19. yüzyıl pek çok şeyde olduğu gibi, matematik alanında da ciddi gelişmelere tanıklık etti. Bu gelişmelerin bir kısmı düşünce dünyasını ciddi anlamda sarstı. Bunlar arasında “ilginç” denilebilecek bir gelişme ünlü matematikçi De Morgan’ın öğrencisi Frederick ve kardeşi Francis Guthrie’nin ortaya koyduğu bir problemdi. Guthrie kardeşlerin De Morgan’la da paylaştığı problemin ana tezine göre birbirlerine komşu olan iki bölgenin farklı renklendirilmesi koşuluyla en fazla dört farklı renge ihtiyaç duyuluyordu.1 Problemin çözümünü De Morgan’da bilmemekle beraber, konuya ilişkin tartışmalar bugüne kadar geldi.
Bugün, özelde ülkemizde Kürt sorunu, genelde dünyadaki herhangi bir ulusal sorun hakkında tabiri caizse işin içinden çıkmak istiyorsak, iki soruyu cevaplamak gerekmektedir.
İlk soru ulusal sorun nedir ve niye vardır, ikincisi ise bu sorun nasıl çözülür?
Ulusal sorun, en kaba anlatımla, bir ulusun bir başka ulus ya da uluslar tarafından ezilmesi, haklarının gasp edilmesi, yok sayılması ya da baskı altına alınmasıdır. Elbette bu listenin daha da ayrıntısına inilebilir.
Dünya tarihinde ulusal sorunların kaynağı, birkaç faşist liderin varlığı ya da ezilen ulusun siyasi ve toplumsal beceriksizliği ile ilgili olamaz. Sorunun varlığı tarihseldir ve burjuva devrimleri süreçleri ile gerçek bir siyasi sorun olarak karşımıza çıkar. Diğer bir deyişle tarihin saati burjuva devrimleri için çaldığında ulusal sorunlar için de çalmıştır. Burada yine karşımıza kapitalizmin öncelikle ilk ölçeğinin ulusal sınırlar olduğu, emperyalizmin bunun da aşılması olduğu gerçeği çıkar. Burjuva devrimini tamamlayan ulusların, artık kapitalist olan siyasi iktidarları, çıkar çatışması yaşadığı diğer ulusların alanını kapatır ve eşitsiz gelişimin bir sonucu olarak dünya üzerinde daha geriden gelen ya da objektif bir kriter olarak devletini kuramamış uluslar çıkar. Sorunun ana kaynağında işte bu çatışma yatar.
O halde ulusal sorunlar nasıl çözülür sorusuna gelelim…Modern sınıfların oluştuğu ve kapitalizmin emperyalizm aşamasına ulaştığı bir süreçte bu soruya verilen farklı yanıtlar olduğunu görmekteyiz. İçeriğine ve çözüm şekline bağlı olarak çözüm formüllerini üç gruba ayırabiliriz.Milliyetçi çözümler, liberal çözümler ve sosyalist çözümler…Aslında çözüm adlarından başlayarak çözümün içeriği hakkında fikir edinmek olasıdır.
Milliyetçi çözümlerin, ezilen ulusun sorununu ortadan kaldırmayı kimi zaman ulusu ortadan kaldırmak, imha ya da inkar, uzun sürelere yayılan bir asimilasyon politikasına dayandığını baştan belirtmek gerekir. Aslında bu anladığımız anlamda bir çözüm değil, bir ertelemedir… Tıpkı sonuç paydasında birleştiği liberal çözümler gibi…
Liberal çözümlerin mantığında ise aslında milliyetçi çözümlerin işlemediği, yetemediği noktaların doldurulması vardır. Çeşitli anayasal süreçlerle birlikte ezen ulus ve ezilen ulusların egemen sınıflarının işbirliğine dayanır ve çözüm kavramı burada da tırnak içerisinde yer alır.
Emperyalizm çağından yukarıda bahsetmiştik. Liberal ve milliyetçi çözümlerin bu sistemin altında kendilerine yer bulduklarını ve çeşitlendiğini hatırlatmak gerekir. Örneğin NATO eliyle 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova ile henüz devleti olmayan ulusların varlığının bir çelişki yaratmadığını söyleyebiliriz.
Emperyalizm aslında diğer birçok konu başlığında olduğu gibi ulusal sorunlar konusunda da sorunu yığar, biriktirir ve denklemi emperyalist yayılmacılık ve sömürü kuralları açısından tam olarak kullanır. Daha doğru bir ifade ile emperyalist modellerde ulusal sorunlar çözülemez, çözülmez…
Sosyalist çözümün ise hem pratik hem de teorik düzlemde zengin bir deneyimi mevcuttur.Bu kısmı aşama aşama ele aldığımızda karşımıza sonda söyleyeceğimiz şeyin başta söylenmesi çıkar. O da uluslar arasındaki eşitlik kuralıdır. Ancak bu eşitlik kavramı kaba anlamda devletleşme düzeyinde değil, öncelikle içerik olarak eşitsizliği yaratan tüm koşulların ortadan kaldırılması iradesi olarak ele alınması gerekmektedir.
Bu yanıyla sosyalist yaklaşım, sorunun gerçekten çözümü adına, sorunu, asla en merkeze koymaz. Sorunu doğuran olgular arasında sıkı bir bağ kurar ve tarihin tekerleğinin uluslar açısından da ileriye dönmesi hedefi ile nihayete ulaşmaya çalışır. Bunun da tam olarak adı, soruna sınıfsal bir yaklaşımla eğilmektir. Her ne kadar kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası ile sorunun doğması ve emperyalizmle katmerlenmesinden söz edilmiş ise de aradan geçen yüz yılı aşkın bir süreçte ulus iradesi gösteren toplulukların sınıfsal bir katmanlaşmaya da gittikleri bilinmelidir. Bunun için devlet olmaya gerek yoktur. Sınıfsal bir yaklaşım bu yanıyla daha da önemli bir anahtar haline gelmektedir, kilidi çözmek için tek anahtardır.
Pratik olarak sosyalist çözüm modelini görme şansımız ise ne iyi ki Ekim Devrimi sayesinde olmuştur. Buradaki deneyim ve yürütülen tartışmalar önceki tartışmaların düzeyini değiştirmiş ve bugüne de ışık olmuştur.
Deneyimsel olarak Bolşevik iktidarı için konu “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” çerçevesinde yürümüştür. Burada sorun Çarlık Rusyası’ndan miras kalan halklar hapishanesinin nasıl yerle bir edileceğidir. Bolşevikler devrim coğrafyasını Çarlık Rusyası’nın geleneksel ve en merkezi bölgesi için sınırlı tutsalardı, çözüm denklemi daha az bilinmeyene sahip olabilirdi demek mümkündür. Ancak Bolşevik irade onlarca ulusun Çarlık Rusyası’ndan sonra ne olacağı sorusuna yine sosyalist devrimin yapılma nedeni üzerinden yaklaşmış ve sosyalizmin en geniş topraklarda hayat bulması için tam olarak devrimlerle uluslar arasında bir ittifak modeli geliştirmiştir. Bunun adı da “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” olmuştur. İttifaka giderken bu tanımlama ilk başta negatif bir anlama neden olsa da pratikte devrim ve geleceği için pozitif sonuçlar doğurmuştur.
Şöyle ki,“ulusların kendi kaderini tayin hakkı”aslolarakbir ayrılma hakkıdır. Özeti budur. Bolşeviklerin ilk adımda bu ayrılma hakkını başa yerleştirmeleri bir teşvik değil bir samimiyet çizgisidir ve bir davet niteliğindedir. Ve bu bir ilke değil bir taktiktir. Arkasında sosyalist duruşu barındıran bir taktik…Bundan neyi kastediyoruz?Lenin’den referansla ilerlemek en doğrusu olacaktır.
-
“… 1. Esas mesele, toprak beylerinin ve burjuvazinin devrilmesi için, ortak bir devrimci mücadele verebilmeleri amacıyla çeşitli milletlerin proleter ve yarı proleter unsurlarını birleştirme politikasıdır.
-
Ezilen ülkelerin emekçilerinin, kendilerini ezen devletlerin proletaryasına karşı duydukları güvensizliği ortadan kaldırmak için, her tür milli grubun yararlandığı bütün ayrıcalıklara son vermek, bütün milliyetler için tam hak eşitliğini sağlamak, sömürgelerin ve bağımlı milletlerin ayrılma hakkını tanımak gerekir.
-
Parti, aynı hedefi göz önünde tutarak tam birliğin gerçekleştirilmesine doğru geçici biçimlerden biri olarak Sovyet modeline göre örgütlenmiş bir federal devletler birliği kurulmasını önerir.
-
Milletin ayrılma isteğini kimin ifade edeceği konusunda Rusya Komünist Partisi, sınıfsal-tarihsel bakış açısını benimseyerek söz konusu milletin tarihi gelişme aşamasını, Ortaçağ’dan burjuva demokrasisine mi, yoksa burjuva demokrasisinden proleter veya Sovyet demokrasisine mi geçmek üzere olduğunu göz önünde tutar.”2
Sosyalist çözümün deneyimlendiği ilk alan olan Sovyetler Birliği bu süreçten başarıyla çıkmıştır. Başarıdan kastımız sadece halklar ile devrim arasındaki ittifakın tamamlanması değil, Sovyetler Birliği yaşadıkça söz konusu tüm halkların Lenin’in bahsettiği eşitlik düzeyine erişmiş olmasıdır.
Yukarıda emperyalizmin çözüm modelinden daha doğrusu sorunu çözemeyişinden bahsetmiştik. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin hemen sonrasında emperyalizmin arada kaybettiği zamanı kapatmak ve yeni hegemonya alanları oluşturmak için kaldıraç olarak kullandığı sorun türlerinden biri de yine ulusal sorundur.
Bugün ülkemizde Ekim Devrimi’nin ışığında Kürt sorununa bakarken emperyalizmin planlarına da bakmak birbirini tamamlayacaktır.
Kabaca Kürt coğrafyasının dört parçası için de, ancak özelde iki parçası, yani Irak ve Türkiye Kürtleri için, süreci gerçek anlamda Sovyetler’in var olduğu dönem ve Sovyetler sonrası dönem olarak ikiye ayırmak mümkündür.
Hemen belirtelim ki, Kürt ulusu için bu iki parça özelinde Sovyetler’in varlığı ezcümle nefes alma anlamına gelmiştir. Sovyetlerin etkisi ile üçüncü yol yönetimlerinin oluşması, tek tek ülkelerdeki sosyalist hareketlerin güçlenmesi, kapitalizmin ideolojik ağırlığının zayıflaması gibi gelişmeler Kürtler için de tarihsel sonuçlar doğurmuştur.Ancak bu dönemin nimetinden yararlanmak Kuzey Irak için başka, Türkiye Kürtleri için başka olmuştur.
Kuzey Irak Kürtleri için uzun yıllar boyunca ve ağırlıklı olarak Barzani aşiretinin varlığı bir gerçektir. Mustafa Barzani’nin Sovyetler Birliği ile ilişkileri kimi zaman diplomatik ilişkinin de ötesine geçmiş, Sovyetler için Kürt halkı ve temsiliyeti ile kurulan bağ, bir halkın kaderini emperyalizme teslim etmemek ile birlikte Sovyetler düşmanı olmayan tüm mekanizmalar ile bir işbirliği geliştirmek üzerine kurulmuştur. Yine aynı dönemlerle paralel olarak bu aşiretin ABD ile olan ilişkileri de bulunmaktadır ve Sovyetler’in çözülüşü sonrasında emperyalizm burada biriktirdiklerinden yararlanabilmiştir. Söz Kuzey Irak’tan açılmışken konumuzu da kesen bağımsızlık referandumuna da değinmek gerekmektedir.
Kuzey Irak yönetiminin bağımsızlık referandum kararı ve referandum sonuçları ile ilgili bakış açımızı özetleyen bir paragrafın yardımı ile devam edelim.
“Nasıl ki bugün bağımsızlığın biçimsel olduğunu söylüyorsak, Kürt siyasi hareketinin de tarih sayfalarında kalan “anti-emperyalizminin” biçimsel ve söylemsel kaldığını ifade etmek önem taşımaktadır. Direniş kültürünü çok farklı şekillerde okuyabilirsiniz ancak halkların ve ulusların kurtuluş mücadelelerinde, anti-emperyalizmin nereye oturduğunu görmek gerekiyor. Bağımsızlıkçılığın temellerinin bu şekilde atılmasının başka yolu bulunmuyor. Gerisi laf kalabalığı anlamına geliyor. ‘Referandum olur mu, olmaz mı?’, ‘Ertelenmeli mi, ertelenmemeli mi?’, ‘ABD acaba pozisyon mu değiştirecek?’, ‘Biz zaten istediğimiz zaman devlet kurarız, referanduma ne gerek var.’, ‘Referanduma karşı olanlar haindir.’, ‘Hangi Kürt bağımsızlık için yapılan referanduma karşı çıkabilir ki?’, ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkmak dolayısıyla referanduma karşı çıkmak hainliktir.’, ‘Emperyalizmle taktiksel ilişki kuruyoruz.’ vb… sayabileceğimiz onlarca soru ve yaklaşım son günlerde daha fazla gündeme gelmeye başladı.
Bunları geçelim. Anti-emperyalist mücadele olmadan, ulusların kurtuluş mücadelesinin başarıya ulaşamayacağı belli ve artık kanıtlanmış bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Sosyalizm hedefi olmadan kurulan ulus devletlerin bağımsız bir karakter sergilemesi mümkün değil. Örnekleri Balkanlar’da var. Şu ana kadar İsrail’in açıktan destek verdiği Irak merkezli Kürt devletleşmesi için, ‘her türlü devlete karşıyız ama bu sefer desteklemek boynumuzun borcu’ diyen liberaller ve ‘Kürdistan’a asla izin vermeyiz.’ diyerek Erbil’de ve Süleymaniye’de ihale kapmak için koşuşturan MHP’li ve AKP’lileri ülkemizin zenginliği olarak görmeyeceksek, Türkiye’de sol hareketin emekçi halkların gerçek kurtuluşu için anti-emperyalist mücadeleyi büyütmesinden başka çıkar yolu bulunmuyor.”3
Sovyetlerin etkisini ise ülkemiz toprakları açısından daha farklı parametrelerle ele almak gerekmektedir. Ülkemiz için geçerli olan tüm bu parametreler Kürt sorunu üzerinde de doğrudan etkilidir.
Sovyetlerin varlığı her şeyden önce dünya üzerinde sosyalizmin prestijini, tüm ülke komünistlerinin arkasına alması anlamına gelir. Bu o ülkelerdeki komünistlere güç katmış, bu güç ülkemiz için Kürt sorunu söz konusu olduğunda birlikte örgütlenmeyi kolaylaştırmıştır. Türkiye sosyalist hareketi ülkeye bakarken ülkeye içkin tüm sorun başlıklarını ele almış ve bunu siyasetlerinin konusu haline getirmişlerdir. Kürt sorununu, Osmanlı’nın son dönemindeki bazı Kürt aydınları ve cumhuriyetin ilk dönemlerindeki Kürt isyanlarını ayrı tutarsak gerçek anlamda ele alıp, olan biten ve yaşananı sosyalist mücadelenin uğraş alanına dâhil etmek komünistlerin işi olmuştur.
Anadilde eğitim hakkından, bölgedeki feodal yapıyla mücadeleye kadar geniş bir yelpaze, ana damar olan TKP ve TİP için üzerine miting yapılan konular halini almıştır.
1960 ve 1970’li yıllar birkaç ayrı Kürt örgütlenmesi dışında Türk ve Kürt sosyalistlerinin, sosyalist partilerde birlikte örgütlendikleri dönemler olmuş, ülkede devrim umudu ve mücadelesi, diriliğini bir döneme kadar bu güçle korumuştur.1970’li yılların sonunda şu anki en güçlü Kürt örgütlenmesinin de adresi olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK)’nin kuruluşu, 1980 darbesinin de etkisi ile güçsüzleşen sosyalist hareketlerden farklı bir yolda kendine alan açmıştır.
Ekim Devrimi ve onunla birlikte gelen sosyalist ideolojinin kapladığı alan ülkemizde Kürt hareketi açısından Sovyetlerin çözülüşü ile birlikte daralmış, ilk daralma da Kürt sorunu konusunda yaşanmıştır. PKK ile cisimleşen Kürt Hareketi, Sosyalist Kürdistan hedefinden kabaca Demokratik Cumhuriyet hedefine geçmiştir. Bu yolun hikâyesi oldukça uzundur. Tam da bu noktada iyi bir derleme anlamına da gelen Marksist Manifesto Dergisinin 2. sayısı okuyuculara önerilir.
Ancak bu yolun yine de kısa bir özeti vardır. Bu özeti de PKK lideri Abdullah Öcalan vermiştir. Tarih tam olarak 28 Kasım 2007’dir.
“Ben Kürtler için Demokratik Özerk Kürdistan öneriyorum. Kürdistan terimi aslında coğrafi bir terim. Kürtler de söylememiş, Selçuklu Sultanı Sencer zamanından beri böyle ifade ediliyor. Demokratik Özerk Kürdistan hem Kürt toplumunun iç geriliklerine, bu feodal geriliklere karşı iç demokratikleşmeyi sağlar, hem de Kürtlerin dışarıya karşı duruşunu ifade eder. Bu örgütlenmede devlet karşıtlığı yoktur, devlet kurmayı da hedeflemiyor. Bir çeşit mevcut sınırlar ve devlet yapıları içinde Kürtlerin özgürlüğünü ifade eder. Sonuçta özerklik kavramı da özgürlük ile ilgilidir. Demokratik Özerkliğin devletle, sınırlarla bir problemi olmaz. Bir çeşit yerelin kendini devlet içinde ifade etmesi anlamına gelir.”4
Bu amorf tanımlama Kürt Hareketinin siyasal mücadelesine de bir ayna tutar. Neden sonuç ilişkisi Sovyetler’in olmadığı bir dünyada bu defa böyle kurulur. Kürt sorununun düzen içinde çözümü…
1993 yılından bu yana, özellikle de 1999 yılından sonra, Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesi sonrasında, Kürt sorununun ülkemiz içindeki seyri bir kısır döngü halini almıştır. Sosyalizm bir kenara bırakıldığı için, egemenler için bir sorun, sosyalistler için devrimci bir dinamik olan Kürt halkı ve hareketinin durumu, gün geçtikçe rengi daha da netleşen bir karta dönmüştür. Kart ne yazık ki sermaye ve emperyalistlerin kimi zaman cebinde kimi zaman elinde olagelmiştir.
Yakalanıştan, 2009 yılına kadar İmralı ve devlet cephesi açısından sürecin en kapsamlı belgelerinden sayılabilecek “Öcalan’ın İmralı Günleri”5 adlı kitapta, yazar Cengiz Kapmaz anılan dönemi şu şekilde tasniflemiştir:Dinleme ve anlama süreci (15-25 Şubat 1999), İkna Süreci (25 Şubat-31 Mayıs 1999), Yargı Süreci (31 Mayıs-29 Haziran 1999), Müzakere süreci (29 Haziran 1999-11 Eylül 2001), Kriz Süreci (11 Eylül 2001-Kasım 2003).Yazar AKP dönemine de giriş yapar ve tasnife şöyle devam eder. Restleşme Süreci (Kasım 2002-Mayıs 2009), Test Süreci ve Müzakereye Giriş (2009).
Kısa bir özet anlamına da gelecek bu tasniflemede, enikonu görüşülen, silahların bırakılması karşılığında Kürtlerin alacağı haklar ve bunun garantisidir. Haklardan anlaşılan anayasal bir statüdür. Bu statünün alınması ise Kürt cephesinden Türkiye’nin demokratikleşmesi ile neredeyse eşitlenerek yorumlanmıştır.
Ancak süreç tam tersi yönde işlemiş, AKP’nin ülkeyi getirdiği nokta bir diktatörlük olmuştur. Yukarıda özetlenen tasnifin işlediği her dönem, Kürt hareketi için bağlayıcı olduğundan AKP’nin aldığı her viraj karşısında bir direnç eksik olarak yol almıştır. Kürt direnci…
Sovyetlerin çözülüşü, Türkiye burjuvazisi açısından soğuk savaş denkleminin yüklerinden kurtulmak anlamına gelirken, dönemden çıkışın ve rahatlamanın adı AKP’nin kuruluşu olmuş; AKP, bahsi geçen dönemde yapılamayan, zorlanılan tüm saldırı başlıklarını halletmek adına kendine müttefik aramış, bunun adını “ileri demokrasi” olarak kodlamış ve 1923 Cumhuriyeti ile gerilimi olan tüm katmanlarla bir ittifak kurmuştur. Yetmez ama evetçiler, tarikatlar, cemaatler, liberaller ve Kürt hareketi…
Bu ittifak son tahlilde yine Kürt halkının üzerine çökmüştür. Cumhuriyetin ve Sovyetlerin varlığının getirdiği yükleri bir bir atan AKP ile ittifakın bedeli, 15 yılda koca biryıkım, savaş, yoksulluk olmuş, bu da yetmemiş, şimdilik ittifakın önemsizleştiği bir uğrakta, Kürt halkının tüm örgütlenme ayakları, gerek OHAL gerekse operasyonlar ile törpülenmiştir.
Türkiye ayağı ile bağlantılı sayılabilecek bir alana, yani Suriye’ye de değinmeden bu bölümü sonlandırmayalım…
Açılım adı verilen sürecin kesilmesi olarak, taraflarca da neden olarak gösterilen Suriye’de yer alan Rojava Bölgesindeki gelişmelerdir. Peki, bu ne anlama gelir ve gerçekten bu kadar etkili midir?Bir alıntı ile açalım.
“Ortadoğu’da ABD emperyalizminin Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de Kürt kartına oynaması ve belli bir strateji üzerinden adımlar atarak yol alması, Türkiye sermaye devletinin en önemli gündemlerinden birisi ve sıkışmasıdır. AKP’nin emperyalizmle “gerilimleri” üzerine yoğunlaşan ve bu konuda “beklenti” içinde olan bir bakış açısı ne yazık ki emperyalizmin Ortadoğu’ya yerleşmesi üzerine net bir politik tutum almaya gelince ağırlığını kaybediyor. Türkiye solu, AKP ile ABD arasında sıkışmış gibi bir görüntü sergiliyor. ABD, Büyük Ortadoğu politikası ile Ortadoğu’ya müdahale ederken Esad ‘diktatör’ ilan edilmiş, bu görüşün arkasından giden sol görünümlü bir dizi örnek ortaya çıkmıştı. Örneğin Kürt siyaseti de Suriye’deki meşru iktidarı emperyalist odakların bakış açısıyla değerlendirmiş, asla anti-emperyalist bir tutum geliştirmemiştir. Türkiye’de sol, benzer bir sıkışmayı burada da yaşamış, özellikle Kürt siyasetinin kuyruğuna takılan ve liberalizmin bütün ideolojik etkilerine açık kesimleri burada da net bir politik tutum belirleyememişti.”6
Bugün Suriye’nin Kürt parçasında AKP ile Kürt hareketinin karşı karşıya gelmesini emperyalizm çözecek ya da derinleştirecektir.
Ve elbet bir başka çözüm daha vardır.
Buraya kadar yazılanları toplayıp çıkardığımızda şu hesap karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın ezilen halkları, ezilen işçi sınıfının iktidarı aldığı bir dönemde ve coğrafyada kendilerini gerçek bir kurtuluşun içinde bulurlar, aksi her durumda ise emperyalist planların güdümünde olurlar… Biri için sonuç halkların kurtuluşu diğeri için ise ya yalancı bir kurtuluş ve piyonlaşma ya da ezilmemek adına ezme sürecine destek olmak oluyor. Her ikisi de ölüme çıkar…
Ancak hemen ifade edelim ki ölmesine izin vermeyeceğimiz şey sosyalizm fikri, mücadelesi ve örgütlülüğüdür. Ülkemiz sosyalistlerinin bugün acil görevi bu hattın güçlendirilmesidir. Güçlendiğinde neler olabileceğini 100 yıl önce gördük…
İnsanlığın bugüne kadar gördüğü en güzel şeyi bize kazandıran Ekim Devrimi yapıcılarının önünde saygıyla…
Dipnotlar ve Kaynak
- Keyman, E., Berkman, A., Doğanaksoy, A. (1991), Dört renk problemi, Matematik Dünyası, s. 7.
- Lenin’den Aktaran, Carr, Bolşevik Devrimi, s. 249-250
- Tekerek, K.,http://gazetemanifesto.com/2017/08/24/bagimsiz-kurdistan-mi-bagimli-kurt-devletlesmesi-mi/(Erişim Tarihi: 24.08.2017).
- Kapmaz, C. (2011), Öcalan’ın İmralı günleri, İthaki yayınları
- A.g.y.
- Kılçer, K.,http://gazetemanifesto.com/2017/03/07/emperyalizm-akp-kurt-sorunu-sol- ne-yapmali/(Erişim Tarihi: 07.03.2017).