İran’da 12 Haziran’da gerçekleşen ve Ahmedinecad’ın oyların yüzde 64’ünü alarak kazandığı ilan edilen seçimlerin ardından yaşanan sürecin nasıl okunması gerektiği sorusu, dünya solunu ikiye bölmüş durumda. Ortada molla rejimine karşı özgürlük ve demokrasi talebiyle bir halk isyanı olduğunu savunan bir tarafla, bir çeşit emperyalist müdahale ya da tezgahın, yeni bir “renkli devrim” girişiminin olduğunu söyleyen bir diğer tarafın olduğu söylenebilir.
Fakat hem İran’ın kendisi hem de yaşananlar o kadar özgün ki, yukarıda kabaca çizdiğim ayrım, dünya solunda genel olarak liberal ve anti-emperyalist olarak tanımlayabileceğimiz bir taraflaşmaya denk düşmüyor. Genel siyasi duruş olarak aynı ilkeleri paylaşan birçok yazar, İran olayları sonrası sert polemiklere girmiş durumda. Bu yazıda iki tarafta da çok çeşitlilik gösteren duruşların bir tablosunu çizmeye ve bu çetrefilli tabloda ilerlerken bazı olmazsa olmazlara değinip, tablodaki çeşitli yaklaşımları sergilerken bir takım önerilerde bulunacağım.
Bir noktayı ise baştan vurgulamam gerekiyor. Türkiye solunun bu olaylardan alması gereken birinci ders, komşu coğrafyalarımızla aramızdaki kopukluktur. Buna Özgür Şen değinmişti.1Farsça kaynaklara ulaşamadığımız için, çoğu zaman olgulara dair kesin sonuçlara varamıyoruz. Ana akım batı medyasının haberciliğinin sıklıkla gerçeklerden uzak olduğu ise İran örneğinde bir kez daha görüldü; bazılarına yazıda değineceğim. İngilizce yazan İranlı yazarlar da dahil geniş bir takip yaparak bu açığı kapatmaya çalışmış olsak da yazı boyunca, özellikle ayaklanmanın niteliklerine dair ifadelerin tümünün başında “görünüşe göre” yazdığını varsaymak doğru olacaktır.
Başlarken birinci ilke: Emperyalist müdahaleye karşı çıkmak
Sadece İran örneğinde değil, bugün gelinen noktada hemen her coğrafyadaki siyasi durumlara bakarken solun en başa yazması gereken, emperyalizmin müdahalelerine karşı çıkmaktır. Elbette, geçmişi daha uzun, ama emperyalizm Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden bu yana ülkelere müdahale etmek konusunda –sadece “renkli devrimler”den ibaret olmayan– o kadar zengin bir deneyim biriktirdi ki, artık bu geniş birikimin türlü taktiklerinin çok sık farklı coğrafyalarda uygulandığına tanık oluyoruz. Daha yeni Sincan-Uygur olaylarını gördük. 2 Lübnan seçimlerinde ABD müdahalesini izledik. Honduras ortada. 2000’de Yugoslavya, 2003’te Gürcistan ve 2004’te Ukrayna seçimlerinde yaşananlar önümüzde.
James Petras, şunu söylerken çok haklı:
“Beyaz Saray’ın önem verdiği ve Amerikancı adayın seçim yenilgisinin tüm bir siyaset ve medya elitlerince gayrımeşru ilan edilmediği neredeyse hiçbir seçim yok.”3
İran’la ilgili yazılarda tartışılan başlıklardan birisi, sokaklara inen yığınların ne kadar “renkli devrimci” olduklarıydı. Yığınların özelliklerine ve söylemlerine bakarak bazı kestirimlerde bulunabiliriz, fakat şu an için bu eylemlerde “Batı parmağının” ne kadar etkili olduğunu kesin olarak bilme şansımız yok. Bu, tartışmanın en kısır polemik başlığıdır4 ve söylemek lazım ki yanıtının –şu an için!– bir önemi yoktur.
Niye şu an için bunun bir önemi yok? Çünkü yakın tarih, Batının İran’a müdahale edebilmek ve iç karşıklık çıkarmak için sarf ettiği çabaların örnekleriyle dolu. ABD müdahalesine karşı çıkmak için, olaylarda bunun –bugün kesin boyutunu ne kadar tartışsak bilemeyeceğimiz– etkisini tartışmak yersiz.
2006 yılında Condoleeza Rice, İran’a baskıyı artırmak için 75 milyon dolar istedi; paranın bir kısmı İran içindeki muhalif gruplara gitti. 2007 yılında CIA yöneticisi Bruce Riedel, ABC televizyonuna CIA’nın “İran hükümetini istikrarsızlaştırmak amacıyla gizli operasyonlar yürütmesi için Başkan’dan gizli onay aldığını” söyledi. ABD’de “Bush’un kabusu” diye anılan araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, İran’a karşı katlanarak artan gizli operasyonların maliyetinin 400 milyon dolara ulaştığını iddia etti. 5Bu operasyonların Obama döneminde sürüp sürmediğine dair henüz ortada kanıt yok, fakat sürdüğünü düşünmemize yetecek kadar veri olduğunu söyleyebiliriz.
Tüm bu baskının yanında, İsrail ve ABD’nin İran’a dönük bir saldırısının artık ciddi bir olasılık haline geldiğini de eklemek lazım. 6 Bu tabloda solun temel görevi, bu emperyalist baskı ve müdahalelere karşı çıkmak, her türlü etkiyi deşifre etmektir.
Twitter devrimi, Gucci sınıfları
Yukarıda andığım iki kesimde de iddialarını uca çeken yazarlar var. Olaylarda bir emperyalist müdahale gören kesimin uç örneklerinde, ayaklanmaya tam bir karşıtlık söz konusu. Bu uca en fazla yaklaşan örnekler olarak James Petras’ın konuya yaklaşımını ve Monthly Review dergisinin internet sayfası MRZine’deki bazı yazıları 7 örnek verebiliriz.
“Yeni muhafazakarlar, özgürlükçü muhafazakarlar ve Troçkistler’in muhalif göstericileri selamlamada Siyonistlere katıldığını” yazan Petras, çeşitli argümanlarla seçimlerde hile olmadığını savunarak, benzer durumlarda (Peron, Chávez, Morales) Batıcı liberaller karşısında milliyetçi-halkçı adayların kazandığını belirtiyor. Petras, Musavi destekçilerinin orta-üst sınıf olduğunu, Ahmedinecad’ı ise yoksul sınıfların desteklediğini söylüyor. Temel olarak Petras, emperyalizm karşısında yer aldığı için Ahmedinecad’ın bir Batı komplosuyla güçten düşürülmeye çalışıldığını, bu kampanyaya katılmanın Batının ekmeğine yağ sürmek anlamına geleceğini savunuyor.
Petras’ın, emperyalizmin İran’a dönük planlarına dair vurgusunun doğru olduğu açık. Ancak İran’ın içinde olan bitene daha yakından bakınca, bu kadar kesin yargılara varmak zorlaşıyor. Belki de bu yüzden, bu süreçte (aslında birçoğu hiçbir zaman) İran’da bulunmamış, fakat geniş resme bakan yazarlar olayların emperyalizmin müdahalesi olduğunu savunan tarafa daha yakın dururken, olaylar sırasında İran’da bulunan ya da İran’la doğrudan bağlantısı olan yazarlar daha çok ayaklanmadan yana tavır aldılar.
Ayaklanmanın bir orta sınıf ayaklanması olduğu, ana akım Batı medyası dahil geniş kesimlerin paylaştığı bir tez. Bu durum, en çarpıcı biçimde “Twitter devrimi” deyişinde ifadesini buldu. Fakat İran’a daha yakın kaynaklara bakılırsa, Twitter’ın ve diğer internet ağlarının göstericilerin temel iletişim aracı olduğuna ilişkin haberler abartılı. Ali Alizade, göstericilerin iletişim için internete yönelmesinin, başta telefon kısa mesajları olmak üzere diğer iletişim yollarının engellenmesinden kaynaklandığının altını çiziyor. Alizade, göstericilerin iletişiminde internet dışında çok çeşitli araçların kullandıklarını ve bunların çoğunun –çatılardan bağırmak, eylem bitiminde bir sonraki eylemin yer ve zamanını söylemek, yolda durup yoldan geçenlerle konuşmak gibi– basit ve geleneksel yöntemler olduğunu vurguluyor. 8Gösteriler sırasında İran’da bulunan gazeteci Reese Erlich de İranlıların çoğunluğunun Twitter’a erişiminin olmadığını, iletişimin çoğunlukla birebir konuşarak ve cep telefonuyla olduğunu belirtiyor. Erlich’e göre, Twitter devrimi deyişi, gerçeklikten ziyade Batılıların gerçekliği algılama şekilleriyle alakalı: İran hükümetinin yabancı gazetecilerin önce Tahran’dan, sonra da otellerinden çıkmalarını yasaklamasının ardından çoğu gazeteci çaresizlik içerisinde internete yöneldi; “Twitter devrimi” deyişi de böyle doğdu. 9
Gösterilerin ilk günlerinde eylemcilerin orta sınıflardan geldikleri o kadar belli oluyordu ki, 16 Haziran’da M. K. Bhadrakumar, Asia Times Online’da sokaktakileri, “Kuzey Tahran’ın Gucci yığınları” olarak adlandırdı. Ancak zaman geçtikçe İran’dan farklı işaretler gelmeye başladı. 18 Haziran Perşembe günü Otobüs Şoförleri Sendikası (Vahed) göstericilerle dayanışma içerisinde olduklarını ilan etti. Aynı gün toplamda 100 bin işçinin istihdam edildiği Hodro otomotiv fabrikası işçileri, ayaklanmayla dayanışmak için her vardiya değişiminde yarım saat grev yapacaklarını duyurdular. Bilebildiğim kadarıyla İranlı tüm sosyalist örgütler, ayaklanmadan yana tavır aldılar. Ayaklanmanın ardından Khiaban (Sokak) adlı devrimci bir gazete çıkarılmaya ve el altından dağıtılmaya başlandı.10 Bir kez daha elimizde kesin bir yargıya varmamızı sağlayacak veriler yok, ancak görüldüğü kadarıyla günler ilerledikçe gösterilerde –belirgin orta sınıf ağırlığını değiştirmemekle birlikte– işçi sınıfından kesimlerin oranı giderek arttı. Pasdaran (Devrim Muhafızları) ve Besic milislerinin kanlı saldırıları arttıkça orta sınıfın sokaklardan geriye çekilmiş olabileceğini de öngörebiliriz.
Bazı İranlı yazarlar, Batı medyasında genel kabul gören Ahmedinecad’ı yoksul kesimlerin, Musavi’yi ise orta-üst sınıfın desteklediği şeklindeki sınıf analizini de eleştirdiler ve reddettiler.11 Bu konu da tartışmalı olsa bile, Rıza Fiyuzat şu sözleriyle meseleye farklı –ve kanımca doğru– bir açıdan yaklaşıyor:
“İran emekçi sınıflarının, sınıf bilinci en yüksek, siyaseten en aktif kesimleri, açık ara en hükümet karşıtı olanlar aynı zamanda. Bunu nereden biliyoruz? Biliyoruz çünkü istisnasız hepsinin sonu hapiste bitiyor.”12
Çeşitli yaklaşımlar
Mısır merkezli El Ahram gazetesinde Mustafa El Labbad, gösterilerin iki farklı seviyede yürüdüğünü savunuyor: Bir yanda sokaktaki göstericilerin muhalefeti, öte yanda ise Musavi’nin molla kulislerindeki muhalefeti.13 El Labbad’ın yaptığı ayrıma şunu eklemeliyiz: İlk aşamada muhalefette, yani sokaktaki söylem giderek radikalleşti. Çatılardan “diktatöre ölüm” diye bağıranlar, molla rejimine karşı her türlü eleştirinin kendisine alan bulabileceği bir boşluk açtılar. Oysa kulis muhalefeti ilk günlerden itibaren attığı her adımda uzlaşma işaretleri verdi. Böyle olması da doğaldı, Musavi, Rafsancani ve diğer muhalifler, molla rejiminin has evlatlarıydılar.
El Labbad, sokaktaki muhalefetin –bazı grupların dış güçlerce yönlendirildiği ihtimali baki kalmakla birlikte– Batı tarafından başlatılmadığını, ancak Batılı çevreler tarafından İran’ı baskı altına almak amacıyla kullanıldığını savunuyor. Yine El Ahram’da yazan Hamid Dabaşi’ye göre ise gösteriler bir “aşağıdan demokrasi” örneği. Dabaşi, seçim sonrasında insanların sokaklara dökülmesini “küreselleşmeyle” açıklıyor: “İnternet İran gençliğini küresel ortama bağladı, onlar da karşılığında Kum ve Tahran’daki ruhban kliğinin kontrolünün ötesinde söylemsel ve kurumsal değişimlerin katalizörü oldular.” Olayları “çoğulculuğun zaferi” olarak niteleyen Dabaşi, son Lübnan seçimlerini de bu zaferin yaşandığı bir başka örnek olarak gösteriyor. Dabaşi’ye göre Hizbullah, son seçimlerin ardından Lübnan sivil toplumunun bir parçası oldu ve bu bir zafer. Öncesinde ABD’nin en üst düzey yetkililerinin defalarca Lübnan’ı ziyaret edip halkı Hizbullah’ı seçmemesi konusunda açıktan açığa tehdit ettiği seçimleri “çoğulculuğun zaferi” olarak nitelemek, burjuva demokrasisi açısından dahi sakat: Biçimsel demokrasinin bazı yönleri önemsenirken, dış müdahale sonucu ülkenin bağımsızlık ve egemenliğinin açıkça ihlal edilmiş olması gözden kaçırılıyor. Bu, en başa yazdığımız birinci ilkemizin de ihlali anlamına geliyor.14 Dabaşi’nin bu demokrasi övgüsü, El Ahram’dan Azmi Bişara’da farklı bir biçime bürünüyor. Bişara’ya göre İran’da totaliter bir rejim var, fakat bu rejim diğer totaliter rejimlerden iki yönüyle farklı: İlki hakim düzen ve ideoloji içerisinde demokratik rekabet olması; ikincisi ise resmi ideolojinin “sadece bir aparatçik kliğinin inandığı faşist ya da komünist sistemlerde resmi olarak benimsenen ateist ya da seküler bir din değil, halkın büyük çoğunluğunun benimsediği gerçek bir din” olması.15 Bu sayede İran’da rejim, Avrupa’daki faşist ya da komünist totaliter rejimlerin sahip olmadığı bir dinamizme sahip oluyor. Totalitarizm, zaten öteden beri anti-komünist bir teorik kavram olageldi. İran’daki molla rejiminin “komünizmden” daha demokratik olduğu iddiasına “hadi oradan” diyip geçebiliriz. Zira yazar da iddiasını hiçbir argümanla desteklememiş. Din konusunda Bişara’nın söylediklerinde ise temel sorun, bireysel inanç olarak İslamiyet’le siyasal İslam’ın karıştırılması: Bir halkın büyük kısmının –tarihsel düşüneceksek verili bir anda!– belli bir düşünceye, inanca, ideolojiye sahip olması, bu düşünce, inanç ya da ideolojinin iyi ve yararlı olduğu anlamına gelmez. Ama bunun ötesinde, bir halkın çoğunluğunun Müslüman olmasıyla, ülkenin siyasal İslam’ın kurallarıyla yönetilmesi farklı şeylerdir.
İran’daki rejime bir şekilde demokrasi atfetmenin çok çeşitli yolları ve sebepleri var. Olaylarda bir renkli devrim gören kesimin uç temsilcilerinden olarak örnek verdiğimiz Edward S. Herman ve David Peterson da farklı bir motivasyonla İran’a demokrasi atfediyorlar: “İran’daki siyasi sistemin ciddi kusurları olduğuna katılsak da, Ortadoğu’da ABD’ye bağımlı ve ABD’den destek alan diğerlerinden çok daha üstündür.”16 Emperyalizme karşı durmaya evet, ama bunu yaparken ele alınan ülkenin, hele ki İran’ın iç durumuna bu kadar kör bir bakışa sahip olmamak gerekiyor.
Bir başka körlük örneği, Slovenyalı yazar Slavoj Žižek’e ait:
“Musavi taraftarlarının kullandığı yeşil renk, akşam karanlığında Tahran’daki çatılardan yükselen ‘Allahüekber’ nidaları açık bir şekilde kendi eylemliliklerini 1979 Humeyni devriminin bir tekrarı, devrimin köklerine geri dönüş, devrimin yozlaşmasına son verilmesi olarak gördüklerine işaret etmektedir. etmektedir (…) (Musavi’nin) ismi Humeyni devriminin sürekliliğini sağlayan popüler hayalin yeniden canlandırılmasını ifade etmektedir. Bir ütopya dahi olsa, bu hayalin, devrimin hakiki ütopyasını barındırdığını görmek gerekir. Bunun anlamı 1979’daki Humeyni devriminin basitçe İslamcı fanatiklerin darbesine indirgenemeyeceğidir –bundan çok daha fazlasıdır.” 17 Bu pasaja dair birçok şey söylenebilir, fakat en önemlisi şudur: Evet, 1979 bundan çok daha fazlasıdır. İran devrimi, bir devrim olarak başlamış, fakat siyasal İslam’ın karşı devrimiyle sonlanmıştır. Ortada “Humeyni devrimi” değil, Humeyniler’in boğduğu bir devrim vardır. Žižek, “Son olarak, bunun anlamı İslam’da hakiki bir özgürleştirici potansiyelin olduğudur –‘iyi’ bir İslam bulmak için 10. yüzyıla gitmeye gerek yok, gözümüzün önünde duruyor” diyor. Humeyni iktidardayken yazarın bahsettiği İslam’ın özgürleştirici potansiyeli, İran halkı için zalimce bir baskı döneminin açılması, on binlerce devrimcinin infaz edilmesiydi.
İran’daki molla rejiminin ülkede yarattığı zulümden kuşku duymamak gerek. Otuz senedir böyleydi bu; ayaklanma sırasında bir kez daha görüldü. Yaşanan ilk ölümlerin büyük kısmı, bıçak darbesiyle olmuştu: Molla rejiminin sivil kıyafetli Besic milisleri, ayaklanmanın ilk gününden bu yana birçok evi bastı, terör yaratıp insanları gözaltına aldı. İran İçişleri Bakanlığı, 9 Ağustos’ta hapishanelerde işkence yapıldığını itiraf etmek zorunda kaldı. Baskı görenlerin içinde çok sayıda solcu, sendikacı da var.
Žižek, olaylarda bir “renkli devrim” görenler, Ahmedinecad’ın gerçekten kazandığını düşünenler ve Ahmedinecad’ı destekleyenleri kastederek diyor ki:
“(B)u versiyonlar İran’daki prostestoları İslamcı fanatikler ile Batı yanlısı liberal reformistler arasındaki bir çatışma ekseninde değerlendiriyor ve bu nedenle de Musavi’yi bir bağlama oturtmakta çok zorlanıyorlar: Musavi daha fazla kişisel özgürlük ve piyasa ekonomisi isteyen, Batı’nın desteklediği bir reformist mi yoksa kazanacağı zafer rejimin doğasında herhangi ciddi bir değişikliğe yol açmayacak bir dini sınıf mensubu mu? Bu türden aşırı savrulmalar söz konusu yorumların tamamının protestoların gerçek doğasını ıskaladığını göstermektedir.”18
Oysa Žižek, molla düzeninin gerçek doğasını ıskaladığını göstermektedir: Musavi piyasacı bir liberal, rejimin doğası ise başka bir şey değil ki! Molla rejiminin doğası piyasacıdır.19 Bizzat Ahmedinecad neo-liberal ekonomi politikaları uyguluyor: İlk döneminde ödenekler tırpanlandı, 30 senelik İslami rejimin en fazla sayıda özelleştirmesi hayata geçirildi, petrol, bankacılık gibi ülkenin stratejik kurumları yabancı sermayeye açıldı.20 Ahmedinecad, ülkenin büyük kısmını Devrim Muhafızları’na sattı.21 Rejimin doğası gereği Batı karşıtı olduğu da tartışmalıdır. Tamam, Humeyni hareketi hiçbir zaman Batı kontrolüne girmemiştir, ama Humeyni’nin hayatta olduğu dönem de dahil defalarca Batıyla uzlaşmıştır. 22Mollalar hem Afganistan hem de Irak işgalini desteklediler. En keskin görünen Ahmedinecad dahi, Af-Pak Savaşı için ABD’ye gerekli malzemenin İran’dan geçirilmesine sıcak bakıyor. Ortadoğu’da bir süredir uluslararası dengeler gereği Batı karşıtı görünen siyasal İslam’ın, Batının çocuğu olduğunu ve her zaman uzlaşma eğiliminde olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.
Bitirirken ikinci ilke: Mücadeleyi akılda tutmak
Yazının başında solun her durumda emperyalist müdahalelere karşı durma ilkesiyle hareket etmesi gerektiğini belirttim, ardından önce İran’da yaşananları, sonra da bunlar üzerine yazılanları tartıştım. Yazıyı bitirirken solun ikinci vazgeçilmezi olması gerektiğini düşündüğüm ilkeyi öneriyorum: Sol, herhangi bir ülkeye bakarken, o ülkedeki mücadele koşullarını ve mücadeleyi veren ilerici güçlerin içindeki bulundukları durumu göz önünde tutmalıdır. Somut örneğimizde, kimsenin İran’daki solculara “Ahmedinecad’ın güç kaybetmesi bölgede emperyalizmi güçlendirecek, gösteriler Musavi’den yana, bu durum Batının işine geliyor, siz karışmayın” demeye hakkı yoktur. Artık sönümlenmekte olan ayaklanma, kendine ilk günden beri bir öncü arıyordu, bulamadı. İran solu, Molla rejiminin baskılarının da etkisiyle güçsüz bir dönemden geçiyordu, bu ihtiyaca yanıt veremedi.
Fakat İran halkı, köklü bir mücadele geçmişine sahip. Milyonların sokaklara döküldüğü gösterilerden geriye sadece Musavicilik kaldığı sanılmasın. İran solunun önünde bugün, 11 Haziran’a göre daha umutlu bir tablo vardır. Türkiye soluna düşen, yoldaşlarımıza omuz vermektir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Şen, Özgür, “Batılı Gözler, Batılı Bakış”, soL Haber Portalı, 23 Haziran 2009.
- Yazının bitmesinden sonra Nepal’deki Maocu gerillaların lideri Praçanda, ABD ve Hindistan’ın Nepal topraklarını kullanarak Çin’e müdahale etmek istediklerini açıkladı. Muhtemelen bu boşa çıkınca Uygur olayları devreye girdi.
- Petras, James, “Iranian Elections: The Stolen Elections Hoax”, http://petras.lahaine.org/articulo.php?p=1781&more=1&c=1, 18 Haziran 2009. Seçimlerin gayrımeşru ilan edilmesini takiben sokak eylemlerinin nasıl bir emperyalist taktik haline geldiğine dair: “İşte Yeni Hükümet Devirme Kılavuzu”, soL Haber Portalı, 17 Haziran 2009.
- Tarafların birbirine, “göstericilerin hiçbirinin CIA ajanı olmadığını kanıtlayabilir misiniz?”, “peki siz hepsinin ABD tarafından yönetildiğini kanıtlayabilir misiniz?” gibi sorular sordukları, polemiğin en tuhaf örneği için: Stephen R. Shalom, Thomas Harrison, Joanne Landy ve Jesse Lemisch, “Questions and Answers on the Iran Crisis”, Campaign for Peace and Democracy Website, 7 Temmuz 2009. Edward S. Herman ve David Peterson, “Riding the ‘Green Wave’ at the Campaign for Peace and Democracy and Beyond”, Monthly Review Magazine, 24 Temmuz 2009. CPD, “Reply to S. Herman and David Peterson’s ‘Riding the ‘Green Wave’…”, Znet, 28 Temmuz 2009. Herman ve Peterson, “Reply to Campaign for Peace and Democracy”, MRZine, 3 Ağustos 2009.
- Daha çok örnek verilebilir. ABD’nin İran’ı istikrarsızlaştırma çabasının oldukça kapsamlı bir özeti için: Hammond, Jeremy R., “Has the US played a role in fomenting unrest during Iran’s elections?”, Foreign Policy Journal, 23 Haziran 2009.
- İran’a karşı olası bir saldırıda, Türkiye’nin de “ortaklarıyla” birlikte savaşa girmesi söz konusu olabilir. Osmanlı’ya döndüklerini biliyoruz, ama Kasr-ı Şirin’den öncesine mi sonrasına mı dönecekler, orasını henüz tam kestiremiyoruz.
- Petras, agm. MRZine için bir örneği buraya alalım: Herman, Edward S. ve David Peterson, “Riding the Green Wave at the Campaign for Peace and Democracy and Beyond”, MRZine, http://www.monthlyreview.org/mrzine/hp240709.html, 24 Temmuz 2009.
- Alizadeh, Ali, “Why Are the Iranians Dreaming Again?”, Infinite Thought, http://www.cinestatic.com/infinitethought/2009/06/why-are-iranians-dreaming-again.asp, 18 Haziran 2009.
- Erlich, Reese, “This is not a Twitter Revolution”, Reuters blog, http://blogs.reuters.com/great-debate/2009/06/26/its-not-a-twitter-revolution-in-iran/, 26 Haziran 2009.
- Örneğin gazetenin 1 Ağustos tarihli 33. sayısı, “Genel grev mi yoksa taktik grevler mi?” başlığını taşıyor.
- Fiyouzat, Reza, “Can’t Keep a Good People Down”, Revolutionary Flowerpot Society, http://revolutionaryflowerpot.blogspot.com/2009/06/cant-keep-good-people-down.html, 21 Haziran 2009. Mather, Yassamine, “Iran: Their Solidarity and Ours”, Hands Off the People of Iran, http://hopinewsfromiran.wordpress.com/2009/07/10/iran-their-solidarity-and-ours/, 10 Temmuz 2009. Dabashi, Hamid, “Left is Wrong on Iran”, Al Ahram weekly on-line, 16 Haziran 2009.
- Fiyouzat, Reza, agm.
- El-Labbad, Mustafa, “Popular will vs Western conspiracy”, Al Ahram Weekly Online, 2 Temmuz 2009.
- Dabashi, Hamid, “Iran’s Democratic Upsurge”, Al Ahram Weekly Online, 18 Haziran 2009. Belirtmek gerekir ki Dabaşi bu yazısından sonra 18 Temmuz’daki bir başka yazısının başında, “En başta, kategorik olarak ilkede solun temel siyasi dayanak noktasına, ABD imparatorluk makinesinden, (kesinlikle tümü olmasa da) Kuzey Amerika ve Batı Avrupa büyük medyasından bıkmışlığına (…) katıldığımı belirteyim” diyerek, benim en başta önerdiğim ilkeyi kabul ediyor.
- Bishara, Azmi, “An Alternative Reading”, Al Ahram Weekly Online, 25 Haziran 2009.
- Edward S. Herman ve David Peterson, agm.
- Žižek, Slavoj, “İran’da Uçurumun Kenarındaki Kedi Düşecek Mi?”, Bianet, çeviri: Aykut Kılıç, 1 Temmuz 2009. Dabaşi’nin Žižek’in bu yazısı hakkında – benim de katıldığım– sözlerini de not edelim: “Žižek gibi insanlar için, Üçüncü Dünya olarak adlandırdıkları yerdeki toplumsal kalkışmalar, teorik birer eğlence konusudur. Bu 1950’lerde Sartre’ın Cezayir ve Küba üzerine yazdıklarından, 1970’lerde Foucault’nun İran üzerine yazdıklarına dek uzanan eski bir gelenektir.”
- Slavoj Žižek, agm.
- Mollaların ülke kaynaklarını sömürerek zenginleşen kapitalist bir sınıf olduğuna dair bkz: “Gariban durduklarına bakmayın”, soL Haber Portalı, 23 Haziran 2009.
- Ali Alizadeh, agm.
- Devrim muhafızlarının aslında nasıl OYAK’tan beter bir kapitalist şirket olduğunu görmek için: Shahidsaless, Shahir, “The IRGC shakes its iron fist”, Asia Times Online, 19 Haziran 2009.
- Burada, Musavi ekibinin Batıyla gizli ilişkiler içerisinde olup olamayacağı tartışmasına da dokunan bir noktayı daha unutmayalım: Musavi, Humeyni’nin Ayetullah olduğu 1981-1989 arasında Başbakanlık yaparken de İran Batıyla gizli ilişkiler kuruyordu. 1981’de ABD’li rehinelerin serbest bırakılmasıyla sonuçlanan Cezayir görüşmelerini yürüten Behzat Nebvi bu seçimde Musavi’nin ekibindeydi. Ünlü İran-kontra skandalında bizzat Musavi ABD’yle gizli görüşmeler yürütmüştü.