1990’ların başında gerici ideoloji ve propaganda seli alabildiğine şiddetlenmişti. İkna edicilik ve etkileyicilik açısından bakıldığında emperyalist fatihin propagandası halkların zihninde kapitalizmin temize çıkması nedeniyle değil gerçek olaylar (tüm doğrudan ve dolaylı yansımaları ile birlikte sosyalizm güçlerinin o dönemde uğradığı yenilgi) nedeniyle başarılı olmuştu.
Zafer kazanan taraf başından itibaren uluslararası ve ulusal ölçekteki ittifaklar sorunu üzerinde yoğunlaştı. 20. yüzyılın geleneksel emperyalist ittifaklarına yeni pazarlar için verilen mücadelenin baskısı altında biçimlenen yenileri eklendi. Savaşın ve kapitalist yeniden yapılanmanın olası en az kitlesel direnişle karşılaşması için yaşanan hayal kırıklığını ve ortaya çıkan yenilgi sendromunu güçlendirmek üzere güç gösterileri yoluyla ittifaklar konusunda sistemli bir çalışma yürütüldü. Liderlik ya da alt-liderlik mücadelesi içinde görünen kapitalist devletler başka ittifak gruplarının karşısına birlikte çıkmak için kendi aralarındaki ilişkileri derinleştirdiler.
“Çatışan taraflar arasındaki geleneksel sınırların kaldırılması” teorisi zayıf ve hem ulusal hem de uluslararası ölçek için yapay bir teoriydi.
Bu teorinin merkezinde 20. yüzyılın temel çelişkisinin yani kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çelişkinin ortadan kalkması ile birlikte yeni bir dünyanın doğmakta olduğu tezi vardı. Yaşanan değişimlerin yol açtığı kafa karışıklığı sistem savunucularının gerçekliği bilmezden gelir gibi davranmalarına savaşların ve silahlanma yarışının son bulacağını taahhüt etmelerine ve dünyanın planlanması ve düzenlenmesi uluslararası ilişkilerde eşitlik ve demokrasi ve anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümünün güvence altına alınması gibi konularda bir yığın söz söylemelerine yol açtı.
Sınırların kalkması teorisi kuşkusuz ulusal ölçekteki “sosyal uyum” “yakınlaşma” ve “eşitlik”ten kaynaklanamazdı çünkü zenginlik ile yoksulluk arasındaki mesafe o zaman olduğu gibi şimdi de her gün biraz daha büyümeye devam ediyor. Bunun kanıtı neo-liberal ve sosyal demokrat yönetimlerin açık bir şekilde yakınlaşmaları ve aynılaşmalarıdır. Bu konuda “yeni sol” “reformist sol” ve “neo-komünist” güçlerin anti-kapitalist konumlarını ve sosyalizm nihai hedefini adım adım terk etmelerinden de yararlanıldı.
Sosyalizmden kurtulmuş olduğu iddia edilen Avrupa bugün saldırı silahlarının sayısını artırma ve özelde de ABD’nin sahip olduğu silahların “kalite” yani tehdit gücü düzeyini yakalamaya çalışma zorunluluğuyla karşı karşıya. Güncel siyasal gelişmeler açısından bakıldığında bugünün merkezi başlıkları “önleyici vuruş” “genel terörizm tehdidi” teorisi ve bölgesel ölçekte rekabet eden kapitalist ülkeler arasında nükleer silahların kullanılması tehdidi. Silahlı kuvvetlerin savunmayı merkeze yerleştiren doktrini bu kuvvetlerin iç düşmana yani halka karşı kullanılması yönünde değiştirildi.
Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çatışmanın geçmişe ait olduğu teorisinden daha büyük bir aldatmaca daha büyük bir yalan bulunmuyor. Kuşkusuz bugün bu çatışma kendisini dünya ölçeğinde bir sosyalist sistemin bulunduğu ve güçler arasındaki ilişkilerin daha dengeli olduğu geçmişe göre farklı şekillerde ifade ediyor. Ve bu çatışma kapitalizm ve sınıf sömürüsü varoldukça emperyalizm egemenliğini korudukça sürecek.
Kapitalizmin giderek gericileşmesi ve halklara karşı yeni saldırı silahlarının üretilmesi yeni anti-emperyalist hareketleri engelleme ve 21. yüzyılın sosyalist toplumsal devrimlerini önleme amaçlarına yönelik. Zaman içinde devrimci bir bilincin gelişmesine yol açabilecek olan anti-emperyalist tekel karşıtı mücadeleye büyük bir düşmanlık besliyorlar.
Halk hareketlerinin terörizm etiketini taşıyan bir numaralı tehdit olarak tanımlanması emperyalizmin uzun vadeli bir bakışa sahip olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. Modern hareketlerin güncel bir tehdit oluşturup oluşturmamalarından bağımsız olarak emperyalizmin değişmez hedefi sosyalizmin bir ya da daha fazla ülkede zafer kazanmasını önlemek. Dolayısıyla emperyalizmin uzun vadeli hesaplarında modern hareketlere de yer veriliyor.
Emperyalist güçlerin ve her bir ülkenin burjuvazisinin komünist partilere ve komünistlerle ittifak kuran güçlere yönelik yaklaşımlarını bu söylenenlerden hareketle anlayabiliriz. Komünist ideoloji ve pratikten kopan siyasi güçlere yönelik esnek yaklaşımları da bu söylenenlerden hareketle açıklayabiliriz. Tekel karşıtı anti-emperyalist ittifakın politikası bugün emperyalizmin hedefi durumunda. Bu ittifaka karşı sopa politikasına dayanan doğrudan bir saldırının yanı sıra daha “barışçıl” ve “demokratik” araçlarla sızarak erozyona uğratmak gibi dolaylı politikalara dayanan bir saldırı da başlatıldı.
Sosyalizmin güncelliği
Emperyalist örgüt ve kuruluşların uluslararası gelişmeler hakkındaki değerlendirmelerini incelemekte yarar var. Son Davos toplantısında da görüldüğü üzere artık kimsenin bugün uygulanmakta olan ekonomi politikalarından söz etmemesi ve bunun yerine kapitalizmin siyasal iktisadının ve genel olarak kapitalist sistemin nereye doğru gittiğinin tartışılması bir tesadüf değil. Gerçekten de kapitalizm savunucularının çağdaş sorunlara ilişkin tarifleri emperyalizmin çürüyen ve ölmekte olan kapitalizm olduğuna ilişkin leninist değerlendirmelere doğrudan atıflar içeriyor. Kapitalist sistemin (kuşkusuz büyümesinin son bulduğu ya da halklar ve halk hareketleri karşısında aşırı derecede tehlikeli olmaktan çıktığı anlamına gelmeyen) yolsuzlukları ve asalaklığı sosyalizm ihtiyacını daha da acil kılıyor. Bunlar uluslararası anti-emperyalist anti-kapitalist hareketi korkulan bir düşman rolünü üstlenecek şekilde inşa etmenin ve yeniden canlandırmanın büyük önemine işaret ediyor.
Uluslararası ölçekte ittifaklar sorunu ittifakların anti-emperyalist anti-kapitalist bir doğrultuya ne şekilde sokulacağı tartışılmadan yalnızca neo-liberal yönetimlere karşı uluslararası bir hareket geliştirme sorunu olarak ele alınamaz.
Emperyalizm içi çatışmalar ve ittifaklar politikası
Eski sosyalist ülkelerde Ortadoğu’da ve Latin Amerika’da görüldüğü üzere Avrupalı emperyalist güçlerle ABD arasındaki çatışma giderek daha açık bir biçim alıyor. Bu güçler arasındaki ülkeleri ve hareketleri kendi yanlarına çekme yarışı hızlanacak. Almanya ve Fransa gibi Avrupalı güçlerin Yugoslavya’ya savaş açılan dönemde yaptıklarından farklı olarak Irak’a yönelik savaşa itiraz etmiş olması bir tesadüf değil. Şimdi Afganistan için ya da Filistin halkının hakları için yapmadıklarını yaparak halkları harekete geçmeye çağırıyorlar.
Gelecekte ganimet paylaşımı için gerekli hale geldiğinde Avrupa halklarından kanlarını dökmelerini istemekten hiç çekinmeyeceklerdir. Bu ülkelerin gösterdiği dirençten bugün için yararlanılabilir ancak halkların ittifakları emperyalist güçlerden herhangi biriyle aynı saflara düşme temelinde inşa edilemez.
Rekabet tekbiçimli bir sınıf politikasının varlığıyla çelişmiyor
Uzlaşmaz çelişkilerin damgasını taşıyan tüm bu düzenlemeler acı üreten ve çarpıcı bir siyasi ve ideolojik tekbiçimlilik içeriyor. Her bir ülkenin burjuvazisi uluslararası emperyalist sistem içindeki konumundan bağımsız olarak işçi sınıfı ile diğer halk katmanlarını aynı sınıf vahşet ve barbarlığıyla tehdit ediyor. Önde gelen emperyalist güçlerin “aldatmaca”larını protesto etme ihtiyacını hissettiği zaman bile orta sınıfın yakınmaları sistemin güvenliğini tehdit etmiyor. Orta sınıf tepkisine dayalı halk direnişleri en fazla yerli plütokrasinin (zenginerki) çıkarlarını korumaya ya da devletlerarası emperyalist kurumlardaki ağırlığını artırmaya yönelik pazarlıklarda kullanılan bir koz olabiliyor.
Mücadelenin uluslararasılaşması
Son yıllarda Seattle’da ortaya çıkan yeni hareket ve bu hareketin Avrupa ve Amerika’nın bir dizi kentindeki uzantıları hakkında çok şey söylendi. Bu hareket gerçekten de yeni koşullar altında gelişiyor ve yeni biçimler alıyor. Daha önce hareketsiz olan güçleri harekete geçiriyor çocukluk dönemlerini karşı-devrimin zaferinden sonra anti-komünist ve anti-sosyalist histerinin egemenlik döneminde tamamlayan genç insanları çekiyor ve hareket ettiriyor.
Ancak bu hareketin işçi sınıfının dışında ortaya çıktığını 20. yüzyılın sınıf mücadelesi deneyimini yadsıdığını temel olarak aydınların ve genç insanların partiler ötesi ve örgütsüz bir hareketi olduğunu ve bazılarının iddia ettiği gibi İnternet aracılığıyla geliştirildiğini söylemek gerçeği çarpıtmak anlamına gelecektir.
Her bir ülkede bu hareketin ana gövdesini oluşturan güçlere aşağıdan gelen sloganları şu ya da bu oranda belirleyen güçlere baktığınızda harekete asıl rengini bu rengin ne ölçüde radikal olduğundan bağımsız olarak emek örgütleri ile sendikaların verdiğini kolaylıkla görürsünüz. Hareketin tabanı tepesinden ve özelde de hareketi temsil ettiklerini iddia eder görünen dar topluluktan daha ileri.
Bu hareketin içinde siyasal güçler de yer alıyor. Bunlardan bazıları öncülük yaparken bazıları da yangın söndürücü rolünü oynuyor. Bu hareket hiçbir şekilde iddia edildiği gibi partisiz bir hareket değil. Hareket içinde parti liderlerinin de yer alması bunu kanıtlıyor.
Tanınmış “anti-küreselleşmeciler”in önemli bir bölümü çok açık bir şekilde anti-komünist olduklarını ama her şeyden önce de sınıf mücadelesine düşmanca baktıklarını ve “insancıl kapitalizm” vizyonuna sahip olduklarını söylüyorlar.
YKP uluslararası koordinasyon ve ortak eylemlere sınıf mücadelesinin ve halkların mücadelesinin uluslararasılaşmasına her zaman stratejik bir önem atfetti ve bugün daha fazla önem atfediyor. Ani yükseliş ve hareketlenmeler bizi şaşırtmadı. Bunları önemsedik değerlendirdik selamladık ama aşırı bir sevinç yaşamadık ve her şeyin çözüldüğüne her şeyin yoluna girdiğine inanmadık.
Sınıf mücadelesinin dayanışmanın ve halkların ortak eylemlerinin uluslararası ölçeğe taşınması kolay bir iş değildir ve her şeyden önemlisi bunu tek başına karşı-zirveler biçimindeki uluslararası gösterilerle gerçekleştirmek olanaksızdır. Örneğin sektörel bölgesel ve uluslararası grevlerin ve diğer dinamik mücadele biçimlerinin daha sistematik bir şekilde koordine edilmesinin koşulları neden henüz yeterince olgunlaşmamış durumda Askeri saldırganlığın kendisini doğrudan bir şekilde gösterdiği bölgelerde kitle hareketleri ve dinamik dayanışma gösterileri neden ortaya çıkmıyor
Tek bir biçim ne kadar etkileyici olursa olsun harekete geçirici ve bilinçlendirici yanları ne kadar güçlü olursa olsun mücadelenin çok boyutluluğunu gölgeleyecek bir önem kazanamaz. Sınıf mücadelesi kendisini yalnızca sendikal olarak ifade etmez; bu mücadele aynı zamanda siyasi ve ideolojiktir.
Dahası dayanışma seçici olamaz. Tüm ülkelerle “tek yol” konseptinden kurtulma girişiminde bulunan tüm halklarla emperyalist müdahaleyle karşılaşan tüm halklarla dayanışmak zorunludur.
Porto Alegre’deki Dünya Sosyal Forumu’nun Kolombiya’daki silahlı gerilla hareketinin ve çeşitli başka örgütlerin katılımını müdahaleler sonucu ve yalnızca ABD’nin kara listesinde yer aldıkları için reddetmiş olduğu olgusu göz ardı edilemez. “Çeşitlilik içinde birlik” mutlak bir ikiyüzlülük içermektedir.
Dolayısıyla uluslararası hareket hakkında sınıfsal bağlantılarını tartışmadan emek hareketinin rolünü ve bu hareketin ortak hedef ve taleplere sahip diğer halk katmanlarının hareketleriyle ittifak kurma yeteneğini göz önünde bulundurmadan genel ve soyut bir bağlamda konuşmak yetersiz kalacaktır.
Emperyalizm sınıf politikası anlamına gelmektedir ve bu nedenle de hareketin sentezi ve doğrultusu sınıfsız bir tabana sahip olamaz.
Uluslararasılaşmış hareketin barındırdığı çeşitlilik ve çelişkiler göz önünde bulundurulduğunda milyonlarca insanın dahil olduğu bu hareket örgütsel yapılara hapsedilemez ve hapsedilmemelidir. Aksi durumda bu hareketi kontrol etme yeteneğine sahip bir seçkinler sınıfı oluşacak bu seçkinler hareketi küçültecek bürokratik hale getirecek ve onu bir “uluslararası sivil toplum örgütü”ne dönüştürecektir.
Söz konusu hareketin saflarında keskin bir tartışma gelişiyor. Bu tartışmanın bir tarafında anti-kapitalist bir doğrultuya ve anti-kapitalist sloganlara sahip güçler ile emperyalizme karşı mücadele eden güçler diğer tarafında ise stratejik amaçları insanları kapitalizmin “insancıllaştırılabileceğine” inandırmak olan güçler var.
Son dönemde hareketin bir sokak hareketi ve zirve karşıtı hareket olarak mı kalması yoksa resmi toplantı ve forumlara diyalog amacıyla katılan bir hareket yani sınıf işbirliğine yönelik iyi örgütlenmiş bir “sosyal diyalog” hareketi haline mi gelmesi gerektiği sorusunu soran güçlerin daha etkili hale geldiği gözleniyor. Gerçekten de bazıları toplantılara söz hakkına sahip olarak katılmanın (bu bir tanınma fırsatı olarak yorumlanıyor) bugün daha devrimci olduğunu bile iddia ediyor!
Bu hareketi denetim altına almak için özellikle bir taraftan en vahşi sömürü ve baskı uygulamalarını desteklerken diğer taraftan sosyal bir yüzün ne şekilde yaratılacağını çok iyi bilen Avrupa sosyal demokrasi tarafından açık bir şekilde çaba harcanıyor.
Hiçbir şey bizi şaşırtmıyor. Gerçekleşen her şey emek hareketinin çağdaş koşullar altındaki gelişme ve kurtuluş sürecinin sorunlarını yansıtıyor. Uluslararası hareket her bir ülkedeki ve her bir bölgedeki emek ve halk hareketinin içinde bulunan güçlerin dengesini ifade ediyor. Bu hareket aynı zamanda farklı deneyimleri yansıtıyor. Bu hareketin özellikle tepesi ve yapıları uluslararası ölçekte militan bir görünüm sergilerken ulusal ölçekte kapitalist sisteme tümüyle uyum sağlamış olan güçlerin damgasını taşıyor.
Ancak mevcut sistem tek tek ülkelerde ya da ülke gruplarında parçalanmadığı sürece bugünkü uluslararası durumun ne şekilde değişeceğini bugünkü uluslararası güçler dengesinin ne şekilde aşılacağını açıklamayı başaramıyorlar. Tek tek ülkelerdeki halk hareketlerinin koşullar olgunlaştığında gereken adımları atmayı erteleyerek tüm diğer ülkelerin hareketlerini beklemesi mümkün müdür Bu en hafif deyimle trajik bir yanılgı olacaktır.
“Başka bir dünya mümkün” sloganı kulağa hoş geliyor olabilir; ama bu slogan niyetlere ve özelde de haklarında karar verilmesi gereken amaçlara ilişkin olarak pek az şey söylüyor. Bu slogan altında ne tür bir stratejinin yattığını bile ifade etmiyor.
Kulağa hoş gelen bir diğer slogan “kârdan önce insan”. Ancak bu slogan bize kârın düzenleyici unsur temel hedef olmaktan ne şekilde çıkarılacağını anlatmıyor. İnsan kavramının hayvan kavramı kadar genel bir kavram olmasını bir yana bırakalım. Siyasal söz dağarcığında ya da siyasal stratejide toplumsal ilişkilerinden koparılmış ve toplumun sınıfsal yapısının dışına çıkarılmış bir insan mevcut değildir.
Bu başka dünya neye benziyor ve her şeyden önemlisi mevcut dünya bir başkasına ne şekilde hangi araçlarla hangi yoldan giderek ve hangi genel siyasal doğrultu ile dönüştürülecek Robinson Crusoe’nun durumuna ya da ilkel toplumsal sisteme geri dönemeyiz.
İlan ettikleri cennet benzeri dünyanın ne tür bir doğasının olacağını anlatma zahmetine bile katlanmıyorlar. Burada söz konusu olan şiir ya da belagat değil politika.
Önümüzde uzun bir yol var. Söz konusu hareketin ne ölçüde etkili olduğu hem bileşimine hem de yönelimlerine bağlı olarak değerlendirilecek. Büyümekte olan uluslararası hareket ulusal hareketler tarafından beslenen ve diğer taraftan da onlara yeni bir dinamizm kazandıran anti-emperyalist anti-kapitalist bir hareket biçiminde kristalize olmak zorunda; bu hareket yalnızca halkların yeni önlemlere karşı çıkma ve mümkün olan her durumda savaşları önleme yeteneğini kazanmalarına değil aynı zamanda bugünkü güçler dengesini tersine çevirmelerini sağlayacak gücü kazanmalarına da yardımcı olmalı. Aksi takdirde bu harekete onu yönetmek için katılan diğer güçler tarafından kapsanacak ve asimile edilecektir.
Uluslararası hareket özellikle farklı gelişme çizgilerine ve özelliklere sahip ulusal hareketlerin aynı çizgide birleştirilmelerinin kolay olmadığını hesaba katarak militan bir birliğe ulaşmak için gerekli olan başarılı ve iyi düşünülmüş manevraları gerçekleştirebilmek zorundadır. Bu hareket “böl ve yönet” politikalarının ya da emperyalist devletlerin kendi aralarındaki çatışmalarda piyon olarak kullanma girişimlerinin ürünü olarak sahneden süpürülmeyecek gerçekten uluslararası bir hareket olmak zorundadır.
Ve son olarak bu hareket kendi deneyimleri sayesinde kendisini asimilasyona iten tüm güçleri sınırlandırmaya yalıtmaya ve hatta reddetmeye karar verecek ve bugün hareketsiz rezervler olarak duran yeni güçleri mücadeleye kazanacaktır.
Bu temelde anti-emperyalist anti-kapitalist doğrultuyu zayıflatmak yerine güçlendirecek olan anlaşmalara varılması ve ittifakların oluşturulması mümkün ve gereklidir.
Bu tür bir ilerleme büyük oranda uluslararası komünist hareketin izleyeceği koordinasyon ve ortak eylem yoluna bağlı olacaktır. Bu yolda çağdaş ideolojik sorunlar ve geçmişte de var olmakla birlikte karşı-devrimin zaferi sonucunda keskinleşen ideolojik farklılıklar hakkında diyalog kurma ve bunları aşma yeteneği de test edilecektir. Emperyalizme karşı tutarlı bir mücadele yürüten komünist partiler anti-emperyalist anti-kapitalist bir ittifak kurma ve sosyalizmle ilgili konularda farklı düşünen bugün sosyalizm hedefini dile getirmeyen ama her şeye karşın sermaye güçleriyle sıkı bir kavgaya girişmeyi bugünün çıkmazlarına karşı radikal bir muhalefet oluşturmayı hedefleyen güçleri aynı yolda birleştirme konularında daha avantajlı bir konuma sahiptir.
(İngilizce’den çeviren: Erkin Özalp)