1978 yılındaydı…
TKP tarihinde önemli bir muhalefetin ilk soluk alışları duyulmaya başlanmıştı.
1978 yılındaki soluk sesleri TKP için çok önemliydi. Dönemin devrimci nesnelliği içerisinde, bu örgüt neredeyse üzerine ölü toprağı atılmış durumda idi. İngiltere’den gelen bir rüzgâr, bu ölü toprağının üzerinde şöyle bir esti. Bu esinti, kaçınılmaz olarak önem kazandı. “İngiltere”nin kendisi değil, bu esinti önemliydi.
İngiltere için “polisiye” denmesi, İngiltere’nin çocukça bir tepkisellik içerisinde olması değil, ölü toprağının üzerinde esen rüzgârın varlığı önemliydi.
Ama, İngiltere zamanla, bir rüzgâr olduğunu unuttu. Hava kadar su kadar, kalıcı olmadığını, başkalarının hareket ve dinamiklerine tabi olduğunu unuttu. Ve öneminin eksilmeyeceğini sanmaya başladı…
İngiltere’den esen rüzgâr, Türkiye sosyalist hareketi için büyük bir işlev görmeye adaydı. Bu işlev, İngiltere’nin kalıcılaşması değil, TKP içine bir tür çomak sokma görevini üstlenmesi anlamındaydı. İngiltere, bu tarihsel olanağı yerine getiremedi. Belki kendisinin de varlığını sürdürmesinin tek yolu olan, “TKP’yi havalandırma”yı, kişisel ve dar grupçu çabalar ile altüst etti.
İngiltere, baştan eksik ve sınırlı bir organizma olduğunu görebilseydi, bu yanılgıya düşer miydi?
İngiltere, kendisini eksik ve sınırlı bir organizma olarak göremeyecek kadar tepkisel bir hareketti… Bu tepkisellik ise Berlin’in ürünüydü.
İngiltere o denli tepkiseldi ki, TKP sağa kaydıkça, o sola kaymağa çalıştı. İş, devrimci demokrat “sürekli bunalım” tezlerine sahip çıkmaya kadar vardı.
Berlin’deki atalet, İngiltere’de, kendi kendisine devrim oyunu oynayan bir örgütlenmeye kan veriyordu…
Kendisine özgü bir terminolojisi, kendisine özgü bir çalışma tarzı vardı. Her alanda en radikal olmaya doğru yöneldi. Bir konu eksik kaldı: İngiltere, teoride ve programda radikalizmi hiçbir zaman içine sindiremedi. İçinden çıktığı, ilk hayat enerjisini çektiği TKP’nin geri teorik çerçevesinden hiçbir zaman kalıcı bir kopuş yaşamadı.
“Emperyalizmin zayıf halkası Türkiye”, TKP’nin MDD’ci geleneğinden kopmaktan çok devrimci nesnelliği sürekli olarak abartan bir eğilime hizmet etti. İngiltere insanlarına bu anlamda çok yüklendi. Yılın 365 günü onlara “devrim anı” yaşattı; sonunda deformasyon başladı…
Yükseltilen devrimci tansiyon, program ve perspektifte “Amerika’ yı keşfetmeyi” engellemeye başladı. İngiltere, insanlarını İngilizleştirdi ve omuzlarına kalkamayacakları yükler vurdu.
1982 yılında vermeye başladığı mesajlardan sonra ise, İngiltere’ nin yılın 365 günü “devrim anı” psikolojisini yaşatamayacak denli önemsiz olduğu ortaya çıktı. Reel sosyalizme, sosyalizmin kazanımlarına çok çirkin ve seviyesiz eleştiriler başladı…
Çirkinlik ve seviyesizlik eleştirinin niteliğinde değildi tek başına… Reel sosyalizme çok daha seviyesiz ve çok daha çirkin küfürler edildi.
Seviyesizlikleriyle kaldılar…
İngiltere’de bir farklılık var: Pişkinlik…
Aradaki binlerce kilometrelik mesafeye rağmen, Türkiye’deki sosyalistler aptal mı sanılıyor? Bu nasıl pişkinlik?
Birkaç yıl boyunca enternasyonalizmin çığırtkanlığını yapacaksın, “aslında bizi destekliyorlar” diyerek sağa sola mesajlar yollayacaksın, devrimci görüntüne inandırıp yüzlerce sosyalisti peşinden sürükleyeceksin, sonra “sosyalizm zaten Stalin döneminden beri sağa kayıyor” diyeceksin…
Durunuz bakalım! Hiç soluk almayacak mısınız? Ve hiç sıkılmayacak mısınız? Bir rüzgâr estiğinde, biraz da tesadüfler yüzünden, bu rüzgâr sizi ön plâna çıkardı. Bir yanınızda o rüzgârın etkisi bulunduğu için; o yanınız hep olumlu kaldı. Türkiye sosyalist hareketinde o olumlu yan hatırına hırçınlık ve çocukluklara tahammül edildi.
O olumluluk sizin değildir, siz tamamen inkâr ederseniz, onu sahiplenenler, o olumluluğu kendi malıymış gibi sahiplenenler çıkar.
Bir olanağı çarçur ettiniz. Bir olanağı çarçur etmedeki yeteneğinizi, başkaları da, İngiltere’yi politikalarında yerli yerine oturtmakta gösterecektir, hiç kuşkunuz olmasın…
Kısa sürede, yeni dünyalar keşfetmekte usta olduğunuz ortaya çıkıyor. Bu ustalığınızı bir kere daha kullanarak, yeniden kemale ermenizi dileriz…