“Öncünün olmadığı ve daha bir süre olamayacağı yerde marjinallik kendine özgü bir güçle kendine özgü bir yaşam bulur. Somutluktan kesinkes kopmamak koşuluyla marjinal konumun belirli bir nesnelliği nicelik sahibi olduğu halde öncü olamayanlardan daha iyi kavrama şansı bile vardır. Türkiye’de marjinalliğin bu özgül ve geçici gücünden, zamanında mutlaka yararlanmak gerek.”1
Bu paragraf Gelenek‘in ilk sayısında yer alan “Çıkarken” yazısından alındı… O dönemde bu yaklaşımla ilk kez karşılaşanlar çoğunlukla “marjinal” sözcüğüne takılıp kaldılar. Öyle ya, birileri yine “kenarda” kalarak bilgiçlik taslayacak, günü gelip de solun ana akımları kendilerini toparladıklarında kayıplara karışacaklardı. Pek az kişi 1986’da Gelenek tarafından dışa vurulan meydan okumayı sezebildi. Genel kanıya göre ortada biraz bilmiş, ama marjinalliği kabullenecek kadar haddini de bilen bir topluluk vardı.
Bu topluluğun, ilk dönemlerde kendisini daha çok teorik araçlarla ifade etmesi, kimilerinin kafalarındaki tabloyu tamamlayıcı bir işlev görüyordu. Yenilgi, ya da geri çekiliş dönemlerinden sonra bu tür şeyler olurdu, elinden başka türlüsü gelmeyen bazı aydınlar teorik aranış içerisine giren solun bu gereksinimlerine belli yönlerde karşılık verirlerdi. Gelenek de böyle bir “aydın topluluğu”ydu. Hatta dönemin Çözüm dergisi hayal gücünü harekete geçirerek Gelenek‘çileri “keçi sakallı, pipolu, 40 – 50 yaşlarında entelektüeller” olarak tasvir ediyordu.
Oysa Gelenek başından beri kendi misyonunu dürüst ama aynı oranda berrak bir biçimde ortaya koymuştu:
“Evet Türkiye’de bazı boşluklar var” diye yazıyordu 7. sayıda. Ve devam ediliyordu:
“Bizi ilgilendiren boşluk, Türkiye sosyalist hareketinin bağımsız bir politik güç haline gelmesidir. Herhangi bir misyon üstlenişi bundan farklı, buna yol vermeyen dengelere oturmamalıdır.(…)
Türkiye’de bir siyasal boşluk söz konusuysa bu, örgütsel ve teorik bölmeleri olan bir boşluktur. Her ikisinin de ihmale gelir veya geri plana itilir bir yanı yoktur. ”Gelenek Kitap Dizisi, bir teorisizm batağına düşmeden Türkiye’de sosyalist hareketin teorik sorunlarını siyasal pratiğe yol verici bir yaklaşım içerisinde ele alma amacıyla çıkarılmaya başlanmıştır.”2
ORTODOKSİ ve YARATICILIK
Gelenek Kitap Dizisi sosyalist mücadeleye dair saptanan bütüncül görevler içerisinde önemli bir alana müdahale etmek için çıkarılmıştı. Teorik mücadelenin kendine özgü yapısı nedeniyle, mücadelenin bütünü ile bu özgünlük arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkmaması için oldukça titiz davranıldı. Sonuçta Gelenek bir teori dergisinden çok düşünce ve eylem arasındaki gerilim ve sorunlar üzerine özgün çalışmalar üreten bir yayın haline geldi.
Gelenek‘in ilk dönemlerde uyandırdığı ilgi bu nedenle rastlantı olarak değerlendirilemez. Kendini ve solun bütününü sorgulamak durumunda kalan genç Marksistlerin arasında öğrenmek ile yapmak arasındaki bütünlüğü bir an önce yakalamak isteyenlerin bulunması son derece doğaldı. Gelenek Kitap Dizisi’nde düşünce ve eylemin basit anlamda bir “bütün” olarak ele alınmaması, her ikisi arasındaki gerilimlerin önemsenmesi ve bu gerilimlerin ihtilalci müdahaleleri nasıl beslediğinin gösterilmesi, yaratıcı çalışma arayışı içerisindeki genç devrimcilerin onayını gördü.
Üstelik Gelenek Kitap Dizisi’nde yaratıcılık, ortodoksinin karşısına konmuyor ve dönemin yaratıcılığa vurgu yapan diğer odaklarında hiç olmayan bir biçimde miras, ilkesellik ve tarz konusunda hızlı bir oturmuşluğa ulaşılıyordu.
Sosyalist iktidara ve bunun bu topraklarda mümkün olduğuna inananlara, bu doğrultuda kavga vermek için araç arayanlara açılan bir kapıydı bu; bu kapıdan içeri girenler, hem ne yapılacağını bilen bir kollektifle tanıştılar, hem de o kollektifin yeni görevlere taşınmasına omuz verme olanağına sahip oldular.
47 SAYININ BİLÂNÇOSU
Gelenek Kitap Dizisi’nde ele alınacak konular sosyalist hareketin gereksinim ve gündemine göre belirleniyordu. 1986’yı takibeden ilk yıllarda Gelenek‘te yayınlanan çalışmalar sırasıyla sosyalist mücadelede birey, tarihin mantığı, yapı-üstyapı ilişkileri, geleneksel sol-yeni sol ayrımı, sol tarih, öncü sınıf olarak işçi sınıfı, devrimci demokrasi, örgüt teorisi, reel sosyalizm, üstyapı kurumları, Ekim devrimi, sosyalist devrim, ulusal sorun, erokomünizm gibi başlıklarda yoğunlaştı. Bu başlıklar kalıcı bir teorik kimliğin oluşması için yeterince geniş bir alanı kaplıyordu.
Bu geniş alanda sürdürülen çalışmaların en dikkat çekici yönü, iç tutarlılığa kısırlığa düşülmeden ve tekrarlara yer vermeden ulaşılmasıydı. Yazıların bireysel katkılarla ama birbirini tamamlayan ve kollektif bir çerçeveye teslim olan bir tarzda üretilmesi hem dinamik, hem de kurumsallaşmış bir teorik gelenek yaratılmasına olanak tanıdı.
Üstelik, Kitap Dizisi’nin hemen başlarkenki temel hedefi olan teorik gündemin siyasal ve örgütsel görevlerle iç içe geçmesi de büyük ölçüde sağlanmıştı. Gelenek‘te siyasal kaygılar içermeyen ve bilimsellik adına kendisini güncel dinamiklere soğuk tutan pek az çalışma yayınlandı.
Gelenek, kuru ve heyecansız teorik faaliyete hiç ısınmadı. Yayıncılık alanında ortaya çıkan kimi amatörlükleri de bu nedenle çok fazla dert etmedi…
Ancak Gelenek‘i dert edenler oldukça fazlaydı…
GELENEK ve POLEMİK: BUGÜN NE OLDU?
Yanlış anlaşılmasın, Gelenek tıpkı kendi sayfalarında yer verdiği polemik yazılarından bugün bir sıkıntı duymadığı gibi, devrimci herhangi bir yayında Gelenek hakkında çıkan “siyasi” yazılara karşı hiçbir biçimde kızgınlık duymuyor. “Siyasi” yazılara…
Polemik ilerletir… Polemik, ayrıştırır ve birleştirir. Polemik, düşünce ve eylemi yaratıcı kılar. Polemik yoksa devrimci hareketin iç dinamikleri kurumaya yüz tutmuş demektir.
Polemiğin kısırlaşması ise açıktır ki başka bir şeydir. “Kısır polemik”, sol siyasetin kendi içine dönmesi ve toplumsal dinamiklere yabancılaşması sonucu ortaya çıkabilir; ancak hiçbir biçimde bu yabancılaşmanın kaynağı olarak gösterilemez. “Kısır polemik” denilen şey, politikasızlaşmanın ve bu yabancılaşmanın ancak bir sonucudur.
Gelenek‘in ilk çıktığı yıllarda “polemik” siyaset dışına kıstırılmış Türkiye solunun kendisine aradığı çıkış yolunu bulma çabasına yardımcı olmaktaydı. Türkiye’deki kuşatılmışlığa marksizmin uluslararası alanda yaşadığı tıkanıklığın bir türlü aşılamaması ve sosyalist ülkelerdeki karşı devrim sürecinin hızlanmaya başlaması eklendiğinde, dönemin sol içi tartışmalarının havanda su dövmek biçiminde algılanmasının oldukça yüzeysel olduğu görülür.
Peki o dönem sol neyi tartışıyordu? Daha doğrusu solda kim neyi tartışıyordu?
Her şeyden evvel, TBKP likidasyonu son aşamasına gelmişti. Bu sürecin kaderine ortak olan 1980’in ilk yarısının etkili dergileri Yarın ve Gün, sonrasında Yeni Açılım tıpkı bugün BSP’ de yapılmaya çalışıldığı gibi açık ve paslanmış reformist yaklaşımları marksizm adına pazarlamakla meşguldü. Solun oldukça önemli bir bölmesine hitap eden bu yayınlara karşı ciddi tepki veren az sayıda dergiden birisi Gelenek oldu. Hatta Gelenek, kendisi başlı başına bir “problem” olan Görüş’te çıkan bazı “sol” yazılar sayılmazsa Yarın’ın, Gün’ün, Yeni Açılım’ın etki alanına müdahale ederek reformist akıntıya karşı set oluşturabilen tek yayın oldu.
O yıllarda Gelenek‘i reel politiker ve olgun bulmayan bu çevrelerden Yeni Demokrasi Hareketi’ne, reklâm piyasasına, vakıf yöneticiliğine çok adam aktarıldı. Acemi bulunan Gelenek geleneksel solun tepe-taklak giden ana bölmelerindeki bu çürümeyi kabullenemeyen diri ve kavgacı unsurlar için umut kaynağı haline geldi.
Solun o dönemde çok konuşan ve tartışan öğelerinden bir diğeri ise, yıllarca haklı nedenlerle horlanan, dışlanan ve hakir görülen Maocu Aydınlık çizgisiydi. 1980 öncesinde Türkiye nesnelliğinin Türkiye solunu hazırlıksız bir biçimde yaygınlaştırması ve ardından 12 Eylül’ün bu yaygınlığı kontrol altına alarak hareketsizleştirmesi, Türkiye solcusunun basiretini bağlamıştı. Kendisine her zaman alan bulan bir köylü zihniyetine seslenen ve bu alanı örgütlemede yıllardır önemli bir başarı gösteren Perinçek’ in sağa sola attığı çiçekler işte en fazla bu dönemde ilgi uyandırdı. Saçak dergisinde daha sonra ayrışacak ve geleneksel Maocu -kemalist çizgide tekleşecek olan Aydınlık hareketi, o dönemde teorik bir karmaşa ile solun hemen bütün kesimlerine gülücük dağıtmakla meşguldü. Perinçek’in kadroları Saçak’ta Yeltsin, Kagarlitskiy, Walesa gibilerine sahip çıkıyor, Stalin’e karşı hangi tutumu alacağına karar veremeden yalpalayıp duruyorlardı. Liberalizm, Kemalizm ve Maoculuk üç ana tema olarak kalırken, yeni solun bütün varyantları Saçak’ta satır aralarında pis pis sırıtmaktaydı.
Üstelik Türkiye solunda giderek yaygınlaşan “parti” tartışmalarının gözde üç isminden birisi yine Perinçek’ti. Aybar ve Yalçın Küçük’le birlikte yapay bir “birlik” görüntüsü verilerek diri tutulmaya çalışılan bu tartışmalardan en karlı çıkan elbette o oldu. Aydınlıkçılar, “Doğu değişmiş” diyen birkaç safı yanlarına katarak Sosyalist Parti’yi kurduklarında Perinçek “birlik gerçekleşiyor” demeçleri veriyordu. Oysa değişen birşey yoktu. Kısa süre sonra parti lokallerine Mustafa Kemal ve Mao resimleri asıldığında homurdananlar kapının önüne kondular. Taşrada ise, şu anda İşçi Partisi’nde olup, bu partinin hiçbir politikasını onaylamayan onlarca yönetici şimdilik parti binalarını açık tutma görevini sürdürüyorlar.
Gelenek, Aydınlık çizgisi ile mücadeleyi “polis” suçlamasına indirgemenin yanlış olacağını, bu yanlışa düşüldüğünde siyasetsiz solun siyaset yapmakta olan bir akıma güç katacağını hep vurguladı. Bu nedenle bu hareketin programı, siyaset tarzı ve ideolojik kalıpları üzerinde gerektiği kadar durdu.
Zaman zaman Saçak’ta, ya da başka yerlerde hareketimiz hakkında yazılar yazıldı. Sosyalist hareketin eteklerinde oluşan karanlık bir zeminde üreyen bu akım marksizme, işçi sınıfı hareketine zarar verdiği sürece, yakasını bırakmamak Gelenek‘in işi. Yani 1988’de “kafa adamları”ndan birisinin “önemsiz topluluk” dediği bizlerin işi…
1980’lerin ikinci yarısında solda tartışan başkaları da vardı. Yeni solun trotskist ve liberter kanatları “polemik” yapmada başkalarından geri kalmadı. Sivil toplumcu dalga ile sosyalist ülkelerdeki karışıklık bir araya gelince trotskizan-liberal cephe faaliyete geçiverdi. Daha sonra belli ölçülerde ayrışan bu cephenin en ilginç yayınlarından birisi Zemin’di.
Zemin, 11. Tez ve bazı yeni solcu aydınlar tam sol üzerinde teorik bir egemenlik kuracakken, Gelenek devrimci harekete yönelen gençler için güçlü bir çekim merkezi haline geliyordu. Olacak iş değildi! Zemin, kendisini meydana getiren cephenin “genişliği”ne güvendiği için olsa gerek, siyasi anlamda oldukça iddialı bir söylem tutturdu ve dağıldı. Ancak, daha sonra ortaya çıkan bir dizi liberter ve trotskist yayın için Gelenek bir karşıt referans noktası olmaya devam etti. Geleneksel sol ve yeni sol arasındaki tartışmaların, reformizm-devrimcilik ayrışması ile örtüşmesinin önüne Gelenek geçti. Koskoca geleneksel sol mirası reformizmle özdeşleştirme ve devrimci demokrasinin Türkiye’yle Latin Amerika’daki kavgacı siciline hokus pokusla sahip çıkma niyetindeki yeni solcu aydınlar bu işin kolay olmadığını anladılar. Gelenek, içerisinde “devrimci” başlığı altında toplanabilecek kimi tarihsel öğeler ve hareketler olduğunu kabul etmekle birlikte, yeni solun reformizmle çok sağlam bağlar kurduğunu inatla vurguladı.
Bu nedenle bugün yeni solun geçici yükselişinin pek fazla kalıcı iz bırakmadığı kanısında olanlar, bunda Gelenek‘in önemli bir katkısı olduğunu da bilmek durumundalar.
Gelenek, elbette başka “polemik”lere de girdi. Bunların arasında bugün devrimci dostluğumuzdan onur ve mutluluk duyduğumuz kişi veya hareketler var. Birbirimizi eleştiririz, birlikte kavga ederiz, yol alırız…
Siyasi tutarsızlık nedeniyle dolaşmadık masa bırakmayanlar veya bardağı taşıranlarla ilişkilerimiz ve tartışmamız ise zaman zaman ölçü ve biçim zenginliğine yol açtı. Açması kaçınılmaz oldu. Çünkü solun iç tartışmalarında bir temel ilke vardır: Herkesin gözleyebileceği yazılı, sözlü veya fiili olguların dışında spekülasyon yapılmaz.
Gelenek dün Yalçın Küçük’ e bu nedenle çok fazla tepki gösterdi. Kendisi Gelenek hakkında “devletin kolladığı hareket” diye yazarken, hareketimizin kadroları hakkında iğrenç yalanlar üretirken, “bunlar hayatlarında karakol görmemişlerdir” derken kendisinin herkes tarafından bilinen siyasal tercihlerini (SHP destekçiliği), herkes tarafından okunan tuhaflıklarını (Playboy röportajları), herkes tarafından izlenen şovlarını (bir dönem hep kürsüdeydi) merkeze alarak hazırladığımız sert eleştiri yazılarına yanıt vermiş olmuyordu. Gelenek, Yalçın Küçük’ ün dönem dönem rahatsızlandığı inancını taşıdı ve Küçük’ ün bu devrelerde siyasal yayınlarda bir yere sahip olmasını hiç anlayamadı.
Evet, Gelenek dün Küçük’e fazla tepki gösterdi. Ya başkalarına?..
Gelenek‘in onurlu ve anlamlı misyonunu taşıyamayan kimi eski yoldaşımızın hareketimize dair yazdıkları veya söyledikleri arasında siyasal değer taşıyan pek az şey vardı, bunları ilgiyle izledik. Ama genel olarak hayret ettik yapılanlara, yazılanlara… Hayret edemeyeceğimiz kadar sınırı aşanları ise biz yazdık bir kenara…
Hazır “polemik” adı altında yer veremeyeceğimiz bir “biçim”e değinmişken, az önce hareketimiz hakkında “önemsiz bir topluluk” dediğini hatırlattığımız Hasan Yalçın’ın geçenlerde bizi “Beşinci Kol” diye nitelendirmesini de listeye ekleyebiliriz. Kendisi ve çizgisi hakkındaki ihbarcı, Kemalist, işbirlikçi nitelemelerimizin öznel yakıştırmalarımız olmadığı 1980 öncesindeki Aydınlık gazetelerinde Türkiye devrimci hareketini açıkça ihbar eden yazı dizilerinden, faşistlerle birlikte düzenledikleri “Bayrağa Saygı” mitinglerinden, şimdilerde Kürt sorununda geliştirilen devlet ağzından kolaylıkla anlaşılabilir. Bütün bunlar ne kadar nesnel gerçeklikse, az önce adını andığımız kişinin “hıyar” olduğu da o kadar açıktır ve son yazıları ile bu özelliği tescillenmiştir.
Bu kişi için siyasi bir sıfat bulamayışımızın mazur görüleceğini umarak “polemik” bölümünü sonlandırıyoruz ve yayıncılık alanındaki diğer faaliyetlerimizi de kısaca hatırlatmak istiyoruz.
SİYASET İÇİN “SİYASET”…
1988 yılının Kasım ayında Siyaset gazetesi “Zaman Sosyalistleri Sıkıştırıyor” başlıklı kapak yazısı ile çıkmaya başladı. Gelenek, bir örgütlenme aracı olarak ilk yıllarında üstlendiği görevleri yerine getirmiş, ancak yayıncılık söz konusu olduğunda yeni araçlar kullanmanın zamanı gelmişti. Kaldı ki, zaman sosyalistleri gerçekten de sıkıştırıyordu ve Gelenek‘in yayıncılık alanında yalnız bırakılması doğru olmayacaktı. Ya, Marksist-Leninist kadrolaşmaya önemli katkılar yapan Gelenek‘in sırtına ek görevler yüklenecekti, ya da daha yaygın kullanılacak bir dergi çalışmasına girişilecekti.
Sosyalistlerin işçi sınıfı hareketi ile yeni temas noktaları kurmaya çalıştığı o dönemin en önemli özelliklerinden bir tanesi sol içinde oldukça hararetli tartışmaların başlamış olmasıydı. 12 Eylül’le birlikte tutsak düşen kadroların bir bölümünün tahliyelerinin de yardımıyla kartların yeniden karılması güncel bir sorun haline gelmişti. Siyaset gazetesi bu sancılı dönemin içerisinde solun diğer bölmelerinde daha yakından tanınmaya başlayan Gelenek‘çilerin siyasal tartışma aracı olarak anlamlı bir görev üstlendi.
Aslında Gelenek, daha önce gerçekleşen “seçimlerde bağımsız sosyalist aday çalışmaları” sayılmazsa, sol içi tartışmalarda en fazla “Kuruçeşme Toplantıları” olarak adlandırılan ve BTDK süreci ile ete kemiğe bürünen süreçte tanındı.
KİM NE UMDU NE BULDU?
Türkiye solunun 1980’den sonraki toparlanışının sürekli olarak gecikmesi ve bu gecikmeyi Perinçek gibilerinin akıllıca kullanması, değişik çevrelerle bazı bağımsız aydınları yeni arayışlar içerisine sokmuştu. Kuruçeşme toplantıları böyle başladı.
Bu sürecin içinde yer alan her kesimin niyetlerini aynı kaba koymamız mümkün olamıyor. Tartışma sevdalısı bir bölüm grup ve kişi toplantıların solun siyasal ve örgütsel sıçramasını sağlayan geçici bir uğrak olmasını hiç istemedi. Amaçları ancak ve ancak gevezelik ederek sağlayabilecekleri bir popülerliği uzun süre dorukta tutmak olan bu kesime 12 Eylül öncesinin prestijli ve önemli hareketi Kurtuluş’un mirasını devralanlardan büyük bir yardım geldi. Kurtuluş sözcüleri, “yasal partiyle bu işler olmaz” diyerek, bu toplantıların partileşmeye yardımcı olması gerektiğini söyleyenleri “pek devrimci bulmadıkları”nı ilan ediyorlardı. Şimdi Birleşik Sosyalist Parti’de uygun ve yerini dolduran bir Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapan bu sözcülerden birisi, çok değil, bundan dört yıl kadar önce “ne işi var reformistlerin burada” sorusunu hararetli bir biçimde soruyordu. Hakikaten ne işi vardı?
Gelenek, Kuruçeşme toplantılarına sosyalizmin kendi kabuğunu çatlatması için gösterilecek ortak çabaya omuz vermek için katılma kararı almıştı. Türkiye solunun ciddi bir kuşatılmışlık yaşadığı, bu kuşatılmışlığın yeni canlanma kanallarının yaratılması sayesinde giderilebileceğine inanılıyordu. Bu kanalların solun değişik geleneklerinin belli bir süre birlikte sürdürecekleri çalışmaların ürünü olabileceği de düşünülmekteydi. Yeni sol, reformist ve geleneksel solun radikal kanadından gelen örgüt veya aydınların çerçevesi iyi belirlenmiş bir pratik içerisinde ortak hareket etmesinden murad edilen üç temel sonuç vardı:
1) Türkiye’de sosyalizm, bir toplumsal proje olarak daha geniş kesimlere, kuramsal ve didaktik olmayan bir gündemle ulaşacaktı.
2) Sol içerisinde bir türlü tamamlanmayan ayrışma süreci, birlikte iş yapmanın ve tartışmanın etkisiyle kısa sürede olgunlaşacak ve az çok bir netleşme sağlanacaktı.
3) Bu süreç içerisinde ön plana çıkacak ve dışa yönelik çalışmada ağırlığını koyacak ihtilalci öğeleri, Türkiye sosyalist hareketini belirleyen akımlar haline gelecekti.
İlk bakışta bu yaklaşımın gerçekçi olmadığı ve gelişmelerin Gelenek‘in iyimserliğini onaylamadığı rahatlıkla söylenebilir. Ancak, Kuruçeşme sürecinde bütünüyle havanda su dövülmediği de bilinmelidir. Daha sonra ortaya çıktığı gibi, Türkiye solunun bu toplantılara en fazla burun kıvıran kesimleri, hatta o dönem cezaevinde tutsak olan devrimciler bile, süreci büyük bir dikkatle takip etti. Yaşanması gereken, tüketilmesi gereken bir süreçti bu.
Sonuçta “birlik”te iş yapmanın her zaman mümkün olmayacağı görüldüğü gibi, bazı durumlarda “birlik”te anlamlı işlerin yapılamayacağı da ortaya çıktı.
Geleneksel sol kökenli reformistlerle maoculuktan bozma kimi liberal kadrolar birkaç toplantıda boy gösterdikten sonra soluğu SBP’de aldılar.
Trotskist gruplar başta olmak üzere yeni solcu katılımcılar, birkaç istisnayla “Stalin geleneği ile hesaplaşma”ktan başka bir dertleri olmadığını kanıtladılar. Doğal ki cevaplarını aldılar.
Kurtuluş ise kendi iç tartışmalarını bu toplantılara taşıyarak adım atılmasını engelliyor, fazla sıkışınca ve örneğin “parti kurulmalı” vurgusu daha kuvvetlice yapıldığında “bu işler legal partiyle olmaz” diyordu.
Gelenek, bu toplantıları izleyenlerin önemli bir bölümünün “sosyalist demokrasi” başlıklı tartışmaları izlemek, ya da 4. Enternasyonal’in büyük silkinişini müjdeleyen naif konuşmalara katlanmak için orada bulunmadığını anlamayanları geride bırakarak ve partileşme sürecini başka bir çerçevede sürdürmek için BTDK toplantılarını terk etti. Gelenek‘in bu adımından sonra Kuruçeşme toplantılarına dair beslenen umutlar da kayboldu.
Bu adım sırasında Gelenek‘le birlikte davranan 10 Eylül çevresi ve TSİP’ in oto likidasyonuna karşı tavır alan bir grup, parti çalışmalarını yeni bir içerikle sürdürme kararı almışlardı. Çalışmaların ortaya çıkardığı gereksinim doğrultusunda Siyaset gazetesi yayınına “siyasete veda siyasete devam” yazısı ile son verdi. Birkaç ay boyunca süren “bülten”ler bir partiye işaret etmekle birlikte Gelenek, diğer dostlar tarafından bu çalışmalarda fazlasıyla yalnız bırakıldı. Nitekim kısa bir süre sonra TSİP kökenliler pek inandırıcı olmayan bir açıklama ile “kendi başlarına kalmak istediklerini” ilan ettiler.
Kendilerinin homojen bir parti kurmak istediklerini söyleyen ve bunu TSİP’in yeniden kurulma olanağı çıktığında az çok gerçekleştiren Turgut Koçak ve arkadaşları, daha sonraki yıllarda Maocu İP ile birleşmenin eşiğine gelerek homojenlikten ne anladıklarını da gözler önüne seriyorlardı.
TSİP’lilerin çekilmesinden sonra 10 Eylül ve Gelenek tarafından devam ettirilen partileşme çalışmalarına bu kez Emek çevresi dahil oldu. Ancak ortada şöyle bir problem vardı: Gelenek onca tartışma ve yaratılan beklentiden sonra, oyalanmadan bir an önce somut adım atılmasını talep ediyordu. 10 Eylül’cüler de bunu arzu etmekle birlikte, adımların atılmasında nedense fazla istekli davranmıyorlardı. Emek’çiler ise, bu bileşimin parti kurmak için yetmediğini, zaten hedeflenmesi gerekenin gerçek bir sınıf partisi değil, bir sol kitle partisi olduğunu savunmaya başlamışlardı.
Gelenek, bu dönemde çalışmaların olabilecek en ileri noktaya çekilmesini sağlamak için gereken bütün çabayı gösterdi. Önce partileşmeyi örgütleyecek ve propaganda edecek bir gazetenin yayınlanması, sonrasında programın ortaya çıkartılması ve ardından partinin fiilen kurulmasını kapsayan faaliyet planı Emek tarafından kabul edilmedi. Bu dönemde Emek’in, Kurtuluş ve kimi zaman SBP ile temasta olduğu zaten biliniyordu. Emek, Gelenek‘in açık ve somut hedeflerinin kendisine uygun olmadığını ilan ederek çalışmalardan çekildi. Gelenek‘in ısrarlı davranışına hak veren 10 Eylül çevresi ise, Emek’in çekilişinin akabinde partileşme sürecinde yer almayacağını ama Gelenek‘in çalışmalarını yakından izleyeceğini açıkladı!
Zaman, Emek için uygun olanın BSP olduğunu gösterdi. Gelenek‘in sözünde durarak gündeme soktuğu ve Türkiye solunun bugüne kadarki en sağlıklı siyasal belgesi olan “Sosyalizm Programı”nı “sol” bir söylemle eleştirmeye kalkarkenki samimiyetin derecesi BSP’ de bitmek bilmeyen program tartışmalarında ortaya çıktı. Gelenek‘e “Türkiye’de başka devrimciler de var” diyerek parti çalışmalarını ağırdan almak gerektiğini söylerken neyin kastedildiği, BSP oluşumunun eklektik ama mutlak anlamda reformist yapısında anlaşıldı.
Diğer çevrelerin isteksizliği ve ayrılmaları, Gelenek‘i bu kez bütünüyle kendi kimliği üzerinden bir partileşme sürecine yöneltti. Böylelikle daha birkaç yıl öncesinin geniş çerçeveli projesi hem Türkiye nesnelliğinde, hem de soldaki gelişmeler sonrasında ciddi ölçülerde farklılaşıyordu.
ÇARK ÇEKİÇ, İKTİDAR, PARTİ…
1991 yılının sonunda Gelenek, parti kuruluşu için bir takvim açıkladı. Buna göre 1992’nin başında bir gazete yayınlanmaya başlanacak, ardından program taslağı, tartışmaya açılacaktı. Partinin kuruluşu ise sonbahara bırakılıyordu.
Bu takvime harfiyen uyuldu. İktidar gazetesi, 15 günlük bir periyotla yayın hayatına başladı. Bunu “Sosyalizm Programı”nın dağıtımı izledi. Programın tartışılması için çok sayıda toplantı düzenlendi, öneriler alındı. Sonunda 22 Ağustos 1992’de düzenlenen Konferans ile Sosyalist Türkiye Partisi’nin çark çekiç amblemiyle 6 Kasım’da kurulması karara bağlandı. Aynı Konferans’ta bir girişimciler kurulu seçilerek çalışmalar hızlandırıldı.
Bundan sonrasını burada anlatmak istemiyoruz. Sosyalist Türkiye Partisi’ni, partinin etkinliklerini, kapatma davasını, bu davaya karşı verilen mücadeleyi, Sosyalist İktidar Partisi’nin kuruluşunu… Bütün bunları Gelenek‘te, diğer yayınlarımızda veya bizzat yaşayarak, gözleyerek izlediniz.
Ancak 6 Kasım 1992’den bugüne gelirken partili mücadelenin ana hatlarını birkaç başlıkla hatırlatmak istiyoruz.
Bizim partili mücadeleden anladığımız, burjuva yasalarıyla muhatap olunduğu bahanesine sığınılarak kaçkın, entrikacı ve ertelemeci bir pratik hiç olmadı. Partili mücadelenin en az muhatap olduğu yasalar kadar önemli kuralları olduğunu biliyorduk ve bunu kanıtlamaya çalıştık. Türkiye’de yasal parti denince anlaşılan özellikleri kendimizden uzak tuttuk.
İşçi sınıfı hareketinin sendikal yönetimler tarafından temsil edildiği kanaatini hiç kabullenmedik, bunu sol içinde pazarlayanlarla hesaplaştık ve KAHROLSUN SENDİKA BÜROKRASİSİ sloganını cesaretle haykırdık. İşçi sınıfının Bayram Meral’lere Şemsi Denizer’lere mahkûm olmadığını her fırsatta haykırdık. Gerektiğinde onları ve benzerlerini meydanlarda yuhaladık. Sınıf örgütlenmesinin tek biçiminin sendikalardaki garip dengeler üzerinde akrobasi yapmak olmadığını gösterdik.
Kürt hareketinin sosyalist hareketin sorunlarını çözecek bir kurtarıcı olduğunu açık ya da örtülü söyleyenlerle de hesaplaş tık. Bu hareketin Türkiye devrimci hareketi içerisindeki önemli yerini duygusallık ve tepkisellikten uzak bir biçimde ama Enternasyonalist sorumluluklarımızı bilerek değerlendirdik. Enternasyonalizmi, pazarlamacılıkla, duyarlılık gösterileriyle karıştıranların durumuna düşmedik. Kürt dinamiğini sosyalizmin çıkarlarının karşısına çıkartmadan ele almak gerektiğini hiç unutmadık.
Partinin örgütlenme faaliyetlerini işçi sınıfının yoğunlaştığı havzalara kaydırdık. Hedeflenen bölgelerde geliştirilen araçlarla sınıflar mücadelesinde özel anlam taşıyan kazanımlar elde ettik.
Geleneksel solun geçmişinde özellikle ihmal edilen ve devrimci demokrasiye terk edilen mahalle örgütlenmesi alanında çok önemli bir birikim yarattık. Buralarda ideolojik ve siyasal mücadelenin zenginliğini yakalamak için yoğun bir çalışma başlattık. Sosyalizmin bu mahallerde yükselişe geçebileceğini gördük, daha fazla umut sahibi olduk.
Şeriatçı ve faşist hareketin Türkiye solunu kuşatma girişimlerine karşı geri adım atmadan direnme ve sınıf dinamiklerinin yardımıyla bu karşı devrim güçlerini geriletme kavgasını sürdürdük.
Partili mücadelede bütün bunlar hayata geçirilirken birçok kesim tarafından iç sorunlara karşı “şerbetli” olduğu düşünülen Gelenek‘in yeni siyasal görevlere yönelirken birikmiş bazı sorunları çözerek yoluna devam ettiği görüldü. Dışa düşenlerin o ana kadarki sorumlulukları ve katkıları ne olursa olsun, Gelenek, kendi misyonlarını yerine getirme iradesinden hiçbir şey yitirmedi. O ana kadar Gelenek‘le özdeşleşen kimi sosyalistler ise Gelenek dışına düştüklerinde eski iddia ve saygınlıklarını koruyamadılar.
Gelenek, belli dönemlerde kendi içerisinden kadro kaybetmenin her zaman mümkün olabileceğini bilen bir harekettir. Ancak, bunu engellemek için gerekli her türden önlemin alınmasına uğraşan bir çalışma biçimi de geliştirmiştir. Siyasal bir hareketin yaratılması sürecinde, hareketin zaman zaman eski bazı alışkanlıkları aşması gereken bir dönemde yaşanan kimi kayıplar Gelenek‘in ne kendi hattında herhangi bir erozyona neden olmuştur, ne de bu türden kayıplar siyasi mücadele içerisinde bir rutin haline getirilmiştir.
Gelenek, şu anda iç konsolidasyon konusunda büyük bir mesafe almıştır. Hareket, siyasal, teorik, ideolojik mücadelede perspektifler açısından son derece net ve homojen bakabilen kadrolarla yoluna devam etmektedir.
Bu nedenle Gelenek, bundan bir yıl önce vurguladığımız gibi, kendisine ve dostlarına karşı verdiği önemli sözleri tutmakta olan, tutmaya devam edecek bir harekettir. Bu sözlerin tutulması için inancımız ve kararlılığımızı daha da artırarak girdik 1995 yılına.
Türkiye solunu reformizme, geri perspektiflere ve kolaycı yaklaşımlara mahkum etmemeye kararlıyız. Bu kararlılığımız sermayenin her türden saldırısına, her türden tecrit girişimine rağmen giderek daha da pekişiyor.
Mücadele yeni kadrolara, yeni sınıfsal dinamiklere ulaşıyor. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Bizim ülkümüz, iddiamız, programımız ve kavgamız bu toprağa, insanlığa yabancı değil ki… Bizim kavgamız da, hedefimiz de, iddiamız da belli:
Bu memleket bizim; bu memlekette gelecek sosyalizm…
GELENEK
3 OCAK 1995