Medyanın yeri ve işlevi tartışılırken miladı burjuvazinin iktidarıyla başlatabiliriz. Bunu yaparken kapitalizm öncesi toplumsal sistemlerde de medyanın işlevinin kimi nüvelerini görebileceğimizi bir parantez olarak belirtmek gerekir. Nüve olmaları nedeniyle parantezi kapatıp bir daha da açmamak niyetindeyim. Çünkü medyayı incelemek için yakın geçmiş ve bugün çok daha verimli bir laboratuvar işlevi görüyor. Kuru bir tarih yazımı ya da zorlama analojiler bizi ilgilendirmiyor.
İdeolojik üretim aracı olarak medya
Kapitalizmin gelişimi ile birlikte medyanın yerinin ve stratejik öneminin oldukça farklılaştığını işlevinin ise gelişmesine rağmen esas itibarıyla aynı kaldığını söyleyebiliriz. Medya burjuvazi açısından sürekli daha etkin araçlarla takviye edilen ideolojik üretim merkezlerinden biri olmuştur. İdeolojik üretim her dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillenir ve medyada da ona uygun eğilimler ve özneler ön plana çıkar. Her ideolojik üretim mekanı gibi medya da kendisini oluşturan bireylerin ötesinde burjuva ideolojisinin teamülleri tarafından ya da daha doğru bir ifade ile hakim olan üretim ilişkileri tarafından belirlenir.
“Örneğin üniversiteler bağımsız kurumlar değillerdir. İçlerinde bağımsız kişiler bulunabilir; ama bu medya için de geçerlidir. Genelde şirketler için de. Hatta faşist devletler için bile geçerlidir. Ama kurumun kendisi asalaktır. Özel servet bağış yapan büyük şirketler ya da (şirketlerle ayırt edilemeyecek kadar sıkı bağlantı içinde olan) hükümet gibi dış destek kaynaklarına bağımlıdır; üniversiteler özde bunun orta yerindedir. Bu yapıya uyum sağlamayan onu kabul edip içselleştirmeyen (içselleştirmedikçe inanmadıkça gerçekte onunla çalışamazsınız) insanlar yuvadan yukarıya doğru uzanan yolun bir noktasında sökülüp atılırlar. Bağımsız düşünüp de başa bela olan insanlardan kurtulmak için pek çok elek mekanizması vardır. Aranızdan üniversiteye gitmiş olanlar eğitim sisteminin uyum ve boyun eğiciliği ödüllendirmeye fazlasıyla yönelik olduğunu bilirler; eğer bunu yapmıyorsanız bir baş ağrısısınızdır. Dolayısıyla gerçekten dürüstçe (yalan söylemiyorlar) toplumdaki çevreleyen iktidar sisteminin inanç ve tutumlar çerçevesini içselleştiren insanların üstte kaldığı bir elek sistemi işlemektedir.”1
Bir toplumdaki bireylerin dünyaya yaşadıkları ülkeye ve kendi yaşamlarına dair fikirlerinin oluşumunda medyanın rolü çok boyutludur. Haber ve yorumların güncel olaylar üzerine üretilen kanaatle ilişkisi neden ve sonuç olarak çift yönlüdür. Medya kapitalist toplumun pek çok entelektüel üretim aracı ile sarmalanmış durumda olmasının üzerine basar ve aynı zamanda bu entelektüel üretim araçlarından da bir tanesidir. Örneğin Türkiye’de ‘80 sonrasında depolitizasyon ortamının ve neoliberal dalganın yaratıldığı koşullarda medya hem kendini siyasal-ideolojik koşullara göre yeniden düzenlemiştir hem de bu koşulların yaratılmasında katalizör rolü oynamıştır.
“Böyle şeyler olabiliyordu ama Sabah Özal’la gelen değerlerin gazetesi olmuştu artık o anlamda söylüyorum muhalif değildi diye. Serbest piyasanın paranın yeni finans düzeninin ve yeni dünya düzeninin dizginsiz rekabetçiliğin paranın özelleştirmenin mutlaka ama mutlaka kazanmanın zenginliğe tapmanın bu zihniyetin bu ideolojinin sözcüsüydü Sabah. Hemen her grev önce Sabah’ı bulurdu karşısında.”2
Bu değerlerin bayraktarlığını yapmanın bedelini Sabah Grubu ve Dinç Bilgin bu değerlerin büyüsünü yitirdiği günümüz koşullarında ağır ödemiştir.
Belleksizleştirme günü kurtarma ve medyanın sınırı
Günümüzde medyanın ideolojik işlevini daha çok belleksizleştirme ve zihinleri allak bullak etme ile yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Örneğin geçtiğimiz ay ABD’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a gerçekleştirilen saldırılar sonrasında Türkiye’de medyanın geri sayım yaparak yaptığı savaş çığırtkanlığının toplumda savaş seferberliği yarattığını söylemek
1 CHOMSKY Noam, ”Egemen Medyayı Egemen Yapan Nedir? Z Medya Enstitüsü’ndeki konuşması”, çev. Sibel Özbudun, Özgür Üniversitesi Forumu, Ekim-Aralık 2000, S.12, s.59.
2 SEYMEN Serkan, ”Can Kozanoğlu ile Söyleşi”, Amiral Battı, Metis yay., 2001, s.91.
pek mümkün değil. Medya bugün mehter takımı olma misyonunda örneğin Körfez Savaşı’ndaki kadar rahat ve yaratıcı değil. Körfez Savaşı günlerinde Sabah gazetesinin birinci sayfadan Özal’ın Bush’un Garbaçov’un elde kalem-cetvel Ortadoğu’yu nasıl paylaşabileceklerini gösteren bir grafik yayınladığı Zafer Mutlu’nun da köşesinde savaşın gazete tirajlarına etkisi konusunda bilgiler verdiği hatırlanabilir.3
Son saldırıdan sonra sayısız televizyon programında ve gazetede yayımlanan yazılarda “uzman”ların ürettikleri bilgi yorum öngörü tahmin yumağı ile yapılan ise ilgiyi sürekli farklı farklı noktalara çekme sonuçta da hiçbir şeyden emin olmamaya dönük bir çalışmadır. Bu konuda medya yapımcılarının oldukça profesyonelleştiğini bunun kör kör parmağım gözüne örneğinin Show TV’nin haberciliği olduğunu söylemek mümkündür.
Medyanın kapitalist toplumun insanını siyasal ve kültürel üretimin salt izleyicisi bir diğer deyişle tüketicisi konumuna getirmede işlevi tartışılmaz. Bu insan tipolojisinin yaratılması sandığımızdan da uzun bir sürecin ürünüdür. Bu konuda kendi topraklarımızdan ve günümüzden uzak (1851) bir örnek verebiliriz:
“Bunlar devlet okullarında okuyup yazmayı şöyle böyle öğrenmiş ama dikkatlerini bir yere devamlı olarak toplamaktan aciz büyük bir genç kuşaktır. Bu çeşit insanlar trenlerde otobüslerde tramvaylarda meşgul edecek bir şeyler isterler. Pazar günleri çıkan dergilerden ya da ilavelerden başka bir şeyle ilgilenmezler. Bütün istedikleri şey ucuz kolay hap gibi bilgiler hikayeler kısa sözler biraz skandal biraz şaka biraz istatistik biraz hokkabazlıktır.”4
Bugün bir işçi bir mühendis bir akademisyen bir büro emekçisi işyerinde bilgisayarının başında iş çıkışı yol boyunca dizilmiş reklam panolarında arabasında radyoda akşam televizyon karşısında hep fragmanlarla yüz yüze kalır. Televizyon dizileri reklamlar televoleler ve haber programları hep kolay tükettirmeye ve belleksizleştirmeye yöneliktir. Televizyon okuma yazma eğitimi veya alışkanlığı olmayan toplumda bahsi geçen işlevi kolaylaştırmıştır. İzle düşünme tavır alma… Medya gün boyu alın teri döken insanlara hiçbir zaman maddi olanağını bulamayacakları ama “hoşa giden” yaşam tarzını en azından ekran başında izleyerek tattırma “olanağı” verir.
Kapitalizmin her gün yüzlerce örnekte gözlenen akıl dışılığı medya aracılığıyla olağanlaştırılır normalleştirilir.
“Gazetelerin üstünkörü bir taranması ortak sözcükleri basmakalıp başlıklama biçimlerini hemen ayırt edebilir. Örneğin darbe mafya facia sözcükleri gazetelerimizin tümünün temel sözcükleri arasına girmiş bulunmaktadır. Kalıp sözcükler olmuşlardır her biri. Hemen her düzeye ilişkin haberler bu sözcükler aracılığıyla sansasyonel bir kimlik edinmektedir.”5
Medyanın insanları belli bir siyasal programa veya hakim ideolojik tona ikna etme yetisinden yani böylesi bir inandırıcılığından daha çok yaşanan her şeyi olağanlaştırması böylece insanların tavır almaması konusunda önemli bir işlev yerine getirmesinden söz edilebilir. Trafik kazaları cinayetler soygunlar banka hortumlamalar kriz Ecevit Bahçeli Demirel…
Medyanın belleksizleştirme ve olağanlaştırma sürecin en büyük tahribatını genç kuşaklarda gözlemek mümkündür. Medya ile beraber işleyen diğer ideolojik araçlarla kuşatılmış düşünmeyen; düşünmeye ifade etmeye ve iletişim kurmaya çalıştığında bir kaç on tane cümle ve kalıba sığınan kuşaklar insanlığın karşı karşıya olduğu büyük bir tehdide de işaret etmektedir.
Medyanın büyük bir motivasyonla sürdürdüğü yukarıda saydığımız işlevlerini yerine getirirken ciddi bir inandırıcılık sorunu yaşamaya başladığını da belirtmek gerekir. Türkiye’de burjuva siyasetinin yaşadığı krizin kökleri medyayı da etkilemektedir.
1980 sonrasında siyasal partilerin ideolojik yeniden üretim ve taşıyıcılık işlevleri daraltılırken öne çıkarılan kurumlar arasında bugün neredeyse tek başına kalan medya bir yandan güvenirliğini fazlasıyla yitirirken diğer yandan da düzenin diğer kurumlarının yıpranmasına katkıda bulunmaktadır.6
Bu süreçte ‘90’lı yıllarda yaşanmaya başlayan medya enflasyonunun bunun yanında medyada yaşanan tekelleşme sürecinin kimi sancılarının ve genel olarak kimliksizleştirme furyasının ilk sonuçlarını; medyanın kendisinde vermeye başlamasının önemi belirtilmelidir.
Önemli bir kılıç önemli bir kalkan…
“Basın başlı başına bir iştir kalkan veya kılıç değildir” diyor Can Ataklı Sabah gazetesindeki yazılarından birinin başlığında.7 Yanılıyor ya da örtbas etmeye çalışıyor şimdi ise çok pişman… Bizim için bir önemi yok. Önemi olan Can Ataklı’nın dediğinin aksine medyanın sermaye grupları ile burjuva siyaseti ve kurumları arasındaki ilişkilerdeki işlevinin tam da başlıktaki benzetmeye denk düştüğüdür. Sektörün kendinden menkul kârlılığı değil mevcut ilişkilerde kritik bir silah olması sermaye gruplarının iştahını kabartmıştır. Türkiye basın tarihine baktığımızda meslekten gazetecilerin gazete sahibi olduğu yılların ‘40’ların sonlarında terk edilmeye başlandığını görüyoruz. Bunun naif nüvelerinden biri 1957 yılında Akşam gazetesini satın alan Malik Yolaç örneğinde yaşanmıştır:
“Gemileriyle ilgili bir sorunu Ulaştırma Bakanı’yla görüşmek üzere Ankara’ya geliyor. Bakanlık özel kaleminde saatlerce oturup sıra bekliyor. Kuyrukta beklerken bir manzaraya tanık oluyor: Bazı kişiler kapıdan girer girmez özel kalem müdürü yerinden fırlayıp ‘hoş geldiniz beyefendi’ deyip karşılıyor ve kapıdan içeriye sokuyor. Malik Yolaç haksızlığa uğradığını sırada beklerken her gelenin Bakan’ın yanına girdiğini ima amacıyla kim olduklarını soruyor ve ‘gazeteci’ yanıtını alıyor. Malik Bey o gün güç-bela görüşebildikten sonra İstanbul’a dönüyor. Döner dönmez hemen adamlarına emir veriyor:
– Bana pahalı olmayan küçük bir gazete bulun. Satın alacağım diyor.”8
‘60’larla başladığımız dönemde ‘80’lere kadar Türkiye’de sermaye sahiplerinin medya alanına girmesi çok hızlı olmamış daha doğrusu medya bir sektör olarak bugünkü kadar büyük bir güç haline gelmemiş “mütevazı” işadamlarının işi olmakla sınırlı kalmıştır.
‘80’lerle birlikte ise büyük sermaye gruplarının medyaya da el attıklarını görürüz. Bugün ise medya gerçekten de bir silah haline gelmiştir.
Bu sürecin önemli uğraklarından biri özel televizyon kanallarının yayına başladığı ve medya patronlarının birkaç gazete birkaç radyo bir kaç televizyon ve birçok dergiye sahip olduğu bir holding patronu olmaya başladıkları dönemdir. Bu yayılma sadece medya içi alanlarda gerçekleşmemiştir. Medya patronları aynı zamanda banka aynı zamanda başka iletişim şirketleri aynı zamanda inşaat otomotiv enerji şirketi sahibi insanlardan oluşmaya başlamıştır. Medya başka kurtların da olduğu sofrada vazgeçilemez bir kılıç ve kalkana dönüşmüştür. Özel televizyonların varlığı bir özgürlük getirmiştir ama bu özgürlük o televizyonun sahibi içindir. Artık işler Malik Yolaç’ın dönemindeki kadar basit de değildir. Aydın Doğan devletten satın aldığı sigorta şirketine müşteri olarak yine devleti bulmaktadır. Başka bankalarda ayyuka çıkan gerçekler örneğin Aydın Doğan’ın Dışbank’ı için de geçerlidir. Başka bir bankasından oldukça uygun vade koşulları ile kredi alınarak sahibi olmuştur Aydın Doğan bu bankanın. Öte yandan medya kuruluşlarına sağlanan kredi kolaylıkları vergi muafiyetleri reklam vs. gibi olanaklar medya patronlarının başka alanlardaki girişimleri için dolaylı ve doğrudan kolaylık sağlamıştır.
Örnekler Uzanlarla Dinç Bilgin ile Kamuran Çörtük ile Enver Ören ile çoğaltılabilir… Biz bugünün medyasında şimdilik imparator olan Aydın Doğan’dan bir alıntı ile yetinelim:
“Milliyet’i niye aldığım o kadar çok söylendi öyle şeyler anlatıldı ki… Ben faşistmişim gazeteyi faşist yapmak için almışım… Yok ben Koç’un adamıymışım gazeteyi Koç adına iktidarla ve Sabancı ile savaş için almışım… Yok yığınla kara param varmış bunları legalize etmek için almışım… Şuymuş buymuş… Oysa daha önce de söyledim ya Milliyet’i her şeyden çok kâr müessesi olduğu için aldım.”9
Medyaya güven toplum nezdinde azalmasına rağmen büyük sermaye arasında “değer”i artmıştır.
Medyada da iki sınıf vardır…
Medyanın sermayeleşme sürecinin bir diğer özelliği de gazete televizyon yayın yönetmenlerinin ve genel olarak piramidin tepelerine yakın bulunanların holdinglerinin önemli çalışanları haline gelmelidir. Aldıkları bol sıfırlı dolarlı maaşları yaptıkları ihale takipleri içerisine girmek için bin takla attıkları patron ve bürokrasi çevreleri TÜSİAD üyeleri ile köşe yazarlığı unvanından daha çok iş bitirici holding yöneticiliği unvanını hak etmektedirler. Onlar patronlarının sağ kollarıdır:
“Kendimi gazeteyi yapmakla görevli bir genel yayın yönetmeni olarak değil patronuma para kazandırmakla görevli bir şirket yöneticisi gibi gördüm. Onun için kendimi hep Arçelik Genel Müdürü’nden farksız gördüm. Benim ana işim patronuma çok para kazandırmaktı. Şirketim büyüyecek şirketim çok para kazanacak ben de klasik maaşın dışında para kazanacağım.”10
Madalyonun diğer yüzünde ise giderek yoksullaşan ve bugün işsizler ordusunun da önemli bir bölümünü oluşturan basın emekçileri vardır. Basının kritik bir sektör ve büyük sermayenin önemli kollarından biri haline gelmesi süreci basın emekçilerinin herhangi bir güvenceden yoksun ve kötü koşullarda çalışması ile sonuçlanmıştır. Bugün birbirleriyle başka alanda her tür rekabete giren medya holdingleri başka bir holdingde işten çıkartılanları almama konusunda oldukça uyum içinde çalışmaktadırlar. Kastettiğimiz elbette ki Ali Kırca’nın ya da diğer medya baronlarının üzerinde yürütülen pazarlıklar ve milyon dolarlarla transfer edilmeleri değildir. Bunun en göze çarpan örneği sendikasızlaştırma iş güvencesi olmadan ve çok düşük ücretlerle çalıştırma başlığında yaşanmıştır. 1961 yılında çıkarılan 212 sayılı kanunun gazete sahiplerine getirdiği yükümlülüklere tepki olarak gazete patronlarının üç gün gazete çıkarmamalarında 1948 yılında Yeni Sabah gazetesini satın alarak sermayenin basın alanına doğrudan girmesinin ilk örneklerinden biri olan Safa Kılıçlıoğlu başrolü oynamıştır. Bu olaydan bugüne kadar medya patronlarının sınıf güdülerini açıkça ortaya koydukları sayısız örnek vardır.
“Basın kanun dairesinde serbesttir” ve sahibinin sesidir…
Yukarıda tırnak içine alınan cümle Kanunu Esasi’nin yani Birinci Meşrutiyet’in Anayasası’nın bir maddesidir.11 Bu madde çok farklı biçimlerde yorumlanabilir ve bugün için bir uyarlaması yapılabilir. Basın gerçekten de burjuvazinin siyasal ideolojik ve ekonomik çıkarlarının belirlediği çerçeve içerisinde dilediğini yapabilir. Hatta kendi patronlarının gündelik çıkarlarını savunma noktasında diğer sermaye çevrelerine hükümete hatta kimi zaman orduya dil uzatma konusunda da serbesttir. Öyle ki işçi sınıfı hareketinin veya kendilerini rahatsız edecek toplumsal bir dinamiğin varlığının söz konusu olmadığı koşullarda rakiplerini ve çıkar uyuşmazlığı yaşadıkları çevreleri yerden yere vurabilir. Bahsi geçen türden bir hareketin varolduğu koşullarda ise elbette ki diğer didişmeleri bir kenara bırakıp düzenin bekası neyi gerektiriyorsa onun borazanlığını yapmayı bir vatani görev beller.
“Senatör William Fulbright 1966’da Senato’da hükümet ve medya üzerine yapılan oturumlarda şu gözlemde bulunmaktaydı: ‘Çok ilginçtir ki önde gelen gazetelerimizin çoğu hükümetin neredeyse ajanları ya da uzantıları haline gelmişlerdir; hükümet politikasına karşı çıkmamakta onunla ilgili soru bile sormamaktadırlar.’ Bu sözler tam anlamıyla doğru değildir: Medya hükümet politikasını sorgular ve karşı çıkar ama bunu hemen hemen yalnızca devlet-şirket iktidarının özünde ortak olan çıkarlarıyla belirlenen çerçevesi içinde kalarak yapar.”12
Medya siyasal gelişmeler konusunda tek başına belirleyici bir unsur olmasa bile siyasal ve ideolojik havanın en yoğun solunabileceği yerlerden birisidir. Ayrıca kimi dönemlerde baskın teamüllerin nihayete vardırılmasında önemli bir işlev edinmiştir.
“Politikacının icraatında medyayı kullanmasında ve destek aramasında en çarpıcı örneklerden biri Başbakan Turgut Özal’ın Genelkurmay Başkanı atamasında yaşandı. Özal Genelkurmay Başkanlığı’na Necdet Öztorun yerine Orgeneral Necip Torumtay’ı atadı. Özal’ın bu gelişmeler sırasında basınla yaşadığı ilişkileri dönemin başbakan danışmanlarından Güneş Taner şöyle anlatmaktadır: ‘Ankara’ya dönüp kararname hazırlandı. Basını arayıp demokrasi için bizimle beraber olup olmayacaklarını sorduk. Cevap müspetti. Akşam yine İstanbul’a döndük.’ Özal gerçekten de medyadan beklediği desteği buldu. Ertesi gün gazetelerin manşeti hep sekiz sütuna idi; Güneş: ‘Sivil müdahale’ Günaydın: ‘Özal darbe yaptı’ Sabah: ‘Özal’ın ordu müdahalesi.’ Yorumlar da Özal’ın lehine oldu.”13
Bu nedenle medya tarihi ele alınan dönemlerin siyasal ideolojik ekonomik yönelimleri ile mevzu bahis olan bir basın grubunun o yönelimlerin neresinde durduğundan ibarettir.
Bir parantez iki örnek…
Cumhuriyet gazetesi Türkiye’de burjuva devrimi döneminde İttihatçılıktan Kemalist saflara katılmış Yunus Nadi tarafından kurulmuştur. Yunus Nadi Babıâli’de bulunan Yeni Gün gazetesini İngilizlerin basması üzerine matbaasını Ankara’ya taşımış Kurtuluş Savaşı boyunca Yeni Gün Ankara’da çıkmaya devam etmiştir. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte İstanbul’a dönmüş 1924’ten itibaren de Cumhuriyet adı ile yayınına devam etmiştir. Gazete genç cumhuriyetin yayın organı ideolojisinin üretim merkezlerinden biri olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Babıâli basınının muhalif tutumuna karşı Ankara’nın sesi olmuştur. Türkçülük ve imparatorluktan kopuşu ifade eden ideolojilerin en yoğun olarak işlendiği gazetedir. Cumhuriyet devletin ya da genel olarak burjuva siyasetinin merkezi çizgisinde yürümeyi hep tercih etmiş hakim ideolojik atmosferin sesi ve göstergesi olmuştur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Anti-komünist histeriyi yaymada yoğun bir çaba sarf etmiş ve işin ucunu fazlasıyla kaçırmıştır. Nazi hayranlığı ve savaş çığırtkanlığı ile zaman zaman İnönü iktidarını bile rahatsız etmiştir.
“Alman kudretini ve birliğini tarihi zaruretlerden doğma bir realite olarak görmek istemeyenler bugünü böylece yanlış anladıkları gibi yarına da ters bakmaktan bir türlü kurtulamıyorlar.”14
Sol ve komünizm düşmanlığının ayyuka çıktığı bir dönemde Aralık 1945’te Tan Matbaası’nın basıldığı olayları körükleyen koroda Cumhuriyet gazetesi baş solistler arasındadır. Cumhuriyet’in anti-komünist kimliği savaş sonrası yıllarda da devletin ideolojik teamülleri ile uyumlu bir biçimde devam etmiştir.
“Yüksek öğrenim gençliğinin komünizm tehlikesine karşı ciddi bir mücadele açtığını memnunlukla haber alıyoruz. Milli varlığımızı yok etmek amacını güden bir düşmanı sınırlarımızın ötesinde zararsız bir hale sokabilecek yegane kuvveti ancak fikir ve iman gençliğimizde arayacağımıza göre teşebbüs doğrudur ve yerindedir. Yarınki büyüklerimiz demek olan bugünkü yüksek öğretim nesillerine savaşlarında aydın başarılar dileriz.”15
Çok partili döneme girilen yıllarda ve Demokrat Parti (DP) iktidarında Cumhuriyet gazetesi pek çok gazete gibi DP’yi desteklemiş hatta Nadir Nadi DP milletvekili olmuştur. ‘60’lı yıllarda Türkiye’de sol siyasetin toplumsallaştığı atmosferde Cumhuriyet gazetesi de “solcu” olmuş hatta toplumsal hafızada sol kimliğin emarelerinden biri haline gelmiştir. O yıllarda Cumhuriyet’in tirajı 200 binlere ulaşmıştır. Bu rakam bugünkü tirajının neredeyse dört katıdır.
Sol imaj pek çok değişimle beraber bugüne kadar gelmiş ama diğer taraftan da çağa ayak uydurmanın yolları aranmaya başlanmıştır. ‘90’ların başlarında Türkeş ile röportajlar yayımlanmaya başlıyor ‘94’te MHP Kongresi sonrasında MHP’nin yükselişine güzelleme yapıyor “ekonomik milliyetçiliğe ağırlık vermesi”ni salık veriyordu. ‘99 seçimleri sonrasında da MHP’nin değiştiği üzerine yazılar okuduk İlhan Selçuk’tan… Cumhuriyet için çağa ayak uydurmanın diğer bir boyutu ise basının sermayeleşmesi trenini yakalamaya çalışmak oluyor. Cumhuriyet’in bu konuda elinden geleni ardına koymadığını ifade etmek gerekiyor. Bayındır Holding Çapan Ailesi Sabancı isimlerinin geçtiği Cumhuriyet’i “satma süreci” hâlâ devam ediyor…
Türkiye’de çok partili döneme geçilen yıllar basın tarihi açısından da önem taşır. Bugünün iki önemli gazetesi Hürriyet ve Milliyet o yıllarda çıkmaya başlamışlardır. 1948 yılında yayımlanmaya başlayan Hürriyet kolayca tüketilebilen bol resimli asparagas haberlere yer verilen ve kadın cinselliğinin kullanıldığı gazetecilik tarzında Türkiye’de basına öncülük yapmıştır. Hürriyet’in öncülüğü sadece bu alanla sınırlı değildir. Hürriyet yayın hayatı boyunca değişik patronlara sahip olduğu bütün dönemlerinde hep bir “yayın politikası”na sahip olmuştur. Bu politikaya uygun olarak devletin kimi yönelimlerini yansıtma konusunda ve gündem açma ve maniple etme konusunda ödevini oldukça başarılı yapan kadrolar barındırmıştır. Bu özelliği daha sonra pek çok gazete tarafından taklit edilmeye çalışılmıştır.
“Hürriyet gazetesinin tarihinde askeri ya da ‘etkin ve yetkin’ sivil giyimli bürokrasi ile takıştığı görülmediği gibi kesintisiz tatlı alışveriş içinde oldu. Bürokrasi havalanıp ‘en büyük vatansever benim’ diye haykırmak istediğinde el altındaki Hürriyet’e ulaşıyordu. (…) 1980’den sonra öteki gazetelerin her biri birer Hürriyet olma çabasına girecekti. Hürriyet bu yönüyle ‘tek’ olmaktan çıkacaktı.”16
Hürriyet gerçekten de tarihi boyunca en çok satan gazete olma konusunda hep yarışılan gazete olmuştur. Önceleri Yeni Sabah daha sonra Günaydın yakın döneme kadar da Sabah gazetesi yarışmacılar arasında yer almıştır. Bu yarışın çadır tiyatrosuna döndüğü promosyon furyası hatırlanacaktır. Her şeye rağmen Kahraman’ın yukarıda ifade ettiği özelliği konusunda yazar ve muhabir kadrosu ile Hürriyet her zaman “özgün” bir yere sahip olmaya devam etmiştir.
İdeolojik mücadele ve medya
Her ideoloji üretim mekanının kaderinde olan kriz dönemlerinde çatlama olgusu medya için de geçerlidir. Fakat bu çatlamanın koordinatları konusunda net olmak gerekir. Pusulayı şaşırmanın ise bedelleri ağır olabilir. Bu koordinatları belirlemek için medya çalışanları içinde bir tasnife gitmek de fayda var.
Birinci grup medyanın kalburüstü ekibidir baronlardır. Medya örgütünün tabir-i caizse çekirdeğini oluştururlar. Bu grubun kalemleri ve kelamları sınıf aidiyetlerini net bir biçimde ortaya koyar. İkinci grup ise elekten en erken düşen ya da elekle hiç karşılaşmayan basın emekçileri ordusudur. Bu grup burjuva medyanın ideolojik teamüllerinde belirleyici bir yere sahip olmayan hatta çoğu zaman belirlenen kesimdir. Varolan mekanizma içerisinde bir üretim yeri olarak medyada kendilerine verilen işi en iyi biçimde yapmakla yükümlüdürler. Burjuva ideolojisi tarafından belirleniyor olmalarını veri almak anlamlıdır ama bunu tersine çevirmek de ideolojik mücadelemizin konularından biridir. Üçüncü grup ise su başlarının kıyısında köşesinde hatta kimi zaman merkezinde duran söylediği sözün alıcısı bulunan ve medyanın teamüllerinde etkili olan kesimdir. Sayıları ve etkileri hiç de azımsanamayacak olan bu kesimin sosyalist mücadelenin yükseldiği dönemlerde nerede duracağı önemlidir. Bu tasnif medyayı ideolojik mücadelenin konularından biri olarak ele aldığımızda karşımızda ne durduğunu anlatır sadece. Elbette ki hoş sürprizler ve kazanımlar yaşanabilir ama bunu bugünden bir beklenti olarak koymak siyasal örgütsel ve ideolojik olarak düzen ile bağ kurmak sonucuna götürür. Kapitalist düzenden medet umanlar için bu bir tercih olabilir. Sosyalist mücadele ise bağımsız araçları gereksinir.
Bu nedenle ideolojik mücadelede medyanın yeri düşünülürken medyayı oluşturan bireylerin tek tek ya da grup grup ideolojik yönelimlerinin önemi bir yere kadardır. Yukarıda yaptığımız da aslında karşımızda ne durduğunun sergilenmesidir; bir nesnellik tarifidir. Türkiye nesnelliğinden bağımsız değildir hatta tam göbeğindedir. Sosyalist siyaset ve ideolojinin toplumsallaşması sürecinin göstergelerinden biri olacaktır medya. Ama mutlaka olacaktır. Komünistlerin kadrajın dışında tutulamayacağı bir dönemdir bahsettiğimiz. Bunun ötesinde beklentiler suya düşme dışında başka şansı bulunmayan hayallerdir. Tam da bu noktada bağımsız alternatif medya tartışmaları üzerine birkaç söz söylemek gerekiyor.
Bağımsız alternatif medya
Medyanın işlevi ve yeri konusunda çok yazıldı konuşuldu. Hâlâ da yazılmaya tartışılmaya devam ediliyor. Sol adına yürütülen tartışmaların çok büyük bir bölümü muhalif konumlanışın ötesine taşınamadığı için bir dizi sakatlığı barındırıyor. Başka bir deyişle iktidar perspektifine sahip olmayan sol söz konusu olan medya olduğunda da “muhalefetçilik” oynamaya devam ediyor.
“Medyanın medya tanımına uygun olabilmesi için toplum çoğunluğunun vicdanı olması gerekir. Bu yüzden gazete radyo televizyon vb gibi iletişim araçlarının gerçeğin haberini vermesi gerekir. İnsanları olup-bitenler hakkında ‘doğru bilgilendirme’ gereği de bir bütün olarak medyanın özel çıkar ve kâr aracı olma durumuyla çelişir. Başka türlü ifade etmek istersek ‘kamu yararı’ gerekçesi bir bütün olarak medyanın bir özel kazanç alanı haleni getirilmesini engellemeyi gerektirir. Elbette medyanın özel kazanç konusu yapılmasının engellenmesi de yeterli değildir. Medyanın devletten ve her türlü iktidar ve güç odağından da bağımsız olması gerekir. Bu bakımdan ‘özel sektör’ medyasının alternatifi ‘devlet medyası’ değildir. Zaten bu ikisi birbirlerinden ayrı farklı kategorilerde değildir. Devlet-sermaye ‘bütünlüğü’ (veri iken) siyasal ve ekonomik iktidar da bir ‘bütünlük’ oluşturuyor. Öyleyse medyanın tanımına uygun bir zemine çekilmesi bireyler kolektifi olan bir örgütlenme tarzıyla mümkündür. Devlet ve sermaye medyasının alternatifi kavramın gerçek anlamında ‘kamusal medyadır’ yani halkın medyası…”17
Ve bakın iş nerelere vardırılıyor:
“Öyleyse mevcut durumdan rahatsız olanların şikayet edenlerin ‘medya sorununu’ önemsemesi gerekiyor. Başka türlü söylemek gerekirse medyayı bir yalan manipülasyon dezenformasyon aracı iç savaş rejiminin bir parçası olmaktan kurtarmak onu asıl bulunması gereken zemine çekmek asıl işlevine döndürmek bizim irademizi aşan bir şey değildir. Yeni yetme bir ‘kapitalistin’ birkaç televizyon kanalına radyoya beş altı gazeteye onlarca dergiye sahip olabildiği bir dünyada biz on milyonlarca insan bir araya gelip bir televizyon bir radyo bir gazete birkaç dergi çıkarmaktan aciz miyiz Bu ülkenin emekçi çoğunluğunun söyleyecek sözü yok mu Toplum çoğunluğunu ihtiyacı olan bir ‘halk medyası’ ‘mülksüzler medyası’ oluşturmak sadece ‘olumlu’yu üretmek için değil ‘olumsuzluğu’ püskürtmek için de gerekli… Öyleyse iradeniz dahilinde olan böyle bir şeyi gerçekleştirmek için hareket etmenin zamanı değil mi Hâlâ neyi bekliyoruz ve daha ne zamana kadar Milyonlarca insanın katılımıyla her birinin mütevazı katkılarıyla sermayeden ve devletten bağımsız bir medya yapılanması için harekete geçmenin ve iyi bir başlangıç yapmanın tam zamanı değil mi”18
Medyanın kapitalist toplum içerisindeki burjuva devlet ve sermaye ile bağlantısı yerinde bir ilişkilendirmedir. Peki yapılması gereken devlet ve sermaye medyasının alternatifi olarak “halkın medyası”nı yaratmaya koyulmak mıdır
Sosyalist iktidar mücadelesi düzenin bütün kurum ve araçlarıyla mücadeleyi gerektirir. Düzenin kurumlarından biri olan medyanın profesyonel propaganda yöntemlerine karşı sosyalistlerin kendi medyalarını yaratmaları gerekir. Burjuva medya toplumu ideolojik olarak esir alırken sosyalistler siyasal ideolojik ve örgütsel ayaklarını ördükleri bir hatta yol alırlar. Sosyalist basın bu mücadelenin araçlarından biridir. Ama ne tek başına sosyalist iktidar mücadelesi için yeterlidir ne de burjuva medyanın alternatifidir.
Biraz özet ve hatırlatma yapmakta fayda var. İdeoloji üretim merkezlerinden biri olan medya sosyalistler için bir mücadele alanıdır. Bu nedenle önemsenmelidir. Bu önemli alanda elbette onu iyi tanıyarak mücadele etmek gerekir. Birincisi bütün dünyada olduğu gibi medya düzen siyasetinin ve ideolojisinin önemli karargâhlarından biri haline gelmiştir. İkincisi önemli sermaye grupları medya alanına da el atmış sermaye-medya bağlantısı dolayımsız hale gelmiştir. Üçüncüsü büyük holdinglerin medya kuruluşlarının kritik noktalarında bulunan pek çok dönek solcu vardır. Devrimci mücadeleyi ve Marksizm’i kendi gördüklerinden ibaret sanarak ama oradan aldıkları değerlerin de içini boşaltıp kullanarak ya da o değerlere küfrederek her gün milyonlarca insana seslenmektedirler. Dördüncüsü medya da sosyalist ideoloji ve siyasetin taşınacağı alanlardan biridir. Bütün bunlar mücadelenin konularıdır ama kendinden menkul amaçları değildir. Tabi bütün bu söylediklerimiz sosyalizm mücadelesi verme niyetinde olanları ilgilendirir.
“Devrim hükümetin buna zorladığı özneleri tarafından devrilmesidir; Immediasm medyanın tutsak dinleyicileri tarafından ele geçirilmesidir. Immediast’ın varlığı tüm şirket ve ticari yayın medyası tamamen kamunun yönetiminde elinde ve denetiminde olana dek genişleyecektir.”19
“Devrim hükümetin devrilmesidir; bizim amacımız ise medyayı devirmektir.”20
Bu görüşte niyetin sosyalizm mücadelesi olmadığı çok açık. Niyetlerin gerçekleştirilebilir olmadığı da! Kapitalizmin yasalarının geçerlilikte olduğu bir toplumsal düzen içerisinde bağımsız adacıklar yaratılabileceği ve bunların baskı unsuru olacağı tezi ve iktidarsız bakış açısı her başlıkta benzer ürünler veriyor. Medyanın ele geçirilmesi hedefi de suyüzüne çıkamamaya mahkum. Türkiye’de bağımsız yerel sivil alternatif (ve aklıma gelmeyen daha başka sıfatları da kullanan) medyacılardan birisi görüşlerini şöyle ifade etmektedir:
“Özetle Türkiye’de alanındaki ilk yatay yerel medya inisiyatifi olarak ortaya çıkan BİA alternatif söylemi ve örgütlenmesiyle ‘küresel bir yer duygusuna sahip yerellikleri temsil eden’ sivil medyaların ‘olasılık mekanını’ genişleterek Türkiye’deki yerel medya ortamının yaygın medyanınkine paralel biçimde küreselleşmesini amaçlamaktadır.”21
Bağımsızlık iddiası dikkatle ele alınmalıdır. Düzenin kurumlarından siyasetinden ideolojisinden bağımsızlık ancak ve ancak sosyalist bir hatta bağlanmak ile mümkün olabilir. Mevcut sistemin iktidar odaklarından bazıları tek başına hedefe konulduğunda sosyalist mücadelenin programı kılavuz edinilmediğinde yine düzenin başka iktidar odakları ile işbirliği gündeme gelir. Bugün Avrupa Birliği’nden (AB) demokrasi beklentisi içerisinde olanların özgürlüğün AB aracılığıyla elde edileceğine inanmaları hatta bağımsızlığın dayanaklarından biri olarak Avrupa Birliği’ni koymaları hiç de şaşırtıcı değil.
“Türkiye’de Avrupa Birliği aday üyeliği çerçevesinde Kopenhag Kriterleri ile Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi’nin getirdiği zorunluluklar yerine getirildiği takdirde yerel/sivil medyanın biraz daha nefes alabileceği bir ortama kavuşması beklenebilir.”22
Uzun lafa ne hacet… Böylesi yerelcilik sivillik bağımsızlık alternatiflik bizden uzak dursun. Sosyalizm mücadelesi bağımsız siyasal ve ideolojik hattında ısrarcı olacak. Sosyalist hareketin toplumsallığı ve örgütsel gövdesi en etkili medyası olacak. Toplumsallık elbette düzenin çatlakları üzerinden genişleyecek. Medya da bu çatlaklardan muaf olamayacak.
Dipnotlar ve Kaynak
- CHOMSKY Noam “Egemen Medyayı Egemen Yapan Nedir Z Medya Enstitüsü’ndeki konuşması” çev. Sibel Özbudun Özgür Üniversite Forumu Ekim-Aralık 2000 S.12 s.59.
- SEYMEN Serkan “Can Kozanoğlu ile söyleşi” Amiral Battı Metis yay. 2001 s.91.
- KOZANOĞLU Can “Sabah Veriyor Tiraj-Man Geliyor: Zafer Mutlu” a.g.e. s.15.
- George Gissing’in romandan alıntı yapan Asa Briggs’ten aktaran Ahmet Oktay Toplumsal Değişme ve Basın BFS yay. 1987 s.20.
- OKTAY Ahmet a.g.e. s.107.
- ARMAĞAN Dünya “Bugün ve Türkiye’de ideolojik mücadele” Gelenek S.50 s.16.
- ATAKLI Can Sabah Gazetesi 5 Kasım 1995 aktaran SEYMEN S. a.g.e. s.114.
- KAHRAMAN Ahmet Cici Basının Sefalet ve Rezaleti Tümzamanlar yay. 1996 s.117.
- DOĞAN Aydın 1 Ocak 1981 tarihli Erkekçe dergisinde yayınlanan röportaj aktaran KAHRAMAN A. a.g.e. s.249.
- MUTLU Zafer aktaran SEYMEN S. a.g.e. s.48.
- TOPUZ Hıfzı a.g.e. s.31.
- CHOMSKY Noam Medya Gerçeği Tümzamanlar yay. 1993 s.119.
- SAĞNAK Mehmet Medya-Politik Yön yay. 1996 s.170.
- NADİ Nadir Cumhuriyet’te yayınlanan “Alman realitesi” başlıklı yazısından aktaran BEDİİ FAİK Matbuat basın derken… medya Doğan Kitap 2001 c.1 s.46.
- NADİ Nadir 14 Aralık 1947 tarihli Cumhuriyet’teki başyazısı “Komünizm ile Savaşırken” aktaran EMİN KARACA Cumhuriyet Olayı Altın Kitaplar yay. 1994 s.175.
- KAHRAMAN Ahmet a.g.e. s.134.
- Özgür Üniversite Forumu (medya: yalan manipülasyon) Sunuş yazısı Ekim 2000 S.12.
- a.g.m.
- Medya Denetimi Immediast Bildirge 1993 Tümzamanlar yay. s.21.
- a.g.e. s.16.
- ALANKUŞ Sevda “Alternatif Olarak Yerel Medya ve Bir Girişim: Bağımsız İleşitim Ağı” Özgür Üniversite Forumu Ekim 2000 S.12 s.148.
- ALANKUŞ Sevda a.g.m. s.142.