Kriz, hem ülkemiz hem de kadın emekçiler için oldukça zor ve karanlık bir sürece işaret ediyor. Kriz koşullarında ülkenin içine düştüğü yoksulluk ve gericilik girdabını en acımasız, en sert ve şiddetli deneyimleyenler kadınlardır. Aynı kadınlar sırtlarına çöken karanlığı kaldırayım derken, kendi kurtuluşlarını ararken, bu karanlığı dağıtacak itiraz, irade ve mücadelenin de taşıyıcısı olurlar. Dünyada ve ülkemizde işçi sınıfının ve bu sınıfın kadınlarının mücadele birikimini ve kazanımlarını hatırlamak, bugünün gericilik ve yoksulluk karşıtı direnişini daha güçlü kılacaktır.
Bu çalışma üç ana başlıktan oluşuyor. İlk olarak, “kriz ve kadın ilişkisine nasıl bakmak gerekir?” sorusunu tartışmaya açmak istiyorum. Ardından, içinden geçmekte olduğumuz kriz koşullarında kadın emekçileri mercek altına almayı hedefliyorum. Üçüncü olarak ise, “Kadın ve mücadele” başlığı altında kadın mücadelesinin yükseldiği ve parladığı anları bugünün koşulları için değerlendirmeyi hedefliyorum.
Kriz ve kadın ilişkisine nasıl bakmak gerekir?
Egemen iktisat yaklaşımı ve burjuva iktisat bilimi krizi şöyle tanımlar: Kapitalist sistemin işleyişinin anlık sekteye uğraması ya da doğal giden bir sürecin bir sorunla karşılaşması. Bu saptamayı yapar ve ardından bu krize nedenler bulmaya çalışır: Kapitalizm ürettiğini satamamıştır; finansal piyasalar dalgalanmıştır; istenilen iktisat politikaları uygulanmamıştır; aç gözlü yatırımcılar vardır; piyasalar iyi yönetilememiştir. Bu kriz analizi burjuva biliminin sınırlılıklarını göstermektedir.
Bu problemli kriz analizine en değerli ve kapsamlı eleştiri Marksist kriz kuramından gelir. Marksist kriz kuramı şunun altını çizer: Kriz, kapitalizmin bir hareket yasasıdır ve kapitalizme içkin bir işleyiştir. Kriz, kapitalist sistemle özdeşleşmiş bir durumdur. Kriz, sistemin çökmesi bir tarafa, kapitalist toplumun gelişmesini biçimleyen ve düzenleyen hareketin en açık şeklidir. Kapitalist sistemin özünü oluşturan sermaye birikimindeki tıkanma, krizlerle birlikte yeniden yapılanan kurumlar ve ilişkiler sayesinde açılır ve kapitalizm yoluna devam eder. Diğer bir deyişle, kriz kapitalizmin koltuk değneğidir, sermayeye yeni sömürü olanakları sağlayarak onu ayakta tutar.
Kapitalizmde sermaye birikim süreci kendi krizini yaratır. Her krizin görüntüleri ya da tetikleyici nedenleri farklı olabilir: Piyasanın işleyişi bozulmuş olabilir, finansal piyasalarda arızalar olabilir. Dolayısıyla kriz, kapitalizme içkin bir mekanizmadır ve kapitalizm krize girdikçe kendisi bu süreçten yenilenerek çıkmak ister. Krizden nasıl çıkılacağı dönemsel politikalarla ilgilidir. Kapitalizmin tarihi boyunca, farklı kriz dönemlerinde farklı kendini yeniden yapılandırma çabaları olmuştur.
Kapitalist kriz dönemleri işçiler ve emekçiler için elbette işsizlik, yoksulluk ve sefalet demektir. Ama aynı zamanda siyasette iki yol açıktır: Birincisi kitlelerin sağa kayma eğilimi, ikincisi ise devrimci mücadelenin yükselmesi. Birinci yol, kriz sonrası kitlelerin sağa kayma eğilimidir ve tarih buna tanıklık etmiştir. İşçi sınıfı, kitlesel olarak, 1929 bunalımında da görüldüğü gibi sağa kaymıştır. Diğer yol ise, Marx’ın işaret ettiği gibi krizlerin bir devrimci durum olmasıdır. Kriz dönemlerinde kapitalizm kitleler nezdinde meşruiyetini kaybeder. Kapitalizmin savunulacak, tutunacak hiçbir yanı kalmaz. Krizler, sınıfsal ayrışmayı en net biçimiyle ortaya koyar ve işçi sınıfı bilincinin ve sınıf mücadelesinin yükselmesi için fırsat yaratır. Dolayısıyla, sınıf mücadelesi için umutlu bir andır.
Kapitalizmin kriz dönemlerinde kadın emekçiler işsizliği, yoksulluğu ve sefaleti en derinden deneyimler. Ama aynı zamanda yeni bir toplumun inşası için gereken mücadeleyi örme gücüne de sahiptirler.
Krizde Kadın Emekçiler
Bugün içinden geçmekte olduğumuz kriz, tüm emekçiler için artan sömürü, keskinleşen ekonomik ve sosyal uçurum ve derinleşen gericileşmedir. Bu saldırılar karşısında en ön saflarda etkilenen ise kadın emekçilerdir. Dolayısıyla, krizde kadın emekçilere baktığımızda üç eğilim ile karşı karşıya kalıyoruz: i. güvencesizleşen kadınlar, ii. yoksullaşan kadınlar ve iii. gericiliğin kuşatması altında kadınlar.
İlk olarak güvencesizleşen kadınları yakından inceleyelim. Kadınların istihdama katılım oranı çok düşüktür. 20 milyondan fazla kadın çalışma hayatının dışındadır. 2018 yılında her on kadından sadece üçü istihdam edilmiştir. Kadınları işgücü piyasasına yönlendiren sebeplerin başında hanelerde artan yoksulluk, tek ebeveynli ailelerin artışı ve eğitimli kadınların artışı sayılabilir. Diğer yandan emek piyasası kadınlara yeterli istihdam olanakları sunmamaktadır.
Kadın emekçiler çok uzun saatler boyunca çalıştırılıyor. 2018 yılında 3 milyona yakın kadın haftalık 45 saatten fazla çalışmıştır. Uzun çalışma insanlık dışıdır. Uzun çalışma saatleri noktasında kamu ile özel arasındaki makas daralmaktadır. Uzun çalışma saatleri noktasında kayıtlı çalışan ile kayıtsız çalışan arasında makas daralmaktadır. Kadın emekçiler kamuda, özelde, kayıt altında, kayıt dışında, her kesimde uzun saatler çalışmaktadır.
Kadınlar kayıt dışı çalışıyorlar. Kadınların yarıya yakını kayıt dışı istihdam edilmektedir. 2018 yılında kayıt dışı çalışan kadınların çalışan kadınlara oranı yüzde 44,5’tir.
Kadın işsizliği artıyor. Ekonomik krizin patlak verdiği 2018 yılında kadınların işsizlik oranının arttığı da gözlemleniyor. Krizin etkilerini aylara göre incelediğimizde; kadın işsizliği Haziran ayından itibaren artmaya başlamış, Kasım ayı itibariyle de bu oran yüzde 15’lere ulaşmıştır. Dar tanımlı işsizlik oranı işgücü piyasalarındaki durumu bütün boyutlarıyla ortaya koyamamaktadır. Dar tanımlı işsizlik hesaplarının taşıdığı kısıtlar ve sorunlar nedeniyle, işsizliğin gerçek boyutlarının anlaşılması için geniş tanımlı işsizlik oranına bakmak gerekiyor.
Geniş tanımlı işsizlik, dar tanımlı işsizlerin yanında, iş bulma ümidini kaybeden işsizleri, iş aramayan ancak çalışmaya hazır olan işsizleri, mevsimlik ve zamana bağlı eksik çalışanları da kapsar. Kadınların geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 27,9’a çıkmaktadır. Bu da işsizliğin kadınlaştığını gösteren önemli bir sonuçtur. Ekonomik krizin etkisi ile kadın işsizliğinin artması, işsizlik sigortasına başvuran kadın sayısını da artırmıştır.
Kadınların istihdama katılımı önündeki en önemli engeller ise istihdam politikalarının yetersizliği ve kadınlara atfedilen toplumsal görevlerdir. Aile içerisinde kadınlara yüklenen roller; yemek yapma, temizlik yapma, çamaşır/bulaşık yıkama, ütü yapma, çocuk/hasta/yaşlı bakma gibi ev işleri kadınların emeğini görünmez hale getirirken kadınların çalışma hayatına katılımını da engellemektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yayınlanan “Ulusal İstihdam Strateji” belgesi (2014-2023), kadınların işgücüne katılımının arttırılması, kadın istihdamının teşviki, kadın girişimciliğin yaygınlaştırılması yönünde hedefler ortaya koyuyor. Fakat, uygulanan yöntemler ve yürürlüğe giren yasalar kadının çalışma hayatından kopmasına neden oluyor.
Kadın emekçileri etkileyen düzenlemeler bir yandan kadın istihdamını diğer yandan ise nüfus artışı için kadın doğurganlığını arttırmayı hedefliyor. Hedeflenen, kadının bir yandan ucuz emek olarak piyasada çalışması diğer yandan ise çocuk doğurmasıdır. Bu doğrudan çifte sömürüdür.
Kadın emekçileri etkileyen bir diğer düzenleme ise “esneklik”tir. Esneklik, işin, ücretin ve üretim sürecinin işverenin talep ve beklentilerine göre şekillendiği bir istihdam modelidir. Türkiye’de Ulusal İstihdam Stratejisi doğrultusunda kurulan “Özel İstihdam Büroları” çağdaş kölelik modelini uygulama amacıyla oluşturuldu. İş Kanunu’nda yapılan değişiklik, işverenlere geçici iş ilişkisi yoluyla işçi temin eden şirketler kurulmasına olanak tanıdı.
Kadın emekçileri etkileyen başka bir düzenleme ise doğum ve doğum sonrası çocuk bakımına yöneliktir. 2016 yılında İş Kanunu’nun “Kısmi ve tam süreli iş sözleşmesi” ve “Analık halinde çalışma” başlıklı maddelerine yapılan eklemeler ile çalışan kadının doğum ve doğum sonrası çocuk bakımına yönelik “esneklik” getirildi. Bu eklenen hükümler, çalışan kadınlar lehine düzenlemeler gibi gözükse de, gerçekte kadınların işgücünden uzaklaşmasına neden olacak sonuçlara açıktır.
İkinci olarak yoksullaşan kadınları ışık altına almak gerekiyor. Yoksulluk, hâne reisinin kadın olduğu evlerde en kötü şartlarda ortaya çıkıyor. Kadın ve erkek arasındaki ücret eşitsizliği de devam ediyor. 2018 yılında kadınlar erkeklerden 2,5 kat daha az ücret almıştır. Diğerlerinden daha çok çalışıp daha az kazanmakla kadın olmak eş anlamlı hale geliyor. Yoksulluğun çöktüğü evlerde gündelik hayatın devamı kadınların omuzlarındadır. Evlerde akşam masaya konacak bir tas çorbanın yükü ve sorumluluğu onlarındır.
Üçüncü olarak, kadınlar gericilik kuşatması altındadırlar. Kadınlar, çocukluktan gençliğe, eğitimden mesleğe, gündelik hayattan toplumsal yaşama kadar her alanda kuşatma ve tehdit altındalar. Ne giymesi, nasıl yaşaması, kaç çocuk doğurması, eşine itaat etmesi ve asıl işinin annelik olması gerektiği kadına söylenir. Kadın hamileyken sokakta gezmemesi, uluorta kahkaha atmaması gerekendir. Hukuken korunan menfaatinin erkeğinkinden daha değersiz olmadığını söylediğinde dine küfür edendir. Bunlar hep söylenir. Söyleyen söylerken kadının üzerinde yükselir. O kendisini düşman olarak tanımlamasa da ettiği düşmanlıktan beterdir. Cinsel istismar, zorla evlilikler, şiddet ve kadın cinayetleri norm haline gelirken kadına dair her konuda konuşma ve eyleme hakkını erkeklerin iradesinde gören bir anlayış hâkim hale gelmektedir.
Kadınlar ve mücadele
Bugün güvencesizliğe, yoksulluğa ve gericiliğe karşı kadın mücadelesini hem tarihsel hem de güncel bağlarıyla yeniden oluşturmak temel ihtiyacımızdır. Dünyada ve bu topraklarda yaşanan kimi parlama anları bize bugünün mücadelesinin ana hatlarını verebilir.
Bir parlama anı, 19. yüzyılda işçi sınıfı ve kadınların başını çektiği sosyal hak mücadeleleridir. Sosyal haklar, burjuvaya ait hakları toplumsallaştırmak yönündeki çaba ve savaşım ile ortaya çıkmıştır. Bu haklar, hem yeni toplumsal hakların tanımlanması hem de burjuva medeni haklarının tüm toplumsal gruplara yaygınlaştırılması gibi ikili bir sonuç doğurmuştur. Dolayısıyla sosyal haklar, emeğin haklarıdır. Emeğin hakları ise tüm toplumun yararını içeren haklardır. Bu süreçte kadınlar, eşit yurttaşlık haklarını 19. ve 20. yüzyılda kendi mücadeleleri ile elde etmiştir. Bu süreç, toplumsal eşitlik yolunda önemli bir kazanımdır.
Bir diğer parlama anı, Ekim Devrimi’dir. Ekim Devrimi insanlık tarihinde başka bir yaşamı, başka bir toplumsallığı ve başka bir dünyayı kadınlar için de mümkün kılmış en önemli çabadır. Kadınlar ve devrim arasındaki ilişkileri, iktisadi-siyasal-ideolojik boyutları içinde bir toplumsal oluşum olarak değerlendirmek gerekir. Devrim öncesi Rusya’da fabrikalarda, ev hizmetlerinde ve kırsal üretimde düşük ücretlerle, vasıfsız işlerde çalışan, geleneksel rollerle ve ideolojilerle kuşatılmış, siyasal haklardan dışlanmış, okuma-yazma bilmeyen kadınlar, Ekim Devrimi’ne giden yolda, devrim sürecinde ve sonrasında yaşama müdahil olmuşlar, müdahaleleriyle özneleşmişlerdir.
Bir diğer parlama anı ise bu topraklardaki cumhuriyet ve aydınlanma mücadelesidir. Bu mücadele, kadınların toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamdaki konumları için önemli birikim ve kazanımlar yaratmıştır. Bu kazanımların temelini oluşturan en önemli unsur ise laikliktir. Dinsel ve geleneksel bir toplumu yurttaşlık temelinde bir cumhuriyete dönüştürme sürecinde laiklik, kadının yaşama katılımının, bu katılımla birlikte dönüşümünün başat ilkesi olmuştur. Emeklerine ve hayatlarına el konulan kadınlar laiklikle birlikte erkeklerle (en azından hukuk önünde) eşit biçimde toplumun aktif üyeleri olarak yurttaşlık haklarını elde etmişlerdir.
Bu parlama anlarının kadınların eşitliği ve özgürlüğü doğrultusundaki adımları, onlara “getirilen” dışsal yenilikler değildir. Bu adımlar kadınların talepleri ve iradeleri ile mücadeleye, dolayısıyla topluma kazandırdıkları tohumlardır. Kadın topluma kazandırdıkları ile kazandıkları arasından çiçeklenir hep. Kadın, sırtına çöken karanlığı kaldırayım derken, kendi kurtuluşunu ararken, bu karanlığı dağıtacak irade ve mücadelenin de taşıyıcısı haline gelir.
Bu parlama anları, kadınlar için mücadeledeki yerleri ve eylemlilikleri ile “yoldaş” olarak; toplumsal yaşamda eşit haklara sahip “yurttaş” olarak; toplumsal cinsiyet ilişkilerinde “özgür” birey olarak birikimler yaratmıştır.
Yoldaşlık, yurttaşlık ve özgürlük yolundaki birikimini bugünün gericilik ve yoksulluk karşıtı mücadelesine taşımak gerekir. Yoldaşlık, kadınların gelecek ufku doğrultusunda birleşmiş, inanç ve dayanışma bağları ile kurulan mücadele içinde yer almasıdır. Kadınlar, siyasallaşma pratiklerinde getirdikleri yenilikçi değerlerle, siyasete katılımda yarattıkları araçlar ve iletişimle birlikte yoldaşlığı zenginleştirip geliştirirler. Bu süreçteki üretken ve yaratıcı enerjileri tekrar hatırlamalı, bunları yeniden yaratmanın koşulları üzerine düşünmeliyiz.
Kadına yönelik tüm müdahaleler aslında topluma dönük müdahalelerdir. Burada çift yönlü bir hareketten bahsedebiliriz. Dolayısıyla yoldaşlık, kadınların yalnızca kadın meselesinde değil, tüm itiraz ve direniş gündemlerinde yer almasını gerektirir. Siyasal iktidarın her türlü baskısı kadınların doğrudan meselesi ve müdahale alanıdır. Yoldaşlık, yoksulluğa ve gericiliğe yaslanarak halk üzerinde baskı kuran güçlere karşı sıradan ve sahici kadınların kendi kaderlerini ellerine alma mücadelesidir.
Yurttaşlık, gericilik ve yoksulluk karşısındaki en ön barikatlardan biridir. Yurttaşlık, kadınların emek eksenli kolektif taleplerini hak seviyesine çıkarmayı gerektirir. Bugün toplumsal yaşamı parçalayan farklılıklar yerine kadınların mücadelesi, ortaklaşan talepleri dillendirmelidir. Paternalist dile bürünen sömürüyü oluşturan değerler, normlar ve ilişkiler zinciri karşısında toplumsal dayanışmayı geliştirme talebi, günümüz için yakıcı bir taleptir. Kadın ve erkek, yaşamın üretiminde ve yaşamdan pay almada aynı haklara ve kolektif sorumluluklara sahipse ancak yurttaşlıktan söz edebiliriz.
Kadının özgürleşmesi, gericilik ve yoksulluğun kasvetini dağıtacak en büyük güçtür. Özgürleşme, bireysel hareket serbestisi ya da kendi bedeni üzerindeki hâkimiyet ile sınırlandırılamayacak kadar büyük bir ufkun parçasıdır. Kadının özgürleşmesi ile emekten yana, laik ve kamucu bir toplum inşası birbirinden ayrı düşünülemez. Bugün de özgürlük, kadının yalnızca bireysel yaşamında değil toplumsal yaşamda da söz sahibi olmasını ve bu deneyim içinde kendi niteliklerini kaybetmeden var olabilmesini içerir.
Güçlü teorik, politik ve pratik birikimle kadınlar karanlığı dağıtabilir. Son yıllarda memlekette kadın mücadelesinin toplumsal muhalefeti yükselttiği ve mücadelenin kadınlaştığı karşılıklı bir süreçten bahsedebiliriz. Kadınlara yönelik inşa edilmeye çalışılan rejim ne kadar sertleşiyorsa mücadele de o kadar kadınlaşıyor. Haziran Direnişi, “Hayır” sesleri, kadın cinayetlerine karşı isyanlar, çocuk istismarlarına karşı eylemler gibi pek çok itiraz ve direniş, kadınların siyasallığı ile yükseliyor.
Özgür, yurttaş ve yoldaş kadınların sesi, sözü, iradesi ve eylemliliği ile mücadele örülüyor. Bu mücadele bitmemiştir. Dünde kalmaz, şimdiyi kurar ve yarınsızlığa direnir.