“Türkiye’de mevcut sosyal demokrat parti ya da partilerin, Avrupa’dakilerden farklı olarak tarihsel bir gelenekleri veya Marksist bir kökenleri bulunmadığı gerekçesiyle ‘sözde’ ya da ‘sahte’ sosyal demokrat olarak nitelenmesi bir yanılsamadır.”
Eleştirinin özü burada yatıyor. Her ne kadar yazar,
“değerlendirmeler söz konusu yazının temel saptama ve tezlerine değil, bunların arasındaki bağlantılara ve kavramlara yönelik olacak”
diye yazıyorsa da, yazının temel tezine de kendine göre haklı olarak saldırıyor. Yazının temel tezini tekrarlamakta yarar var: Türkiye’de sosyal demokrat partilerin varlığını tartışmak. Ya da sonuç olarak,
“Türkiye’de ‘sosyal demokrat’ diye bir kavramın söz konusu olmayacağı ortaya çıkıyor.”
Ama eleştiride, “Türkiye’de sosyal demokratlar Marksist kökenli değillerdir. Ama burjuvaziye sağladıkları ikili işlev nedeniyle de tam anlamıyla sosyal demokrattırlar.”
İşte tüm sorun buradan kaynaklanıyor. Günümüzde sosyal demokrat partilerin Marksist kökenli olmalarının anlamı ne? Önemi şu: İşçi sınıfı ile organik bağlarının çok güçlü olması. Aksi halde burjuvaziye sağladığı işlevi yerine getiremez, sosyal demokrat olamaz. Bu kadar açık ve seçik. İşte SHP deki olaylar: İşçi sınıfı ile bağlarını kuramayan küçük burjuvaların kişisel kavgaları. Yazıda tüm bunlar anlatılmaya çalışıldı. Ama herhalde yeterli ölçüde ortaya konulamadı. 1970’lerde de CHP konusunda da yaptığım tüm tartışmalarda konu aynı noktada düğümlendi: Türkiye’ye özgü sosyal demokrat parti. Türkiye’de sosyalist hareket bu “özgü” kelimesinden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmedi. 1960’larda Türkiye’ye özgü sosyalizm sloganı girdiği zaman yapılan mücadele hala unutulamadı. Kalıntıları hala devam ediyor. Bu açıdan eleştiride önemle üzerinde durulan “kavramların yerinde kullanılması” konusunda yazarla hemfikirim. Çünkü kavramlara değişik anlam verildiği zaman, yalnız eleştiri ile yazı arasındaki bağların kopması değil, tüm sosyalist harekette kavram kargaşası başlar. Ne yazık ki 1960’lardan günümüze dek bu kargaşa devam ediyor. Özellikle MDD hastalığının bir virüs gibi sosyalist harekette etkin olmaya başlamasıyla bu kavram kargaşasının aldığı inanılmaz boyutların yaptığı tahribat günümüze dek sürüyor.
Son olarak, 1960’larda gençliğin kafasını bulandırmakla ün yapan Mihri Belli’yle Toplumsal Kurtuluş’un 11. sayısında yapılan röportajda bu kavram kargaşası yine piyasaya sürülüyor. Bu muhterem zat, devrim kelimesinin hala anlamını bilmiyor. Sosyalist devrimle demokratik devrim arasındaki farkı anlamadığı için de Ekim Devrimi’ni demokratik devrim olarak nitelendirmekten çekinmiyor. Bu nedenlerle Türkiye sosyal hareketi, cephe yerine ittifak, ittifak yerine cephe askeri cunta yerine faşizm, faşizm yerine askeri cunta gibi yığınla kavramı birbirine karıştırmaya devam ediyor.
“Bugün Türkiye’de ve Avrupa’da sosyal demokrasi, tarihsel kökenleriyle değil; burjuvaziye alternatif bir program sunabilme ve ilerici harekette truva atı inşa etme işlevleri bağlamında tanınmalıdır.”
Bu kavrama katılmak mümkün değil. Tekrar edelim; işçi sınıfı ile organik bağlarını kuramayanlar, bu işlevleri nasıl yapacaklar? Yoksa küçük burjuvazilerin gücüyle mi?
Örneğin Türkiye’de SHP’nin programını ilçelerde bulmak mümkün değil. Hiçbir üye programı bilmediği gibi, programın önemini anlamaktan aciz. Sadece kişilerin laf ebeliğine dayanan bir sosyal demokrat parti mümkün mü? Eleştiri sahibi bunları açıkça göstermek zorunda.
Ancak uzakta bir ışık gözüküyor. Avrupa’dan esinlenen, Marksist olduğunu iddia eden, işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisi olarak siyasi arenaya çıkmak için çaba gösteren bir partinin sosyal demokrat olma olanakları çok güçlü. Olabilir mi, olamaz mı? Ancak program ön çalışmaları bunun büyük bir olasılıkla mümkün olduğunu gösteriyor. Aman programların içeriğini boşaltmayalım. Kavramları yerinde kullanalım. Aksi durumda, kavram kargaşası tüm ideolojik sapmaların kaynağı haline gelir.1 Eleştiride ikinci nokta, CHP’den söz ederken ‘senelerin toprak ağalarının partisi’ nitelemesini kullanmam. Eleştiride farklı bir boyut almış bu niteleme. Benim asıl amacım, geçmişte toprak ağalarının partisinin zaman içinde sosyal demokrat partiye dönüşmesinin olanaksız olduğunu göstermekteydi. Yoksa CHP’nin daha sonraları gelişen ekonomik çerçevede yalnız toprak ağalarının değil, burjuvazinin diğer kesimlerini de temsil etmesinin gayet normal olduğunu söylemek mümkün.
Üçüncü nokta ise iktidarın başka bir partiye ya da bir parti liderinin partisini başka birine bu kadar ‘kolaylıkla’ teslim edilmesini siyaset yasalarına aykırı olduğu iddiası. Burada önemli bir soyutlama var. Bilindiği gibi somutta gözüken özle çakışmaz. Öyle olsa her şey çok basit olur. Bu açıdan 1946 seçimlerinde, CHP’nin seçimleri kazanmak için yaptığı tüm hileler, DP üzerine yapılan baskılar, iktidar saflarında yer alanların koltuklarını kaybetmemek için yaptığı tüm uğraşlar somutta gözüküyor. Ama tüm bunar DP’nin icazetli kurulduğunu, kitlelerin gittikçe büyüyen muhalefetini DP’ye akıtmak için sol partilerin kapatılmasını engellemiyor.
İç dinamiklerin (burjuvazi açısından olduğu kadar kitleler açısından da) ve dış dinamiklerin (II. Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist sistemin yeni durumu) üst üste çakıştığı 1950’de bir ‘halk hareketi’ olarak iktidar ‘kolaylıkla’ değişiyor. Ama bu çakışma olmadığı dönemlerde askeri darbeler söz konusu. Bu açıdan eleştirenin yazdığı gibi 1950’de iktidarın değişikliğini anlamak siyaset yasalarının dış görünüşüyle uğraşarak, mümkün değil. Anladığım kadarıyla, eleştiriye göre İ. İnönü zorunlu olarak Parti Başkanlığı’nı Kurultay’da kaybedince, başkanlığı vermek zorunda kaldı. Daha sonra da Parti’den istifasını verdi. Böylece CHP kılık değiştirebilirdi. Kemalist geleneğinin en önemli temsilcinin türlü entrikalarla geçen ömrünü boşuna harcamadığını bilmek gerekiyor. Dış ilişkileri devamlı ön planda tutan İ. İnönü Parti’yi bu kadar kolay mı terk eder? Soru buradan kaynaklanıyor.
Son eleştiri en önemlisi.
“Hesapsız yatırımlar-enflasyon-devlet düzeninin bozulması” üçgeni ile 1960 hareketini açıklamanın mümkün olmadığı yazılıyor. Eleştiri burada yerine oturuyor. 1960 hareketini sadece alt yapı yatırımları ve enflasyonla açıklamanın eleştirinin parmak bastığı gibi yeterli olması mümkün değil. Ancak yazıda yeterli olmasa da şu cümle yer alıyor:
“Bozulan devlet düzenini tekrar yerine oturtmak, burjuvazinin yaşamını yürütebilmesini sağlamak için ortaya çıkan 1960 hareketi, devletin yeniden örgütlenmesini sağlamaya çalışıyor.”
Kısacası sermayenin, özellikle iç ve dış dinamiklerin sonucunda, kendini yeniden üretebilmesini sağlamak için, gerekli devletin yeniden reorganizasyonudur, 1960 hareketi. Bu durumda beni 27 Mayıs olayını geniş bir inceleme konusu yapmak zorunda bıraktı eleştiri sahibi. İncelemenin onu yeterli ölçüde tatmin edeceğini umarım.
Dipnotlar ve Kaynak
- A. Dalman’ın söz konusu partilere ilişkin olarak bana yönelttiği itiraz, sanırım şu kaygıdan kaynaklanmış: Mevcut partileri sosyal-demokrat saymamak, “gerek sosyal demokratlar olsa da, şu klasik cephemizi kurabilsek” beklentisine açık kapı bırakır mı ya da böyle bir arayışı besler mi?… Başkaları için olmayacak şey değil, ancak benim yazımın arkasında böyle bir bakışın gizlenmediği de, yine yazının bütününde anlaşılıyor olsa gerek.