetir bir formda bulunması da sosyalist hareketin öğrenci gençlik içinde tuttuğu yerle ilgilidir. Tarihsel örneklere bakıldığında sosyalist hareketin yükseldiği her dönemeçte öğrencigençliğin ülke gündemine damga vurduğu ve sivrildiği gözlemlenirken, gene benzer bir biçimde öğrencigençliğin özgün aranışlarına cevap verildiği oranda sosyalist hareketin “büyüme” ve “eşik atlama” içine girdiği görülmektedir.
2.2. Bu tarihsel perspektif dikkate alınmakla birlikte son yıllarda siyasallaşmaeğilimi gösteren, düzenle bağları zayıflayan ancak siyasal ve ideolojik her konuda, rejim probleminden Kürt sorununa, özgürlük ve aydınlanma aranışından güvenli bir gelecek isteğine kadar, geçmişe ait referanslarını “canlı” tutan geniş bir gençlik kesiminin bulunmasının altında, maddi nedenler bir yana, sosyalist hareketin “geriye” çekilişi yatmaktadır. Bu geriye çekilişte özel olarak Partili geleneğinöğrenci gençlik içerisinde kadro dinamiğinin ve siyasal müdahale kanallarının ciddi bir biçimde erozyona uğradığı tespitini de yapmak gerekiyor.
2.3. Mevcut geriye çekilişin ve tutunamama halinin ortadan kaldırılması bütünlüklü bir programın ortaya konulması ile mümkündür. Bu program güncellik ile tarihsellik arasına sıkışmayan ve bu ikisi arasında bütünlük güden, sosyalizm programını temel alan bir içeriğe sahip olmalıdır.
2.4. Haziran direnişi sonrasında ortaya çıkan kanallara ulaşmanın bir yolu bunları örgütlü kılarken, siyasallık dozajı yüksek bir ideolojik mücadelenin de yürütülmesi gerekmektedir. Bu ideolojik mücadele verilirken, her bir siyasal başlığın hakkının verilmesi gerekmektedir. Genel olarak sosyalist hareketin bu dönemde öne çıkan siyasal kategorileri, eşitlik, özgürlük, laiklik, yurtseverlik vb… kendi özgül bağlamlarını içerecek bir biçimde sosyalizm programına bağlamanın yolunu bulmalıdır.
2.5. Genelde sosyalist hareketin, özelde ise Partili geleneğinöğrenci hareketi içinde yaşadığı erozyonun, gerilemenin ve güç kaybının ortadan kaldırılması iki kanaldan gerçekleşecektir. Bunlardan ilki öncü-komünist örgütlenmenin yeni bir kadro kuşağıylabuluşmasında yatmaktadır. İkinci basamak ise sosyalist hareketin ideolojik olarak verdiği mücadelenin en baştaöğrenci gençlik içinde bir karşılığının yaratılması ve bunun araçlarının üretilmesidir.
Sosyalist hareket bu doğrultuda kendi yönelimini belirlemeli ve harekete geçmelidir. Bu noktada siyasal program hedefi net ve ikirciksiz bir biçimde ortaya konulmalı, vasata denk düşen ya da yöntemi içeriğe tercih eden yaklaşımların reddedilmesi gerekmektedir. Esas ve ihtiyaç olan program, siyasal netlik ve sadeleşmedir.
- Türkiye Komünist Hareketi ve Gençlik
3.1. Partili geleneğin 12 Eylül sonrasında üzerinde yükseldiği temel toplumsal güç olan ve kadro kaynakları açısından “verimli” olarak değerlendirilenöğrenci gençlik içinde yarattığı birikim yadsınamayacak kadar geniştir. Öte yandan Türkiye’de ikinci cumhuriyet rejiminin içinde bulunduğu krizin sosyalizm cephesinde yarattığıdağınıklık, süreksizlik ve geriye çekiliş, öğrenci gençlik içinde de yaratılan bu birikimin güçsüz bir konuma düşmesine sebep vermiştir. Bu güçsüzlük sosyalist hareketin gençlik içinde tuttuğu yeri de daraltırken, öğrencigençliğin son yıllardaki siyasallaşma dinamizmini de azaltmıştır. Güncelciaranış, pragmatizm ve tarihselliğesıkışma bu üç unsuru da, öğrenci gençlik, sosyalist hareket ve partili gelenek, güçsüz bırakmıştır.
3.2. Bu noktada partili geleneğin güçlendirilmesi ve öncü-komünist örgütlenmenin verilmesi zorunludur. Partimiz Türkiye Komünist Hareketi, bu doğrultuda harekete geçer. Öğrenci gençlik içerisinde yeni bir komünist kadro kuşağınınyetişmesi, bu kadro kuşağınınöğrenci gençlik içinde öncü bir rol üstlenmesi ve derinleşen yapılar kurulmasını esas alır.
3.3. Gençlik mücadelesi açısından Partimiz öğrencigençliği esas alır. Üniversitelerde ve liselerde ara yüzey örgütlenmelerini, yaygın bir siyasal kimliği ve emekçi karakteri esas alır. Bu dönemin temeli kadrolaşma, yaygınlaşma ve derinleşmedir. Bu doğrultuda partili gençlik çalışması örgütlenir ve işçi sınıfı davasının tarihsel ve güncel doğrultusu olan sosyalizm programını esas alır. Türkiye Komünist Hareketi Gençliği, laiklik, eşitlik, özgürlük, yurtseverlik ve kardeşlik gibi siyasal kategorileri yeni bir emekçi cumhuriyeti programı ekseninde örgütler.
3.4. Türkiye Komünist Hareketi Gençliği, üniversitelerde ve liselerde bu programın hakkının verilmesi, siyasal bir temsiliyet bulunmasını önemser. Bu siyasal temsiliyetİkinci Cumhuriyet rejiminin çöküşünü hedeflemeli ve düzen değişikliğini hedeflemelidir. Partimiz, bunun için gençlik içerisinde bir odak olarak “Sosyalist DüşünceToplulukları’nın” örgütlenilmesiçağrısını yapar.
3.5. Türkiye Komünist Hareketi Gençliği, üniversitelerde ve liselerde sosyalizm mücadelesinin büyütülmesi için hem siyasal, hem de ideolojik bir hüviyetin kazanılmasını önemser. Yeni bir genç kuşağınyetişmesi, bir toplumsal dinamik olarak gençliğin devrimci bir siyasi faaliyet ekseninde örgütlenilmesi temel alınır. Bunun için siyasallaşmış bir ideolojik mücadelenin bütün araçları sağlanır.
3.6. Türkiye Komünist Hareketi Gençliği partili faaliyeti örgütlülük, ideolojik sağlamlık ve siyasal netleşme sacayakları üzerine kurar. Militan bir mücadelenin önsel koşulu bu üçlünün bütünlüğünün kurulması ve mutlak bir kolektif yapı içerisinde yeniden üretilmesi ile mümkündür. Partili geleneğin bugüne değinyarattığı birikim güncellenmeli ve “içerip aşılmalıdır”. Bunun için bugüne değin yaratılan birikim yadsınmadan, örgütlü bir yapı içerisinde bulunmalıdır. Partimiz bunun için Merkezi Kurullarından başlamak üzere, bir Öğrenci Bürosu, Gençlik Komitesi ve birimleri kurar. Bunların örgütsel ayakları Parti’nin ihtiyaçları gözetilerek belirlenir.
3.7. Öncülük, kolektivite, süreklilik ve yerelleşme önümüzdeki dönemde Türkiye Komünist Hareketi’nin öğrenci gençlik çalışmaları içindeki temel başlıklarıdır. Bu çalışma tarzı ve bütünlüğüyaygınlığın ve kitleselleşmenin en önemli zeminidir.
- Araçlarımız ve Gençlik
4.1. Türkiye Komünist Hareketi Gençliği ortadaki olanaklar ve zayıflıklar gözetildiğinde gençlik dinamiğinin içinde sosyalizm kulvarının güçlendirilmesi çalışmalarını yürütür. Bu doğrultuda öz-örgütlenme biçimselliğinin ötesine geçen ara yüzey örgütlenmelerini Partimiz esas alır. Sosyalist siyasetin üniversitelerdeki karşılığı olarak Sosyalist Düşünce Toplulukları örgütlenir. Bu topluluklar sosyalizmin düşünsel anlamdaki propagandasının ötesinde, örgütlenmenin temeli ve siyasal kimliğimizin ana unsuru olmalıdır.
4.2. Bu anlamda tek başına Sosyalist Düşünce Toplulukları ekseninde örgütlenme yetersiz ve eksikli olacaktır. Bu çalışmaya ek olarak sosyalist kimliğin ve örgütlenmenin aracı olarak kulüplere basan ve bu anlamda öğrencigençliği “topluluklar” etrafında bir araya getiren bir formunun yaratılması gerekmektedir.
4.3. Sosyalist siyasetin üniversitelerdeki siyasal mücadelesinin önünü açacak, hem siyasal hem de ideolojik kimliğini üniversitelerdeki derinleştirecek düzenli bir matbu yayının çıkartılması gerekmektedir. Bu doğrultuda Türkiye Komünist Hareketi Gençliği, üniversitelerde Sosyalist Düşünce Topluluklarının yayını olacak bir yayını çıkarmayı temel alır. Bu yayın temel siyasal ideolojik başlıklardataraflaştırıcı bir içeriğe sahip olmakla birlikte aynı zamanda gençliğin de kendi alanlarda yapacakları üretimlere dayanmalıdır.
4.4. Üniversitelerde militan ve siyasallaşma düzeyi yüksek bir kadro kuşağınınyetişmesi için Parti, bir “Aydınlanma Okulu” çalışmasıbaşlatır. Bu çalışmanın ana ekseni seminer, eğitim ve araştırma dizileri ile sağlanır. Aydınlanma Okulu aynı zamanda liseli gençlik içerisinde de örgütlenir ve yaygın bir formatta bulunması esas alınır.
4.5. Öğrenci gençlik içerisinde son yıllarda öne çıkan ve gerek yaygınlığı, gerekse de siyasal aranışı yüksek olan liseli gençlik Partimiz açısından öğrenciçalışmalarının merkezinde durmaktadır. Bu doğrultuda Türkiye Komünist Hareketi Gençliği liselerde yaygın ve kitlesel bir siyasal örgütlenmenin aracı olarak “Sosyalist Liseliler” çalışmasınıbaşlatır.
4.6. Liselerin AKP’nin yaygın saldırısına maruz kaldığı ve bu açıdan düzenin stratejik önem verdiği yerler olduğu bilinmektedir. Bu noktada Parti Gençliği, bu çabaları boşadüşürecek bir siyasal yayın çıkartır. Bu yayınla birlikte 4+4+4 eğitim yasası, gerici müfredat, meslek liselileri dönük saldırılar vb.. gibi özgünlükler göz önünde bulundurulacak özgün mücadele araçlarının üretilmesi gerekmektedir.
4.7. Partimiz, öğrenci gençlik içerisinde siyasal ve ideolojik mücadelesini büyütmek ve mücadelenin bütünlüğünüsağlamak amacıyla partinin emekçi sınıflar içinde yürüttüğüçalışmalarlaöğrenci gençlik içindeki çalışmalarınortaklaşmasının önünü açar. Öğrenci gençlik içinde yürüteceğiçalışmaları bu perspektifle ele alır, bu doğrultuda her alanda yaygın maddi üretimlerin önünü açar ve öncülük eder.
4.8. Partimiz önümüzdeki dönemde gençlik içerisinde kitleselleşmeyi, öncü bir siyasal örgütlenmenin sonucu olarak ele alır. Türkiye Komünist Hareketi Gençliği, önümüzdeki dönemde olanakların değerlendirilerek kitlesel bir gençlik hareketinin yaratılması hedefiyle çalışmalarını yürütür.
4.9. Öğrenci gençlik çalışmalarımız bağlamında siyasal-ideolojik kılavuz netliğinde bir basılı kitap çıkartmayı hedefler. Bu kılavuz önümüzdeki dönemde gençlik mücadelesi içindeki arayışa cevap olacaktır.
- Bölüm
İKİNCİ CUMHURİYETTE
SOSYALİST HAREKETİN
YENİDEN İNŞA SORUNU
- SOSYALİZMİN İNŞA SORUNU VE TKH
A) Türkiye Komünist Partisi’nin mirasını geleceği taşımak
- TKP 12 Eylül sonrasının en önemli devrimci çıkışlarından biridir.
Tüzük kongresinde dile getirdiğimiz, “Partimiz, TKP’nin devamı ve mirasçısıdır” şeklindeki kararımız bütün boyutlarıyla birlikte düşünülerek değerlendirilmelidir. Son dönemde ve kongre tartışma sürecinde karşılaştığımız hareketimizin tarihine dönük değersizleştirici yaklaşımlar bu nedenle kabul edilemez, bununla mücadele edilmelidir.
TKP, Türkiye sosyalist hareketinin 12 Eylül sonrası devrimci çıkışına imza atan bir öznedir. Özel olarak, Türkiye solunda gerçekleşen likidasyona karşı yeni bir devrimci çıkış olarak TKP’nin, Türkiye solunda ve siyasetinde attığı önemli adımlar vardır.
- Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra anti-komünist, liberal saldırıya karşı koymuştur.
- Solun likidasyonuna karşı devrimci bir odak olmayı başarmıştır.
- Liberal solun gericilikle ittifakına karşı sol ideolojinin ve siyasetinin yeniden yükseltilmesini sağlamıştır.
- Haziran direnişinde önemli bir rol oynamıştır. Bu rol küçümsenmemelidir.
- Türkiye’nin 1990’ların sonunda başlayan ve AKP ile devam eden gericileşme sürecine sosyalist soldan yanıt üretebilmiş tek harekettir.
TKP’nin tarihsel misyonu ve ilkeleri, sosyalizmi temsil etme, işçi sınıfının öncü partisini oluşturma hedefi, sosyalist bir kadrolaşma, sosyalist bir devrimci hat, öncü parti modeli olarak özetlenebilir. Bu niteliklerin geleceğe taşınması konusunda herhangi bir tereddüt yaşanmasının bizim siyasi hattımız ile yolları ayırmak anlamına geleceği bilinmelidir.
- 12 Eylül sonrası likidasyona direnen TKP’nin, Haziran Direnişi’nin önünün açılmasında da anlamlı katkısı olmuştur.
Bir süredir dile getirilen, “12 Eylül solculuğu” tanımı ve bu tanım üzerinden yapılan tasniflerin reddedilmesi gerekmektedir. Bu tanımın gündeme getirilme gerekçesi olarak, “genel olarak kuruluş dönemini işaret ediyor” ve “liberal sola karşı savunma çizgisini ifade ediyor” eleştirileri dillendirilmektedir. Ancak gerek STP/SİP ve gerekse TKP aslında, 12 Eylül’ün hemen sonrasındaki kuruluş döneminin geride kaldığını gösteren siyasal çıkışlardır. Türkiye sosyalist hareketinin Haziran Direnişi başta olmak üzere ODTÜ direnişi, taraftar eylemleri, liseli eylemleri, Berkin Elvan cenazesi, cumhuriyet mitingleri vs. onlarca mücadele somutluğunda oynadığı rol açıkça ortaya konmalı, bu mücadelenin ise Türkiye siyasetine etkisinin zayıf olduğu gibi bir değerlendirme reddedilmelidir. Özellikle Haziran Direnişi’nde solun önemli bir yeri vardır ve bu nedenle AKP’nin nerdeyse yıkılmaz kabul edilen iktidarının sallanmasında sol etkili olabildiğinin somut göstergesidir.
Bu açıdan Haziran Direnişi öncesi solun yok sayılması değil, Haziran’a ön açan bir sol çizginin varlığı öne çıkarılmalıdır.
- TKP ismi yeniden siyaset sahnesine döndürülmelidir.
Partili geleneksel solun Türkiye’de elde ettiği mevziler bugün ciddi kayıplara uğramıştır. Bu mevzilerin yeniden kazanılması gündeme alınmalıdır. Yalnızca TKP’nin elde ettiği mevziler kaybedilmemiş, aynı zamanda TKP’nin Türkiye siyasetinde ve sol kulvarda kapladığı yerde de büyük bir boşluk oluşmuştur. Bugün sosyalizmin temsil sorunu tam da böylesi bir boşluğa denk gelmektedir. Bu boşluk yalnızca partimiz tarafından tekrar doldurulabilir.
Kendini TKP’nin devamı olarak gören partimiz, Türkiye Komünist Partisi ismini yeniden almayı önüne hedef olarak koymaktadır.
B) Türkiye Komünist Hareketi mücadelenin neresinde?
- TKH, Türkiye sosyalist hareketinde belirleyici ve siyasette etkili bir konumdan şu an için uzaktır.
Yeni kurulmuş bir parti olarak TKH’ın, TKP ayrışma sürecinin bir sonucu olarak, bugün, belirgin bir hattı ortaya koyduğunu söylemek için henüz çok erkendir. Partimiz, Türkiye siyasetinde etkisi ve sol içindeki belirleyeciliği konusunda büyük bir görev ve sorumlulukla karşı karşıyadır. Bunun yanında, Türkiye sosyalist hareketinde yaşanan ayrışma ve bölünme örnekleri içinde TKH’ın ayrıksı bir yeri olduğu ayrıca belirtilmelidir. Çok hızlı bir biçimde yüzlerce üye ile kuruluşunu gerçekleştiren partinin mücadeleye başlaması başlı başına başarı olarak görülmelidir.
Partimiz, TKP’de yaşanan ayrışma sürecinin iki ayaklı zemini üzerine kurulmuş, örgütsel ayrışma ve politik ve ideolojik bir tartışma üzerine kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Örgütsel yönetim ve siyaset yapma tarzı üzerinden gerçekleşen tartışma ekseni, partinin bugün ideolojik-siyasal duruşunu netleştirerek çıktığı bir yıllık zorlu bir mücadele dönemi içinde şekillenmiştir.
- Partimiz, TKP çizgisinden kopuşu değil ileri çıkışı temsil ediyor.
Kuruluşumuz, yeni bir siyasal hareket olarak, bir kopuşla değil, TKP çizgisini toplumsal alanda ete kemiğe büründürecek, sınıf içinde etkili ve sürekli bir örgütlenmeyi yaratacak, sosyalizmi toplumsal seçenek haline getirecek ve gerçek bir siyasal güç olarak siyaset sahnesinde yerini alacak bir misyonla tanımlanmıştır. Bu sürecin pratik sonucunun ise, TKP isminin yeniden kazanılması olacağı kolektif iddiamızdır.
Türkiye Komünist Partisi, Türkiye siyasetinde önemli bir yer kaplarken, elde ettiği mevzileri toplumsal alana taşıyacak bir eşikte bulunuyordu. Ancak, bu eşiğin geçilmesi ya da nicel birikimin nitel bir sıçramaya dönüşümü konusunda yaşanan sıkışmanın aşılmasında, siyaset sahnesine adım atmak yerine, ideolojik bir konumun tercih edilmesi gündeme gelmiş, bu nedenle de süreç bölünme ile sonuçlanmıştı. İdeolojik bir partiden siyasal bir partiye geçiş sorunu aşılamamış, Parti’nin bölünmesiyle bu hedef ortada kalmıştır.
Bir ayrışma sürecinin önemli noktalardan bir tanesi de Leninist bir örgütten Leninist bir partiye geçiş saptamasıdır. Örgüt formuyla değil, parti formuyla yeni sürecin kazanılacağı tezinin ne yazık ki TKP içinde hayata geçirilemediği iyi kavranmalıdır.
Bu ayrışma süreci, örgütsel zemin üzerine kendini ortaya koymuş, TKP’nin siyasal hattının yeniden örgütlenmesi üzerine bir arayışı gündeme getirmiştir. Örgütsel zemin üzerinden gerçekleşen tartışma, TKP içinde ortaya çıkan sağ ve sol sapmalarla mücadelenin üzerini örtmüş, yaşanılan son bir yıllık süreçle birlikte bu sapmalarla hesaplaşmanın yaşandığı bir kesit de geride kalmıştır.
Partimiz TKH, Türkiye Komünist Partisi’nin örgütsel, siyasal ve ideolojik hattı içerisinde ortaya çıkan örgütsel tartışmaları aşarak ve siyasal ve ideolojik sapmalarla hesaplaşarak yeni bir irade olarak ileri bir çıkışı temsil etmektedir.
- Türkiye Komünist Hareketi’nin misyonu
Türkiye Komünist Hareketi, 1920’de temelleri atılan Türkiye Komünist Partisi’nden bugüne kadar yürütülen mücadelenin ana hattı içerisinde kendini tanımlayan geleneksel sol bir parti kimliği taşımaktadır. 1980 sonrası sosyalist harekette ortaya çıkan likidasyona karşı TKP bayrağını eline alan Gelenek-STP-SİP-TKP çizgisinin devamcısı ve mirasçısı olarak kendini tanımlamaktadır.
Türkiye Komünist Hareketi, sermaye düzeninde yaşanan yapısal dönüşümle birlikte ortaya çıkan İkinci Cumhuriyet rejiminde komünist örgütlenmeyi, siyaseti ve sınıf partisini yeniden ayağa kaldırmak misyonu ile mücadele yürütmektedir. Bu mücadelenin bugünkü ölçekleri TKH açısından ancak başlangıç noktası olarak görülmekte, işçi sınıfının örgütlü ve öncü gücü haline gelecek, sosyalizmin toplumsal bir seçenek haline geldiği bir gelecek tasavvuruyla önüne bakmaktadır. Bu açıdan bugünkü mücadelemiz bir mayalanma dönemi olarak görülmelidir.
Türkiye Komünist Hareketi, sosyalizm programına, Leninist parti modeline, sosyalist devrimci siyasal hatta, iktidar perspektifine ve devrimin güncelliği yaklaşımına sıkı sıkıya bağlı olarak, sosyalist mücadelenin yeni döneminin kurucu, öncü ve örgütlü gücü misyonuyla bir “partileşme” süreci önüne koymalıdır.
Bu partileşme sürecinin en önemli ayağı öncü bir komünist örgütlenmenin kurulmasıdır.
C) Türkiye Komünist Partisi’nin kurulması ve sosyalist hareketin yeni atılımı
Sermaye düzeninin yeniden yapılanması ve kriz koşullarında, sosyalist hareketin inşa sorunu başat sorun olarak ele alınmak durumundadır. İkinci Cumhuriyet’in kuruluşunu geride bıraktığı, bir yerleşme-oturma sürecinden geçtiğimiz böylesi bir siyasal tabloda, sosyalist hareketin bu sürecin temel kriz noktaları ve fay hatları üzerine bina edeceği bir mücadele hattı yeniden örülmelidir.
Türkiye Komünist Partisi’nin bölünmesi, her ne kadar örgütsel bir sürecin ürünü olsa da, tek başına bir iç gündem olarak ele alınamaz. Bundan daha önemlisi, Türkiye siyasetinde ve sosyalist harekette büyük bir boşluk ortaya çıkmış olmasıdır. Sosyalist hareketin bugün siyasal mücadelede etkisinin zayıflığı düşünüldüğünde bu alandaki ihtiyaç ve boşluk belirgin bir biçimde kendini hissettirmektedir.
Haziran Direnişi’nin Türkiye siyasetinde sosyalist harekete büyük olanaklar yaratmasına rağmen, Türkiye sosyalist hareketinin bu süreci taşımak ve yükselişe geçmek yerine geriye çekildiği bir tablonun oluştuğu kabul edilmelidir. Haziran Direnişi, Türkiye sosyalist hareketinin üzerine çökmese bile, direnişin Türkiye siyasetinin farklı dinamiklerini şekillendirdiğini ve düzenin yeniden yapılanmasını gündeme getirdiği açıktır.
Bu sürecin bir parçası da, Türkiye siyasetinde yeni bir tür muhalefet hareketinin ortaya çıkması, bu muhalefet hareketinin ‘demokratizm’ çizgisinde bir siyasal hatta sahip olması ve İkinci Cumhuriyet’te kendine yer araması, hatta bulmasıdır. Radikal ya da uyumlu demokrat bir muhalefet hareketinin, reformcu bir siyasal mücadele programına sahip olacağı ve dönem dönem düzen karşıtı bir pratikle birlikte düzenin hem tanıdığı, hem kapsamaya çalıştığı, hem de ‘aynı zamanda’ düzenin siyasal krizlerinde bir parametre haline gelebileceği (de) varsayılmalıdır. Dinamik bir sürecin ve siyasal gerilim başlıklarının yaşanmaya devam edeceği böylesi bir kesitte, sosyalist hareketin varlık ve kendi dışındaki dinamiklerle ilişkisi sorunu, bir eksen olarak tartışmalarımızda merkeze konmalıdır.
Sosyalizmin bağımsız hattını kurması ve etkili bir siyasal hareket olarak toplumsal seçenek haline gelmesi ile yukarıda ifade edilen İkinci Cumhuriyet’in muhalefetinin bir parçası haline gelmesi tehlikesi arasındaki ayrım net olarak görülmelidir. Sosyalist hareketin yeniden inşası işte böylesi bir tablo üzerinden büyük bir iddia olarak ortaya konmalı, bu alanda sıfır noktasında olmadığımız, tersine büyük bir tarihsel birikimin arkamızda durduğu bilinmelidir.
Sosyalist hareketin yeniden inşa sorunsalının iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi, İkinci Cumhuriyet’te Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşu, ikincisi ise Birleşik Haziran Hareketi’nde cisimleşen güç birliğinin bir halk örgütlenmesine dönüştürülmesi mücadelesidir. Sosyalist hareketin, demokratik reformcu hareketlerle ilişkisi ve mücadelesi ise bağımsız siyasal hattının şekillendirdiği pivot ayaklar üzerinden tanımlanmak zorundadır.
- HAZİRAN DİRENİŞİ, TOPLUMSAL SİYASET VE HAZİRAN HAREKETİ
- Haziran Direnişi yeni bir evreye taşınmalıdır.
2013 yılında yaşanan Haziran Direnişi bir toplumsal patlama olarak geride kalmıştır. Direnişin yarattığı etki Türkiye devrimine göstermiş olduğu yol açısından büyük değer taşımaktadır ve siyasal ve toplumsal alanda yeni koşulların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Direnişin ilk ortaya çıktığı haliyle bugün devam etmekte olduğu iddiaları ise yanlış beklentiler yaratacağı için sosyalist hareketi asıl görevlerine odaklanmaktan uzaklaştırmaktadır.
Haziran Direnişi cumhuriyetçi, laik, seküler ve özgürlük talep eden toplumsal kesimlerin sosyalizm mücadelesi ile bağlarının nasıl kurulabileceğine dair veriler sunmuş ve bu açıdan sosyalist hareketin müdahale imkânlarını artırmıştır. Sosyalist hareket kolaycı bir eğilime girer ve kendiliğinden ortaya çıkan bu taleplerin olduğu haliyle savunucusu olur ve yine olduğu haliyle mücadelesini yürütmekle yetinirse, bu müdahale imkânlarını değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Sosyalist harekete düşen görev, bu kendiliğinden taleplere sosyalizm mücadelesinin içeriğini katarak mücadeleyi güçlendirmektir.
- Haziran Direnişi liberalizmi zayıflatmıştır.
Haziran Direnişi’yle birlikte özgürlük talebinin güçlenmesi liberalizmin sola kaydığı görüşünü gündeme getirmiştir. Özgürlükler ile liberalizm arasında doğrudan ilişki kurulması başlı başına yanıltıcı bir durumdur. Haziran Direnişi’nde ortaya çıkan özgürlük talebi bir yandan gericiliğe, bir yandan da hükümete ve özelde AKP’ye karşı bir içerik kazanmıştır. Bu içerik, yıllardır gericiliğe ve AKP’ye karşı mücadele eden sosyalist hareketin meşruiyetini ve siyasi mücadele alanını genişletmektedir. Öte yandan, özgürlük talebinin bazı düzen partileri tarafından da dile getiriliyor olması bir mücadele konusuna işaret etmektedir. Bu nedenle özgürlük taleplerinin gündeme geldiği alanlarda, bu taleplerin kendiliğinden düzen karşıtı olmayacağını, ancak sosyalizm mücadelesiyle ilişkilendikçe böyle bir içerik kazanacağı dikkate alınmalıdır. Partimiz, bu bağlantıyı kuracak gelişkin bir mücadele hattını örecek ve özgürlük taleplerinin, sosyalizm mücadelesinin güçlü bir bileşeni haline gelmesi için üzerine düşeni yapacaktır.
- Haziran Direnişi’nin kazanımları önemlidir, eksiklerinden ders çıkarılmalıdır.
Haziran Direnişi’nde ortaya çıkan toplumsal patlama ile bugün gelinen noktada altı çizilmesi gereken bir diğer konu, düzenin bu kitlesel ayaklanmayı bastırabilmiş olma becerisidir ve bu nokta asla hafife alınmamalıdır.
Haziran Direnişi’nde üç temel eksiğin altı fazlasıyla çizilmelidir. İşçi sınıfının bir sınıf hareketi olarak yokluğu, ortak bir siyasi programın eksikliği ve örgütsüzlük. Bugün önümüzdeki görev, bu eksikleri tamamlamak olarak durmaktadır. Haziran Direnişi’ne yapılan olumlu vurguların yanında eksik taraflarının da altı çizilmeli, parti bu eksiklerin giderilmesi konusunda inisiyatif almak üzere toplumsal alanlara dönük çalışmalarını yoğunlaştırmalıdır.
- Haziran Hareketi ile Parti arasındaki ilişki net bir şekilde tarif edilmelidir.
Bu kapsamda;
- Partimiz, Birleşik Haziran Hareketi’nin amaç ve iddialarını gerçekleştirmesinin garantisi, örgütsel iskeletinin etkili omurgası, siyasi hedefleri ve yönelimleri açısından da öncüsü olma hedefine sahiptir. Birleşik Haziran Hareketi içinde Parti’nin etkin bir konum almasının yolu Parti’nin bütün birimleriyle ortak bir paylaşım içinde olunmasıyla mümkündür.
- Birleşik Haziran Hareketi içinde bulunan şu anki “zenginlik”, partimizin varlığının politik olarak gerisindedir. Öncülük görevini Haziran içerisinde layıkıyla yerine getirecek bir parti Haziranı büyütecektir.
- Bu görevimiz doğrultusunda oldukça önemli olan konu, Haziran Hareketi’ne yüklenen anlam ile Parti’ye yüklenilen anlamın sadeleşmesine, netleşmesine duyulan ihtiyaçtır. Siyaseten Partimiz’in ve Birleşik Haziran Hareketi’nin varlık düzleminin birbirine oldukça yakın tutularak ele alınması Partimiz’in öncülük misyonunun zayıflamasına neden olacak bir kapıyı aralayacaktır.
- Birleşik Haziran Hareketi, nihai bir hedef değildir. Partimiz açısından Birleşik Haziran Hareketi, taktiksel bir yaklaşım içinde ele alınmalı, sosyalizmin emekçi sınıflarla buluşmasının yolunun açılması ve emekçi sınıflara başka bir seçeneği göstermesi bakımından bir olanak olarak görülmelidir. Aynı zamanda, bugün İkinci Cumhuriyet’in kriz koşullarında sosyalist hareketin toplumsal bir seçenek haline gelmesinde, sosyalist hareketin bugünkü verili durumu göz önüne alınarak, önemli bir müdahale aracı olarak görülmelidir.