Başlamadan bir noktayı açıklığa kavuşturmakta yarar olacak. Uzun bir süredir yayınlarımızda ÖDP’ye ilişkin oldukça sert eleştiriler yeralıyor. İster tasvip edilsin ister edilmesin, söz konusu eleştirilerimizin -zaman zaman iğneli bir üslupla yazılmasına rağmen- herhangi bir çarpıtma veya manipülasyonu içermediğini düzenli ve özenli okurlarımız teslim edeceklerdir. Bize göre siyasal eleştiri bir siyasal sonucu hedeflemeli ve bir müdahale olarak ele alınmalı. Bu nedenle eleştiri nesnesinin okuyucuya sunumunda, söz konusu nesnenin vulgarize edilmesine ve algılanmasında yanılsamaya yol açacak kestirme kodlamalara hiç başvurmadık.
Gelenek, geçtiğimiz Kasım ayında onuncu yılına girdi. Bu on yıllık yayın hayatında belki de onlarca sol içi polemik yazısına sayfalarında yer verdi. Bunların hiçbirinde eleştiri konusu yaptığımız nesneye ilişkin “işbitirici” sıfatlarla yetinmeyi tercih etmedik. Bu anlamda sol hareketin, “oportünist”, “revizyonist” gibi sıfatlarla yüklü eleştiri kataloğuna başvurmamayı tercih ettik.
Kısaca bizim için ÖDP eleştirisinin bir siyasal anlamı var. ÖDP’nin Türkiye sol hareketinin bugününde işgal ettiği yer, siyasal mücadeleye yaklaşımı, temsil ettiği ve bünyesine aldığı kadro tipolojisi, onlarca bileşeninin farklı yönlere işaret eden siyasal-ideolojik kimlikleri, sosyalist mücadelenin mirası ve kazanımlarına ilişkin vurdumduymaz, apolitik yaklaşımı ve tüm bunların toplamı ve ortalaması olarak ortaya çıkan siyasal yoğunluk bizi fazlasıyla ilgilendiriyor.
Yine de, ilgilendiğimiz nesnenin eleştirisine ilişkin ortaya ciddi bir zorluk çıkıyor. Zorluk, eleştiri nesnesinin kendisini ortaya koyma biçiminden kaynaklanıyor. Her kafadan ayrı bir sesin çıktığı bir toplamın tanımlayıcı ögesinin keşfedilmesi ve bir başlangıç noktasının ortaya çıkarılması başlı başına bir sorun. Bu sorunu yaratan ve ÖDP’nin yapılanmasını belirleyen birkaç etmenden sözedebiliriz.
Birincisi, ÖDP bir gruplar koalisyonudur. ÖDP solun değişik kanatlarından gelen ‘ siyasal çizgileri biraraya getirmiş olma iddiasındadır. Sol hareketin “birlik sorunu”nu çözmüş olma iddiasını kaydadeğer ölçülerde ideolojik bir rant olarak kullanan bir siyasi kuruluş için, gruplar koalisyonu saptaması sanırız haksızlık olmayacaktır. Öte yandan biraraya gelenlerin bir bütünlük oluşturdukları söylenemez. ÖDP bu yönüyle bileşenlerinin bir sentezi değil, bileşenlerinin toplamıdır. Biraraya gelenlerin gözlükleriyle bakıldığında, ÖDP her grubun kendi niyetine göre yediği bir muz gibidir. Bu tabloya belki de parti içi siyasal arenada dışavurulmayan fakat kulislerde ağır basan grup pragmatizmi eklendiğinde iş iyice içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Kısacası her grup, ÖDP’nin yüklendiği temel misyona ilişkin değişik saptamalarda bulunmakta, ek olarak yüksek sesle olmasa da ÖDP içinde varolmanın ilgili grup/çevre/örgüt açısından faydalarını sıralamaya çalışmaktadır. Feministlerden, sosyalistlere kadar geniş bir yelpazeye yayılan gruplar dizisinin toplamı ÖDP’yi oluşturan ana gövdeye bir iç siyaset dolayımıyla yansımakta, grupların çekiştirdiği noktalar ÖDP’nin dışavurduğu ortalama kimliğin sabitlenmesinde önemli bir engel oluşturmaktadır.
İkincisi, ÖDP’yi oluşturan bileşenler içinde belki de en kalabalık topluluk belirli bir grup aidiyeti dışında kalan, zaafa uğramış eski solcu tipolojisidir. ÖDP bu topluluğa el yordamıyla keşfedilmiş bir varlık bilinci taşımıştır. ÖDP’nin adına konuştuğu, bu anlamıyla temsil etme yeteneğini gösterdiği kesim esas olarak budur. Yine de bu temsiliyet sorunludur. Siyasal yaşamlarında yaklaşık 15 yıl süren kesinti dönemi boyunca hiç bir siyasal üretimde bulunmamış bu topluluk için ÖDP gökten düşen elma gibidir.
Bu topluluğun sol kimlik ile arasındaki 15 yıllık bir zaman dilimine yayılan nostalji mesafesi bir çırpıda aşılıvermiş, bu zaman dilimi zarfında elde edilen toplumsal statüleri çelmeyecek(!) bir “siyasal” varoluş biçimi umut kapısı haline gelmiştir. Bu saptamaların karşılığını bulmak açısından, Yeniden dergisinin dışarıdan katkılarla yazılan sayfalarına bakılabilir. Çok miktarda eski Dev-Yol’cunun, bilinen eski jargonu kullanarak kendisini ifade ettiği bu yazı veya mektupların bıraktığı çarpıcı izlenim yıllardan sonra kendini el yordamıyla bulmanın kazandırdığı tarikatçı aidiyet duygusudur. Bu kesim özelinde ÖDP, ihtiyaç duyulan sihirli şerbeti sağlamaktadır ve gerisi o kadar önemli değildir; çünkü istendiği noktada, yeniden(!) çekip gitme hakkı mahfuz bırakılmıştır.
Bahsettiğimiz kesim içinde en büyük ağırlığa sahip Dev-Yol “geleneğinin” eski önderlerinden olan Taner Akçam’ın yıllar önce yaptığı bir saptama yukarıda söylenenler açısından oldukça kaydadeğer bir nitelemeyi barındırıyor: “Devrimci Yol hareketinin kendisim tanımlamada kullandığı elbisenin ötesinde bir ‘doğal’ anlam olduğunu düşünüyorum… 70’li yıllarda önümüzde bulduğumuz için giydiğimiz ideolojik çerçevenin bizi belirlemede çok önemli olmadığını savunuyorum” 1 . Taner Akçam’ın şimdilerde ÖDP’ye nasıl baktığını bilemiyoruz. Ancak ÖDP’nin, provası GBK (Geleceği Birlikte Kuralım) Parti Girişimi olarak yapılan, astarı “Haydi Dev-Yol’u birlikte canlandırıyoruz” kumaşından dikilen, albenisini her bedene uydurulabilecek belirsizliğinden alan ve tastamam ideolojik olan elbisesinin şimdi ÖDP içinde kalabalık bir nüfus oluşturan eski Dev-Yol’cuları belirlemekte hayli önemli olduğunu söyleyebiliriz. ÖDP’nin kapsamlı bir eleştirisini yapmanın güçlüklerinden birini de bu oluşturuyor; belirsizliğin ve çok anlamlılığın ÖDP içinde grup aidiyeti dışında kalan topluluk için bir kimlik haline getirilmesi…
Bu durumun Türkiye’nin 80 sonrasında şekillenen ideolojik kültürel atmosferinden beslenen belirgin nesnel gerekçeleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu atmosferin en belirgin yanı popüler kültürün, ne öyle ne de böyle olan şekilsizliğini bir kimlik haline getirmesidir.
80’lerin kimliksizleştirme taarruzundan yalnızca genç kuşak nasibini almadı. İdeolojik olarak köksüz, teorik olarak donanımsız, siyasi olarak ne yapacağını bilemeyen, örgüt cephesinde ise inancını yitirmiş, kısacası eskimiş solcular, “muhalif özlerine” rağmen 15 yıllık bekleme odasında kendilerine düşen payı fazlasıyla aldılar.
ÖDP’yi anlama ve anlatmanın güçlüklerinden devam edelim…
Üçüncü ve son olarak ,ÖDP sol hareketin seksenlerin sonuna doğru tanıştığı ve tartışmalarda “bağımsız sosyalistler” olarak anılan bir topluluğu da barındırmaktadır. Gerçekten “bağımsız” olup olmadıkları bir yana, bağımsız nitelemesi sosyalist harekette kimi iddiaların sahiplenicisi olmuş bu kişileri deyim yerindeyse taciz eden bir anlama sahiptir ve bu yönüyle sorunludur. Gruplararası protokol ve pazarlıklarda bir ağırlık katsayısı olarak da kullanılan “bağımsız” öneki, bu hatırı sayılır kişilerin taşıdıkları ve savundukları fikirleri geriye iten bir işlev görmektedir. ÖDP’nin ortalama kimliği açısından bu kişilerin önemi, ÖDP adına yapılan hemen hemen tüm üretimlerde bu kesimin öne çıkıyor olmasındadır. “Bağımsızlar” kategorisinin ÖDP’nin tanımlanmasında yarattığı güçlük, bu sıfatı haketmelerine neden olan üretimlerinin, toplamın gidişatının algılanmasını zorlaştıran bir perdelemede bulunmasıdır. Çünkü ÖDP’nin esas kütlesini oluşturan taban yukarıda değirilen gerekçelerle, ÖDP adına kapsayıcı bir söylem geliştirme becerisinden yoksundur. Bu toplulukla bağımsızların kurduğu ilişki ise parçalı, ya da toplam olarak bir temsil etme-edilme ilişkisine tahvil olması mümkün olmayan bir ilişkidir. Bağımsızların ortalamacılıkla bezeli, sorumluluktan kaçan iddiasızlıkları, ÖDP tabanının eski solcu ağırlığının partiye değil kendi kişisel “sağduyu”suna bağlanmayı öncelikli kılan gelişmemiş ve bencil aidiyet duygusu bunun önüne geçmektedir.
Bu nedenle ÖDP, bileşen olarak tescil edilmiş, herbiri kendisine göre hesaplar güden grupların oluşturduğu bir toplam, artı bağımsızlar, artı Dev-Yol kültü etrafındaki tarikat atmosferi, artı bir kısım marjinaller kolonisi ve epey fazla sayıda geçmişlerinde hayal kırıklığına uğramış eski solcudan mürekkep bir yapı arzetmektedir. Bu yapının kolektif olarak “işte ben buyum” demesi mümkün değildir. Zaten ÖDP işin içinden çıkış yolunu, kuruluş deklarasyonlarında olduğu gibi “ben herşeyim” diye seslenmekte bulmuştur. Bu her şeyin içinden gerçekten ÖDP’ye ait olanın bulunup çıkarılması çabası anlamsız ve tuhaf bir mesai olacaktır ve belki de bu karmaşanın somut siyasal pratiğin ayıklayıcı dinamiğine terk edilmesi en doğru olanıdır. Kısaca ÖDP’nin pazarladığı yeni bir sol kimlikte hangi ögenin ağır basacağı zaman içinde görülecektir. Öte yandan kendi kimliğini her şey olarak ifade etmenin belirli ideolojik-siyasal motivasyonları vardır ve bizim için ÖDP özelinde deşifre edilmesi gereken esas olarak budur.
Yukarıda ÖDP’nin bir bütün veya toplam olarak çerçevelenmesini güçleştiren üç temel etmenden sözedildi. Bu etmenler aynı zamanda ÖDP’yi kuran temel parçaları teşkil ediyor. Bu parçalar arasında, ÖDP’nin grup aidiyeti çerçevesinde bileşeni olan sosyalistlere bir altbaşlık olarak değinmekte yarar var.
Birlik tuzağına düşen sosyalistler
Sol hareketin 90’lı yılların başından itibaren ivme kazanan çıkış arayışları kimi kesimler için proje enflasyonu eşliğinde yaşanan bir likidasyona tanıklık etti. ÖDP, çıkış aranışlarını tutarlı ve istikrarlı bir yörüngede tutamayanların döküldüğü bu likidasyon havuzundan da beslendi. Taşıdıkları kimlik bakımından, siyasal ve programatik olarak ÖDP ile örtüşmeyen, bu anlamda ÖDP’li olmayan fakat kendine göre gerekçelerle BSP üzerinden ÖDP’de yeralmayı seçen bir dizi kadro öbeği ortaya çıktı. 1980’leri devirirken sol hareketin hemen hemen bütün örgütlü ve/veya örgütsüz öbeklerinin biraraya geldiği birlik tartışmaları, bir dizi kadro merkezinin bugün ÖDP çatısı altında noktaladıkları savruk yolculuğun başlangıcını oluşturdu. Yola çıkışta BTDK tartışmalarında taraf olan gruplar o dönemin tabiriyle iki ana öbek olarak tasnif ediliyordu: Hareket geleneğinden gelenler ve parti geleneğinden gelenler. Belki tartışmaların daha sonraki seyrinde bu öbekler içinde de kimi ayrışmaların yaşanması ve ek olarak partili mücadeleye ilişkin kimi siyasal projelerin hayat bulmasıyla sözkonusu tasnif geçersizleşti fakat partili mücadele geleneğinden gelip de bugün ÖDP dışında bir varlık alanı bulamayan sosyalistlerin neden ÖDP’de yer aldıkları sorusu havada kaldı.
Sosyalistlerin, ya da en azından kendilerini öyle görenlerin ÖDP konusunda yaptıkları tercihin ele alınması konumuz açısından önem taşıyor. Çünkü bu kesimler en azından ÖDP’nin sosyalist hareketin toplumsallaşması ve siyasallaşması açısından önemli bir imkanı barındırdığını düşünüyor olmalılar. Bu sözde imkânın ne olabileceği sorusu kurcalanmaya değer.
Bu kesimlerin bir dizi değişik beklenti ve motivasyon ile ÖDP içerisinde yeraldıkları söylenebilir. Bugün tam olarak açıklığa kavuşmayan bu beklenti veya motivasyonların önemli bir deformasyona kapı araladığına işaret etmek gereklidir.
Geleneksel sol kökenli bir dizi sosyalistin ÖDP hakkında aşırı beklentilerinin temelinde sahip oldukları ilkesel-ideolojik konumlanışları siyasal mücadeleye tercüme edecek örgütlü kanallardan yoksun olmanın yarattığı gerilim yatmaktadır. Bu nedenle bu kesimlerin ÖDP içerisindeki üretimlerinin hemen hemen tamamına yakını negatif bir eleştirellik üzerine kuruludur. Bu kesimlerin ÖDP’ye yönelik içeriden müdahalelerinde bir çarpıklık göze çarpmaktadır.
“Gelinen noktada, bu insanların üstlerinin kiriyle partinin Ganj nehrine dalmalarında bir sakınca görmemek gerekiyor. Parti bunun altından kalkabilir” 2 . ÖDP içerisindeki sosyalistlerin partilerine yönelik eleştirileri genellikle alıntıladığımız türden iyimser önermelerle noktalanmakta, böylece tutunulacak dal son anda yakalanmaktadır. Yukarıdaki alıntı ÖDP’nin içinde yer alan platformlardan birisi olan, Sol Blok’un çıkardığı bültende yeralan bir eleştiri yazısından yapıldı. Bir de yazıdaki “bu insanların” kim oldukları ve neyin altına girildiğine bakalım. “Eski Dost Düşman Olur mu” başlıklı yazıda bu soruların cevabı var. “Eski dostlar, yenilgi döneminin psikolojisiyle ve geçmişten gelen halkçı, demokrasici birikimle sosyal demokrasinin bataklığına doğru savrulmuşlardı. Önceleri bu ülkeye demokrasiyi getirelim, sonra kendi işimize bakarız saflığıyla giden bu süreç, bundan sonra iktidara yakın olmanın avantajlarıyla giderek kirlendi. Bu kirlilik, 12 Eylül zindanlarından geçmiş insanlarımızı kapsayacak boyuta, SHP’nin yerel yönetim deneylerinde ulaştı. Sosyalist solun, devrimci demokrasinin değişik kesimlerinden birçok insan, limon gibi sıkılmak üzere bu bataklığa doğru ilerledi. Sendikal bürokrasinin kuyruğuna takılan eski sosyalistlerden, kurtarılmış mahallelerin kurşuna kafa atan militanlarına, geleneksel solun ünlü isimlerine kadar geniş bir kesim bu rüzgârdan payına düşeni aldı. O karmaşa içinde insanlar, emniyetin ünlü Derin Araştırma Laboratuarından SHP Gençlik Komisyonları’na hiçbir çelişik duygu taşımadan mekik dokudu. SHP binalarında kendi dergilerini satan, deyim yerindeyse ahır sekisinde İstanbul türküsü söyleyen bu örgütsüz örgütçüler, bilerek ya da bilmeyerek birçok suça ortak oldu” 3 . Yazıda özellikle ÖDP’nin kurucu bileşeni olan eski Dev-Yol’cu tipolojinin evrimi çarpıcı bir dille tasvir edilmiş. Alıntı biraz uzun ama “eski dostların” kimler olduğunu ve “partinin neyin altından” kalkmasının beklendiğini açıklığa kavuşturuyor. ÖDP’nin bu kir yığınının altından kalkıp kalkamayacağı konusunda yazarın beklentilerini tartışmak gereksiz. Biz başka bir soru atalım ortaya: Bu kir yığınının altına girilir mi
Bir başka değerlendirme, ÖDP’nin genel bir sol yükselişin zemini olabileceği varsayımını temel almaktadır. Bu yükselişin genelliği ölçüsünde, sosyalizm ekseninde bir mücadeleye alan açacağı, bağımsız sosyalist mücadelenin özgün ideolojik çerçevesinin oluşumu açısından genel sol ideolojinin henüz devrimci bir siyasal özne tarafından temellük edilmeyen ögelerinin bu öznenin öncülük etmediği fakat kapsandığı bir süreçte elde edileceği varsayılmaktadır. Bu varsayımın geçerliliği ÖDP sözkonusu olduğunda oldukça tartışmalıdır. ÖDP’nin sol ideoloji adına barındırdığı, geri ve sağ tortuların bulandırdığı bir amalgam olmaktan ibarettir. Bunun sol bir yükselişin mayasını oluşturması bir yana, çözücü bir etkisi olduğunu ifade etmek gerekiyor. ÖDP’nin ideolojik çehresini edindiği süreç gelişen ve açılan bir nesnellik değil, gerileyen ve sağa kayan bir nesnellik tarafından belirlenmiştir. Dahası ÖDP sol bir parti olmaktan çok, solcu partisidir. ÖDP’nin ortalama ideolojik çehresi yakın geçmişte yıkılan duvarların altında kalan karamsar eski solcunun fikir dağarcığından türemektedir. Bu nedenle özellikle BSP ile GBK’nm birleşmesi sürecinde sosyalizmin bir kimlik olarak telaffuzu bile sorun yaratmıştır. “Partinin soyut olarak sosyalist olup olmamasından sözetmek de, hele sosyalizm adına yaşanmış bunca olay ortada duruyorken, anlamlı bir şey sayılamaz” 4 . Bunu sağ liberal rüzgârların Doğu Avrupa’da ve eski Sovyet topraklarında, sosyalizmin yıkıntıları arasında estiği yıllarda ideolojik köksüzlük nedeniyle kafaları karışan ve tutunamayanların bünyelerinde taşıdıkları bir tür alerji saymak gerekiyor. Bu alerjik bünyenin partiye malettiği ortalama ideolojik çehrenin sosyalizme açılan bir mayalanmaya zemin sunacağı iddia edilebilir mi?
ÖDP’yi önceleyen süreçte, partinin önemli bir ağırlık merkezini oluşturan GBK taraftarlarının kurulacak partiye ilişkin görüşleri şöyle özetlenebilir:
“Parti programı uzun dönemli sınıfsız toplum (ya da ideal sosyalizm) hedeflerine değil, ülkenin bugünkü nesnel gerçeklik düzeyine uygun hedefleri içeren bir nitelik taşımalıdır. Böyle bir anlayışla yaklaşıldığında, Türkiye’nin somut sorunları karşısındaki çözüm önerilerinde somutlaşacak bir program çerçevesinin, bazı yönlerden sosyalist bazı yönlerden sosyalizme geçiş niteliğinde bazı yönlerden de burjuva demokratik niteliklerdeki hedefleri içermesi mümkündür” 5 . GBK’cıların parti tasavvuru ÖDP’nin bugünkü gerçekliği ile örtüşmektedir. Öncelikle, “nesnel gerçeklik düzeyine uygun hedefler”, bugünün nesnel gerçekliği ve onu yaratan tarihsel dinamiklere ilişkin teorik-ideolojik bir kavrayış olmadan nasıl saptanacaktır. Aslında çok basit bir soru ısrarla cevapsız bırakılmaktadır. Alıntı yaptığımız yazının yazarı “ülkenin bugünkü nesnel gerçeklik düzeyi” ve ona “uygun hedefler” konusunda ne düşünmektedir? Bu konuda herhangi bir çıkış noktası verilmemektedir; felsefi düzeyde, toplumsal-tarihsel gelişmenin herhangi bir belirlenime kapalı olduğu, gelişmenin yönünün arızi olarak belirlendiğini vazeden olumsalcılık bir çıkış noktası sayılmayacaksa…
Yukarıda alıntıladığımız yaklaşıma göre yola çıkarken herhangi bir önbirikime, yani bir tür sabit sermayeye ihtiyaç yoktur. İlkesellik reddedilmektedir. Parti, somut koşulların somut belirleyiciliğinde, arızi olarak kendisine uygun bir çehre edinecektir. Oysa bu yaklaşımın da bir ideolojisi vardır. Dahası ortalama ÖDP’linin epey fazla ve çeşitli önyargıya sahip olduğu söylenebilir. Bu önyargılar toplamı, işçi sınıfının tarihsel rolü, reel sosyalizm, sosyalizmin kendisi gibi bir dizi başlık altında biriktirilmiş, zaman zaman soğuk savaş döneminde İstanbul boğazından geçen Sovyet gemilerinin orak-çekiçli bacalarından işkillenen “antikomünist kıllığı” andırabilen, olumsuz rezervlerde kemikleştirilmiştir 6 .
ÖDP’nin ortalama ideolojik kimliği, kaynağını bu parti içinde kalabalık bir nüfus oluşturan, 80 öncesinde marksizmin kıyısında gezerken denize düşenlerden almaktadır. Denize düşenler ise, sosyalizmden daha fazla kemalizme, sol-liberalizme sarılmıştır. Kısaca partinin ilkesel ve ideolojik olarak, oturacağı veya oturmayı hedeflediği nesnelliği önceleyen bir “sabit sermayesi” yoktur. Kendilerini marksist ve komünist olarak niteleyip ÖDP’de yer alanlar ise “sermayelerini” kediye yüklemektedirler.
ÖDP marksist-leninist fikriyata ilişkin zedeleyici ve deforme edici bir düşünsel belirlenime kucak açmaktadır. Marksizm bugünün dünyasını açıklamakta yetersiz, leninizm ise kaba ve aşılmış bulunmaktadır. Bu yaklaşım kendisini en fazla toplumsal mücadelenin ele alınışında göstermektedir; ve ne yazık ki “kıdemli” marksist-leninistlere de sirayet etmektedir. “Dünya devrim mücadelesi tarihinde dönüştürme yeteneğini, sadece sisteme muhalif güçlerin bir bileşeni haline gelmeyi başaran parti ya da örgütlerin gösterebildiğini görmekteyiz” 7 . “Sisteme muhalif güçler…” ifadesi toplumsal mücadelede işçi sınıfının rolüne biçilen yer açısından sorunludur. Sıradan bir ÖDP’li için belki de sorun olmayacak -bizim de sorun etmeyeceğimiz- bu önerme Teslim Töre için sorunludur. ÖDP’nin bütün temel belgelerinde, toplumsal mücadelenin taraflarına ilişkin yaklaşımda, toplumsal muhalefet ayrışmamış, belirleyeni olmayan, amorf bir toplam olarak ele alınıyor (belirleyen olunca indirgemeciliğe düşmüş oluyorsunuz!). ÖDP ise bu toplam karşısında bir tür koordinatörlüğü üstleniyor. Buna göre işçi sınıfının yeri “karmaşık” toplumsal bütünün tüm diğer muhalif ögeleri içinde eşitlerden biri olarak belirlenmektedir. İşçi sınıfına toplumsal mücadelede sözgelimi, kadın hareketine eşdeğer bir rol verilmesi, hayvanseverlerden, feministlere ve hatta sosyalistlere kadar yüz değişik kimliği hiçbir ağırlık noktasına işaret edilmeksizin kucaklamak iddiasının çerçevelendiği kuruluş davetiyesindeki “çok renklilikle” paraleldir. Bunu şimdilik bir kenara koyalım.
Teslim Töre’nin yazısından alıntıladığımız pasajda zımni olarak “öncü parti” anlayışı sorgulanmaktadır; neden öncü değil de, “bir bileşen” ? Eminiz ki, Teslim Töre bundan on yıl önce yukarıdaki cümlenin bir bölümünü şöyle yazardı: “…sisteme muhalif güçlerin işçi sınıfı hareketi ve sosyalizm mücadelesi ekseninde öncüsü haline gelmeyi başaran…” Ortada bir ilkesizlik kol gezmektedir; yalnızca geçmiş fikriyatın elçabukluğuyla ve sığ bir biçimde inkâr edilmesi anlamında değil, aynı zamanda tartışılır olsa da, siyasi bir inisiyatif gösteren bir öznenin kendi iradesini ve vizyonunu bir bulamacın içine gömmesi anlamında da. “Bir bileşen” eğer özne olarak “biz”i ifade ediyorsa, bu “biz”in toplam içerisindeki özgün rolü ve iddiası ne olacaktır? Eğer böyle bir rol var ise, bu role biçilen değer bir bileşen olmanın ötesine geçiyor demektir.
Aşağıdaki cümleler de Töre’ye aittir: “Örneğin, yaşanmış olan sosyalizm deneyleri gösterdi ki, sermayenin sınıfsal egemenliğine son verip, emek-sermaye çelişkisini çözmek ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sahipliğini ortadan kaldırmakla herşey çözümlenip bitmiyor” 8 . Ne sosyalizmin kuruluşunu üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılmasına indirgeyen ciddiye alınır bir marksizm anlayışının varolduğu ne de dünya üzerinde sosyalist kuruluş deneylerinin meseleyi bundan ibaret gördüğü iddia edilebilir. “Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sahipliği”ni bilemiyoruz, fakat üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ortadan kaldırmadan emek sermaye çelişkisinin çözülemeyeceği marksizmin abecesinde yazıyor. Yukarıda alıntılanan cümleler yaratıcılıktan yoksun yüzeysel bir “yenilenme” arayışının meseleyi tersyüzetme sakarlığından başka bir şey değil. Üstelik 80 sonrasının geleneksel soldaki tasfiyeci çizgisinin, Adımlar, Yeni Açılım gibi yayınlarında benzer pasajlardan fazlasıyla bulmak mümkün. ÖDP’nin kuruluşunu solda ikinci tasfiye operasyonu olarak adlandırmamıza kimse kızmasın…
ÖDP’nin ıslah edilebileceğini düşünen “marksist-leninistler”, sosyalizm mücadelesinin geçmiş mirasını kurcalamakta gösterdikleri yaratıcılığı, ÖDP programını kurcalamakta gösterseler çok daha faydalı ve zararsız bir iş yapmış olurlardı.
Dileyen ÖDP programında “HERKESE İŞ, İŞÇİYE ÖZGÜRLÜK” altbaşlıklı bölümden başlayabilir. “Çalışma hakkının herkes için yaşama geçirilmesi yönünde, tam istihdam politikaları uygulanmalı ve iş gününü ücretler düşürülmeksizin kısaltma amacı genel bir ilke olarak benimsenmelidir” 9 . ÖDP’nin programında, tahmin edileceği üzere üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ilga edilmesine ilişkin bir belirleme yer almıyor. Bu durumda umarız ÖDP’liler tavsiyelerini dinleyecek kapitalistler bulabilirler. Yoksa ÖDP’ye umut bağlayıp, “ülkenin bugünkü nesnel gerçeklik düzeyine uygun hedefleri” Program’da arayanlar hayal kırıklığına uğrayabilirler. Ola ki, ÖDP’nin kimi ekonomi “kurmayları” üretim araçlarının özel mülkiyetine dokunmadan programdaki bu talebi yerine getirmenin sihirli formülünü bulurlar, o zaman bu buluşun bundan bir buçuk yüzyıldan daha uzun bir süre önce kapitalizmin kadiri mutlak olduğuna inanan düşünürlere mezarlarında göbek attıracağını iddia edebiliriz.
ÖDP’nin program yazıcıları ve -eğer varsa- programa imza atan parti militanları eğer bu hayatta söyledikleri sözü ciddiye alıyorlarsa inandıkları çizginin nesnel ve tarihsel temellerini göstermek zorundalar. Söyledikleri sözü ciddiye almıyor, programa imza atmıyorlarsa, denecek söz yok. Söz dergisinin 52. sayısının kapağında yazdığı gibi: Bir an evvel “Annenize ÖDP’li olduğunuzu söyleyin”, yoksa o sizi hala ciddiye alıyor.
Öte yandan, 1990 yılının birlik tartışmalarını 96 yılında ÖDP’de noktalayan marksistlere, sosyalistlere ise kolay gelsin.
ÖDP, ne kadar yeni?
Yazının girişinde, ÖDP’nin tanımlanması güç şekilsiz bir toplam oluşturduğundan söz edilmişti. ÖDP’nin bu şekilsiz hali isteyenin istediği biçimi verebileceği izlenimine kapıldığı bir serbest atış sahasına açılmaktadır. Böyle bir atmosferde herkesin istediğini deneyeceği bir “yenicilik” enflasyonunun yaşanması olağandır. Yukarıda, belirli siyasal gerekçelerle ÖDP içinde yer alanların bu kuruluşa ilişkin beklentileri üzerinde durmuştuk. Bir başka beklenti ve iddia ise ÖDP’nin sol harekete yeni ve özgün bir ideolojik kimlik kazandıracak bir girişim olduğu yönündedir.
Çeşitli yönlere açılan “yenilikçi” beklentilerin tümüne birden bu yazıda değinmek gerekli değil. Beklentilerini görece sistemli bir ideolojik tartışma aracılığı ile ifade edenler olduğu kadar, beklentilerini kendi ontolojik sorunları eksenine oturtanlara da rastlamak mümkün. Söz dergisinde hemen her hafta Türkiyeli ve ÖDP’li solcunun varoluş sancılarını duyurduğu en az bir yazı okuyabilirsiniz. Kimi yazıların başlıklarını aktarmak yeterlidir:
“Yar saçların lüle lüle” ve “Bakkalıma Sosyalist Olduğumu Söylemek İstiyorum” 10 . Yazıları okuyanlar Söz dergisinin bunları partililerin günlüklerinden çaldığını veya Söz’ün parti bülteninin magazin eki olarak çıkartıldığını düşünebilirler. Ortalama ÖDP’linin bu konudaki temel motivasyonu, ÖDP’lilerle bu arada kendisi ile uğraşmaktır. “Yeni”, tükenmiş bir siyasal kimlik için yegâne rehabilitasyon uğrağı olmaktadır. Bunun için parti kurmaya gerek yoktur, tartışma kulübü, dayanışma dernekleri veya terapi seansları yeterlidir.
BSP’nin bundan iki yıl önce “sol hareketin birliğini sağlamak” adına kuruluşu hazırlanırken Gelenek’in sayfalarında yeralan bir saptama, bugün ÖDP için de geçerliliğini koruyor: “Tipik olan, söz edilen siyasal-kültürel iklimin birçok sol kadro tarafından aynı zamanda, kendilerinin ontolojik sorunlarına çözüm aradıkları bir ortam olarak tasarlanmasıdır. Kimileri için ‘hemen şimdi’ retoriğinde ifadesini bulan bu yaklaşım tarzının, yakın gelecekte ümitsiz bir ‘ah keşke’ retoriği eşliğinde sönümlenmesi de muhtemeldir” 11 . Ortalama ÖDP’li için yeni, kendi geçmiş deneyimlerinde yaşanmış olumsuzlukların üzerini örtmeye yarayan bir üslup denemesinden başka bir şey değildir. Kimilerine yukarıdaki saptamalar psikolojist bir değerlendirme olarak gelebilir. Bir yönüyle öyledir. Bir diğer yönüyle, 12 Eylül sonrasında diskalifiye olmuş, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çözülüşünü anlamakta ve açıklamakta aşırı zorlanmış, sosyal demokrat partilerde ve bu arada YDH’ da aradığını bulamamış solcu tipolojisinin Türkiye’de elle tutulur bir gerçekliği vardır. Bu tipoloji için solun “ideolojik bunalımı” yakıcı bir veridir ve “yeni” olan çamurdan da imal edilse, makbuldür. Ve bütün bunlarda yeni olan bir şey yoktur…
Tüm bunların yanında ÖDP yeni sol akıl yürütmenin kalıntıları üzerinde görece sistemli bir imalat çabasına da ilham oluşturmaktadır. Bu konuda dışardan tashihçilik yaparak, sol hareketin kimi bedenlerine baş olma denemelerini hiç terk etmeyen Birikim dergisinde yayımlanan ÖDP dosyasına bakılabilir.
Söz konusu dosyada yer alan yazıların tümünün ortak paydasını, ÖDP’nin parçalı yapısından kurtulamayıp bir ideolojik senteze ulaşıp ulaşamayacağı kaygısı oluşturuyor. Birikim yazarları yazılarında, ÖDP’yi meydana getiren parçaların geçmiş referanslarını terkedip yeninin karşı konulamaz cazibesiyle eritilip, eritilemeyeceği sorusunu soruyorlar.
“1970’lerde şekillenmiş sosyalist eğilimlerin yanında kadın, çevre ve farklı cinsel kimlik hareketlerini içeren yapısıyla ÖDP, sığınılan bir yuva halinde de kalabilir, ya da herbiri insanın ve hayatın işlenmemiş derinlik ve zenginliklerini aydınlatan bu bileşenlerinin kendi özel düşünüş kalıplarından sıyrılarak oluşturacakları yeni bir sentezin potası olmanın -henüz kimsenin ayak basmadığı- yolunu açacak bir “sefer kuvveti” de olabilir” 12 .
Birikim’in ÖDP ile somut ilişkisi, bu kuruluşla ilgili hesapları bizi ilgilendirmiyor, ancak ÖDP’ye yıllardır acentalığını üslendikleri hangi “el değmemiş” yenilerini önerecekleri merak konusu: Althusser’ciliği mi, seksenlerin sivil toplumculuğunu mu, yoksa peşinde oldukları bir tür ruhani sosyalizm düşünü mü?
“Emek en yüce değer değildir. Sosyalistler için en yüce değer, insanların özgürleşmesidir. Ömürlerini kan, ter içinde emek harcayarak tüketmenin yüce bir tarafı yoktur.” “Nasıl kimsenin mülk sahibi olduğu için, iktidarı elinde tuttuğu için sözünde özel bir hikmet aramak yanlışsa, alınteri döktüğü, meşakkat çektiği için konuşanın sözüne özel ve üstün bir anlam izafe etmek de yanlıştır. Bu ya demagojidir, ya da dini ahlakın bize aşıladığı değerlerin bir tezahürüdür.” ‘Emekçiyiz haklıyız’ veya ‘çalışan biziz yöneten de biz olacağız’ türü sloganlar bu yeni sosyalist ufukla ne denli bağdaşıyor?” 13 . Bu satırlardan Ahmet İnsel’in Manifesto’yu veya Alman İdeolojisi’ni, ya da marksizmin kurucularının ütopyacı sosyalistlerle tartışmalarını okumuş olduğunu çıkarsayabiliriz. Karanlıkta kalan ise bu yazılanların nasıl ve ne tür bir heterodoksinin çerçevesine oturduğudur. İnsel eski sosyalizmin ufkundan kurtulmak ve yenisine uzanmak adına, eski olanının işçi sınıfının ‘tarihsel rolünü emeğin en yüce değer olduğu veya emekçinin sözünde hikmet olduğu yargısından türettiğini iddia ediyorsa bu, düpedüz cehalettir; öte yandan işçi sınıfı eyleminin kendisinin küçümsemeye çalıştığı ideolojik pratiklerden bağımsız bir biçimde yol alabileceğini düşünüyorsa bu da, toplumsal mücadeleye dair en ufak bir fikre sahip olmamaktır. Sanırız ikisi de değil. Ahmet İnsel, parti binalarında köşe bucak “sınıf indirgemeciliği” hayaletini kovalamakla meşgul olan ÖDP’liyi demagojik bir biçimde doldurmaya çalışıyor o kadar. Üstelik bu çabasında iyimser olması için yeterince neden var.
Sonuç olarak yeni sol düşünüşün ÖDP’nin biçimsiz gövdesine kılıf olması pekâlâ olanaklı -Birikim yazarlarını heyecanlandıran da bu olasılık olsa gerek- fakat yeni solun hiç de yeni olmayan fikriyatının Türkiye toprağında hayat bulup gerçek anlamda yeniyi temsil etmesi mümkün değildir.
Sonuç:
ÖDP en başta bir solcu partisidir. Yani ÖDP, sol bir parti olmaktan çok bir solcu partisidir. ÖDP kurulduğundan bu yana, Türkiye toplumuna seslenen bir ideolojik ve siyasal pratik oluşturamamıştır. Bu kuruluşun -ki parti olup olmadıkları Genel Başkan’ları dahil olmak üzere birçok kişi tarafından tartışılmaktadır- iddialı bir biçimde tasarladığı kampanyalar dahi, daha çok “nasıl bir kampanya”, “yukarıdan aşağı mı, aşağıdan yukarı mı” soruları ekseninde ele alınmaktadır. Bu siyaset tarzı, yabancılaşma konusunda bu kadar çok ukalalık eden bir kuruluşun, bırakın işçi sınıfına, toplumsal mücadeleye yabancılaşması sonucunu vermektedir.
ÖDP’nin toplumsal mücadele ile kurduğu bağlar, kabarık bir eski solcu kümelenmenin sosyal statülerinin dağınık toplamından ibarettir. Bu toplam içerisinde, sendika bürokrasisindeki, özellikle kamu emekçileri sendikalarındaki ağırlıkları uzlaşmacı, statükocu eğilimin bayrağını taşımaktadır. Kamu emekçileri hareketinin, 90’ların başındaki mücadeleci çizgiden bugünün statükocu çizgisine yerleşmesinden yarı yarıya bunlar sorumludur. Bu sorumluluğun diğer yarısı, ÖDP’li ekiple kongreden kongreye, delege oyunlarıyla nöbet değiştiren Emek Partisi’ne aittir.
Bu kuruluşun, işçi sınıfı içindeki zahiri ağırlığı, sendika bürokrasindeki koltuklarından oluşmaktadır. Bu ağırlık işçi sınıfının ayağına bağlanmış büyük bir taşın ağırlığıdır. ÖDP’nin toplumsal mücadelede kendisine biçtiği rol, toplumsal muhalefeti ifade ettiğini varsaydığı kuruluşlarla, protokol mesaisinden ibarettir. Bu mesai biçimi, bu kuruluşun kitle örgütlerinin yönetimine bir siyaset önermekten ısrarla kaçınan yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Böylece toplumsal muhalefet olabilecek en “demokratik bir biçimde”, çok sevdikleri bir ifadeyle, “aşağıdan yukarıya örgütlenmektedir.” Ancak, devrimci bir kamu emekçisi ya da DİSK üyesi bir devrimci işçi için ÖDP’nin tuttuğu noktanın aşağıda mı, yoksa yukarıda mı kaldığı bellidir.
ÖDP, geçtiğimiz 1 Mayıs’ta yaşanan olaylar sonrasında, “varoşlarda olmadığını” fark etmiştir. Şu söylenmektedir: “Biz varoşlarda örgütlü olsaydık, olaylar böyle gelişmezdi.” ÖDP kendisine bir tür dizginleyicilik yüklemektedir ve bu eski solcunun, ürkek kişiliğine uygundur. Fark edilmesi gereken ve bazı ÖDP’lilerin fark ettiği gerçek ise, ÖDP’nin esasında 1 Mayıs’ta da yer almadığıdır. Geçtiğimiz 1 Mayıs Taksim’de ve Kadıköy’de kutlandı. ÖDP ise arka sokaklarda, Yeldeğirmeni taraflarından sendika bürokrasisinin yer aldığı kürsünün gölgesine sığınmıştır. Yine de fark edemedikleri, “varoş” dedikleri bölgelerde arka sokak kavramının olmadığıdır.
ÖDP’nin logosunda yer alan P’nin, parti olmadığı kesindir. Bunu kendi başkanları yüksek sesle itiraf etmektedir. Ufuk Uras bir açıklamasında, “parti olmamız beş, altı yıl alacak” demiştir. Ufuk Uras’ın ne tür bir parti öngördüğü belli değildir. Ancak, parti binaları bombalandığında, ilçe yöneticilerinin “sürüklenmek istendiğimiz zeminlere sürüklenmeyeceğiz”, “moralimiz bozulmadı” diye açıklama yaptığı bir kuruluşun, becerdiği durumda nasıl bir parti olabileceğinin ipuçları şimdiden görülebilmektedir.
ÖDP reformist veya uzlaşmacı bile olamamaktadır. Çünkü bu türden çizgilerin Türkiye toplumunda kendilerini kalıcılaştırabilecekleri tek alan, gene bu partinin başkanının dilinden düşürmediği bir ifadeyle, “garnizon partilerinin” hemen kıyısıdır. Ama “aşkın ve devrimin” partisinin, “devrimci olmadığı” açıktır. Bu parti hakkındaki en belirgin kesinlik budur.
Kadük sözcüğü eski, yıpranmış hükmü olmayan anlamına geliyor. ÖDP kadim (eski) solcunun kadük partisidir. ÖDP yıpranmıştır, çünkü eski ve deforme olmuş bir malzemeden imal edilmiştir. ÖDP’nin hükmü yoktur; 15 yılın öğüttüğü kadro tipolojisine dayanmaktadır. Şimdi bu kadro tipolojisi, aradaki görece diri unsurları da öğütmektedir.
Hiçbir şey ile her şeyin toplamı çok kalabalık edebilir. Ancak, hiçbir şey ile her şeyin çarpımı yine hiçbir şey etmektedir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Akçam; Taner “Kendimiz -Devrimci Yol- üzerine düşünmek”, Sosyalist Birlik sayı:6, s.26-27.
- Selim; Ahmet “Eski Dost Düşman Olur mu?”, Sol Blok; Bülten, Mayıs 96, s. 5.
- Selim; Ahmet, agy.
- “Emeğin Birleşik Siyasi Mücadelesi Üzerine”, Yeniden; sayı:6, s.18.
- Yeniden; agy., s.19.
- Yeniden dergisinde 1 Mayıs 95 sonrasında yapılan bir değerlendirmede kızıl bayraklarla yürüyen kortejler tedirginlikle karışık bir alay konusu yapılmıştı. Bunun bir tür önyargı olduğu kesindir. Bu önyargının ise yumuşak bir tür antikomünizmi beslegiğini söylemek abartılı değildir.
- Töre; Teslim, “Amaç ve Araçta Uyum”, Söz; sayı:67, s.15.
- Töre; Teslim, agy.
- ÖDP Programı s.24.
- Sırasıyla, Söz dergisi; sayı:67, s.16 ve sayı:52, s.6.
- Salmaner; Murat, Gelenek, sayı:46, s.19-20.
- Birikim dergisi; sayı:82, Şubat 96, s.10.
- Birikim; sayı:82, s.12.