Metin Çulhaoğlu’nun çerçeve yazısının dile getirdikleri ve çağrıştırdıkları üzerinden, tezler yazmaya, sorular formüle etmeye, bu sorulara yeniden düşünmeye, tartışmaya açık yanıtlar vermeye çalıştım.
1. Eşitsiz gelişmenin, kapitalizm öncesi toplumlar için de geçerli evrensel bir olgu ve eğilim olduğunu düşünüyorum. Geliştirilmesi ve derinleştirilmesi gerekiyor. Bugünkü bilgi ve ilgi düzeyimizde eşitsiz gelişmenin yasallıklarını kapitalist üretim biçiminden çıkarabildiğimiz doğrudur. Daha açık ve daha aydınlatıcı olmak üzere, eşitsiz gelişmenin kapitalizmin yalnızca bir özelliği olmayıp, aynı zamanda dinamiği olduğunu ekleyebiliriz.
2. Bir başlangıç notu olarak, tarih ve toplumla ilgili tüm hareket yasalarının, başka yasalarla etkileşim içinde, siyasal-öznel müdahalelerin geliştirici ve değiştirici etkilerine açık bir alanda ve ancak eğilimler biçiminde işlediğini yinelememiz gerekiyor. Böyle anlaşılmadığı zaman, yasa ve yasallıklar aydınlatıcı değil, körleştirici oluyorlar. Uçakların gökyüzünde uçması yer çekimi yasasının geçersizliğinin değil fizik ve hava-dinamiğin başka yasalarının varlığının kanıtıdır… Sanayi devrimi, ülkeler, bölgeler, sektörler, hatta departmanlar arasındaki eşitsizliğin yol açtığı ekonomik gereksinmelerle, teknolojik buluşların denk geldiği, etkileştiği bir eksende yol almıştır… Kapitalizmde emekçilerin yoksullaşması bir yasallıktır; ama belli uğraklarda, uluslar arası duruma, birikim modeline, sınıf mücadelesinin düzeyine bağlı olarak nispi iyileşmeler yaşanabilmektedir vb… Çerçeve yazısında belirtildiği gibi, somut durumda eşitsiz gelişme, politik/ideolojik ,hatta kültürel tercih ve yönelimlerle iç içe geçerek somutlaşmaktadır.
3. Eşitsiz gelişme yasası, yasalar üstü bir yasa, kapitalizmin temel çelişkisinin yerine geçen bir olgu,1 tarihin ve toplumsal gelişmenin gizil kapılarını açan bir maymuncuk değildir.
4. Bütün toplumların, aynı aşamalardan aynı sıra ile geçmesi zorunluluğu yoktur; belli toplumsal aşamaların atlanması olanaklıdır; gelişmenin yalnız sırası değil hızı da farklı olabilmektedir vb. Bunlar, pratik olarak bildiğimiz, ama ancak eşitsiz gelişme yasasıyla anlayabildiğimiz ve açıklayabildiğimiz olgulardır.
5. Geriden ve geç başlayanın en ileri noktadan başlama avantajı nedeniyle sıçrayıp öne geçmesi, geride kalanın bu göreli geriliğe tutuklu kalması, ileride olanın geridekini kendi gereksinmeleri doğrultusunda çekmesi eşitsiz gelişmenin farklı somut durum ve ilişkiler içindeki ortaya çıkış biçimleridir. Emperyalizmde gelişme eşitsiz karakterini korumakta, ama emperyalizm, bağımlı ülkelerin gelişmesine ekonomik, siyasal mekanizmalarla müdahale etmektedir.
6. Reel sosyalizm, var olduğu dönem, içinde nesnel etkisi ve izlediği siyasetle bağımsızlığına yeni kavuşmuş bir bölüm ülkenin emperyalist müdahalelerden uzak bir kalkınma ve gelişme yoluna girmelerini sağlamıştır. Emperyalizm ve sosyalizm kendi varoluş amaç ve doğrultularında eşitsiz gelişmeye iki zıt yönde müdahale etmişlerdir. Yukarıda belirtilen boyut dışında, sosyalizmin kapitalist gelişme ve işleyiş üzerindeki etkileri ayrıca ele alınması gereken bir konudur.
7. Eşitsiz gelişme ilişkisi kapitalizmin evrelerine bağlı olarak her aşamada yeniden kurulmaktadır. Kapitalizm hem genişlemesine, hem de derinlemesine gelişmektedir. Ancak, kapitalizmin genişliğine gelişmesinin belli bir noktadan sonra hız kesici bir etken olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Genişlemesine gelişme, aynı zamanda kapitalizmin çelişkilerini erteleyen ve ihraç eden bir etkendir. Gelişmesi tutuklanmış ya da gereksinmelere biçimlendirilmiş somut toplumlar uzun bir dönem kapitalizme kaynak aktaran, kriz ihraç edilen alanlar olarak işlev gördüler. Bu süreç, bugün de devam etmekle birlikte yeni bir aşamaya evrilmektedir.
8. Eşitsiz gelişme, aynı zamanda bileşik bir gelişmedir. Bileşik gelişmeyi, çeşitli üretim biçimlerinin, geleneksel, arkaik ilişkilerle çağdaş olanların bir aradalığı olarak, bu anlamda “bulaşık” bir gelişme olarak anlayabiliriz. Gelişme, bu durumda sancılı ve sürüngen bir karakter taşımaktadır.
9. Yukarıdaki saptamayla ilgili üç soru: Kapitalist gelişmenin, geri ilişkileri kendine eklemleyerek sürdürme özelliği ne kadar doğal ve organiktir, ne ölçüde sınıf mücadelelerinin yol açtığı siyasal refleks ve karışmaların ürünüdür? Kapitalist gelişmenin arkaik ilişkileri korumasının, teorik-tarihsel bir sınırı var mıdır? Rosa Luxemburg’un artık-değerin gerçekleşmesinde kapitalist üretim dışındaki alanların temel bir rol oynadığına, bunlara dayandığı sürece kapitalist birikimin gelişmesini sürdüreceğine, kapitalist olmayan alanların çözülüşünün kapitalist birikimin ve üretimin sonunu getireceğine ilişkin tezleri doğru mudur? Yanıt yerine aşağıdaki tezleri öne sürüyorum.
10. Gelişmede gecikme, kapitalist gelişmede klasik yoldan ayrılmayı getirmektedir. Gelişmesi geciken ve karşısında işçi sınıfını bulan tüm burjuva sınıflar iktidarlarının şafağında gericileşmişlerdir. Emperyalizm çağında, tüm kapitalist sınıf gericileşmiştir. Geri ilişkileri korumak, tekelci kapitalist egemenliğe eklemlemek ve kullanmak bir egemenlik yöntemidir.
11. Artık tüm dünya kapitalisttir. Eşitsizlik, her gelişme aşamasında kendini farklı bir düzeyde üretiyor. Bugün, yeryüzünde kapitalist ilişkiler içine çekilmeyen hiçbir yer yoktur. Rosa Luxemburg’un tezi, mutlak değil, göreli bir doğruluk taşıyor. Kapitalist üretim, sermayenin hareketi, artı-değerin gerçekleşmesi, işgücü sömürüsü dünya ölçeğinde; devlet örgütlenmesi, iktidar merkezli sınıf mücadelesi ise hâlâ ülkeler ölçeğindedir. Bu durumun kendisi yeni çelişkilerin kaynağıdır. AB başta olmak üzere, bölgesel devlet birliklerinin, giderek tek kapitalist dünya devletinin oluşturulmasının önündeki esas engel ise birliği oluşturacak öğelerin eşitsiz karakteridir. Kapitalist bütünleşme süreçleri bu eşitsizlik ve çelişkiler nedeniyle çatışmasız, patlamasız düz bir süreç olarak ilerleyemiyor ve ilerlemeyecektir.
12. Kapitalizm genişlemesine gelişmeyi sürdürmekle birlikte, bugün öne çıkan derinlemesine gelişmedir. Sermayenin dünyasal bütünleşmesi, artık “ülke” sınırlarını, dolayısıyla, “işbirlikçi” burjuvazi, ulusal pazar/ulusal burjuvazi kategorilerini geride bırakan bir evreye doğru ilerliyor. Emperyalist devletler arasında paylaşım mücadelesi değişik biçimlerde sürüyor ve sürecektir. Emperyalist olmayan ülkeler bu paylaşımın tarafı değil, alanıdır. Bu kapitalist ülke devletlerinin, anti-emperyalist bir mücadelenin öznesi olmaları çok özel ve istisnai durumlar dışında söz konusu değildir. İstisnai durumları tümüyle ortadan kaldırmayan ama giderek egemen hale gelen bir eğilim olarak, bugün dünya çapında esas mücadele devletlerarasında değil, sınıflar arasındadır.
13. Bu durum tek tek ülkelerdeki sınıf mücadelelerini birçok yönden etkiliyor. Ülke devlet iktidarlarının adım adım emperyalist merkezlere transferi, sosyalizm mücadelesinin somut iktidar hedefini karmaşık hale getirirken, bir yandan da işçi sınıfı devrimciliğine ülkenin ve toplumun sözcüsü olma, anti-emperyalist mücadeleyi belki de tarihsel olarak ilk kez sosyalizm mücadelesinin bir bileşeni olarak yürütme gücü veriyor.
14. Zayıf halka konusu… Metin Çulhaoğlu’nun çerçeve yazısından aktarıyorum: “…Dünya kapitalist sistemini, halkaları birbirini izleyen bir zincir olarak düşünebiliriz. Halkalar birbirine göre eşitsiz gelişmektedir; ama bu, zincirin bütünlüğünü bozmamaktadır. Ardından, kendi içinde eşitsiz gelişen zincirin sergilediği bu eşitsizlikler, belirli halkalara ya da özel bir konjonktürde tek bir halkaya birikerek yansımaktadır. Bu aşırı birikme halkayı zorlamakta, onu her durumda zincirden çekip koparmasa bile zayıflığı kurumsallaştırmakta, halkayı birbirini izleyen krizlere sürüklemektedir. (…)Sistemin bütünündeki eşitsiz gelişme, herhangi bir yere değil, kendi eşitsiz gelişmesi esasen eğreti bir dengede duran toplumsal formasyona birikerek yansıyacaktır.” Buradaki zayıf halka tanım ve yorumuna genel olarak katılmakla birlikte, zayıf halkayı, dünya ölçeğindeki eşitsiz kapitalist gelişmenin iç dinamik ve çelişkilerle birleşerek yansıdığı, daha siyasal, daha konjonktürel bir durum olarak yorumlama eğilimi taşıyorum.
15. Eşitsizlik ve “kopma” kavramıyla birlikte düşünüldüğünde “zayıflık”, yalnız göreli değil, aynı zamanda potansiyel bir durumdur. Halkaların bazılarında biriken ve yansıyan eşitsiz gelişmeye rağmen, kopuş ya da kırılmanın gerçekleşmemesi, sistemin ya da zincirin bütünlüğünü koruyarak varlığını uzun zaman sürdürebilmesi bu anlama gelir. Buradan şu sonuca varılabileceğini düşünüyorum: Siyasal bir kavram olarak zayıf halka, zincirin tamamında sürtünme, gerilim olduğu zaman ve ortamlarda ortaya çıkmaktadır. 1914-20 döneminde başta Rusya olmak üzere, Almanya ve başka Avrupa ülkeleri örneğinde somutlaşan zayıf halka durumları başka etkenlerle birlikte dünya savaşı ortamının ürünleriydiler.
16. Zayıf halka ile “devrimci durum” arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Halkayı zayıf yapan öğelerden biri, gelişmenin eşitsizliği, çelişkilerin birikimiyle birlikte ve elbette bunların sonucu olarak, egemenlerin eskisi gibi yönetememesi, alt sınıfların eskisi gibi yönetilmeyi kabul etmeyerek bağımsız tarihsel eyleme yönelmesidir. Devrimci durum da nesnel bir olgudur. Devrimle sonuçlanması, bir devrime yol açacak koşulların, ulusal çapta bir krizin olgunlaşmasına, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğünün, öznel etkenin durumuna, gücüne bağlıdır. Her devrimci durumun devrime açılması diye bir kural ise söz konusu değildir.
17. Bunların sonucu olarak, zayıf halka statüsü kanımca, iki nedenle içinde uzun yıllar yaşanacak kalıcı bir durum olamaz. Birincisi, zincirin tamamında denge ve bütünlük sağlandığı andan itibaren uç halkaların onarılması gündeme gelmektedir. Metin Çulhaoğlu’nun isabetle formüle ettiği gibi, “Avrupa Birliği projesini, sistemin kopmalara yol açabilecek uçlarını törpüleyip belirli bir konsolidasyon sağlama çabası olarak değerlendirmekte hiçbir sakınca yoktur.” Örneğin, Avrupa Birliği 1974’te bir zayıf halka olan ve Avrupa’daki son devrimci duruma sahnelik eden Portekiz’i “onarmıştır”. İkincisi, devrimci çözümlere gidemeyen zayıf halkalar tersinden çözümlerin uygun toprağı olmaktadır.
18. Çerçeve metindeki, Türkiye’nin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana hep bir “zayıf halka” olarak kalmadığı Türkiye kapitalizminin çeşitli eklemlenmeler, ekonomik-sosyal politikalar, ağırlık kaydırmalarıyla dengeler tutturabildiği saptamalarını yukarıda formüle ettiğim görüşlerle uyumlu buluyor, katılıyorum.
19. Somut dönemlendirme konusunda ise farklı düşünüyorum. Metin Çulhaoğlu denge ve eklemlenmelerin 1980’den başlayarak “sallanmaya ve kırılganlaşmaya” başladığını, 1970’li yılların sonuna kadar olan dönemde Türkiye’nin “belirli” ve “kimileri yerleşikleşmiş” dengeler içinde olduğunu yazıyor. Kesin tarih belirlemek zor ve riskli olmakla birlikte 1960’lı yılların ikinci yarısından 1970’lerin sonuna kadar olan döneme damgasını vuran iki etken, kanımca sınıf ve siyaset güçlerinin yeniden gruplaşması ve devrimci durumdu. Sözü edilen dönemde ekonomik toplumsal krizin, sınıfsal ayrışma ve karşıtlığın derinliği tartışılabilir; ancak bu dönemin ayırt edici özelliklerinden biri keskin ve yer yer şiddetli biçimler alan sınıf mücadelesiydi. Farklı değerlendirmelerin, olgu ve süreçlere farklı yerlerden bakmaktan kaynaklandığı anlaşılıyor.
20. 12 Eylül ve 1980 sonrası bir transformasyon ve geçiş dönemi olarak başladı. Siyasal, ekonomik şiddet eşliğinde kurulan dengeler, çok geçmeden dışa açılma siyasetleriyle emperyalist dayatmaların, başka bir anlatımla iç ve dış dinamiğin örtüştüğü bir eksende yeniden sarsılmaya başladı.
21. Şimdi Türkiye kapitalizminin yıllar içinde oluşturduğu denge ve siyasetlerin içerden ve dışardan sorgulandığı, devlet örgütlenmesinde iç sürtünmelerin arttığı, tarihsel toplumsal akımların ideolojik bütünlüklerinin bozulduğu, tüm toplumsal siyasal matrislerde kırılma ve kaymaların baş gösterdiği bir dönemden geçiyoruz.
22. Bugün, emperyalizme eklemlenme, ekonomik, toplumsal dönüşüm ve sınıfsal ayrışma süreçleri dünden daha derin, sınıf mücadelesi ise daha geri düzeyde seyrediyor.
23. Devrimci öznenin rolü ve önemi ise olağanüstü artıyor. Kendi toplumsal temelleri, ideolojik doğrultusu üzerinden yükselecek bir öznenin, mevcut bölünme ve dağılmalardan da yararlanarak bir ucunda komünist işçi hareketinin durduğu devrimci bir bölünme ve sentez üretmesinin nesnel koşulları gelişiyor.
5 Nisan 2005
Dipnotlar ve Kaynak
- Bu noktayı Metin Çulhaoğlu başka bir yerde doğru olarak formüle etmişti: “Eşitsiz gelişim üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkilerin yerine geçmez; eşitsiz gelişim bu çelişkinin kendini belli bir ülkenin koşullarında somutlayış biçimini belirler. Mücadele ve onun hedefi olan devrim doğrudan doğruya yine temel çelişkinin uzantısıdır eşitsiz gelişim bu çelişkinin özgül somutlanış biçimiyle ilgilidir. (…) Temel çelişkinin kendini ifade ediş biçiminin çeşitliliği ya da zenginliği temel çelişkinin özünü ve bağımsız varlığını sorgulamaz.” Tarih Türkiye Sosyalizm, Gelenek Y., İstanbul, 1988, s. 46-47.