Bundan iki ay önce bir iddia taşıyorsak ve ille de değişen bir şey varsa, daha iddialı olduğumuz vurgulanmalı. Türkiye sosyalist hareketine, Türkiye devriminin zaferine, Türkiye işçi sınıfının geleceğine inancımızdan bahsedeceksek, daha fazla güvene, daha fazla inanca sahip olduğumuz söylenmeli.
Yok, bizden önemli savrulmalar, hat değişiklikleri, moral bozukluğu veya içe kapanma gibi bir değişim bekleniyor veya yakıştırılıyorsa, dostlarımıza şöyle seslenmek isteriz:
“Hayır yoldaşlar, biz ‘Gelenek’ iddiası ile yola çıktık. Bu iddianın talep ettiği bütün alanlara yönelmeye, bütün sorumlulukları üstlenmeye çalıştık. Buradan bir adım geri gidemeyiz. Bizim için her dönemeç, hangi türden sorunlar ortaya çıkarırsa çıkarsın, ancak yola devam etmek için, hedefe daha sağlıklı ve tempolu bir biçimde yaklaşmak için alınır. Kendimize hep bunu yakıştırdık, yakıştırmaya devam edeceğiz. ‘Boşluk yaratılarak doldurulur’ demiştik, yaratılmakta olan boşluğu dolduracağız. Bu nedenle kimse bizden hesapçılık, ortalamacılık, kuşkuculuk, korkaklık, kötümserlik ve en önemlisi kendimize ihanet beklemesin. Gelenek, Türkiye sosyalist hareketindeki güvenilir ve saygın yerini kaybetmek bir yana, pekiştirecektir…”
Hiçbir okurumuzun bu “olağandışı” girişi garipseyeceğini düşünmüyoruz. Gelenek okurlarının hemen hemen tamamı okur olmanın ötesine geçen sorumlu sosyalistlerdir. Bu nedenle Kasım ayında Gelenek’te, yalnız Gelenek’te değil, Sosyalist İktidar Partisi’nde olup bitenler hakkında bilgi sahibi olmuş, daha da ötesi olup bitenleri sorgulamışlardır. Konuya ilişkin bilgi ve gözlemler eksikli olabilir. Ancak Gelenek Kitap Dizisi’nde “işte işin aslı” diyerek yeni bir bilgi bombardımanı yapmamız en başta okurlarımıza ve sonrasında kendimize haksızlık olacaktır.
Gelenek, esas olarak, kendisini anlatmakla, ifade etmekle ve yapması gerekenleri yapmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün bir parçası da bu topraktaki bütün siyasal öznelere dair bir yaklaşımın dışavurulmasıdır. Ancak şu haliyle, geride bıraktığımız iç sorunda dışımıza düşen insanları tarif etmemiz olanaksızdır. Zaman içerisinde kendilerini bir siyasal özne haline getirebilir veya bir siyasal özneye ait hissederlerse, bizim açımızdan bu tür bir tarif için zemin oluşmuş olur. Yoksa, son iki ay boyunca yalnız ve yalnız dedikodu, yalan, ihbarcılık ve hastalıklı davranış üreten ve hangi saiklerle biraraya geldikleri pek belli olmayan bir topluluk hakkında “bunlar şöyledir” demek durumunda değiliz. İç meselelerimizi bizim siyasal etkinliklerimizi belirlediği oranda dışarıya hissettiririz. Yaşadığımız, bir iç mesele olarak sonuçlanmıştır ve bu konuda bizden mücadele ve üretkenlik bekleyen dostlarımızın başını ağrıtmaya, “nihayet bunlar da birbirine girdi” diye ellerini ovuşturanları aptalca hayallere daldırtmaya, kendilerini yıllarca vareden ve önemli kılan bir kollektifı iki dedikodu, beş yalan, üç metin üretip sarsacaklarını sananları eğlendirmeye vaktimiz yok.
İşimiz var, işlerimiz var…
Gelenek, tıpkı Sosyalist İktidar Partisi’nin yaptığı gibi mücadele gündemini yoğunlaştırmak, daha üretken, daha yaratıcı ve daha kavgacı bir sürece girmeyi şimdi daha da fazla hesaplıyor.
Bu nedenle burada yalnızca yaşanılanları, gerekçelerinden arındırılmış olgular halinde kısaca özetlemek ve yeterince açık olacağını düşündüğümüz ve kendimize ait kimi değerlendirmeler yapmamız mümkündür.
1) Sosyalist İktidar Partisi’nin Genel Başkanı Ali Önder Öndeş, Siyasi Büro üyesi Metin Çulhaoğlu ve Uğur Özdemir 13 Kasım günü yapılan Merkez Yönetim Kurulu toplantısını, daha toplantının hemen başında MYK üyelerine bir metin bırakarak terketmişlerdir. Metinde bütün yönetici görevlerinden istifa ettiklerini, sade bir partili olarak diğer yöneticilere somut bir ahlak dersi vereceklerini iddia ederek partinin yönetici organlarına “içten başarı” dilemişlerdir. Aynı metinde parti yöneticilerine ağır eleştiri ve suçlamalarda bulunulmuştur. MYK üyelerinden İlhan Kamil Turan kısa bir süre sonra kendisinin de bütün yöneticilik görevlerinden istifa ettiğini açıklamıştır.
2) Aynı gün yeni siyasi büro üyeleri seçilmiş, Aydemir Güler Genel Başkanlık görevine getirilmiştir. MYK olağan gündemiyle çalışmalara devam etmiştir.
3) Yeni seçilen Siyasi Büro, üç Siyasi Büro üyesinin yazdıkları istifa mektubunun “sade üyelik”le bağdaşmayan yanlar içermesi ve bu durumun en kısa sürede düzeltilmesi gerektiğinden hareketle bu üç kişiyle görüşmek konusunda adım atmıştır. Ancak bu sırada “sade üyeler”in kelimenin bütün anlamlarında bir hizip çalışması yaptıkları açıkça görülmüş ve bu üç kişiyle birlikte bu çalışmaların örgütleyicisi olanlar partiden ihraç edilmişlerdir.
4) Partinin kurullarını tanımadıklarını iddia eden “sade üyeler” iki ay boyunca parti yönetimi tarafından bütün üyelerin okuması sağlanan birkaç metin daha yazıp dolaştırmaya çalışmışlardır.
5)Ayrıca ihraç edilen üyelerin yapılacak genel üye toplantısına katılmalarını talep eden bir imza metni hazırlamışlar ve bu talepleri için 60 civarı imza toplamışlardır. İmza sahiplerinin önemli bir bölümünün, imza attıkları için değil, ama partideki tanımlanmış kurul işleyişine aykırı hareket ettikleri için, partiyle ilişkisi kesilmiştir.
6) En sonunda basına bir açıklama vererek, SİP’in leninizm anlayışına, sekterliğine, geleneği tekeline alışına karşı yıllardır mücadele ettiklerini ilan etmişlerdir!
7) SİP’in dışına düşenler Gelenek’in de dışına düşerler; nitekim burada da öyle olmuştur…
Yukarıdaki “özet”in detayları bize çok şey öğretti. Öğrendiklerimiz bize sosyalist iktidar mücadelesinde yardımcı olacak. Yine bu detaylar bizi zaman zaman çok öfkelendirdi. Öfkemizi performanslarını da “özet”lediğimiz eski yoldaşlarımıza karşı yönlendirmemek, mümkün olan en akılcı sıçramayı gerçekleştirmek için çok büyük çaba gösterdik.
Sonuçta, biz buradayız ve kararlıyız. Bir Genel Başkan’ın, Metin Çulhaoğlu gibi bir imzanın, ilke ve sorumluluklarına dokunamadığı bir geleneğin yaratılması son derece önemlidir. Bu gelenek üstlendiği her görevin altından kalkmak için kavga vermeye devam edecektir.
Bu kavganın içeriği ve tarzı konusunda birkaç şey söylemek istiyoruz.
Hareketimiz örgütsüz siyaseti mümkün, ama devrimci olmayan bir uğraş olarak değerlendirmektedir. Bu çerçevede, siyasallaşmanın en önemli parçalarından birisi, örgütün içe ve dışa doğru gelişmesidir.
Benzer bir biçimde, bir partizan, bir örgütlü sosyalist mutlaka siyasal ve örgütsel süreçleri kendi kimliğinde bütünleştirmeye çabalayan kişidir. Hareketimiz, kadro politikasında bu çabayı önemseyen, bu çabayı öne çıkartan bir gelenek yaratmıştır, bu gelenek gelecekte de kendisini hissettirmeye devam edecektir.
Örgüt fetişizmi bir siyasal yapının politikasızlaşması ve bunun doğal uzantısı olarak kendisine karşı körleşmesidir. Mücadele eden, gelişen, üreten ve dinamik bir örgütte fetiş olmaz, örgütü sahiplenmede özel duyarlılıklar olur. Politikasızlaşma başlar başlamaz bu duyarlılıklar fetişlere dönüşür. Mücadeleci, gelişen, üreten ve dinamik kimliğimizi koruduğumuz ve her durumda koruyacağımız için, hareketimizde bu türden özel duyarlılıklara mutlaka yer vardır. Yeri olmayan, duygusuz, iğreti, hesapçı ve kısmi bağlanmalardır.
Siyasal üretkenlik, hareketimiz için örgütsel cüret ve yaratıcılıkla birlikte yürür. Örgütsel cüret ve yaratıcılık siyasal üretkenliğin bir sonucu olmakla birlikte, aynı zamanda bir önkoşuludur da. Örgütsel yapılar siyasal mücadele için vardır, siyasal mücadele ise örgütsel yapı varsa…
Hareketimiz uluslararası komünist hareketin geçmişinden bugüne oluşturduğu değerleri geleneğinin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir. Bu değerlerin içerisinde sağlıklı bir gelecek için ayıklanması gerekenler işgüzar bir seçmecilikle değil, mücadelenin düzelticiliğinde etkisiz kılınabilir. Bu nedenle, bütün bir tarihe dışarıdan ve eleştirel bakmak söz konusu değildir.
Türkiye’de sınıf mücadeleleri tarihini değerlendirirken de benzer bir titizliği korumakla birlikte, aynı yerelliğin öznesi olma bağlamında gelenek oluşturma ve belli geleneklerden kopmada daha keskin virajlarla karşılaşmamız doğaldır. Burada esas olan kadro, program, örgütsel yapı bağlamında sürekliliğin sağlanması ve bu sürekliliği sağlayan öznenin kendisine bütün bir tarih içerisinde bir yer açmasıdır. Hareketimiz buna soyunmuştur.
Diğer sol hareketlerle ilişkilerde, bütün diğer öznelerin olduğu gibi, bizlerin de kendimize özel bir yer vererek davranmamız doğaldır. Ancak bu davranışın içerisinde devrimci sıfatını taşıyan herhangi bir gruba veya kişiye karşı düşmanlık, sahtekarlık, yıkıcılık, burnu büyüklük ve umursamazlık olmaz.
Devrimci gruplar arasında ilerletici olmayan ve kadrolar arasında güvensizlik ve sekterlik yaratmaktan başka bir anlam taşımayan sorunlara hiç müdahil olmadık, olmayacağız. Türkiye solunun bileşenleri arasındaki ilişkilerde Türkiye sosyalist hareketinin görevleri ve acil ihtiyaçları nedeniyle ortaya çıkacak gerginliklerde ise elbette tarafız, taraf olacağız.
Bu anlamda ideolojik ve siyasal mücadeleden hiç kaçmayacağız. Türkiye soluna liberter popülist bir çizgiyi uygun gören bir Dev-Yol geleneği ile gerektiği ölçüde hesaplaşacağız. Leninizmi geri mevzilerde savunanları ileri bir hatta çekmek için her tür çabayı göstereceğiz. Her biri kendisine tarif ettiği bir adreste politika kurtlarına mekan sunan gerçekçilik adına köhnemiş bir reformizmi yaşatmaktan başka bir şey yapmayan İP, SBP gibi oluşumların devrimci hareketi tasfiye operasyonuna çomak sokacağız.
Marksizm-leninizm sosyalist hareketin evrensel hattıdır. Bu hattın her yerellikte olduğu gibi Türkiye’de de yeniden üretim sorunu vardır. Bu yeniden üretim, meşruluğunu sosyalist mücadelenin gereksinimlerinden olduğu kadar, marksizm-leninizmin bir bayrak olarak yüceltilmesi görevinden de alır. Gelenek kendisini hiçbir biçimde marksizm-leninizmin akademik anlamda güncelliğini koruması görevi ile sınırlamaz. Bu hattın, aynı zamanda, uluslararası sosyalist devrimin örgütleyici, bütünleştirici ve devrimcileştirici ülküsü olduğunu hiç unutmaz.
Ve son olarak hareketimiz kendine ve dostlarına önemli sözler vermiş bir harekettir. Bu sözler tutulacaktır. Bu sözlerin tutulması için birlikte inanç ve kararlılıkla…
Yaşasın sosyalizm!