Türkiye’de devrimci demokrasinin tarihsel geçmişi ve gelişimiyle ilgili Gelenek’te fazlasıyla yazı yazıldı. Bunlar üzerinden yeni eklemeler yapmanın pek fazla anlamı yok, gereği de. Yalnız bütün devrimci demokrat hareketlerin, devrimin örgütlenmesi anlamında iktidar perspektifinin içini dolduran stratejik yönelim ve söylemlerini kabaca aynı çerçevenin içine almak pek fazla doğru değil. Tabii onları, aralarında birbirlerinden uzaklaştıran yaklaşımlarının devrimci demokrasiden kopuşmayı gerçekleştirebilecek bir ufka da sahip olmadığı kesin. Öyleyse böyle bir farklılığın altının neden çizilmesine gerek duyulduğu sorulabilir.
Bu, kaba ve klasik devrimci demokrasiden kendini farklılaştırmaya çalışan devrimin örgütlenmesinde işçi sınıfını merkeze alan ama işçi sınıfını, düzen karşısında demokrasi talepleriyle duran küçük burjuvazinin ve yoksul köylülüğün talepleriyle geri çekici bir ittifak sorununa sıkıştıran ve sonuçta bütün zorlamalarına rağmen popülizmden kopuşamayan, sınıfın hedeflerini orta ve küçük katmanların hedefleriyle sıkıştıran, son tahlilde işçi sınıfını iktidara taşıyabilme şansını yitirdiği gibi demokrasi sorununu çözme şansına da sahip olamayan, iktidar perspektifinden uzak, bilimsel sosyalizme yakın olmaya kendini zorlarken devrimci demokrasiden kopuşamayan bazı yapılar için bir teorik çözümleme yapılması gerekli olduğundandır.
Bu çözümleme, işçi sınıfı ideolojisiyle burjuva ideolojisi arasında duran devrimci demokrasinin uçlara doğru ayrışmasının toplumsal, tarihsel ve teorik koşullarını daha net görmemizi sağlarken, devrimci demokrasiden sosyalizme sıçramanın olanaksızlıklarını ve tüm devrimci söylemine ve zaman zaman pratiğine rağmen reformizme doğru kaçınılmaz bozuluşunun temellerini tarif etmemize yarayacaktır.
Bu başlığı açmadan önce kısaca devrimci demokrasinin geçirdiği süreci, sosyalizmle olan bağlarını, üzerine oturduğu toplumsal katmanların artık günümüzde devrimci bir taban olma koşullarını yitirdiği bağlamda bu anlayışın reformizme doğru nasıl bozulduğu tespiti gerekli ve yararlı olacaktır. Devrimci demokrasinin tarihsel gelişimini iki farklı döneme ayırmakta yarar var. Bu iki ayrı dönemde de devrimci demokrasi ayrı politik hedeflerle ifade etse de aynı toplumsal katmanların istençleri üzerine oturmuştur. Bu iki dönemin ilkinde bu kesimleri iktidara taşıyamazken ikincisinde ise iktidar şansını bazı ülkelerde bulmuştur. Bunda reel sosyalizmin varlığıyla siyasal etkisinin büyük payı vardır. Sözü edilen dönemler, tarihsel olarak tam örtüşmese de emperyalizm dönemi ve öncesidir. Devrimci demokrasinin politik farklılığını da bu dönemlerin ortaya çıkardığı değişimlerden aldığı bir gerçektir. Bu dönemlemede reel sosyalizmin ortaya çıkışı ile dünya çapında bir güç haline geldiği 1917-1945 arası bir geçiş dönemidir. Yine klasik sömürgeciliğin tam anlamıyla çözülüşü de ancak İkinci Dünya Savaşı ile birlikte gerçekleşmiştir.
Kapitalizmin gelişim süreci içerisinde devrimci demokrasi Marksizme esas olarak uzaktır, hatta karşısındadır. Ütopik sosyalizmle bağlantıları var olmakla ve hatta böyle özlemler taşımakla birlikte daha çok burjuva demokrasisinin, iktidara gelme mücadelesinde feodalizme karşı kendi sınırlarını aşan eşitlik-özgürlük-kardeşlik kavramlarını öne çıkaran, iktidarında ise bu söylemlerin somutta karşılığını gerçekleştiremeyen yanma karşı orta ve küçük burjuvazinin (özel olarak köylülüğün) tepkisidir. Yani, esas olarak, bu dönemde devrimci demokrasi, burjuva demokrasisinden beklediklerinin karşılığını bulamayan bir tepkinin kendisidir. Bütün ütopik sosyalist proje ve hayallerine rağmen -aşamalı veya aşamasız- politik anlamda sosyalist iktidarı hedeflememiştir, hedefleyememiştir; tanımladığı tarzdaki iktidarı da alamamıştır.
Emperyalist döneme geçilmesiyle ve sosyalizmin reel olarak ortaya çıkması sonucunda sömürgeciliğin en derin sonuçlarını üzerinde taşıyan geri ülkelerin küçük burjuvazisini, yoksul köylülüğünü, hatta orta katmanlarını emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşıyla harekete geçiren devrimci demokrasi reel sosyalizmden etkilenme ve Marksizmle buluşma sürecine girmiştir. Bu dönem devrimci demokrasiyi, geçmişinden farklı olarak politik gündeminde sosyalizmi hedefleyen bir değişime taşırmıştır. Yalnız emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşını gerçekleştirme anlamında anti-emperyalist yapısıyla sosyalizme yakınlaşırken emperyalizmin içerideki sonuçlarına, feodal beylere ve işbirlikçi burjuvaziye karşı, üzerinden beslendiği diğer kesimlerin demokratik hedefleriyle sınırlı, burjuva demokratik devrime sıkışan popülist yanıyla da sosyalizmle arasındaki sınırları da çizmiştir.
Bu farklılaşmayı yaratan temel iki unsurun, Ekim Devrimi’nin yani sosyalizmin ve emperyalizmin klasik sömürgeciliğinin, devrimci demokrasi üzerinde yetmişlere kadar etkisini sürdüren rolü mantıki sonuçlarına varmış, siyasi anlamda sosyalizme yakınlığı emperyalizme doğru kaymış ve onunla bütünleşmeyi kaçınılmaz kılmıştır. Sömürgeciliğin iki farklı biçimde yaşandığı ve geri ülke kaynaklarını tek başına ve doğrudan sömürdüğü koşullarda Ekim Devrimi ve Sovyet sosyalizmi siyasi anlamda geri ülke halklarının çekim merkezi olmuştur. Devrimci demokrasi de esas olarak sosyalist teoriyle bu dönemde ilişki kurmuştur. Emperyalizmin doğrudan sömürüsünün iki farklı şekli olan, bir, doğrudan işgal üzerinden toprak ve hammadde kaynaklarının yağmalanması; iki, siyasi anlamda iktidardaki feodaliteyle kurulan ilişkilerin iktisadi anlaşmaları sonucunda emperyalist metaların pazarlanması ve yatırımı üzerinden emperyalizmin çıkarlarının ve varlığının doğrudan taşıyıcısı olan komprador burjuvazinin egemenliği sonucunda bu iki farklı müdahalenin ayrı ayrı sonuçları olmuştur. Devrimci demokrasi de bu müdahalenin karşısında duran toplumsal tepkilere göre sosyalizmle arasındaki ilişkilerin sınırlarını belirlemiştir.
Doğrudan işgal, emperyalizme karşı ulusal mücadelenin sınıfsal sınırlarını genişleterek, işgalin sonuçlan karşısında varlık nedenlerini yitiren, cılız da olsa yerli sanayiciyi yani imalat burjuvazisini, ticaret burjuvazisini ve toprak ağalarını içine almış, ulusal bağımsızlığının, anti-emperyalizmin sınırlarını da burjuva demokratik devrimin açılımlarını da belirlemiştir. 1848’den sonra gericileşen burjuvazinin emperyalizm koşullarında tedrici olarak yeniden devrimci bir kimlik kazanması, devrimci demokrasinin zorlamalarına ve emperyalizmin iktisadi, askeri kuşatmasına bağlı olarak kaçınılmazcasına böyle bir role itilmesine bağlıdır.
Emperyalizmin meta ihracı, bunların taşıyıcısı ve ülke içindeki dolaşımını hatta yatırımlarının bayiliğini yapan komprador burjuvazinin egemenliği üzerinden işleyen süreç yerli cılız burjuvaziyi ve ticaret burjuvazisini kaçınılmazca emperyalizmin bu tarz ilişkilerine karşı çıkmayı zorlamış, emperyalizmin toprak işgaliyle birlikte toprak ağalarını da içine alan bu tepki genişleyerek ulusal bağımsızlığı zorlamıştır. Zorlamıştır çünkü bu bağımsızlığın hem tarihsel koşulları yoktur, hem de gereği. Çünkü burjuvazi tarihsel olarak ilericiliği yitirmiştir. Tepki aslında yalnızca emperyalizmin eski tarz ilişkilere karşıdır. Kendi çıkarlarına denk düşen ilişkiler kendi varlığını da tanıyan birliktelik onun tercihine (bir noktada emperyalizmin tercihine de) yabancı değildir.
Bu kesimler üzerinden beslenen devrimci demokrasi, burjuvazisini geliştirmek için Sovyetler Birliği ile kurduğu iktisadi ve siyasi ilişkileri emperyalizme karşı denge unsuru olarak kullanırken emperyalizmle de köprüleri atmamıştır. İşçi sınıfının varlığı ve bazı ülkelerde toprak ağalarının da katıldığı başkaldırı burjuvazinin demokratik açılımlarının sınırlarını kaçınılmazca belirlemiş, hem işçi sınıfına karşı gerici yüzünü her şekliyle kanıtlarken toprak reformunu da engellemiştir. Sovyetler Birliği’yle girilen ilişkilerle dengeyi sağlayan burjuvazi sermayenin ulusal gelişimini mantıki sonuçlarına vardırması, yani kapitalist üretimin toplumsallaşması ve sermayenin ülke sınırlarının dışına doğru yayılan sürece girmesiyle (ihracata yönelik gelişim) büyüme ve palazlanmayı gerçekleştirmiş, ardından da emperyalizmle tam boy ilişkileri siyasi ve iktisadi anlamda bütünleşmiştir.
Ulusal kurtuluş savaşları üzerinden sosyalizmle kumlan ilişkiler ve siyasi anlamda emperyalizmle mesafeli, yani tam boy anti-emperyalizmi gerçekleştirmekten çok yalnızca ulusal sermayenin gelişimi ve büyümesi palazlanması anlamında bir denge unsuru olarak kullanılmıştır. Devrimci demokrasinin, burjuva demokratik devrimini mantıki sonuçlarına vardırma eğilimindeki bu kanadı, bu eğilimini, Sovyetler Birliği ile kurduğu iktisadi ve siyasi anlamdaki ilişkiler üzerinden hiçbir zaman sosyalist ideallere yöneltmemiş, hatta bu eğilimlere karşı içerde her zaman gerici yanını ortaya koymuştur. Toprak ağalarının da katıldığı ulusal harekete önderlik eden devrimci demokrasi, sınıfsal olarak üzerine oturduğu burjuvazinin iktisadi tercihlerine uygun davranmaktan da kaçınamamıştır. İşçi sınıfının ve yoksul köylülüğün devrimci istemleri karşısında ürken burjuvazi, toprak ağalarının tedrici yoldan burjuvalaştırma tercihlerine boğun eğmiştir. Bu süreci yaşayan ülkelerden örnek verirsek, bunların içinde Türkiye’yi, Polonya’yı, Suriye’yi, Mısır’ı, Libya’yı, Irak’ı sıralayabiliriz.
İkinci bölme olarak tanımlayacağımız devrimci demokrasi ise hem kapitalizmin uluslararası entegrasyonuna denk düşen hem de kapitalizmin yaygınlığının var olduğu iktidarda burjuvazinin egemenliğinin tartışma götürmez döneminde kendinden önceki devrimci demokrat bağlantısının gerici ve tutucu yanının sonuçlarına da tepkiyi daha sola büken, siyasi olarak demokratik devrimi daha sosyalizan yanlarla savunan ve bir anlamda sosyalizmi hedefleyen konumdadır.
Bu dönemde devrimci demokrasinin anti-emperyalist yanı daha içsel özellikler taşıdığı için emperyalizme karşı daha radikal, sosyalizme siyasi olarak daha yakındır. Kapitalizmin yıkıcı sonuçlarına karşı gelişen anti-emperyalist tepki, karşılığını iktidardaki burjuvaziye karşı bulmuş; işçi sınıfını, küçük burjuvaziyi, yoksul köylülüğü, burjuvazinin orta katmanlarını hedef kitlesi olarak öne çıkarmış, daha radikal halk hareketi olarak jakoben özellik kazanmıştır. Devrimci demokrasinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki sonrası çıkışı burjuvaziyi hedef kitlesi olarak öne çıkarıp emperyalizmi zorlarken daha sonraki kuşak (özellikle İkinci Dünya Savaşı ertesi) burjuvaziye karşı orta ve küçük katmanların ve yoksul köylülüğün üzerinden iç devrim olarak gelişmiştir. Bundan dolayı burjuva demokratik devrimi ve anti-emperyalizmi daha bir mantıki sonuçlarına varmıştır (toprak reformu, sanayinin gelişim hızı) ama bu sınırların dışına taşıp sosyalizme sıçrayamamıştır.
Sosyalist iktidar perspektifini teorik ve politik anlamda zorlasa da kapitalizmin bir dünya sistemine dönüştüğü koşullarda devrim perspektifinin üretici güçler teorisiyle (üretim araçlarının gelişmişliği) zorlanması, emperyalizm çağında eşitsiz gelişim yasasının yadsınmasıdır ve emek-sermaye çelişkisini ekonomist bir Marksizm yorumuyla popülizmle bozmaya çalışmaktır. Sosyalist devrimi üretici güçlerin gelişmişliğiyle yorumlayan devrimci demokrasi, burjuvazinin demokratik devrimini sosyalizm adına üstlenirken, yani aşamalı devrim perspektifiyle üzerine oturduğu toplumsal katmanlarla birlikte işçi sınıfının sosyalist devrimine karşı demokratik devrim hedefiyle önünü kesme çabasının siyasal ifadesi olmuştur.
Geçmişinden politik anlamda farklılıklarına rağmen devrimci demokrasi bugün aynı ata oynamaktadır. Küçük burjuvazinin demokratik hedefleri, öncelikle, üretici güçlerin gelişkinliği ile ilgili değildir. Sosyalist devrim daha çok zayıf halka özelliğini taşıyan, emek-sermaye çelişkisinin en derin yaşandığı ülke koşullarına bağlıdır. Eğer aksi ise en gelişkin üretici güçlere sahip emperyalist ülkelerde sosyalist devrimin neden gerçekleşmediğini veya bu koşullara sahip olmayan ülkelerde sosyalist devrimin neden gerçekleştiğini açıklamak zorundadır devrimci demokrasi.
İkincisi, iktidara gelen devrimci demokrasi, sosyalizmin bütün çabalarına rağmen, kendi iyi niyetinin dışında kurduğu popüler demokrasilerinin içini toplumsal anlamda doldurduğumuzda orta ve küçük burjuvazinin palazlanarak kapitalizme çark edişi vardır. Küba’nın dışında hiçbiri sosyalizme geçememiştir. Kısaca, niyetlerinden bağımsız olarak doğru tahlil edemediği toplumsal süreçlerin kurbanı olarak burjuvazinin kılıcı oluveren devrimci demokrasi, kapitalizmin rahatça serpilmesinin toplumsal koşullarını hazırlayan özne olma rolünü üstlenmiştir.
Üçüncüsü, artık devrimci demokrasinin iktidar şansı kalmadığı gibi üzerine oturduğu toplumsal kanallarda daralmıştır, çünkü kapitalizmin global ekonomik yapısı orta katmanları büyük sermayeye güçlü bağlarla bağlamıştır. Ona düşen, kapitalizmin dönemsel krizlerine bağlı olarak kah radikalleşen, kah geri çekilen küçük burjuvazinin ve kent yoksullarının tepkisi üzerinden radikalizme hapsolmaktır.
Devrimci demokrasi iktidar perspektifinin kalmamasına rağmen neden bir anlamda kitleselleşebiliyor? Bununla bağlantılı olarak devrimci demokrasi niye reformizme doğru bozuluyor? İktidar perspektifinin içini boşaltan en önemli faktör popülizmin üzerine oturmasıdır. Günümüzde popülizmin içini doldurduğumuzda karşımıza bir dizi sosyal katman çıkar ve bu katmanlar birçok iktisadi bağlarla, devrimci demokrasinin tanımıyla, işbirlikçi burjuvaziye, ya da oligarşiye bütünüyle eklemlenmiştir. Emperyalizmi halen dışarıda arayarak emperyalizmle entegre olmuş büyük burjuvaziye karşı, halk olarak tanımladığı ve büyük burjuvaziye eklemlenmiş bu kesimlerle emperyalizme karşı mücadelede büyük burjuvaziyi veya tekelci sermayeyi bu konumuyla zorlamanın ne maddi karşılığı vardır ne de devrimci demokrasi böyle bir şansa sahiptir. Bu anlamda iktidar perspektifi yoktur.
Belli bir kitlesellik bulmasının nedeni, zayıf halka kapitalist ülkelerde hem kapitalizmin gelişiminin kitlesel anlamda yıkıcı sonuçlarına bağlı olarak (kent yoksullarının proleterleşmeye doğru itilmesi, kırsal yapının çözülmesi, kent yoksullarının yoğunlaşması gibi) hem de onun krizinin sonuçları üzerinden toplumun alt katmanları düzenin kendisine karşı değil, sonuçlarına karşı tepki duyar. İktisadi ve siyasi anlamda demokratik taleplerin en yoğun olduğu dönemlerde devrimci demokrasi bu hedef kitlesinden karşılık bulur ama bu tepkiler ne kadar radikal olsa da düzenin reddiyesine varamaz çünkü sonuçta o da küçük mülkiyetiyle düzenin varlığında kendi karşılığını bulur. Bu tepkilerin yükseldiği dönemlerde devrimci demokrasinin demokratik hedeflerle sınırlı ufku düzenin reddiyesine sıçrar, radikal sarhoşluğa boğulur; hemen bir devrim bekler.
Esas olarak demokrasinin reformizme doğru bozulmasına eklenebilecek başka noktalar da bulmak mümkün. Kapitalizmin gelişimi sürecinde ülke içinde ekonomik entegrasyonun tamamlanmadığı döneme denk düşen koşullarda büyük burjuvazinin iktisadi eziciliği karşısında tepki gösteren orta katmanlar (orta burjuvazi, orta köylülük) demokrasi istemlerini düzen karşıtı bir söyleme dönüştürebiliyorlardı. Büyük burjuvaziyle eklemlenen bu kesimler devrimci demokrasiyi kendi hedeflerine doğru çekici işlev görmüştür. Bu kesimler için demokratik istemlerin siyasi iktidara ortak olmanın dışında bir anlamı kalmamıştır.
Eklemlenmenin yaşanmadığı dönemlerde devrimci demokrasi bu kesimlerden anti-emperyalist bir karşılık bulabiliyordu, çünkü emperyalizmin çıkarları ve büyük burjuvazi üzerinden işliyordu. Ulusal ekonomi, ulusalcılık orta katmanlarda anlamını buluyordu. Artık günümüzde, ulusal sermayenin anlamının kalmadığı koşullarda anti-emperyalizmin yerini karşılıklı bağımlılık almıştır. Büyük burjuvazi emperyalizmle entegre olurken orta katmanları da iktisadi, siyasal, ideolojik süreçlerde kendisine bağlamıştır. Gümrük Birliği’nin en keskin savunucularından CHP orta burjuvazinin ulusal ekonomik anlayışını nasıl da Avrupa’yla bütünleşmeye sıçratıvermiştir. Devrimci demokrasinin büyük bölümünün reformizme doğru geri çekilmesinde fazla da şaşıracak yan yoktur. “Hedef kitlemiz demokrasiyi devrimci tarzda çözmeyi istemiyorsa biz de onun istediği tarzda çözeriz” deyivermiştir. Yani düzen içi reformlar yoluyla…
Devrimci demokrasiyle reformizm arasında arafat yoktur. Mesafeyi belirleyen, üzerine oturduğu hedef kitlenin (orta ve küçük burjuvazi) yükseliş ve düşüşleridir. Devrimci demokrasinin hedefi demokrasidir ve bunun mücadelesinin biçimi de hedef kitlesine bağlı olarak belirlenir. Bu kesimler dinamikken demokratik istemler devrimcidir geri çekildiklerinde devrimci yan reformist yapıya dönüşür. Devrimci demokrasiyi iktidar perspektifinden mahrum kılan da bu yapısıdır. Artık kapitalizmin egemenliğinde bu katmanlardan devrimci anlamda demokrasi mücadelesini beklemek ham hayaldir. Bütün uğraşmalarına rağmen böylesi bir çıkışı bulamayan devrimci demokrasi en sonunda hedef kitlesinin isteklerine doğru, reformizme doğru geri çekilmiştir.
Devrimci demokrasinin siyasi perspektifi aynı zamanda gericidir. Türkiye’de kapitalizmin yaygınlığını işbirlikçi burjuvazinin üzerinden emperyalizmin dışsal işgali olarak yorumlaması ve emperyalizmle mücadeleyi bir avuç işbirlikçi sermayeye indirgemesinin karşılığı işbirlikçi sermayenin dışında diğer bütün sermayeyi aklamasıdır. Bu işbirlikçi burjuvaziye karşı mücadeleyi halk olarak tanımladığı, kapitalizmin varlığının ve yaygınlığının karşılığını kendinde taşıyan, işçi sınıfının dışında, diğer bütün katmanlara yaymasıyla tam bir açmazdadır. İşçi sınıfının sosyalist devrimine karşı kapitalist üretimin işleyişinden başka çıkarı olmayan bu kesimlerle önünü kesme çabasıdır. Bu yüzden, teorik anlamda baktığımızda gericidir.
Biraz daha açalım; bağımsızlık ve demokrasiyi sosyalizmin önüne çıkarması, dünyayı ve Türkiye’yi yanlış tahlil etmek değilse tam da hedef kitlesine, orta ve küçük burjuvaziye bir devrim yaptırma çabasıdır. Oysa atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Ekonomik anlamda her şeyiyle büyük burjuvazinin hakimiyeti altına girmiş, kapitalist üretim ilişkileri üzerine oturmuş bu katmanlardan devrim beklemek ölü gözünden yaş beklemektir ve emperyalizmle bütünleşen ekonomik yapıyı görememektir.
Türkiye’de bütün burjuvazi egemendir ve ulusal ekonomiden çok, uluslararası ekonomik entegrasyon vardır. Emperyalizmi dışarıda arayıp, işbirlikçi diye tanımladığı sermayenin dışındaki kesimlere rol yüklemesi beyhudedir. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasına bağlı olarak hem demokratik devrimin anlamı kalmamıştır hem de işbirlikçi diye tanımlanan burjuva kesimler dışındaki burjuvazinin halk adı altında aklanması gerici bir bakıştır. Bağımsızlık ve demokrasi çözülecekse işçi sınıfı iktidarında yani sosyalizmle çözülecektir. Zaten diğer kesimlerin de ne çözmeye niyeti vardır ne de ihtiyacı. Emperyalizm çağında ve sermayenin uluslararası bütünleşmesi koşullarında sosyalist devrimi üretici güçler teorisine indirgeme tam boy bir ekonomizmdir. Sosyalist devrim üretici güçlerin gelişkinliği ile belirlenmez (bu tanımlama solun teoride çocukluk dönemi işidir), emek-sermaye çelişkisinin derinlemesine yaşandığı koşullar belirler. Bu koşulları belirleyen eşitsiz gelişim yasasıdır. Öyleyse, boyuna demokratik devrime vurgu yapmak niye?
Biraz demokratik devrimi açalım: Sermayenin bugünkü gibi uluslar arasılaşmadığı dönemlerde, bir de sosyalist ülkelerin emperyalizm karşısında büyük güç olduğu koşullarda (emperyalizm öncesi için süreç farklıdır) kapitalizme geç giren ve emperyalizmin sömürgeciliğini üzerinde taşıyan, oligarşiyle eklemlenmemiş kesimler devrimci demokrasinin önderliğinde, Sovyetler Birliği’nin de desteğiyle burjuva demokratik devrimini kimileri ulusal kurtuluş üzerinden, kimileri iç devrimlerle yetmişlere kadar sürdürdüler. Emperyalizmle eski tarzda ilişkilere (klasik sömürgecilik ve sermayenin kendilerinin de çıkarı olmayan yanına) karşı olan ve kendi sermayesinin gelişiminde bencil olan yanma tepki bu ülkeleri Sovyetler Birliği’nin de yardımıyla geliştirdi. Ulusal sermayenin gelişiminin tamamlanmasıyla emperyalizmle yani uluslararası sermayeyle bütünleşmeyi zorlayarak yeniden ama eskisinden farklı olarak emperyalizmle ilişkiler kuruldu. Sermayenin yoğunlaşması sonucu kaçınılmaz olan bütünleşme burjuva demokratik devrimi dönemini de kapamış oldu. Her ülkenin ekonomik nesnelliğine göre mantıki sonuçlar kazandı. Burjuva demokratik devrimin mutlaka emperyalizmden bağımsız olarak gelişeceğini varsaymak eşitsiz gelişim yasasını inkar etmektir. Burjuva demokrasisini tam mantıki sonuçlarına vardırma serbest rekabet dönemine özgüdür. Emperyalizm çağında bu ülkelerde bile böyle bir demokrasi bulamazsınız ama faşizan özellikleri fazlasıyla bulursunuz.
Bir kere sermaye uluslararasılaştığında ya da şöyle diyelim, burjuvazi iktidara geldiğinde mülkiyet ilişkileri hızlı veya yavaş değişir ama kesin olan şu ki kapitalist üretim ilişkileri burjuvazinin iktidarıyla birlikte hakim olur. Yaygınlığı ise sermayenin entegrasyonu ile birlikte artık hiç tartışılamaz hale gelir. Ekonomi politiği bilmeyen ise burjuvaziyle feodal beyleri bir yerde tutarken birinin lehine doğru -tabii ki burjuvazinin- iktidarın el değiştirmek yolundaki kaçınılmazlığını tabii ki bilemez. Meta ve özel mülkiyet ilişkileriyle feodal üretim ilişkileri uzun süre bir yerde beraberce duramazlar. Üretim ilişkileri mutlaka kapitalizmin lehine bozulur ve toprak sorunu toprak reformu olmadan da çözülebilir. Feodal üretim ilişkileri tasfiye olacağı gibi kırsal yapıyı da sınıfsal ayrışmaya tabi tutar.
Kapitalizmin egemenliğinin ve yaygınlığının tartışmasızlığı koşullarında demokratik devrimin köylülüğe doğru genişlemesinin mantıki sonuçları kapitalizme sıkıştığı gibi demokratik hedeflerin devrimci radikalliğinin içini boşaltıp demokratizmin sınırlarına hapseder çünkü kapitalizmin yaygınlığı köylülüğü homojen yapısından koparmış bu yapıyı parçalayıp farklı katmanlara bölmüştür. Esas olarak, böyle bir konum içinde yer alan katmanlara toprak reformu gibi taleplerle siyasi çağrıda bulunmak aşırı zorlamaktır. Esas olarak toprak sorunu tedrici olarak çözülmüştür. Yoksul köylülüğün dışında diğer bölmelerin sorunu ucuz kredi, taban fiyatı sorunudur ve bunlar kapitalizm içi taleplerdir. Bu kesimlere toprak reformu gibi bir tercihi dayatmanın bunlar açısından karşılığı yoktur. Böyle olduğu için bu kesimlere böyle bir misyon yüklemeye çalışmak sosyalist hedefleri siyasi olarak geriye çekmektir, gericileştirmektir.
Yoksul köylülük için toprak talebi biçiminde siyasi çağrıda bulunmak, böyle bir tercih içinde davranmayan, siyasi bir tepki üretmeyen konumu içerisinde yoksul köylülüğü buraya doğru zorlamak işçi sınıfının bağımsız iktidarını ve sosyalizasyonun kırkardaki kollektivizasyonunu hiç koşulsuz demokratizme doğru geri çekmeye zorlamaktır. İşçi sınıfının ve sosyalizmin iktidarı için hiçbir siyasi gücün demokratik taleplerle ittifak çağrısı yapmadığı, böyle bir tercihte bulunmadığı koşulda küçük burjuvazinin ve yoksul köylülüğün ittifakına, demokratik iktidar ortaklığına çağrıda bulunmak sınıfın hedeflerini zorlayarak demokratik hedeflere geri çekmektir.
Sanayinin gelişimi ise yalnızca devrimci bir müdahaleye özgü değildir. Eşitsiz gelişim büyük oranda sanayinin gelişiminin yolunu açabilir. Türkiye’de burjuvazinin bugün birçok dalda sanayi mamulü üretmesi hatta ihraç etmesi çok devrimci olduğu için mi? Tabii ki değil. İthal ikameci model yalnızca yerel burjuvazinin tercihi olduğu için değil emperyalizmin çıkarı olduğu için de geçerlidir. Süreç bir kere başlayınca bu ürünlerin içeride üretimi kaçınılmazdır ve emperyalizm için de uygundur. Tabii sanayileşmeyi mantıki sonuçlarına vardırmak ya da hangi alanların öncelik taşıyacağını belirlemek büyük burjuvaziyle emperyalizmin işidir, bizim konumuz değil. Bizim için aslolan burjuva demokratik devrimin tamamlanıp tamamlanmadığıdır. Bu da kapitalizmin egemenliği ve yaygınlığıyla ilgilidir.
Burjuva demokratik devrimin tamamlanıp tamamlanmadığını üretici güçlerin gelişkinliğiyle ya da orta ve küçük katmanların bolluğuyla ölçmek, tam bir aymazlıktır. Burjuva demokratik devriminin ölçüsü sanayinin gelişkinliği, ya da orta katmanların tasfiyesi değildir. Bugün emperyalist ülkelerde bu katmanlardan fazlasıyla bulabilirsiniz. Burjuva demokratik devrimin nesnelliği, burjuvazinin iktidarı ve kapitalizmin egemenliğidir. Bu anlamda kapitalizmin egemenliği ve yaygınlığının çok açık belirgin olduğu ülkelerde demokratik devrimi savunmak gerici bir öz taşır. Aslolan bu ülkelerin iç çelişkilerinin merkezinde duran işçi sınıfının iktidarıdır, yani sosyalist devrim.
Devrimci demokrasinin reformizme bozuluşuyla işçi sınıfını merkeze alan ama devrimci demokrasiden de kopuşamayan gelişimi ülkemiz özelinde böyle bir süreci yaşayan hareketlerle, bunların yaşadığı değişimi örnekleyerek devam edelim. Reformizme bozulan hareketlerden en açık olarak bu özellikleri taşıyan örnek olarak da en kolay kaynak olanaklarını sunan Devrimci Yol ve Kurtuluş’u (Emek Partisi de böyle özellikler taşıyor ama bu hareket için Gelenek’te geniş bir yazı olduğu için gerek duyulmadı) ele alalım.
Devrimci Yol’un halk savaşı ve bu halk savaşının silahlı mücadeleyle kırlardan adım adım örülmesi biçimindeki siyasi ve ideolojik mirası ve partinin uzun bir halk savaşıyla gelişen cepheleşmeyle inşası mantığından uzaklaşmasında ve faşizme karşı geniş kitlesel katılımının ve yaygınlığının direniş komiteleri biçiminde şekillenmesindeki faktörler nelerdir?
İlk neden, Türkiye’nin sosyal ve iktisadi koşullarıyla ilgilidir. Bu koşullar böyle bir oluşumun önünü kesmiştir. İkincisi, öğrenci hareketi üzerinden beslenen Devrimci Yol kadrolarının önemli bölümü kentlerde yaşadığı içindir. Burjuvaziyle, yani iktidarla en fazla gerilimin yaşandığı kentler, yani işçi sınıfı, küçük burjuvazi ve kent yoksulları bu kadroları kendine çekmiştir. Teorik söylemde bu mirası korumakla birlikte halk savaşında kentleri dışlamayan teori bu kesimler üzerinden örgütlenme ve bunları harekete geçirme noktasında yabancı bir yan taşımamıştır. Fakat kırsal alanda karşılığını bulamayan teori, halk savaşının kentlerde de geliştirilmesi mantığı içerisinde, buralarda yukarıdaki sınıf ve katmanlarla ilişkiye girmiştir. Girilen bu siyasi ilişkinin sonucunda derinleşmesi ve yaygınlaşmasıyla bu kesimlerin isteklerine doğru bir örgütsel oluşuma ve kırlardan başlayacak silahlı mücadeleyle köylülüğün önderliğinde geliştirilecek gerilla mücadelesi anlayışından kent merkezli yani işçi sınıfının, küçük burjuvazinin ve kent yoksullarının iktisadi ve siyasi istemlerine doğru çekilmiştir.
Kentlerde yukarıda saydığımız kesimlerin demokratik taleplerini öne çıkararak bu kesimler içerisinde örgütsel olarak derinleşen Devrimci Yol geçmişten devraldığı ideolojik ve siyasi mirasından da kopuşmayla karşı karşıya kalmıştır. Teorik olarak karşılığı olmasa da sahiplendiği mirasın bir iktidar hedefi taşımasına rağmen kentlerdeki bu kesimler üzerindeki geniş ve denetimsiz örgütselliği onu içine çektiği oranda sağcılaştırmıştır. İşçi sınıfı içerisindeki örgütlülüğüne rağmen demokratik devrimde dayatın perspektifi, onu, işçi sınıfının tarihsel hedefini önüne koyup, sınıfsal bakış açısını elde etmesini engellemiş, bütün düzen karşısında duran bileşenlerin tepkiselliği üzerinden demokratik istemleri zorlayan geniş bir birleşik örgütlenmeyi öne çıkarmıştır. Mirasının içinde olan anti-emperyalist tavrın ülkedeki karşılığı olan oligarşinin hedef alınması ve yıkılmasından uzaklaşıp faşizme karşı direniş savunusu merkeze konmuş, çubuk da daha çok MHP’ye bükülmüştür. İşçi sınıfını merkeze alamayan devrimci demokrat yanı MHP’ye karşı radikalizmin dışında sınıfın sendikal mücadelesine küçük burjuvazinin demokratik taleplerine, kent yoksullarının konut sorununa sıkışmıştır. Özünde devrimci demokrat yanın içinde var olan bu talepler iktidarı hedeflemeyen, süresiz bir demokrasi mücadelesine indirgendiği oranda reformizme sıkışmadan edemez. Devrimci Yol için de süreç böyle işlemiştir.
Bu kesimler içinde derinleştiği oranda gerilla savaşı ve köylülüğün harekete geçirilmesi biçimindeki merkezi anlayış terkedilmiş ve bir türlü de partileşememiştir. Beslendiği toplumsal katmanlardan küçük burjuvazinin siyasi eğilimine dönüşen Devrimci Yol, demokratik devrimin taşıyıcısı olarak bu kesimin basıncıyla düzen karşıtı bir oluşuma dönüştürülmemiştir. Bu kesimlerin demokratik istemleriyle sınırlı radikalizmi Devrimci Yol’u devrimci demokrat zeminde tutmuş ama bu demokratik istemlerin geniş ve yaygın örgütlülüğü içinde de reformizme ve liberalizme doğru ilk klasik özelliklerini almaya başlamıştır.
12 Eylül müdahalesiyle kendiliğindenci örgütsel yapısı ve küçük burjuvazinin donup kalması onun bir gecede tasfiye olmasına ve tükenmesine neden olmuştur. 12 Eylül ertesinde, uzun bir gecikmeden sonra, geçmişinden teorik ders çıkararak siyaset sahnesine çıkmıştır ama önemli bir farkla; devrimci bir iddiası yoktur. Geçmişindeki görkemli örgütlülüğünün (daha çok küçük burjuvazi içinde ve onun hedefleriyle sınırlı) bir gecede yıkılmasının hayal kırıklığı, devrimci tek sınıfın işçi sınıfı olduğu gerçeğine ulaştıracağı yerde onu teğet geçerek yine küçük burjuvaziye yönelmiş ve hedef kitlesini daha da genişleterek demokratik muhalefete soyunmuştur. Artık devrimci bir iddiası yoktur, çünkü böyle görkemli bir radikal muhalefetle davranan Devrimci Yol, bu hareketliliğin geri çekildiği dönemlerde cepheyi daha da genişleterek demokratik muhalefetin mutluluğuna ermeye çalışacaktır. 80 sonrası reformizme bozulmasındaki etkenlerden biri de esnaflaşan, düzenle bin bir yerden bağları olan, siyasi olarak SHP’li kadrolarla var olmasıdır. SHP’nin çözülmesiyle siyasi sahneye çıkan Devrimci Yol’un (önceden siyaset yapmanın gereği yokmuş, bu boşluğu sanki sosyal demokrasi dolduruyormuş gibi) üzerindeki devrimcilik örtüsü de kalkmış, SHP’nin altında gizlenen reformizmi açığa çıkmıştır.
Bir diğer örnek, Kurtuluş, 80 öncesi devrimci demokrasiden kopuşmayı zorlamış, işçi sınıfını keşfetmede bir şekilde başarılı olmuştu ama farklı süreçlerden geçerek Devrimci Yol’un hedefleriyle bütünleşmiştir. İşçi sınıfının iktidarını savunmasına rağmen sosyalizmi devrimci bir sorun olmaktan çıkartmıştır. Sosyalizmi üretici güçlerin gelişkinliğiyle kavrayan anlayışı onu sosyalizmi bugünden başlayan bir mücadele üzerinden iktidara taşıma hedefinden de uzak tutuyor. Sosyalizmin bu anlamdaki koşullarının olgunlaşması anlamında ise bir taraftan sosyalizmin düzen karşısında muhalefetini bir mücadele olarak yorumlarken bu koşulların olgunlaşmasında demokrasi mücadelesini öne çıkartmıştır. ÖDP çizgisine gelmeden önce de demokrasi mücadelesini sosyal demokrasiyle bile birlikte mücadeleye genişletebilirken sosyalizmin mücadelesini işçi sınıfı içerisinde, sınıfın demokratik mücadeleleri üzerinden kitleselleşmesine hapsedilmiştir. Sendikal haklar mücadelesine ve ücret sendikacılığına sıkışmıştır. Bu mücadele anlayışına bağlı olarak sınıfın sendikal örgütlülüğünde ve sendikalar içinde mevziler elde ederken iktidara karşı mücadele yerine sonuçlarına karşı demokratik hakların ve ücretlerin iyileştirilmesi anlamındaki yaklaşımı bu sendikalardaki kadrolarını orta boy sendika bürokratlarına dönüştürmüştür. Sosyalizmin iktidar mücadelesini işçi sınıfının gündelik yaşamı anlamında demokratik mücadelesi sürecine yayan anlayışı, aynı zamanda işçi sınıfının dışındaki kesimlere de sosyalizmi yayma adına sınıf perspektifinden uzaklaşan demokratik sosyalizm anlayışıyla da Avrupa’daki reformist KP’lerle mesafesini kapatmıştır.
Yazımızın ikinci bölümünde işçi sınıfını keşfeden ama devrimci demokrasiden kopuşamayan, kopuşamadığı oranda reformizme doğru dolaylı olarak bozulan devrimci demokrat yapıları ele alacağız.