Gelenek epeyce uzun bir süredir “Türkiye’nin en eski Marksist teorik yayın organı” sıfatına sahip. Gelenek kitap dizisinin 1986 Kasım ayında yayına başladığı ve ortada topu topu yedi yıllık bir süre olduğu düşünülürse, bu sıfatın bizim performansımızla mı yoksa Türkiye marksist hareketinin genel verimsizliğinden mi elde edildiği sorusu meşru bir soru olarak akıllara gelecektir.
Evet, bu meşru bir sorudur. Ancak tek yönlü bir yanıt açıkçası Gelenek’in önemli basamaklarından birini oluşturduğu bir gelişimin bütününe yönelik haksızlık olacaktır.
Nedir Gelenek’in parçası olduğu bütünsel gelişim? Bu birikim, en özet ifadesiyle Türkiye’de marksist-leninist bir siyasal hareketin inşasıdır. Sözü edilen inşa sürecinin bir dizi kritik halkası vardır ve bunlardan biri de Gelenek Kitap dizisi olmuştur. Yaklaşık bir yıldır bu süreç kendisini partili mücadele alanında da ifade etmektedir. Gelenek ise, bütünsel süreç kendisini giderek daha gelişkin araçlarla ifade etme gücüne ulaşırken, bu sürecin bir parçası olarak kendisini geliştirmekte, ama varlığını ve misyonunu sürdürmektedir.
Bu durum, yedi yılın sonunda Gelenek’in muhasebesi yapılırken, yayıncılık faaliyetinin değerlendirilmesiyle yetinmeyi olanaksız ve anlamsız kılmaktadır. Gelenek, kitap dizisi anlamında bile bir bütünsel sürece katkısıyla değerlendirilmelidir. Bu yönüyle Gelenek’in altına imzasını attığı katkılar, teorik katkıdan siyasal tavır alışa, marksist eğiticilikten sosyalist militanın kişiliğine ve bir mücadele eliğinin geliştirilmesine kadar uzatılabilir, uzatılmalıdır.
Gelenek bundan sonra da yayıncılık alanında yapacaklarını bu çok yönlülük içinde planlayacak, önceliklerini ve vurgularını buna göre saptayacaktır.
Bu giriş Gelenek’in yazar kadrosu arasında yaşanan güncel bir sorunun, bir “yol ayrımı” sorununun açıklanması için de gerekliydi.
Yol ayrımı, Gelenek kitap dizisinin başından beri yazarları arasında bulunan Metin Çulhaoğlu ile dar anlamda bu kitap dizisinin diğer yazarları arasında değil, yukarıda sözü edilen bütünsellik çerçevesinde gerçekleşmiştir. Çulhaoğlu ve başkalarıyla yaşanan sorun en azından başlangıçta teorik, ideolojik ve siyasal program zeminine sahip olmamış, kollektif bütünün işleyiş, kadro formasyonu, kadro değerleri ve bağlanma biçimleri ile ilintili bir boyutta hayat bulmuş ve Sosyalist İktidar Partisi içerisinde kendisini dışa vurmuştur. Dolayısıyla okurlarımızın Gelenek’teki yazıları geriye dönük bir taramaya tabi tutup kaynak ya da ilk günah keşfine çıkmaları yersiz ve sonuçsuz bir çaba olacaktır.
Ancak yukarıda tarif edilen konu, Gelenek‘i bağlamaktadır. Çünkü siyasal mücadelenin “teorik üretim” ve “teorik müdahale” boyutlarının “kadrolaşma”, “örgütlenme”, “örgütsel değerler” gibi boyutlarından kopartılmaması bu kitap dizisinin yaklaşımına her zaman damga vurmuştur.
Bu bağlantı, farklı boyutların birbirleriyle ilintili departmanlar olarak görülmesinin de ötesindedir. Gelenek‘in, örneğin marksist devlet teorisi tartışmaları konusunda gerçekleştirdiği bir teorik müdahalenin sosyalist militan tipolojisine dair geliştirdiği yaklaşımlardan ayrıştırılması ne mümkündür, ne de bu farklı müdahale konularının birbirinden izole alıcılarının ortaya çıkması Gelenek‘in kendine biçtiği misyon açısından muteber sayılabilir. Net olarak ifade edilirse, bir siyasal örgütlenme içerisinde kollektif değerlerin ne olduğu ve nasıl geliştirilmesi gerektiği sorularına farklılaşan yanıtlar vermek, Gelenek‘in marksist teori dünyasında uyumlu “asli yazar kadrosu” açısından sindirilebilir bir durum olamazdı.
Siyasal ve örgütsel yol ayrımının Gelenek‘i bağlaması, başından beri bu kitap dizisinde ısrarla altı çizilen ve yalnızca leninist örgüt teorisi sözkonusu olduğunda değil bir dizi siyaset ve ideoloji tartışmasında da paralel çizgileri bulunan “homojen özne” temasıyla da mutlak bir uyum içerisindedir.
Tüm okurlarımızın bir noktayı göz önünde bulundurmalarını talep ediyoruz. Sözünü ettiğimiz sorun, Türkiye solunda örneklerine bol bol rastlanan bölünme dinamiğinin ya da virüsünün sonunda Gelenek‘in de bulaştığı anlamına gelmiyor. Gelenek‘in, kitap dizisi olarak yedi, bir kollektif oluşum olarak onbeş, bir siyasal parti olarak bir yıldır geliştirdiği değerler ve elde ettiği kazanımlar bir nesnelliğe sahiptir. Bu nesnelliğin taşıyıcısı kollektif özne yoluna devam etmektedir. Yaşadığımız sorunun değer ve kazanımlarımız üzerinde yaratacağı tek etki geliştirici olacaktır, kollektif öznenin iddialılığını ve özgüvenini perçinleyici olacaktır.
Bundan sonra Gelenek‘in üzerinde değer ve kazanımlarını geliştirmesinde hiçbir duraklama olmadığını, kollektif öznenin iddia ve özgüveninin perçinlendiğini dosta düşmana göstermek gibi bir sorumluluk daha olacak.