1980 sonrasında Türkiye’de bir restorasyon dönemi yaşandı. Bu restorasyon dönemine uygun aktörler ön plana çıktı. Hem sağda, hem “sol”da restorasyonun hakkını verenlere rastlandı. Bunlardan bir bölümü Türkiye’nin sol kültürünü şekillendirme uğraşına soyundular.1 Ondan sonra, her şey bir yana, kesinlikle bir nesnelliğe oturan kimi kavramlar bu restorasyonunkilerle ikame edilmeye başlandı. Sosyalizm yerini “demokrasi “ye bırakırken, mücadelecilik “bilimsellik”e, toplumsallık “bireysel”e dönüşüverdi. Solcu kilise papazları yetiştirmeye yönelik olan bu operasyonun teorik uzantıları ortaya çıktı.
Bu yazı “sivil toplum” denen ve Gelenek’in daha önceki kitaplarında sanırım yeterince değinilen kavram tarafından unutturulmaya çalışılan “burjuva demokrasisi” ile ilgili. 12 Eylül öncesi Türkiye solu, “burjuva demokrat” çözümlemelerin sığlığını aşamamıştı. Ancak bu, “burjuva demokrasisi” kavramının önemini azaltıcı bir faktör değil.
“Burjuva demokrasisi’ önsel olarak bir sınıfsal kategoridir. Bazı şeylerin önsel olarak kabul edildiğini gösterir. Bu nedenle önemlidir. Burjuva demokrasisini aşamamak, “burjuva demokrasisi”nin bir kavram olarak odak alındığı bir söylem içerisinde giderilebilecek bir hastalıktır. Ancak aynı olanağı, birçok yönüyle bulanıklaştırılmış bir burjuva demokrasiciliği olan sivil toplumculuk vermemektedir. Bu yazı (bu nedenle>, unutturulmak istenen “burjuva demokrasisi”nin ne olduğunu ve sosyalist hareketin perspektifinde “burjuva demokrasi “nin ne tür bir yere sahip olabileceğini açıklama amacına yöneliktir.
Burjuva Demokrasisi İçin
Burjuva demokrasisi için herhalde ilk söylenmesi gereken “burjuvazi için demokrasi” olduğudur. İlk söylenmeli çünkü burjuva demokrasisi her şeyden önce “burjuvazi için demokrasi” olarak değerlendirilmediği sürece burjuva egemenliğinin bir demokrat biçimi olarak görülmeye başlanacaktır. Tek başına bu ikinci değerlendirme ile doğruda durmak mümkün değildir. Burjuvazinin, sınıfsal iktidarını soyut bir “demokrat” güçler dengesinde sürdürdüğü biçiminde bir yanılsama içerisine girmeye yol açacaktır.
“Burjuvazi için demokrasi” ise esas itibariyle şudur: Burjuvazinin değişik bölmelerinin değişik kurum ve kanallar aracılığıyla temsil ve katılımının sağlanması. Bunun siyasal anlamı, kapitalist sistemin organik olarak yarattığı ve bu sistemi “feedback” besleyen ideolojik eğilimlerin örgütlenme olanağının yaratılması olmaktadır. Burada siyasal partiler yelpazesi, burjuva demokrasisinin en önemli parçasını oluşturmaktadır. Genellikle ne olduğunu anlamakta çoğu kez güçlük çektiğim “özgürlük” veya “anayasal haklardan yola çıkarak “burjuva demokrasisinin özüne ulaşılamaz. Değişik ideolojik söylem, işlev ve görüntüye sahip burjuva siyasal örgütlenmeleri, burjuva demokrasisinin en önemli ayraçlarından bir tanesidir.
Bu siyasal yelpaze ile beraber, hem sistemi yeniden üreten, hem de kapitalizmin olağan (gündelik) işleyişi ve burjuva egemenliği için gerekli olan kurumsal ağın örgütlenmesi önem kazanmaktadır. Burjuva demokrasisinde bu kurumsal ağ, oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Hem entegre olmuş, iç içe geçmiş, hem de faşizm veya diğer baskıcı-genci biçimlerde olduğu gibi işbölümü ve yataylığı kaybedecek ölçüde merkezileşmemiştir. Burjuva demokrasisinde birliktelik ve uyumu ortak hiyerarşik yapı yerine organik bağlar sağlamaktadır. Aynı durum, siyasal örgü için de geçerlidir. Baskıcı-genel biçimlerde siyasal yelpazenin ortadan kaldırılması uğraşı verilirken, burjuva demokrasisinde bizzat bu yelpaze toplumsal entegrasyonun sağlanması için çok önemli bir işleve sahip olmaktadır.
Görüldüğü gibi, “burjuva demokrasisi” ile kapitalizmin diğer devlet biçimleri arasındaki ayrımlar pek fazla net değildir. Faşizm ye diğer biçimler çalışmamın konusu içerisine girmeseler de yazım boyunca önemli ayrım noktalarını vurgulamaya çalışacağım. Fakat bu konuda zorlamalardan özellikle kaçındığımı belirtmek isterim. Birincisi, bu zorlamalar sınırsız zenginlikte olduğuna inandığım burjuva devlet biçimlerini anlamakta önemli teorik zorluklar yaratmaktadır. İkincisi, ayrım noktaları abartıldıkça burjuva demokrasisinde olmadık nimetler bulunuyor, sonuçta sosyalist mücadele pratiği oldukça geri perspektiflere mahkum ediliyor. Üçüncüsü, kimi ülkelerde bazı dönemlere ilişkin yapılan -yapılacak adlandırmaların önemli oranda “politik” mesajlar taşıdığını, sosyalist hareket geleneğinde yer etmiş adlandırmaların bu bağlamda da değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin II. Dünya Savaşı Japonya’nın veya 1920’ler, 30’lar Türkiyesi’ nin konumuz açısından nereye oturtulacağı konusunda, tartışma kabul etmeyen bir berraklığın söz konusu olduğuna inanmıyorum.
Burjuva demokrasisi belli bir kurumsallaşma ve bununla beraber bir ideolojik örgütlenme olarak düşünülmelidir. Kurumsallaşma daha önce de vurguladığım gibi siyasal partiler yelpazesini ve devlet aygıtının özgün yapısını kapsar. İdeolojik olarak ise, “burjuva demokrasisi” şu veya bu ölçüde mevcut sistemin savunusunu üstlenen spesifik ideolojilerin bir karşıtı değil, onları entegre eden bir demagoji olarak düşünülmelidir. Elbette saf anlamda bir “burjuva demokrat ideoloji”den söz edilebilir. Başlı başına bir dönemi motivite edici, bir hareketin bayrağı olma anlamında “burjuva demokrasisi” ancak Jakobenler’in elinde bu türden bir ideoloji olmuştur. Çağımızda ise, burjuva demokrasisini burjuvazinin bir “ortak ideolojik dil” oluşturma çabasının dışında ele almak olanaksızdır. Burjuva demokrasisi kapitalizmin olağanlaşmış ideolojilerini, hatta faşizm gibi kılıç atması temel olarak bunalım dönemlerine özgü ideolojileri de kendi hamuruna katabilen bir özelliğe sahiptir. Bir kez daha, ayrım noktası silikleşmiştir.
Burjuva demokrasisi bir entegrasyonu aynı zamanda kitlelere dönük bir demagoji ile birlikte sağlayabilmektedir. II. Dünya Savaşı sonrasında kapitalist dünyanın en önemli ideolojik kazanımı tarihsel kategorilerin uzağında bir “demokrasi” ve “demokratlığı” gündeme getirebilmesidir. Daha önceki bir yazımda vurgulamaya çalıştığım gibi, yükseliş döneminde gündeme gelen bu “saf demokrasi”, 1917 ile kesintiye uğramıştı. Ancak kitlelerin, sınıfsal temelini açık açık haykıran bir sıçramayı kabullenebilmeleri için özgün bir tarihsel kesit gerekirdi. Faşizm ve II. Dünya Savaşı ise Avrupa halklarını “sakinleştirdi”. Artık “demokrasi”nin değeri anlaşılmıştı. Burjuva ideolojisi bu “teslim olunmuşluğa” olabildiğince yüklendi. Bu yüzden, yeniden vurgulanmalı, sosyalist ideolojinin en bilimsel atılımlarından bir tanesi, üretim tarzlarını kategorileştirirken bunlara bağlı üstyapısal sistemleri de açıklığa kavuşturması ve örneğin “demokrasi”, “diktatörlük” gibi kavramları tarihselleştirmesidir. Bu nedenle, eğer burjuvazinin en önemli ideolojik kazanımı bizi rahatsız ediyorsa, bu rahatsızlığı bu kazanımın ahistorik yapısını değil tam tersine sözünü ettiğim tarihsel kategorikleştirmeyi veri alarak aşabiliriz.
“Burjuva demokrasisi” için geleceğe uzanan en kapsamlı değerlendirme gerekli sıçramayı yapabilecek denli biriken çelişkilerin içinden Emperyalizm çalışması ile geldi. Bu çalışmada bir tarihsel süreç ele alındı. Her konjonktürel kesitin hangi ileriye dönük dinamikleri bağrında taşıdığı ile ilgilenildi. Sermayenin aşırı yoğunlaşması ve uluslararası niteliğinin iyice belirleyici hale gelmesinin siyasal sonuçları üzerinde duruldu. Burjuvazinin bir süreç içerisinde sürekli olarak gericileştiğinin altı çizildi. Sosyalizm dışında herhangi bir kıstasın değerlendirmelere sızması engellendi. Tekelciliğin iktisadi açıdan “gelişmeyi durdurucu”, “frenleyici” özelliklerinin siyasal olarak kaçınılmaz bir gericiliğe tekabül ettiği, ama bu süreci kapitalizm koşulları altında geriye döndürmeye (örneğin serbest rekabetçilik) çalışmanın da bir tür gericilik olduğu vurgulandı.2 Hatta şu bile ileri sürüldü: Tekellerin üzerinde yükselen gerici siyasal yapı burjuva demokrasisinden başka bir şey değildi.
Bu değerlendirmelere kolay gelinmedi. 1840’ların sonuna doğru, Avrupa’nın restorasyon gericiliğinin üzerine 30’lardakinden çok güçlü bir dalga geldi. Burjuva devriminin kendi iç dinamiğinde çok önemli bir halka olmasının yanı sıra, yepyeni bir sınıfsal gücün, işçi sınıfının Avrupa’da “ben de varım” dediğine tanık olundu. Kapitalizmin neredeyse hiçbir zaman durulmayacağı yolunda beklentiler ortaya çıkmaya başladı. Gelişmeleri büyük bir heyecanla karşılayan Marx-Engels daha sonra belli ölçülerde düzelttikleri bazı yanılgılara düştüler: “Burjuvazi üretim aletlerini ve buna bağlı olarak üretim ilişkilerini, yani toplumsal ilişkileri bütününde devamlı olarak Devrimcileştirmedikçe var olamaz.”3 Bir yerleşik kurumsallaşma olan burjuva demokrasisi burada dizginlenemez bir burjuva devrimi içerisinde kaybolup gitmiştir.
Sonunda sular duruldu. Hemen üç-dört yıl sonraki çalışmalarında, özellikle Fransa yazılarında burjuva iktidarının özü daha iyi verilmeye başlandı. Ama kimi belirsizlikler bizzat burjuvazinin “yerleşme” sürecindeki iniş çıkışlar yüzünden, sürdü gitti.
Biraz önce değindiğim gibi emperyalizmin analizi birçok konuda doğruya ulaşmak için gereken önkoşulları yarattı. Ancak Avrupa’da faşizm, burjuva demokrasisinin anlamının unutulması için yeni bir vesile oluverdi. 20. yüzyıl pratiğinin ileri mevzilerinin terk edilerek son derece “sağ” bir teorik çizgiye ricat edildiği görüldü, örneğin “burjuva demokrasisinin tekeller için uygun olmadığı” söylenmeye başlandı.4 Burjuva demokrasisinin küçük burjuvazinin talepleri ile örtüştüğü iddia edildi.5 Burjuva demokrasisi neydi ki, tekeller için uygun olmasın?
Bu demokrasi esas olarak tekeller için demokrasidir. Burjuva toplumu (iktisadi yapı, ideolojik kurumlar ve bir bütün olarak kapitalist sistem) ile tekellerin varlığı arasında bir uyumsuzluk-çelişki olduğunu varsaymak, burjuva demokrasisini kapitalizmin pre-emperyalist aşamasına özgü bir kategori olarak ele alma sonucunu verecektir. Tekeller ortaya çıkmıştır ve bu “demokrasi” yerini “gericiliğe” bırakmıştır! Burjuva toplumunda gericilik, bizzat burjuvazinin iktidar olması ile başlar. Tekelciliğin egemen eğilim olması mutlaka bir sıçramadır ama tekelcilik serbest rekabet döneminin ön birikimine organik olarak bağlıdır; bu anlamda tekelleşme de kapitalizme başından beri içkin olan bir şeydir. Yukarıda örneğini verdiğim “sağ” yorumlar ile burjuva demokrasisinde gerçek bir demokrasi gören anlayışın “sol” versiyonlarını da biliyoruz. Bir ara Türkiye’de de bir iki yazıda öne sürüldü; “Emperyalizm çağında burjuva demokrasisi olamaz.” dendi. Bir eğilim olarak burjuvazinin gericileşmesi ile burjuva demokrasisinin bu gericileşmenin bir parçası olduğu gerçeğini bir araya getiremediler. Burjuva demokrasisine övgü yağdırdıklarını anlamadılar bile.
“Demokrasi” katılım ve yönetme-yönetilme karşıtlığı ile ilgilidir. Bunlar sınıfsal temeli olan bir ilişki-mücadeleden kaynaklanırlar. Gücünü bizzat iktisadi altyapıdan alan egemen sınıfların yararına olan bu katılım ve yönetme-yönetilme filleri bu egemenliğin dışına düşebilme şansına hiçbir zaman sahip değillerdir. Bu iki uçlu fil, yani karşıtlık ortadan kalkmadıkça “demokrasi” bir sorunsal olarak var olacaktır. Sosyalist toplumda da. Karşıtlığın ortadan kalktığı, yani var olmadığı bir durumda “demokrasi” de “gerçek” olacaktır, yani var olmayacaktır.
Burada şu söylenmelidir: Burjuva demokrasisi burjuva egemenliğinin bir önkoşuludur. Bunun tartışılması olanaksızdır. Yazımın başında sözünü ettiğim siyasal yapı ve gündelik kurumsallaşmalar, söz konusu egemenlik ilişkisinin dışına taşan her tehdide baştan tavır alan bir mekanizmadır. “Gelişkin” burjuva demokrasisinde bu tehditlerin başında gelen komünist partilerin sistem içerisinde belli bir yere sahip olmaları, burjuva demokrasisinin düzen karşıtı eğilimleri de bizzat bu kurumsal ağ içerisinde entegre etme yolları ve olanaklarının açık tutulması sonucu olacaktır. Elbette bu yol ve olanakların açık tutulması karşı bir süreci de harekete geçirmekte ve düzen karşıtı eğilimlere kimi gediklerden yararlanma şansını sağlamaktadır. Ancak tek bir koşulla: Burjuva demokrat normların kabul edilmesi! Bu normların ilki ise burjuva demokrasisinin önsel olarak kabul edilmesidir! “Tehdit” teorik olarak bunun tersini savunabilse de fiilen bu normları onaylamak zorundadır. Burjuva demokrasisinin yarattığı olanakları küçümsememekle beraber, sosyalistler için burjuva demokrasisi ile faşizm arasındaki en önemli ayrım olan işçi sınıfının örgütlenme özgürlüğünün de fiilen son derece muğlak olduğu vurgulanmalıdır.
“Burjuva demokrasisi”, kapitalizmin hem iktisadi hem de siyasal açıdan bir görece güçlülük egemenliğidir. İşleyişin içerden-dışardan ciddi olarak tehdit edilmediği koşullarda, önemli bir rasyonalitesi olan, mümkün olduğunca uzmanlaşmış bir toplumsal iş bölümü burjuva demokrasisinin en önemli özelliklerinden bir tanesidir. Faşizm (ve diğer baskıcı rejimler) ise gene görece bir güçsüzlüğün ürünüdür. Bu nedenle burjuva demokrasisini kazanılmış bir mevzi olarak görürken biraz daha dikkatli olmak gerekiyor. Burjuva demokrasisi ile faşizm arasındaki “zor” ve “baskı” farkı, aynı zamanda sisteme yöneltilen tehditlerin niteliğindeki bir farklılıktan da kaynaklanmaktadır. Ağlamayan çocuğa süt verilmez ama örneğin tokat atmak için de pek bir neden yoktur.
12 Eylül’den hemen sonra yazdığı ve YAZKO inceleme ödülünü alan çalışmasıyla şamar oğlanı olmayı hak eden Bumin, burjuva demokrasisinin hegemonya ile diktatörlük arasında bir kaynaşmadan kaynaklandığını belirtiyor. Bu kaynaşmadan sapan iki biçim ise sosyalizm ve faşizm olarak ortaya çıkıyor.6 Faşizm ile sosyalizmi aynı kefeye koymak artık “bilimsel cephede” yalnızca bir iki tane dişlek Amerikalı siyaset bilimcisinin tekelinde. Bir de bizim Bumin var. Bumin’in açtığı yoldan kalkarak tepki çekmesi olası bazı şeyler söylemek istiyorum:
1) Faşizmde de (örneğin Hitler faşizminde) bir ideolojik hegemonya söz konusu olabilir. Kitle tabanı bir “zor” ile beraber, bir “ideoloji” ile de oluşturulabilir. Bu yalnızca “burjuva demokrat” demagoji ile sınırlı değildir. 2) Burjuva demokrasisi en başta burjuvazi için demokrasi anlamına geldiği için her tür gericiliği ve hatta faşizan eğilimleri kendi içerisinde besler. Nitekim Almanya’da faşizm 1918 yılından itibaren bizzat burjuva demokrat devletin de katkısıyla güç toplamıştır; Almanya faşistleştirilmiştir. Emperyalist ülkelerin dış politikasında içerdekine benzer bir “consensus”a dayanmayan toplumlarla karşılaştıkları için uygulanagelen faşizan politika biçimleri konumuz açısından güzel bir örnek oluşturmaktadır. 3) Faşizm-burjuva demokrasisi ayrımı, sosyalist literatürde, ani değişen koşulların dayatması nedeniyle acele edilmek zorunda kalınan bir ayrımdır. Burjuva demokrasisi bir biçimden çok, genel çizgiyi ifade etmekte kullanılacak bir şeydir. Örneğin köleci demokrasi, köle sahipleri için demokrasi anlamına gelen ve tek tek bölgesel koşullardan kaynaklanan değişik biçimlerin ortak adıdır. Bu anlamda faşizm de (örneğin İtalya ve Almanya’da) burjuvazi için oldukça önemli “siyasal katılım” araçları yaratmış ve onlar için bir demokrasiyi sürdürmüştür. 4) Burjuva demokrasisi, hem bir burjuva iktidarıdır, hem de burjuva diktatörlüğüdür. 5)Bunları burjuva demokrasisi-faşizm arasında önemli bir ayrım olmadığını söylemek için değil, bu ayırımın kesin çizgilere sahip olmadığını ve burjuva demokrasisi için hayallere kapılmamak gerektiğini belirtmek için yazıyorum. 6) “Burjuva demokrasisi” bir kavram olarak mutlaklaştırılmalı, burjuva siyasal sisteminin taşıdığı özellikler üzerinde durulmalıdır. 7) Kapitalizmin siyasal üstyapısını çözümlemekte sınırları kesin hatlarla çizilmiş burjuva demokrasisi-faşizm ayrımı yetersiz kalmaktadır.
Sosyalistler ve Burjuva Demokrasisi
Marksist literatürde burjuva demokrasisine ilişkin ilk gerçekçi metinler 1848 sonrası oluşan siyasal tablonun analizi sonucu ortaya çıktı. Fransa’da Sınıf Mücadeleleri ile Gotha Programı’nın Eleştirisi kanımca bu anlamda büyük önem taşımaktadır. Bu metinlerde “burjuva toplumunun işçi sınıfı ve işçi sınıfının siyasal örgütlenmesi için sağladığı olanaklar” ile herhangi bir burjuva yönetiminin niteliği arasındaki bağ incelenmekte. Tersi mümkün mü? 1848 Devrimi, 1789’dan daha burjuvadır. Burjuvazinin gerici kartlarını daha cesurca masaya koyduğu bir süreçtir. Başka nedenler bir yana, burjuvazinin inkarının da kendi kartlarını (eksik olarak) ortaya çıkartması, yani işçi sınıfının etkin olarak bir devrim sürecine katılmasıydı önemli olan. İşçi sınıfının etkin olarak siyasal arenaya çıktığı yerde burjuvazinin demokratlığı daha elle tutulur bir kimliğe bürünür. Bu, her alanda gericileşmedir. Fransa’da Sınıf Mücadeleleri ile Gotha Programı’nın Eleştirisi, sosyalizm mücadelesinin önüne “burjuva demokrasisini iyileştirmek” gibi hedeflerin konmamasını uyaran metinlerdir.
Sosyalist hareketin 19. yüzyıl tarihinde burjuva demokrasisinin kavranmasında önemli bir dönüm noktası 1848’se, onun sorgulanmasında ilk ciddi adım 1871 olmuştur. Paris Komün’ü büyük ölçüde içgüdüsel olarak “burjuva demokrat” kurumların aşılması gerektiğini hissetti.. Ancak tutarlı bir program ve öncülük sorunları giderilemediği için aynı zamanda burjuva demokrat kalıplara sıkışıp kalma talihsizliğine de uğradı. Geçiş devletinin özelliklerini eksik ve zaman zaman yanlışlarla iç içe bir biçimde taşıdı. Eksiklik ve yanlışlar yaklaşık elli yıl sonra giderildiler.
19. yüzyılda burjuva “demokratlığı” öksüz bırakmıştır. Sosyalist hareket teorik olarak ciddi sıkıntılara biraz da bu yüzden düşmüştür. 19. yüzyılda işçi sınıfının siyasal mücadelesinde “program”a ilişkin önemli sorunlar vardır. II. Enternasyonal’inkiler de dahil, hiçbir metinde burjuva devrimi ile sosyalist devrim arasındaki ayrım noktaları netleştirilmemiştir. Hatta bu dönem genel olarak bir “devrim”den söz-etmek mümkündür. Sosyalist perspektif, öksüz bırakılan burjuva demokrat değerleri sahiplenmek istedikçe bilimsel olarak az-çok yerine getirilen bir kopuş, siyasal düzlemde tam olarak gerçekleşmemiştir. Yalnızca şu kadarını söyleyeyim, sosyalist mücadelenin giderek burjuvazinin sahiplenmediği burjuva demokrat hedeflerin gerçekleştirilmesi ile sınırlanması bugün oldukça yaygın bir yanılgıysa, yanılgının kökleri kesinlikle 19. yüzyılda da bulunabilir.
Burjuva demokrasisi daha önce de değindiğim gibi, en olgun biçimiyle gelişmiş kapitalist ülkelerde ortaya çıktı. Bu, aynı zamanda gelişmişliğin toplumsal çelişkilerin yumuşatılması için bir araç olarak kullanılmasıdır. Sözü edilen durum sosyalist hareketin teori ile pratiği soyutlama düzeyinde bile ayırmakta güçlük çektiği bir sorundur. Burjuva demokrasisinin gelişmişliği ile sosyalist hareketin gücü arasında açık bir ters orantı kurulamasa da, burjuva demokrasisinin pişkin olduğu yerlerde sosyalizm tehdidinden söz edilemeyeceği açıktır.
Burada tüm kurumsallaşmaları ile burjuva demokrasisinin kendisine yönelen tehdide karşı savunma araçlarını bilmek zorundayız. Önce, burjuva demokrasisinde, bir karşılıklı tanıma, yani antagonist çelişkileri barındıran toplumsal güçlerin birbirlerinin otoritesini karşılıklı olarak tanımaları diye bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Burjuvazi karşıtına sitem içerisinde bir yer verirken onun karşıtlığını yoketme uğraşındadır. Buna bağlı olarak karşıtın dönüştürülmesi çabasındadır. “Amaç budur, ama bunu her zaman gerçekleştireme” denebilir. Ancak, burjuva demokrasisinin olanaklarının değerlendirilmesi her zaman sistemin kendisinin bir parçası olma riskini de taşır. Hem de sanıldığından fazla.
Burjuva demokrasisinin karşıtını dönüştürmedeki en önemli silahı sistemin olağan işleyişinden kaynaklanır. Burjuva demokrat kurumsallaşma bizzat sistemin kendisini sorgulamayan geniş bir ideolojik, siyasal ve bürokratik üretimi her gün yeniden üretir. Bu, kapitalizmin güncelliğidir. Sisteme alternatif olan bir siyasal hareketi bu güncelliğin kuşatması, burjuva demokrasisi olanaklarını kullanmayı alışkanlık edinen her örgütlenme için kaçınılmazdır. Siyaset, bunalım dönemleri dışında geleceğe değil güncele, güncel olan ise “sol”a değil, “sağ”a yol verir. Sosyalist örgütlenme için en ciddi tehditlerden birisi kapitalizmin güncelliğinde yaşamaktır. Bu nedenle siyasetin, yapılacak olan siyasetin konusu çok iyi belirlenmelidir. Aksi olursa bunalım dönemlerinde tribünlerde oturulur.
Burjuva demokrasisinin yarattığı olanakların abartılmamasını söylüyoruz. Bir de bu olanakların işçi sınıfı tarafından kazanıldığını söylemenin yetmediğini… Sistemin demokratikleşmesinin tek başına anlamı yoktur. Esas olan mevzilerin kazanılmasını sağlayan mücadele sürecidir. Yenilenmeyen bir mücadelenin sonuçlan ise yalnızca bir geçmiştir. Hatta batılı ülkelerde zamanında belli bir mücadelenin de ürünü olan kazanımlar zamanla mücadelenin en önemli engeli haline gelmiştir. Birçok durumda koşullardaki bir düzelme, sosyalist hareket için daha olumsuz sonuçlar verebilmektedir. Rusya’da 1861 toprak dağıtımı, gerçek bir toprak dağıtımı olsaydı, Rus köylülerini kavga ettiren nedenlerin önemli bir bölümü ortadan kalkmış olacaktı. Artık, Avrupa ülkelerinde “kazanılmış mevzi” edebiyatı yapma zamanı geçmiştir.
Buraya kadar burjuva demokrasisinde yaptığımız gezintinin üç temel sonucu var:
1) Burjuva demokrasisi sosyalizmin kuruluş sürecine hiçbir miras bırakmamalıdır.
2) Sosyalizmin güncel hale gelmesi bile tek başına burjuvazinin ve onun herhangi bir kurumsallaşmasının ilericiliğini yitirmesi anlamına gelir.
3) En ilerici, en özgün burjuva toplumu, bunalım dönemlerinde bir devrimci dinamiğin etkisini hissettirdiği bir durumda ortaya çıkabilir. Bunun burjuva demokrasisi ile değil, mücadelenin kendisi ile ilişkisi vardır.
4) Burjuvaziden kopuş, aynı anlama gelmek üzere burjuva demokrasisinden de kopuştur. Bunun bir tarihi vardır, Teşniyaklar ve Bolşevikler başı çekerler.
Türkiye’de Bir Sohbet
Geçtiğimiz aylarda Yeni Gündem dergisinin düzenlemesi ile Uğur Mumcu, Aziz Nesin ve Haluk Gerger; Demirel’e bir baskın yaptı. Baskın olan kimdi, bu tartışılır. Ancak, Demirel’in o sohbette söylediklerinin “burjuva demokrasisi”ni kavramak için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Mumcu, Nesin, Gerger sürekli olarak Demirel’i düşünce ve örgütlenme özgürlüğü üzerine sıkıştırıyorlar. Anlamlı bir savunma, hatta suçlama ile karşılaşıyorlar. Demirel kısacası “burjuva demokrasisi onu yıkmak isteyenlere açık değildir” diyor. Bütün görüşme boyunca Demirel Türkiye solunun “yıkıcı” olmadığı konusunda ikna edilmeye çalışılıyor. Demirel de “öyle solculuk olmaz” diyor.
Türkiye’de burjuva demokrat demagoji batıdaki araçlarına sahip değil. En başta iktisadi olarak bu demagojinin gerekli maddi temeli beslenmiyor. İkincisi, “tehdit”i entegre etme olanakları, sistemin dengesizliğinden, oldukça güç. Türkiye solu ise sanki “ille de entegre olacağım” psikozunda. Bu işin faturasını Demirel çok açık söylüyor. “Kendini inkar edeceksin” … “bazı taahhütlerde bulunacaksın”… Eski Başbakan, “Pluralistik sosyalizm olmaz.” dedikçe ülkemizin üç saygın aydını garip bir çaba içerisine giriyorlar. “Şili” diyecek oluyorlar. Uluslararası sosyalist hareketin en üzücü trajedisi bir burjuva liderine “tavsiye kartı” gibi sunuluyor. Son derece onur kırıcı.
Kapitalist sistemin beslediği burjuva demokrat değer ve kurumların evrensel doğrular biçiminde sunulma görevi bizim değildir. Aziz Nesin bir konuda çok doğru söylüyor: “Yanlışlık kapitalizmin kendisindedir.” Biz kapitalizmi sorguluyoruz; onun ürünü olan kurumları onaylamak gibi bir sorunumuz yok.
Burjuva demokrasisi; tehdit unsurunu kendi mantığı içerisinde öğütmeye çalışır, bu olmazsa sistemin dışında tutmaya ve hatta burjuva demokratik kurumsallaşma fazla su sızdırıyorsa bizzat kendini inkar etmeye başlar. Sosyalist hareket bu manevraların etkisinden kurtulabilmek için kurumsallaşmalıdır; ama en başta sınıfsal güç dengesinde… Meşrulaşmalıdır; ama en önce siyasal olarak…
Türkiye’de, sosyalistler burjuva demokrat tabloda küçük bir ayrıntı olmak istemiyorlarsa, o tabloyu veri olarak almaktan vazgeçmelidir. Burjuva demokrasisinin özü hiç değişmez; “Yurttaşlar, demek kurmak, barışçıl ve silahsız toplanmak, dilekçe yazmak ve görüşlerini basın yoluyla ve daha başka yollarla açıklamak hakkına sahiptirler. Bu hakların kullanılmasında, başkasının eşit haklarından ve genel güvenlikten başka sınır yoktur.”7 Marx bunu Fransız Anayasası’ndan (1848) aktarıyor. “Genel güvenlik”… Değişen bir şey yok. Ama göz açmak için, önce Yeni Gündem dergisindeki sohbet sonra da Marx’ın Fransa üçlemesi yararlı olabilir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Bunlar arasında( eksiltilibir dergi olmasına karşın) Yarın’ı sayan Yalçın Küçük’e hiç mi hiç katılmıyoruz.B tür değerlendirmeleri Sayın Küçük’ün “geleneksel sol” ile “devrimci demokratlar” arasında bir düzlem farkının bulunduğunu unutmaya başladığını gösteriyor.
- Lenin V.I.; Imperialism The Highest Stage ot Capitalism; Progress Publish. hars 1977 s. 121.
- Marx-Engels; Manifesto Selected Work içinde; Progress Publishers 19765.38
- Lewerenz;Lmiliitcin’de Fasizmin Tahlili SoI Y. s.47.
- a.g.e. s. 134
- Bumin Kursat; Sivil Toplum ve Devlet Yazko Y. 1981 s. 46.
- Marx Karl; Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i Sol Y. 1976 i. 29.