Önceki yazıda faşist hareketle ilgili genel bir değerlendirme yapılmış ve 80’den bu yana faşist partinin durumu ele alınmıştı. Bu yazıda MHP’nin yükselişi ve üstlendiği misyonlar kriz dönemi bağlamında ele alınacak ve faşist hareket karşısında sosyalist politikanın genel bir çerçevesi çizilecek. Faşist partiyle ilgili özel bir değerlendirmeye gidilmesinin temel nedeni bu partinin burjuva iktidarın korunması yolunda üstlendiği özel misyonlardır.
YÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK
Milliyetçiliğin yükseltilişi ile MHP’nin yükselişi arasında karşılıklı bir besleme-beslenme ilişkisi bulunsa da, ikisinin dinamiklerini ayrı ayrı ele almak gerekiyor. Bunları bir ve aynı süreç olarak görmek eksikli bir yaklaşım olacaktır.
Türkiye burjuvazisi, milliyetçiliği yamalı ideoloji bohçasından hiçbir zaman eksik etmedi. Uygun zamanlarda uygun dozajlarda çıkarıp çıkarıp kullandı. Ancak milliyetçiliğin yükselişinin bugünkü boyutlara varması, büyük oranda, burjuvazinin krizin (yaşanan ve olası) toplumsal boyutlarından duyduğu korku ile ilişkili.
Öncelikle milliyetçiliğin yükseltilişi ile kriz koşulları arasındaki bağı kurmamız gerekiyor. Olağan dönemlerde dahi toplumu düzene bağlama konusunda sıkıntı çeken Türkiye burjuvazisi, kriz koşulları altında ciddi bir sıkışmışlık yaşıyor. Bu sıkışmışlık, burjuvazinin ideolojik alandaki en önemli güvencesi olan depolitizasyonu ek kanallarla beslemesini zorunlu kılıyor. Bu noktada milliyetçilik, sınıf çelişkilerinin üstünü örten, toplumu konsolide edici etkisiyle gündeme ilk gelen unsurlardan biri oluyor. Türkiye’de milliyetçiliğin tarihsel olarak da burjuvazinin kontrolü altında gelişmiş olması, bu motifin fazla sakınılmadan kullanılmasına olanak tanıyor. “Türkiye için çalışıyorum” kampanyasındaki mesaj, milliyetçilik-kriz ilişkisini en iyi somutlayan örnektir.
Bugün varılan noktada ilginç olan, milliyetçilik salgısının burjuva siyasal aktörlerin renklerini belirlemede ulaştığı etkinliğin boyutudur. Yükselen milliyetçilik en uç söylemini doğal olarak MHP’de bulduğu halde, burjuvazinin tüm kurumları ve bütün düzen partileri yükselen dalgaya kendilerini uyarlayarak milliyetçiliğe politikalarında uygun bir ağırlık verdiler. Milliyetçiliğin yükseltilişi, bir yandan motifin “en has temsilcisi” MHP’ye açılım imkânları sunarken, diğer yandan diğer partilerin de alanı boş bırakmamaları bu kanalın tamamen MHP’ye akmasını engelliyor. Bunun yanında burjuva ideolojisindeki diğer motiflerin dengeleyici etkisi (örneğin “çağı yakalama” söyleminin toplumsal vicdanda bulduğu yansı) kontrolün elden kaçmasını büyük ölçüde engelliyor. Milliyetçiliğin tabandan gelen bir dinamizmle yükselmemiş olması, bizzat kendi eliyle alana sürülmüş olması, burjuvazinin sakınımsızlığındaki temel güvencesidir.
Burjuvazi, altyapıda sistemi düze çıkartacak dönüşümleri gerçekleştiremediği oranda (ki ufukta böyle bir dönüşüm gözükmüyor) ideolojik tutkallara ihtiyaç duyacak. Kontrolden çıkma riskinden kaygı duyulmadığı koşullarda da milliyetçilik bu unsurlar arasında başı çekenlerden birisi olacak gibi görünüyor. Zayıf halkalara özgü, sistemi üstyapıyı güçlendirerek ayakta tutma modeli aynı zamanda bir kırılganlığı da içeriyor. Toplumsal anlamda bir “sağduyu”nun varlığı elbette sosyalistler için pek hoş değil ancak sınıfa yöneltilen ekonomik ve siyasal saldırı “üstyapı girişimleri”nin temelsizliğini açığa vurur nitelikte. Sosyalistler soyut bir milliyetçiliğe karşı değil, yükseltilen milliyetçiliğin aynı zamanda sınıfa saldırı olduğuna parmak basarak politika üretmelidir. “Türkiye için çalışıyorum” gibi kampanyaların kofluğu kullanılmalıdır. Milliyetçi yaklaşımlar karşısında sınıfa düşmanın içerde olduğu, kapitalist sistem altında Türkiye için değil, burjuvazi için çalıştıkları vurgulanmalıdır.
MHP’NİN YÜKSELİŞİ
MHP’nin yükselişini incelerken göz önünde tutulması gereken iki temel yön var:
I-Burjuva siyasetinde MHP’nin yükselmesi için uygun bir konjonktürün oluşması
II-Bu uygun konjonktür içinde MHP’nin kendi önünü açması
Birinci başlık 3 alt-başlıkla açılabilir:
a)MHP’nin burjuvazinin siyasal açılımları içinde kendisine yer bulması; buna paralel olarak MHP’nin “siyasallaşması”
b)Kriz sürecinin sigortası olarak burjuva siyasetinin marjlarının genişlemesi; olağan dönemlerde “uç” sayılan unsurlara dönük kapsayıcılığın arttırılması ve bu “uç”lara daha yakın bir noktada yeni dengenin kurulması
c)Zor mekanizmalarının tahkim edilmesi gereği; karşı-devrimci güçlerin yedeklenmesi ihtiyacı
I-a) 80 sonrası ANAP içindeki “dört eğilim” den biri olarak vücut bulan milliyetçi kesim, daha sonraları “dış politikada saldırganlık, Kürt sorununda askeri çözüm” çizgisinde ortaklaşan DYP’nin “şahinler”i, ANAP içinde bir kesim, ve MHP’nin bütününde varlığını sürdürdü. Burjuva siyaseti içinde konjonktüre göre zaman zaman öne çıkan zaman zaman geride tutulan bu eğilim, son dönemde kriz koşullarının da dayatmasıyla birlikte burjuvazinin kimi açılımlarına önemli ölçüde rengini verdi. Burjuvazinin Kürt sorununa yaklaşımı, ateşkes döneminden sonra, askeri çözüm yönünde süreklileşti. Daha önceki dönemde Kürtlere yönelen kirli saldırı daha çok gizlenmeye çalışılırken, ateşkes sonrasında bu kirli saldırıya -büyük oranda medyanın katkılarıyla toplumsal onay aranarak devam edildi. “Terör” ülkenin bir numaralı gündemi olarak sunuldu. Bu çaba karşılığını belirli oranlarda buldu. MHP ise özellikle 27 Mart seçimi döneminde burjuva siyasetinde kendi iradesi dışında açılan bu kanalda en net “çözüm”leri ortaya koyarak rant topladı.
MHP’nin 80 sonrasında politik varoluşunun koşullarını genişletme çabası içine girerek “çağ”a daha çok ayak uydurmaya çalıştığını görüyoruz. MHP’nin “merkez sağ” parti görüntüsüne yakınsaması bu süreklilik içinde kavranmalı. Fakat MHP’nin, kendisini burjuva siyaseti içinde fonksiyonel kılan ayrıksılığını bir kenara attığı düşünülmemeli. 80 sonrasında MHP burjuva siyasetinde baş aktörlerden biri olma fırsatını daha çok siyasette ağırlık kazanan kimi yönelimler içinde mantıksal “uç”u temsil ederek yakaladı. Ve bu şansı kendisine aktif misyon tanındığı oranda realize etme imkanını buldu. Türkî Cumhuriyetlerin ortaya çıkması bu çakışmanın ilk ciddi örneğidir. MHP’nin bu konumu devletle iç içeliği sayesinde ve pragmatizmi kullanışıyla pekişti. MHP burjuva siyasetinin “merkez”inde kendisine yer bulduğu oranda ülke gündemini belirleyen konulara olan ilgisini geliştirdi.
b)”80’lerin ilk yarısındaki ANAP’ın içerdiği dört eğilim” ifadesi demagojik yönüne rağmen bir doğruya da işaret ediyor. Burjuvazinin siyasal programının net olduğu açılım evrelerinde, “uç” eğilimler bu programla uzlaşmak dışında fazla şansa sahip olmuyor. Bu dönemlerde burjuvazinin ideolojik hegemonyası sağlamlaşmış oluyor ve “uç” eğilimlerin siyasal açılım kanalları pek bulunmuyor. Büyük ölçüde ekonomik tıkanmışlık nedeniyle ortaya çıkan siyasal Programsızlık, bu “uç” unsurlara siyasallaşma dinamikleri sunuyor. Olağan dönemde uzlaşma halinde bulunan eğilimler, tıkanmanın başlamasıyla birlikte, merkezkaç eğilimine girmeye başlıyor. Merkez, bu uçları kapsamak üzere harekete geçiyor. Ancak bu arada “uç”lar merkeze kendi renklerini de vermiş oluyorlar ve yeni denge marjlara daha yakın bir yerde kuruluyor.
c)MHP bir yandan burjuva siyasetinde “merkez sağ” bir parti görünümüne yakınsarken, diğer yandan partinin militan tabanına dönük mesajları farklılaşmadı. Bunun nedeni, burjuvazinin MHP’ye biçtiği yedek karşı-devrimci güç misyonunun aslında değişmemiş olması. Ek bir nokta, düzenin kolluk güçleri içinde, özel timde, emniyette, MHP’lilerin şimdiden istihdam edilmiş ve etkin olmaları. Kriz süreci içinde ideolojik hegamonyası zayıflayan burjuvazi, bir yandan üstyapıyı güçlendirmeye çalışırken diğer yandan “zor”un da şiddetini arttırıyor. MHP’nin devlet aygıtı içinde merkeze yaklaşması ve bir iktidar ortaklığının yakın gözükmesi, 80 sonrasında devletten “üvey evlat” muamelesi görmekten yakınan faşist militanlar için önemli bir moral kaynağı oldu.
II-MHP’nin, yükselmesine elverişli olan konjonktürü oldukça verimli bir şekilde kullandığını belirtmek gerekiyor. 80’de Türkeş’in “davanın sürekliliğini sağlamak için” kadrolarını ANAP’a yollaması, MHP’nin her dönem için geçerli olan iktidara yakın olma stratejisine bir örnektir. Meclis’te her önemli oylamada DYP’yi ihya eden MHP, bugün DYP’nin yanı sıra ANAP’ı da gözeterek gerçekten de “pragmatizmi en iyi kullanan burjuva partisi” sıfatını hak ediyor.
Diğer yandan MHP, siyasal etkisini oldukça aşan örgütleyiciliğiyle önünü açmaktadır. Bunu büyük oranda devlet içi kadrolaşmasının sunduğu olanaklara ve bunun da yardımıyla yerelliklerde yürüttüğü faaliyetlere borçludur. Partinin çeşitli kolları toplu sünnet törenleri, yoksulları giydirme kampanyaları gibi etkinliklerle yoksul semtlerde popüler olmaya çalışmaktadır. MHP’nin yerelliklerdeki başarısı büyük oranda, pek çok mekanda (kahve, futbol maçı, liseler vs.) örgütleyici olabilmesinden ve örgütleme araçlarının çokluğundan (özendirmek, vaatte bulunmak, maddi olanak sunmak, “çevre” sunmak, korkutmak) kaynaklanmaktadır. Ortaya çıkan sonuç daha çok çocuk yaşlarda, lümpen, fazlasıyla heterojen (Kuşadası’nda kendilerini turistlere satan genç delikanlılar hatırlanabilir); “Başbuğ Türkeş”, “Kahrolsun PKK” gibi sloganlar etrafında bütünleşmiş bir faşist “militan” birikimidir. Ancak bu birikim fazla hafife alınmamalıdır.
Bu tablodan MHP’nin klasik anlamda -taban dinamizmine dayanarak yükselen bir hareket olmadığı sonucu çıkıyor. Diğer yandan MHP’nin yükselişi, mantıksal olarak, tabanı dinamize eden bir yön de barındırıyor. Bugünkü koşullar altında, burjuvazi MHP’nin kendi güdümü altında olmasına fazlasıyla güvenmekte, partinin yükselişi karşısında pek endişe duymamaktadır. Faşist partinin iktidar ufkunun olmayışı ve kadrolarının niteliksizliği burjuvazi için ek güvencelerdir. MHP devlet içindeki konumunu güçlendirdikçe daha çok yükselmekte ve yükseldikçe devlet içinde kendisine daha geniş bir alan bulmaktadır. Ancak MHP’nin yükselişinin aynı zamanda genç tabanında yarattığı şımarma eğilimi ve pervasızlaşma bu dengeyi nazikleştirmektedir. MHP’nin militan tabanının aktivizmi, düne kadar, futbol maçlarına, sokak kabadayılıklarına ve Kürt düşmanlığına akmaktaydı; ancak MHP güçlendikçe, bu “dinamizm” kendisine başka kanallar da aramaya başlamıştır.
Sol bir yükseliş döneminde, kendisine akacak bir kanal bulabilen bu dinamizm, böyle bir kanalın şimdilik yeterince güçlü olmadığı bir dönemde burjuvazinin başını ağrıtabilir. Bir sol yükseliş döneminin öncesinde ortaya çıkacak bu dinamizm, karşıtının yükselmesinde de rol oynayabilir. Ya da burjuvazinin MHP’yi olağan sınırlarına dönmeye zorlayacağı bir geçiş evresinde bu dinamizm kontrolden çıkma riskini de barındırır. Ancak son söylenen ihtimal dâhilinde bu dinamizmin iktidarı hedefleyen bir yönelim içine girmesi pek beklenmemelidir. Ortaya çıkan sonuç, ancak başıbozuk eylemlilikler olabilir.
Bu söylenenler, MHP’nin kimi alanlarda özgül misyonlar üstlenmeyecek oluşu anlamına gelmiyor. Son dönemde örneklerine giderek daha sık rastlanan faşist-solcu çatışmaları, sol hareketi belirli mekanlardan çıkarmak ya da yalıtmak üzere düzenlenen ve polisin işbirliğinin fazlasıyla açık olarak görüldüğü olaylardır. Bazı üniversite ve mahallelerde yürütülen faşist saldırılar, yetersiz kalsa bile, polis müdahalesine gerekçe oluşturmaktadır. Sosyalist hareket güç kazandıkça bu türden planlı eylemler sıklaşacaktır.
Yükselen MHP’nin artan bir taban dinamizmi üzerinde yeniden şekillenmesi de ihtimal dışı olmadığı halde, partinin iktidar ufkundan yoksun oluşu ve üst düzey kadroların işbilirliği, MHP’nin burjuvazinin kendisine sunduğu sınırlar içinde hareket edeceği düşüncesini besler niteliktedir. Kaldı ki, siyasal tasarımları zayıf, ne kadar istese de “aksiyoner” bir parti olamayan, devletle işbirliği içinde yakaladığı konjonktürü iyi kullanarak yükselen MHP’nin, kendi kitlesini bile bütünsel bir iktidar hedefi doğrultusunda hareketlendirmesi kolay olmayacaktır. Lider kadronun hareket üzerindeki kontrolü bugün için militan tabanın aşırılıklarını soğurabilecek düzeydedir. Kontrolden kaçan kimi eylemler ise “gençlik aktivizmi” olarak nitelenecektir.
Burjuvazinin kriz dönemi içinde MHP’ye duyduğu ihtiyaç ile MHP’nin yükselişi uyum içindedir. MHP’nin konumu, krizin ilerlemesi koşulunda mevcut şekli içinde güçlendirilecektir. Siyasal alanda belli ölçülerde rahatlama yaşanırsa, MHP’nin durumu, verili hali düşünülerek, tekrar gözden geçirilecektir. Ancak Türkiye’de burjuvazinin MHP’yi gözden çıkartabileceği koşullar hiçbir zaman oluşmayacaktır.
KÜRT HAREKETİ KARŞISINDA MHP
MHP’nin devletle iç içe geçmişliği en net şekilde kendisini Kürt hareketi karşısında açığa vurmaktadır. Özel timin içindeki faşist kadroların yoğunluğu, bu saldırgan gücün kuruluşundan bu yana biliniyor. Bugün MHP’ye bölgedeki devlet “erk”inin güçlendirilmesi için ek misyonlar verildiği görülmektedir. Bu misyonlar siyasal yöntemlerle değil, baskı ve tehdit aracılığıyla realize edilmektedir. MHP, korucular ve resmi güvenlik güçleri ile elele vererek, halkı devletle işbirliğine zorlamaktadır. (Bölgedeki kirli saldırının doğası gereği, burada kan döken asker ve korucuların faşist kadrolarla aynı ruh haline sahip olması da zor koalisyonunu pekiştirmektedir.) Bundan birkaç yıl önce PKK’ya karşı güçbirliği yapan aşiretlerin çoğunun törenle MHP’ye geçmesi, bölgede devlet erkini güçlendirme görevini üstlenen adresi açık hale getirmiştir. Devlet yıllardır PKK’ya verdiği zararın sadece fiziksel bir zarar olmasından, açtığı boşluğu bölgede kendi varlığını güçlendirerek sürekli kılamamaktan muzdariptir. DEP’in sokulmadığı yerel seçimlerde RP’nin azınlık oylarıyla şans yakalaması burjuvazi üzerinde uyarıcı etki yapmış ve RP’nin yükselişinden tedirginlik duyan burjuvazi, DEP karşısında RP’yi “ehven-i şer” olarak görmek yerine bölgede MHP’nin varlığını güçlendirmiştir. Yöntem açıktır: Bir yandan PKK’ya dönük askeri saldırı tüm yoğunluğuyla sürdürülürken, diğer yandan bölgede PKK’nın meşruiyeti güç kaybettiği propogandasıyla sarsılmaya çalışılmakta, bunun tutmadığı oranda baskı ve zor devreye sokulmaktadır. Önceki dönem-den farklı olarak, devletin bölgede kontrolünü güçlendirmesi için kullanılan araçlar çoğaltılmaktadır.
Köylerin boşaltılması, jandarma-korucu nüfusu yoğun yeni köy merkezlerinin oluşturulması sonrasında yapılacak bir seçimde, silahların gölgesi altındaki sandıklardan (seçim pusulalarının tasnifi esnasında yapılan ikinci tasnifin de yardımıyla) MHP’nin kimi yerlerde “oy patlaması” yapması mümkündür. Ancak bunu siyasal bir başarı olarak yorumlamak anlamlı olmayacaktır. MHP, her ne kadar, Güneydoğu’da ırkçı politikalarını geride tutuyorsa da, sicilini unutturamayacaktır.
MHP’nin bölgedeki askeri varlığına gelince… Bu savaşın çıplak bir şekilde MHP tarafından yürütülmesini ne burjuvazi ne de MHP ister. Türkeş’in “Gerekirse kan dökeriz” açıklaması, partinin PKK karşıtlığı çerçevesinde verdiği mesajlardan biridir. Mesajın dozu, devletin Kürt hareketi karşısındaki net politikasına uygunluğunun verdiği rahatlık içinde belirlenmiştir.
RP-MHP İLİŞKİSİ
İkisi de yükselme trendi içinde bulunan RP ve MHP arasındaki gerilimin temel nedeni, iki partinin hitap kitlelerinin geçişkenliğidir. Elbette ki, bu iki parti tabanlarını genişletme arayışı içinde öncelikle birbirlerinin tabanına göz dikeceklerdir. Ancak dikkat edilmedir ki, bu gerginlik bugün için burjuva siyasetinin olağan “centilmen rekabeti” içinde sürdürülmektedir. İki parti arasındaki olası gerginliklerin daha çok yerel mevzilerde ortaya çıkması beklenebilir. Ancak bu tür kavgaların sistemli çarpışmalar şeklinde değil, küçük sataşmalar şeklinde olması daha muhtemeldir.
Milliyetçiliğin yükseltilmesinde RP’nin önünü kesmeye dönük bir boyut da bulunmaktadır. Burjuvazi, islami hareketin tek başına laisist kampanyalarla kontrol altına alınamayacağının farkındadır. MHP’nin pragmatist müslümanlığı, dinsel zeminde ifade bulan tepkileri milliyetçilik kanalına akıtma işlevini görmektedir. Bu açıdan bakıldığında, MHP militanlarının Cumhuriyet Bayramı karnavalının yanısıra Bosna mitinglerinde de boy göstermeleri tutarlı olmasa bile anlamlıdır.
Son dönemde RP’nin başarısı büyük oranda geleneksel tabanını aşarak büyük kentlere girebilmiş olmasından kaynaklanıyor. İki kesim de büyük kentlerin kenar semtlerindeki kent yoksulları ve lümpen proletaryaya dönük örgütleyici etkinliklere sahip. Buradaki örgütlenme faaliyeti siyasal ve ideolojik etkiden çok örgütleme meziyetlerine bağlı olduğu oranda, “eli uzun” olanın ve daha çok olanak sunanın buralarda şansının daha fazla olacağı söylenebilir. İktidar ortağı bir MHP’nin hem prestij açısından hem de maddi imkanlar dolayısıyla bu bölgelerde etkinliğini arttırması muhtemeldir.
Krizin derinleşmesi koşullarında iki partinin etkinlik alanlarının genişlediği oranda militan tabanların karşı karşıya gelmeleri oldukça muhtemeldir. Fakat, bu kesimlerin karşılarında ortak bir düşman bulacakları bir konjonktürde, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nde olduğu gibi, birlikte hareket edecekleri de kuşku götürmez. Devrimci bir yükseliş karşı-devrimci birikimde konsolidasyon sağlayacaktır. Bu nedenle, sosyalist hareket, MHP ile RP arasındaki gerginliği gereğinden fazla önemsememeli, bunların karşı-devrim madalyonunun iki yüzünü temsil ettiği gerçeğine yabancılaşma-malı ve yabancılaştırmamalıdır. Ayrıca her iki hareketin devlet içerisindeki kontrol noktalarının ciddi ölçülerde kesişmesi de hesaba katılmalı ve devlet mekanizmalarının her iki hareketin komünistlere karşı sevk ve idaresinde koordine edici bir üçüncü güç olacağı unutulmamalıdır.
FAŞİST HAREKET KARŞISINDA SOSYALİST SİYASET
Düzenin faşizan eğilimleri ve faşist hareketin yükselişi, sosyalistlerin gözardı edemeyeceği boyutlara ulaşıyor. Faşist partinin, son kertede, burjuvazinin partisi olduğunu bilmek sosyalist siyaset içinde faşist harekete karşıt özel politikaların olmayacağı anlamına gelmiyor. Sosyalistler, faşist hareketin yükselişini, en azından, devrimci bir yükseliş döneminde yüzleşecekleri karşı-devrimci birikim nedeniyle ele almak durumundadır. Sosyalist özne politika üretirken kendi bağımsız hattını eksene koymak ve karşıtlıklara kilitlenmemek zorundadır.
Ancak sosyalist devrim perspektifi etrafında örülmüş bütünsel bir hatta sahip öznenin anti-faşist vurgularına kuşkuyla yaklaşmak apolitik bir bakış açısıdır. İlkesellikler vurguların kendisinde değil, niyetinde, ve oturduğu bütünselliğin özünde aranır. Diğer türlü olsaydı, sosyalistler iktidarsızlığa mahkum kalırlardı. 70’lerin sonlarındaki anti-faşist (ve anti-emperyalist) mücadeleye dönük eleştiriler, bu hatta kilitlenmiş kesimlerin ufuksuzluğu ve dar perspektifleriyle ilgilidir.
Faşist hareketin yükselişi ve düzenin faşizan eğilimleri, beraberinde karşı tepki ve duyarlılıkları da arttırıyor. Sosyalist hareket bu duyarlılıklara sahip kesimlere mutlaka seslenmelidir. Faşist hareketin üzerinde baskı oluşturacağı, sosyalistlerin uzanabileceği kesimler arasında ilk akla gelenler Alevi ve Kürt emekçileri ve bunların yoğun olarak yerleştiği mahallelerdir. Bu kesimlere dönük olarak üretilecek sosyalist siyaset içinde anti-faşist bir üslup kaçınılmaz olarak var olacaktır. Bu üslup temel olarak bir temas, bir etkileşim yakalanmasına aracı olacağı için önemlidir. Yoksa bu kesimler üzerinde örgütleyici biçimlerin eksikli kaldığı sade bir siyasal hitap, sosyalist harekete kazanım açısından çok yetersiz kalır.
Faşist hareketin kolunun uzandığı bir kesim de kent yoksulları, ve işsiz kesimlerdir. Kentli değerlere uyum sağlayamamış kent yoksulları içinde faşist hareketin kendisine taban bulduğunu görüyoruz. Kent yoksulları sosyalist hareket açısından işçi sınıfına fiziki yakınlıkları nedeniyle oldukça önemlidir.İşçi mahallelerinde kent yoksullarına da uzanan örgütlülükler yaratmak, hem bu kesimleri sosyalizme kazanmak hem de faşist hareketin büyük kentlerde yayılmasının önünü kesmek açısından önemlidir.
İşçi mahallelerinde ve özellikle üniversitelerde sol bir kültürün canlandırılması ve beslenmesi de faşist hareketin önünün kesilmesi açısından önem taşımaktadır. Üniversitelerde oluşturulacak sol kültür, ancak siyasal kanallarla beslenebilecektir. Eksene siyasal bir bakış açısını koymayan kültürel canlanma çabaları ufuksuz, dolayısıyla güdük kalır.
Faşist hareketin düzenle içiçe geçmişliği sosyalist harekete bu hareketin teşhiri açısından önemli bir malzeme sunmaktadır. Faşist hareketin teşhirinde MHP’nin işçi düşmanlığı dikkate alınması gereken bir noktadır.
Sosyalist hareket, karşı-devrimci birikimle karşı karşıya geleceği güne hazırlanırken, fiziki üstünlüğün yanı sıra hatta ondan daha fazla bu çarpışmanın siyasal ve ideolojik hazırlığını yaratmaya özen göstermek zorunda. Fiziki çarpışmaların fiziki muhasebesinden çok siyasal muhasebesini dikkate almak durumundadır.
Faşist hareket ve dinci gericiliğin yükselmesi karşısında sosyal demokrasi ile cepheleşmelere gitmek teslim bayrağını baştan çekmek anlamına gelmektedir. Sistemin sol koluyla birlikte sağ bacağa karşı mücadele vermeyi tasarlayanlar kendileri de bir uzuv olmaktan kurtulamazlar.