Maliye Bakanlığı müfettişleri tarafından 9 Eylül’de Aydın Doğan’a kesildiği açıklanan 3,75 milyar TL’lik vergi cezası pek çok açıdan “tarihi” oldu. Öncelikle ceza, Türkiye tarihinde benzeri görülmemiş bir meblağa tekabül ediyordu. Ayrıca cezayla amaçlananın icra yöntemi de, pek çok açıdan tarihi bir yenilik taşıyordu. Türkiye’de sermayeye yönelik operasyonların geleneksel olarak zorunlu iflas, devir vb. yöntemlerle kaydedilmesi göz önünde bulundurulduğunda, bu yeni tür operasyon Türkiye sermaye sınıfı ve uluslararası çevreler şaşırttı ve “pek Rusvari olduğu” yorumlarına neden oldu. Aydın Doğan’ı hedef alan vergi cezasını tarihi kılan üçüncü boyut ise cezanın aynı zamanda bu yazının da konusunu oluşturan tarihsel boyutu oldu.
Şüphesiz ceza hukuken icra edilmiş değil; ancak mevcut veriler bunun kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Cezayla birlikte gelen tasfiyeyse, AKP iktidarının Türkiye’yi içine soktuğu tarihsel ve eşitsiz gelişen dönüşümün görece az mesafe kat edilen bir boyutuna neşter atmayı hedefliyor.
Bir ön sonuç olarak vurgulamalıyız: Az mesafe kat edildiği ölçüde AKP’nin daha çok hedefi haline gelen bu boyut, Yeni Osmanlı’nın inşasının toplumsal boyutu, toplumsal alandaki tasfiyelerin şiddetini arttırmaktadır. Doğan’a yönelik tasfiye hamlesinin sertliği de buna bağlanmalıdır.
Öte yandan Türkiye’de sermaye birikiminin yapısal nitelikleri, tasfiyenin sertliğine ve aktörlerin radikal biçimde alt üst olmalarına rağmen, kimi modellerin korunmakta olduğunu göstermektedir. Tasfiyenin kendisi ve hedeflerinden önce, koruduğu yapının ne olduğunu görmek, aynı zamanda Doğan’ı tasfiyeye götüren süreci de aydınlatmaktadır.
Medyanın ya da Aydın Doğan’ın kısa tarihi
Türkiye’de medyaya hakim sermaye hiçbir zaman büyük burjuvazinin kendisi olmamış, benzer biçimde, siyasi iktidar da doğrudan medya yapılanması oluşturmaya soyunmamıştır. Bunlara, özellikle de ikincisine istisna oluşturan uç örnekler -Uzanlar’ın Star grubu ve daha çok Tansu Çiller’in Öncü gazetesi- mevcuttur; ancak bu örnekler uzun ömürlü olmaktan uzak olmuşlardır.
Bu haliyle oldukça oynak ve siyasi bir zeminde yer alan medya sermayesi, oldukça yoğun bir tekelleşme yaşamasına rağmen emperyalist ülkelerde yaşanan sürece benzer bir derinleşme de yaşayamamıştır. Medya, büyük sermaye ve iktidar arasında bir aracı pozisyonda yer alan, varlığını da gerek bu iki kesim arasındaki dengelere, gerekse de kendisinin bu iki kesimle kurabildiği dengelere borçlu olan bir yapı göstermiştir.
Medya sermayesinin bu müphem konumu, medyanın varlığının da “karanlık” olması sonucunu doğurmuştur. Koç grubunun otomotiv satış bayilerinden biriyken, 1978’de Karacanlar’dan Milliyet’i alarak “yazılı basın”da yükselen Doğan, Türkiye’de yazılı basının ve sonrasında medyanın tekelleşmesi tarihinin canlı örneği ve öncü aktörü olmuştur. Doğan’ın yükseliş hikayesi, Türkiye’de medya sermayesinin temel karakteristiklerini tümüyle taşımaktadır.
1980 öncesinde Milliyet’i Koç grubunun desteğiyle aldığı söylenen Doğan, o tarihten sonra da hep şüpheli bir “nakit üstünlüğü”ne sahip olmuştur. Gerek o dönem, gerekse de reklam çağının sürdüğü bu dönemde oldukça kârsız olduğu bilinen gazetecilik, halen nakit ödeme vadelerinin uzunluğu nedeniyle de nakit akışının en düşük olduğu sektörlerden birisidir. Özellikle Doğan’ın esas büyümesini gerçekleştirdiği 1978–1995 dönemi düşünüldüğünde, dönem için önemli olan kağıt sübvansiyonları, devlet tarafından “bahşedilen” ilan gelirleri ve büyük sermayenin verdiği reklam desteği, bir basın grubunun ayakta kalabilmesi, en azından istikrarlı bir seyir izleyebilmesi için elzem olmaktadır.
Doğan’ın kaydettiğine benzer bir büyümeyse, daha fazlasını gerektirmiştir. Büyük sermayeyle -Doğan örneğinde, İş Bankası ve Koç grubu- kurulan özel ilişki, Doğan’ın yükselişinin anahtarı olmuştur. Televizyonculuğun başlamasıyla holdingleşen Doğan, televizyonla birlikte sektörde görülen kısmi derinleşmeden de pay almış, ama yine de büyük sermayenin açık/örtük desteği ve siyasi iktidarla kurulan özel ilişkinin payı daha büyük olmuştur.
Dışbank’ın Doğan’a bırakılması ve finans alanındaki kaydettiği hızlı yükselişin kaynakları desteğin açığını oluştururken; Doğan’ın Ray Sigorta, Çelik Halat vb. şirketleri “kelepir” devralması da örtük desteklerin izlerini taşımaktadır.
Doğan’ın “iktidarla dansta” kaydettiği başarı ise, esas olarak 1993–1997 dönemine dayanmaktadır. 1993’te Tansu Çiller’in başbakanlık koltuğuna oturuşunun en büyük destekçilerinden biri olan Doğan, ödül olarak 1994’te Hürriyet’i “zapt etmiştir”. Restorasyonun gelişini de doğru biçimde gören Doğan, Çiller’den desteğini tam zamanında çekmiş ve yine doğru ata oynayarak Restorasyon döneminin yükselen oyuncuları arasında yer almıştır. Şüphesiz Doğan’ın bu performansında etkili olan Doğan’a özgü kimi unsurlar da vardır. Bünyesinde barındırabileceği dönek sayısının teorik olarak “sonsuz” olduğunu ispatlayan Doğan, aynı anda merkez kamuoyunun yanı sıra solculara, İslamcılara ve liberallere gazete çıkarabileceğini de göstererek Restorasyonun ihtiyacı olan “kapsayıcılığı” temin etmiş ve rüştünü ispatlamıştır. Doğan’ın medyada tekelini açık arayla kurması da esas olarak bu moment sonrasındadır. Medya alanında tartışılmaz bir ağırlığa kavuşan Doğan bu defa Petrol Ofisi ihalesini -İş Bankası ortaklığıyla- alarak ödüllendirilmiştir.
Öte yandan, kimi zaman medya sınırlarını da aşan bir sermaye grubu olarak Doğan’ın kaydettiği bu yükseliş, onu “büyük sermaye grubu” yapmaya yetmemiştir. Televizyon ve gazetelerden oluşan Doğan Medya Holding’in kârlılığı hep tartışma konusu olmuş, genel görüntü, Doğan’ın diğer alanlardaki kârlarıyla televizyon ve gazetelerini finanse etmesi biçiminde tezahür etmiştir. “Diğer alanlardaki kârların” kaynağı da hep şüphe barındırmış, bu yüzden Doğan’ın bir bütün olarak net kârlılığa sahip olup olmadığı sorusunu önemsizleştirmiştir. AKP’nin henüz Doğan’a karşı kılıcını çekmeden önce gündeme gelen Petrol Ofisi cezası ve İş Bankası’nın Doğan’la ortaklığını apar topar terk etmesi olayları, Doğan’ın medya dışı faaliyetlerinden elde ettiği kârlarındaki şaibeyi özetlemektedir. Doğan, varlığı hassas dengelere bağlı bir medya sermayesi olmaktan kurtulamamış, büyük sermaye olamamıştır. Doğan’ı ayakta tutan ve varlığını teşvik edense, açık veya gizli desteğiyle geleneksel sermaye olmuştur.
Yine geleneksel sermayenin telkin ve desteğiyledir ki, Doğan Grubu, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2006’ya kadar sahip olduğu yayın politikasıyla Türkiye tarihinin gördüğü en ağır sansür politikalarından birine imza atmıştır. Sansürün konusuysa AKP iktidarıdır. Doğan, söz konusu dönemde AKP’nin karşısında olan her şeye gözlerini kapatmıştır.
Muhalefet alanında da CHP’nin destek verdiği AKP odaklı bu “kutsal ittifak” başlı başına bir yazı konusu olmakla birlikte, bir ara sonuç olarak şu ortaya çıkmaktadır: Restorasyonun fiyaskoyla sona ermesinin ardından, bölünme de dahil tüm olasılıkların gündemde olduğu bir dönemde işbaşına gelen AKP iktidarı, kısa sürede çizdiği toparlanma görüntüsü ve özelleştirmeler, yabancı sermaye akımının tesisi vb. alanlarda büyük sermayeye yönelik “eşsiz” hizmetleriyle, geleneksel sermayede AKP’ye yönelik “koruma” refleksi uyandırmıştır.
Doğan grubunun AKP karşıtlığına yönelik tarihi sansüründe söz konusu refleks önemli rol oynamıştır. Doğan grubunun yayın çizgisinde AKP karşıtı çizginin oluşumu ise, ancak AKP’nin Cumhuriyet’e yönelik tasfiye niyetinin belirginleştiği ve AKP’yle Kemalist kadrolar arasında eş zamanlı bir iç savaşın başladığı dönemde gerçekleşmiştir. Bunda, yine geleneksel sermayenin bir refleksi devreye girmiş, ancak bu kez refleksin yönü AKP’nin tasfiye girişiminden “korunma” biçiminde ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle geleneksel sermaye, üzerine bastığı zemini köklü biçimde dönüştüren AKP tasfiyeciliğinden ürkmüş ve bir direnişten çok, korunma refleksi sergilemiştir. AKP-Doğan çatışması olarak tezahür eden gerilim, büyük ölçüde geleneksel sermayenin söz konusu refleksinin yansımasıdır.
2009 başı itibarıyla devletin dönüşümünü büyük ölçüde tamamlayan AKP’nin, Doğan odaklı savunma çabalarına yönelik tahammülü kalmamış ve Doğan’ın tasfiyesi kaçınılmaz olmuştur. Bunu Doğan da görmüş, ancak son dönemde yoğunlaştırdığı net uyum ve uzlaşma çabaları zorunluluğun yönünü değiştirememiştir.
Bir tasfiyenin gösterdikleri
Aydın Doğan’ın, tam da uzlaşma için en net adımları atmaya başladığı bir dönemde bu cezayı alması anlamlıdır. Bu, “AKP’nin kadrolaşma karakteristiği” olarak da tanımlanabilecek, ama bir kadrolaşma pratiğinin çok ötesine geçen AKP hamlesinin kesin biçimini ortaya koymaktadır: AKP düzeni, “devşirme” kadrolar istememektedir. Nitekim Doğan Grubu’na kesilen tarihi cezanın ardından önce Milliyet, sonra Hürriyet ve son olarak da tüm Doğan Yayın Holding’in Ülker’e satılacağı yönlü söylentilerin bir anda ortalıkta uçuşması şaşırtıcı değildir.
Cezanın hemen ertesinde Bekir Coşkun’un gruptan ayrıldığını ve ayrılacak başka isimlerin olduğunu açıklaması da bir başka önemli noktadır. AKP’nin yürürlüğe koyduğu “büyük dönüşüm”de Bekir Coşkun, toplumsal bir direnç noktasının medyadaki yalın temsilcisi olarak önem kazanmıştır. AKP’nin böyle bir ismi Hürriyet’ten tam anlamıyla söküp atması şüphesiz çok önemlidir. Ancak daha önemli olan, Bekir Coşkun’un tasfiyesinde kullanıldığı öne sürülen ve AKP’nin kadrolaşma karakteristiğini adeta tek başına özetleyen bir listenin varlığıdır.
Aydın Doğan’a verildiği iddia edilen “tasfiye edilecek yazarlar” listesinde, Doğan grubunda yazan bazı yazarlar, “yüzde ağırlıklarla” ne kadar AKP karşıtı olduklarına göre sıralanmışlardır. Somutlamak gerekirse, örnek bir X yazarının, örneğin “yüzde 60 AKP karşıtı” olduğu verisi bu listede yer almakta, en yüksek “yüzdeyle” AKP karşıtı olan 10 yazarın çalıştıkları gazetelerden çıkarılmaları Doğan’a dayatılmaktadır.
Listenin sahip olduğu içeriğin AKP’nin hareket karakteristiğiyle bire bir örtüşüyor olması, yalnızca söylenti düzeyinde gündeme gelen böyle bir listenin varlığına inanmamızı zorunlu kılmaktadır. Çünkü AKP yüzde 100’ünü istemektedir; devşirme kadro kabul etmemesi de bununla ilgilidir.
Devşirme kadroları zaten oldukça sınırlı kullanan AKP iktidarı, kapatma davasını başarıyla atlatarak zaferini tescillediği 2008 yazının ardından, 2009 başında kabine değişikliğine karar vermiş ve bunu 2009 Mayısında hayata geçirmiştir. Bu revizyonla devşirme bakanlara yol gösteren AKP iktidarı, kabine değişikliğinin akabininde gerçekleşen TBMM başkanlık seçimlerinde de önemli bir adım atarak, uzlaşma adına attığı sayılı adımlar arasında yer alan ve her daim devşirme olarak gördüğü Köksal Toptan’a yol göstermiş, yerine bir “saf kadro” olan Mehmet Ali Şahin’i yerleştirmiştir. Türkiye sağına yıllarca hizmet etmiş ve İslamcı-piyasacı niteliğinden şüphe duyulmayan Köksal Toptan bile AKP tarafından devşirme kategorisinde değerlendirilmekte ve AKP’nin tahammül sınırlarının ötesinde yer almaktadır. Son kabine değişikliğinin ardından Bakanlar Kurulu’nda sayıları giderek azalan devşirme bakanların da gelecek değişikliklerle elenmeleri kaçınılmazdır.
Bu noktadan Aydın Doğan’ın tasfiyesine geri dönüldüğünde, tasfiyenin zamanlamasının önemli bir boyutu ortaya çıkmaktadır: Yeni Osmanlı’ya karşı nesnel bir direnç noktası, hatta odağı oluşturan Aydın Doğan’ın tasfiyesi, Doğan’ın tam da “devşirilme” sinyalleri verdiği bir momentte gerçekleşmiştir. AKP’nin mevcut devşirmelere bile tahammülünü yitirdiği ve bunu net biçimde gösterdiği bir dönemde, Aydın Doğan için artık çok geçtir.
Vergi cezası konusunda uzlaşma önerileri dillendirilse de, herhangi bir uzlaşmanın hayata geçmesi mümkün görünmemektedir. Olası bir uzlaşmanın iç dinamiği bulunmazken, dış dinamiğin etkisinin ne olacağı da son açıklamalarla ortaya çıkmıştır. Doğan’a yönelik tasfiyeye, New York Times’da yer alan ve Ertuğrul Özkök’ün ricasıyla çıktığını tüm medyanın bildiği bir makale haricinde ABD’den herhangi bir tepki gelmemiştir. Avrupa Birliği’nin Doğan’a yönelik tasfiye kararına tepkisi ise tek kelimeyle “ağır” olmuştur. Beş yıl öncesine kadar Türkiye’de hükümeti sarsabilecek bir tehdit olan “Ceza ilerleme raporunu etkileyebilir” açıklaması, AB Komisyonu tarafından cezanın basına yansımasını takiben 48 saat içinde yapılmıştır.
AB tarafından yapılan bu açıklamada şüphesiz, cezanın aynı zamanda Almanya’nın en büyük medya tekeli ve Doğan’ın ortağı olan Axel Springer’i etkiliyor olmasının önemli etkisi vardır. Cezaya konu olan hisse devri, Doğan tarafından bizzat Axel Springer’le ortaklık esnasında gerçekleşmiş olup; Doğan’ın tasfiyesi halinde bu medya tekelinin Türkiye ayağının da boşa düşeceği kesindir.
Tasfiyeye yönelik AB tepkisi, daha geniş plandan okunduğunda, yukarıda bahsedilen gerilimle ilintili, ama daha geniş bir başka gerilimin yansıması olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin ABD’de Barack Obama dönemiyle başlattığı Ortadoğu açılımı ve paralelindeki net Amerikancı tercih, son açılımında ABD’den icazet alan Türkiye burjuvazisi için AB tercihinin ikinci plana düşmesi sonucunu getirmektedir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, yakın bölgedeki diğer ülkelerin yanı sıra, Balkanlar’da da adını vererek Yeni Osmanlı için girişimlerde bulunurken, AB üyeliğinin seyrinin ne olacağı giderek daha az sorulur olmuştur. Özetle AKP’nin bu ve benzeri şiddetli tasfiyeler için içinden geçtiğimiz ve ABD eksenli bölgesel açılımın doludizgin gittiği bu dönemi seçmiş olması tesadüfi değil, bilinçli bir tercihtir.
Avrupa emperyalizminin de dikkatini çeken bu durum, giderek karşılıklı bir gerilime dönmüş; örneğin 2008 Ekiminde düzenlenen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katıldığı Frankfurt Kitap Fuarı’nda Gül’ü ziyaret etmeyen Almanya Başbakanı Angela Merkel, hemen ertesi ay Aydın Doğan’ın ödül aldığı daha dar kapsamlı bir başka etkinlikte hazır bulunmuştur. 1
Medya dize gelirken
Aydın Doğan’a kesilen tarihi vergi cezasının zamanlamasıyla ilgili önemli bir diğer noktayı da, zamanlamanın “ibretlik” boyutu oluşturmaktadır. Doğan’a yönelik tarihi vergi cezası, grubun amiral gemisi Hürriyet’in başyazarı Ertuğrul Özkök ve esas adamlarından Ahmet Hakan aracılığıyla gerçekleştirilen “Umre açılımı” tam gaz sürerken gelmiştir. Attığı adımların etkisini arttırmak isteyen AKP, rakibine tam da uzlaşmak istediği anda vurmuş, bu durum “dehşet” senaryosunu güçlendirerek tüm medyada derin bir dehşet uyandırmıştır.
Burada söz konusu olan gerçekten de medyanın tümüdür. Başbakan Erdoğan’ın 17 Eylül gecesi Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad onuruna verdiği iftar yemeğine yönelik tarihi medya katılım ve ilgisi, şüphesiz Esad’dan kaynaklanmamaktadır. Editöründen sunucusuna, popçusundan arabeskçisine, yapımcısından oyuncusuna yıllardır Türkiye’de sömürü düzenine hizmet eden onlarca çirkin yüz, kelimenin tam anlamıyla Başbakan Erdoğan’ın karşısında sıraya geçmiş ve adeta teker teker tekmil vermiştir. Bunlar arasında Doğan’ın ağır topları da yer almış ve tekmil sırasını şenlendirmiştir. Onların tekmil verirken bilmedikleri, ama büyük ihtimalle Erdoğan’ın bildiği şeyse, ertesi gün açıklanan Doğan’a yönelik reklam soruşturmasıdır
Tarihi cezadan yaklaşık 6 gün sonra, Doğan grubu dahil tüm medyanın hükümete biatini en net biçimde gösterdiği gecenin ertesinde gelen soruşturma, Doğan’a yönelik “üçüncü dalga”yı başlatmış ve uzlaşma bekleyenlere net bir cevap olmuştur.
Yeni Osmanlı’da “yeni” medya düzeni
AKP, Doğan’ın tasfiyesi sonrasında nasıl bir medya manzarası istemektedir?
Yineleyelim, AKP “yüzde 100’ünü” istemektedir. Bu yüzden ne devralınan ve bu anlamda devşirilen Sabah, ne tümüyle devşirilenlerden mürekkep bir devşirme projesi olan Taraf AKP için kararlı yapılar oluşturmaktadır.
Bugüne kadar düşük yoğunluklu bir tasfiye yaşayan Sabah grubu, AKP için hâlâ fazla melezdir ve AKP için misyonunu yerine getirdiğini söylemek güçtür. Sabah grubunun da, Doğan medyasının yaşadığı sürece paralel olarak şiddetli bir yeniden yapılanma yaşaması kaçınılmazdır.
Devşirmelerin oluşturduğu bir devşirme projesi olan Taraf ise, Ergenekon operasyonunun “başarıyla” tamamlanmasının ardından bir süredir kısmi bir boşluk içindedir. Türkiye aydını üzerindeki etkisi ancak Kadro’yla kıyaslanabilecek olan Taraf, ülkedeki Kemalist birikim, Kürt hareketi ve Türkiye solunu tasfiye edici/dönüştürücü saiklerle hedef almış ve ilki iki kesime yönelik misyonunu büyük ölçüde tamamlamıştır. Çok büyük ölçüde, bu derginin de içinde bulunduğu siyasi hat nedeniyle üçüncü kulvarda istediği mesafeyi kat edemeyen bu akıl karartma makinesi, bu kısmi başarısızlığına karşın, bir bütün olarak solun küçülmesi ve etkisizleşmesi nedeniyle misyonunu tamamlama sinyalleri vermeye başlamıştır. Gazetenin mali güçlükler yaşamaya “başlaması” ve hükümete yönelik mesafeli bir dilin çok sınırlı da olsa gazete sayfalarında görülebiliyor olması bu sinyaller arasında sayılabilir. Tarihsel deneyim, ancak özel kesitlerde ortaya çıkan Taraf benzeri şiddet unsuru yüksek girişimlerin normalleştiklerini kaydetmemiştir. Diğer bir deyişle, Taraf denilen akıl karartma makinesini bekleyen, yalnızca tasfiye olmaktır.2 Bu durumda AKP’nin kurmaya çalıştığı yeni medya düzeninin merkezinde kim yer alacaktır? Sorunun cevabını oluşturması kuvvetle muhtemel isim, AKP kıstaslarınca bir “safkan” olan Fettah Tamince’dir. Bu yıl yaptığı atakla Star gazetesi ve Kanal 24’ün yarı hissesini eski solcu bir devşirmeden, Ethem Sancak’tan alan Tamince’nin, yakında söz konusu gazete ve kanalın tamamını devralacağı bilinmektedir. Bu momentten sonra Star ve Kanal 24’ün hızlı yükselişi planlanmaktadır. Star’da köşe yazarlığı yapan, ancak ilköğretim okulu Türkçe dersi ayarındaki kompozisyonları bile yazmaktan aciz olduğu anlaşılan, Ergenekon yıldızı Şamil Tayyar’ın, bir anda AKP medyasının gediklilerinden Fehmi Koru’ya eküri olabilmesinde bu bekleyiş etkilidir.
Öte yandan, AKP’nin medyaya müdahalesi ve Doğan’ın yerine inşa etmeye çalıştığı bu yeni odak, Türkiye medya sermayesinin bir sermaye yapılanması olarak temel karakteristiklerini taşımaya devam edecektir. Burada yapısal bir yenilik yoktur. AKP döneminin yükselen yıldızı Fettah Tamince için, son günlerde Doğan grubu konusunda oldukça gerçekçi yazılarıyla öne çıkan bir köşe yazarına başvurmak yerinde olacaktır. Tamince’nin Doğan’ı andıran “nakit avantajı”, şimdiden dikkatleri çekmektedir:
“10 yılda, 12 otel. Her bir otele en az 50 milyon dolar gömmüştür. Turizmden kim nasıl para kazanıyor bilmem ama Fettah Tamince’nin baş döndürücü bir hızla büyüdüğüne inananların ve onu alkışlayanların sayısı artıyor. Bir otelin, gelirleriyle kendini amorti etmesi kaç yıldır? 10 diyen var, 20 yıl diyen var. Sınırsınız ki, Tamince’nin otellerinde zengin turistlerin yanı sıra altın yumurtlayan tavuklar da kalıyor!” 3
On üçüncü otelinin açılışına Mustafa Koç, Ferit Şahenk, Aydın Doğan, Turgay Ciner, Hamdi Akın, Erdoğan Demirören, Cihan Kamer ve diğer büyük sermayedarların büyük bir memnuniyetle katıldığı Tamince, tam anlamıyla karanlık kutudur. Şüphesiz, günü geldiğinde Tamince de “içimizden biri” olacak; Doğan ne kadar şeffafsa, o da o kadar “şeffaflaşacaktır”. Ama kârsız bir -hatta Tamince örneğinde iki- sektördeki baş döndürücü yükselişi her zaman karanlık kalacaktır.
Tekrarlamak gerekirse, Türkiye medyasında sermaye derinleşmesi yapısal nedenlerle sınırlı kalmakta, bu da “Doğan tipi” patron profilini dayatmaktadır. Doğan’ın ardından medya baş koltuğuna Tamince’nin oturtulmasına yönelik planlar, bir sürekliliğe işaret etmektedir.
AKP düzeni topluma nüfuz ederken…
“Doğan tipi” medya patronu profilinin sürekliliğinin yalnızca sektördeki sermaye yapılanmasında gözleneceği de vurgulanmalıdır. Keza Doğan’ın tasfiyesi ve yerine “safkan” bir İslamcı bir patronun geçecek olması, merkezi kanaat üretimini de köklü bir biçimde dönüştürerek Yeni Osmanlı’nın geniş toplum kesimleri nezdinde kendini meşrulaştırmasını hızlandıracaktır. Amaçlanan tam olarak budur.
AKP’nin gerek kadrolaşma, gerekse şiddet yoluyla bürokrasi ve devlet kademelerinde; İslamcı sermayeninse son dönemde dozunu arttırdığı “biz geliyoruz” açıklamalarıyla büyük sermayeye çevresinde/içinde yaptığı “Yeni Osmanlı’ya onay” baskısı, önemli bir mesafe kat etmiş, büyük ölçüde başarılı olmuştur. AKP, bu baskı ve onay sürecinin kanaat üretimi mekanizmaları yoluyla toplumun geniş kesimlerine de aynı şiddetle taşınması ve sonuç alınması ihtiyacını hissetmektedir. Toplumsal alanda AKP, devlet ve sermaye alanlarındaki dönüşüme kıyasla daha az mesafe kat etmiştir ve bu alandaki dönüşüm, Yeni Osmanlı’nın toplumsal penetrasyonu anlamına gelecek olması nedeniyle kritik halkalardan birini oluşturmaktadır.
AKP’nin bu alanda atacağı adımlar, yalnızca toplumun daha hızlı gericileşmesi bakımından değil, ama aynı zamanda artık “eski” bir paradigma haline gelen Cumhuriyet’in bıraktığı izleri kazımak için de elzemdir.4 Mevcut haliyle kanaat üretimi alanında çok büyük bir alanı kaplayan Doğan medyası, AKP’nin Yeni Osmanlı için girdiler aktaran kanallarını nesnel olarak marjinal kılmaktadır. Çevresinde gerçekleşen tasfiyenin hızını gören Doğan’ın, kendi tasfiyesini de sezerek adım atmaya başladığı da bir veridir.5 Özellikle AKP’nin, Obama iktidarıyla eş zamanlı ivmelendirdiği Ortadoğu açılımından sonra, Yeni Osmanlı’nın ilanını Doğan da görmüş ve bu noktadan sonra hiçbir direniş sergilememiştir. Aksine, Doğan’ın Yeni Osmanlı’ya yönelik makul bir zemine oturma yönündeki çabaları oldukça “samimidir”.
Bu bağlamda Ertuğrul Özkök’ün Umre’ye gidişini çiğ bir iktidar yağdanlığı olarak yorumlamak yanlıştır. Özkök, hemen ardından patronunun ipinin çekildiği Umre gezisi sırasında, kanaat üretiminin önemli bir hedefi ve yeniden üreticisi olan orta sınıflara, samimi bir biçimde Yeni Osmanlı’nın “o kadar da kötü olmadığını” anlatmaya çalışıyordu. Benzer bir durum, Nabucco Boru Hattı kutlamaları için de söz konusu olmuştur. Doğan grubu tarafından yayınlanan ve ölçüsüzlüğe varan Nabucco övgüleri yalnızca grubun bölgesel yatırımlarının getireceği kârlara yönelik bir kutlama değil, aynı zamanda AKP’nin “Türkiye’yi bölgesel bir güç haline getireceğine” yönelik Doğan kanaatinin histerik bir dışavurumu olmuştur. 6
Ancak, baştaki analojiye geri dönecek olursak, Yeni Osmanlı’yla toplumu “yeniden yaratmaya” girişen AKP, tam da bu hedef yüzünden “yüzde 100’ünü” istemektedir. “Anlayış içinde uyum göstermeye çalışan orta sınıflar” manzarası, AKP’nin hedeflediği dönüşüm için fazlasıyla yavaştır. Bunun yerine şiddeti tercih eden AKP, bununla daha çok yol alabileceğini görmüştür. Esad onuruna verilen yemekten kareler, bir de bu açıdan okunmalıdır.
Doğan’ın yerine konacak merkezi kanaat üretimi mekanizmasının emekçiler başta olmak üzere geniş kesimlere salgılayacağı ideolojinin ne olacağı, bugünkü Star-Zaman çizgisine bakarak anlaşılabilir. AKP’nin bu son operasyonunun başarıya ulaşması durumunda, toplumsal alandaki ilerleyişinde Yeni Osmanlı projesine çok önemli bir mevzi kazandıracağı açıktır.
Dipnotlar ve Kaynak
- Birand, Mehmet Ali, “Almanya Aydın Doğan’ı alkışladı”, Hürriyet, 19 Kasım 2008.
- “Medyada İslamcı çeşitlemeler”, http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat-medya/medyada-islamci-cesitlemeler-haberi-18085, 23.09.2009.
- Semerci, Yavuz, “Seçilmiş kişi Fettan Tamince”, http://www.haberturk.com/HTYazi.aspx?ID=3094, 23.09.2009.
- Cumhuriyet’in toplumsal alanda daha ileri bir oluşuma zemin hazırlayan bağımsızlık, laiklik ve kamuculuk ilkeleri, AKP’nin vurduğu öldürücü darbelerle zaten büyük ölçüde tasfiye olmuştur. Medyadaki yeniden yapılanmayla ikincil izlerin de silinmesi hedeflenmektedir. Buna ilk elde bir örnek vermek gerekirse, “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle meşrulaştırılan, ordunun yakın coğrafyada uluslararası çatışma risklerinden kaçınma geleneği, AKP döneminde kazınmak zorunda olan bir iz olacaktır.
- Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan’ın henüz 2007 yılında gerçekleşen tasfiyesi, Doğan’ın attığı ve kendince “önemli” adımlardan biri olarak okunmalıdır.
- “Aydın Doğan’ın K. Irak hesabı”, http://haber.sol.org.tr/ekonomi/aydin-doganin-k-irak-hesabi-haberi-15779, 23.09.2009.