Nazım hakkında söz söylemek gerektiğinde hep onun dehasından, Türk şiirine kattıklarından, evrensel ölçekte bir değer oluşundan söz edilir. Oysa Nazım kendi yetenekleri ile çağının doğurganlığı arasında oluşan bir kişiliktir.
Şiirinden, siyasal kişiliğine kadar bütün yönleri ile Nazım, doğurgan bir çağın yetenekli çocuğudur.
Nazım’a verdiğimiz önemin bu niteliğinden kaynaklandığını inkâr edebilir miyiz?
Nazım’ın Türkçe şiirde açtığı çığıra bakalım. Bunun toplumsal gelişmenin ve edebiyattaki birikimin talep ettiklerinin, dayattıklarının çok ötesinde ve çok dışında olduğunu söyleyebilir miyiz?
Biçim ile içerik arasında, anlatım aracı ile anlatılan arasında yeni bir uyum arayışının 1920’ler Türkiyesi (ve Türkçesi) için kaçınılmaz olmadığını, Nazım’ın buradaki açılımının bir dehaya has olduğunu söyleyebilir miyiz? Bunu söylersek, dehanın toplumsal kaynaklarını inkar etmiş olmaz mıyız? 1
Yine Nazım’ın şiirindeki biçimsel zenginliğin kaynağını, yaşadığı çağın hızında aramamız gerekmez mi? Bir biçimsel disiplin olarak şiirin kurallarını zorlayan, bazen kuralsızlığı bazense çok kurallılığı (ölçü, kafiye, düzen hepsi için) getiren bu hıza uyum sağlama sorunu değil mi?
Nazım’ın bir dönem TKP içinde lider Şefik Hüsnü ile çekiştiğini biliyoruz. Yine de bu çekişmenin derin ideolojik farklılıklardan ve farklı üretkenliklerden kaynaklanmadığı da ortadadır. Sonuç olarak Nazım ne marksizm içi bir ayrışmada bir teorik-ideolojik yoğunlaşmayı temsil etmiştir ne de marksist yazına ciddi teorik katkıları olmuştur.
Diğer yandan, yapıtındaki ideolojik zenginliği ve bununla birlikte varolan şaşırtıcı sağlamlığı ihmal edemeyiz.
Peki bunun yaşadığı çağın biriktirip getirdikleri ile bağlarını inkar edebilir miyiz?
Yüzüncü yaşına vardığımız Nazım’ın üzerimizde oluşturduğu ağırlık da bu söylediklerimizden kaynaklanıyor.
Nazım, yaşadığımız ve etkilerini yaşamaya devam ettiğimiz bir çağın neredeyse bütün temel meselelerinin yolu üstünde duruyor. Ya da daha doğru bir deyişle, Nazım’ın yolu bu temel meselelerin hepsinden geçiyor, hepsine uğruyor.
Bir bakıma biz bütün zenginliği ve genişliğiyle Nazım’ı konuşurken, bu meselelerin hepsini birden konuşuyoruz.
Üstelik konuştuğumuz kişi marksizme özgün katkıları olmuş bir teorisyen değil de ideolojik üretkenliği çağdaşı ve yurttaşı pek çok teorisyene taş çıkartmış olan bir şair!
Yani, Nazım dedikten sonra bir biçimde gündemimize giren her konu teorik bir ağırlığın eksiği ile birlikte giriyor.
Nazım diyoruz. Kemalizm ve ulusal kurtuluş mücadelesi giriyor gündemimize. Ve gerçek bir teorik hesaplaşmayı, daha ötesi bir bilimsel yeniden değerlendirmeyi fazlasıyla hak eden bu konu, Nazım üzerinden tartışılırken kaçınılmaz olarak vulgerleşiyor.
Belki de popülerleşiyor.
İşte bu hem iyi, hem kötü.
Kötü tarafı şu ki, bilimsel titizlik ve teorik sağlamlık gerektiren kimi alanların popülerleşmesi tehlikeli sonuçlara kapı açıyor.
Nazım’ın hapisliğini örnek alalım. Kaçınılmaz olarak yakın tarihimiz ve Cumhuriyet dönemi siyaset gündemimize giriyor. Nazım’ın hapisliği üzerinden girdiğimiz bu konuda hapisliği bir kişiye yapılmış haksızlık olarak değerlendirmekten, Nazım adlı insanımıza yapılmış bir eziyet olarak görmekten kurtulamıyoruz. Siyatiklerine iyi gelen kaplıca tedavisi için Çankırı’dan alınıp Bursa’ya götürülen Nazım’a yapılanın, aynı zamanda bütün günlerini tartışarak geçirdikleri diğer komünistlerden onu ayırmak amacını taşıdığını görmek istemiyoruz.
Böylece dönemin taraflaşmalarını, siyasal dengelerini (ya da dengesizliklerini) daha ötesi tarihsel yasallıklarını yanlış tartmış oluyoruz.
Nazım bir tür popüler tarih malzemesi olurken olumsuz yan etki bunun üzerinden ortaya çıkıyor.
Diğer yandan ben kendi adıma, bu popüler tarih dediğim şeyi küçümsememekten yanayım, zira buradan toplumsal bilincin, kitle ideolojisinin alanına açılınıyor.
Daha açık konuşarak örnekleyeyim: Marksistlerin kemalizme ilişkin bilimsel titizlikle işlenmiş, teorik olarak sağlam tezler ve konumlar üretmesini çok gerekli gördüğüm halde, kendi adıma kemalist ideolojiye ilişkin konumlamayı bunun kendisinin otomatik olarak üretebileceğine inanmıyorum.
Daha titiz ifade edersem, toplumsal bilinç içindeki (kitle tasavvuru da diyebilirsiniz) Mustafa Kemal’e değen kimi öğelerle hesaplaşma-etkileşme sorununu kemalizmin doğru bir tahlilinin kendi başına üretebileceğini sanmıyorum.
Aklı başında her insan burada söylenenin, “kemalizmin doğru tahlili bize kalsın, biz durumu idare edecek bir ‘söylem’ oluşturalım” olmadığını anlayacaktır.
Bilimsel tahlil ile ideolojik mücadele arasında esasen bir yansıma ilişkisi kurulabilir. Bunun ötesi, hem ilkesel, hem de kuramsal olarak marksizme uzak düşer.
Şöyle ya da böyle, popüler tarihe dair kimi alanlar açıldıkça biz bunlardan kaçamıyoruz, kaçamayız, kaçmamalıyız.
Popüler tarih yazımının, gerçek tarih bilimini gölgelemesi ve yaralaması ise buradaki potansiyel problemimizdir.
Ama tarih her şeyden önce bir toplumsal bilinç ise, biz bilime dair olanla, kitlelere dair olanı bir biçimde birleştirmeyi başarmak durumundayız.
Üstelik burada gerçek kitlelerden bahsettiğimi vurgulamalıyım. Yani orta darlıkta bir örgütün kırıp, küstürmemeye dikkat ettiği bir yakın sempatizan halkasından söz etmiyoruz.
Kitlelerden söz ediyoruz. Yani tribünün bir kenarında bizi süzen mahalle bakkalının kızını değil, tüm bir tribünü kastediyoruz.
Yukarda kısaca girdiğim ve bir süre daha ayrıntılı teorizasyonundan kaçınacağım şeylerin Nazım’ın 100. yaş günü ile çok yakın bir ilişkisi var.
Türkiye Komünist Partisi için Nazım’ı “politik amaçlı olarak kullandı” diyenlere bir bakın. Aslında onların anlamak istemediği, Nazım Hikmet’in yaşamı ve sanatı ile bizim toplumumuzun tarihsel bilincinin oluşumu ve yeniden oluşumunda bugün alabileceği (ve aslında ister istemez, olumlu ya da olumsuz aldığı) yerdir.
Nazım’ın politik amaçlı olarak kullanılması bir yana, Nazım’ın kendisi bugün Türkiye toplumunun kendi tarihine ilişkin kurgularını yeniden oluşturabilmesi için bir araç olabilecek yerdedir.
Elbette bu biraz da onu bu konuma yerleştirme iddiasında bir komünist partinin varlığı nedeniyle böyledir.
Diğer yandan bu gücün karşıt(lar)ı da mevcuttur.
Nazım üzerinden geçmişin sosyalist ülkeler topluluğu ile hesaplaşmak isteyenler vardır. Bizim elimiz kolumuz durduğunda onlarınki çalışıyor, kim inkar edebilir.
Nazım üzerinden sosyalizmi bir 50 yıl daha erteleyip, milli yollarda karar kılmamızın doğruluğunu bize göstermek isteyenler var. Biz sustuğumuzda onlar konuşuyor, kim inkar edebilir.
Nazım 100 yaşında.
Nazım’ın 100 yılı uzun bir yolu aşıp, bugüne geliyor.
Sadece Nazım’ı değil bu 100 yıllık yolu, bu 100 yıllık yolumuzu kutluyoruz.