20. yüzyıl uluslararası sosyalist kadın hareketi, tarihsel İKD ve bugüne kalanlar
Bu yazıda tarihsel bir çerçeve oluşturmak için kadın hareketlerinin ortaya çıkışı ile komünist kadın hareketine zemin hazırlayan dönem ele alınacak, Reel sosyalizm koşullarında uluslararası sosyalist kadın hareketinin şekillenişi ve bu hareket ile Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) ilişkisine değinilecek, devamında tarihsel İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) doğduğu dönem ve 12 Eylül 1980 sonrasının koşulları ve o koşullarda kadın hareketlerinin yaşadıkları değişimler Türkiye’ye mercek tutularak ele alınacaktır.
Tarihsel İKD’yi değerlendirirken uluslararası komünist hareketin bir parçası olan tarihsel TKP’nin 1973 Atılımı –yeniden örgütlenme, partinin yığın bağlarını kurma adımı çerçevesinde sendikalar ve meslek örgütleri içinde birlik-dayanışma hareketi, kadın ve gençlik örgütlenmesini de içeren bir dizi çalışması– ile birlikte ele almak gerekir.
12 Mart 1971 darbesinin kısa bir dönem için sekteye uğrattığı, ancak sınıf hareketinin ve sosyalizmin yükseldiği bir nesnellikte; kurulduğu 1920’den beri yasaklanmış olan partinin sınıf içinde örgütlenme ve yığın bağlarını kurma konusunda komünist kadrolarının öncülüğünde yürüttüğü çalışmalar, aynı zamanda Leninizmin denklemden çıkarılmadığı bir dönem olarak da okunmalıdır. Bilindiği üzere 1980’lerde partinin likidasyonu süreci merkez kadrolarının sağa savrulması ve Leninizmi reddi ile sağlanmıştır. Tarihsel TKP’nin izlediği politik hattın tartışması bu yazının konusu olmayıp tarihsel İKD ile uluslararası komünist kadın örgütlenmeleri arasındaki bağ üzerinde durulacak, sosyalist sistemin yıkılmasına yol açan karşı devrim süreci ile partinin likidasyon sürecinin kadın çalışmalarına ve kadroların yaklaşımlarına etkisine değinilecektir. Bir mirasa sahip çıkarken geçmiş deneyimleri incelemek, bugünkü mücadelenin şekillenmesi açısından da önemlidir.
Burjuva devrimleri çağı ve kadın hareketlerinin ortaya çıkışı
Kadınların da ön saflarda yer aldığı burjuva devrimleri sonucunda egemen olan kapitalist üretim tarzı feodal toplumun ekonomik ilişkilerini tasfiye etmiştir. Dolayısıyla kapitalizm daha önceki sınıflı toplumsal yapılar içerisinde üretici çalışmasını ev ve aile ile sınırlayan, kapalı bir yaşama mahkum olan kadının da toplumsal konumunu değiştirmiştir. Kapitalist üretim tarzı; kadınların ev dışında toplumsal üretime katılmasının yolunu açmış, gerek vasıfsız ucuz emek olarak, gerekse eski ayrıcalıklarını kaybeden sınıfların kadınlarının çalışma zorunluluğu nedeniyle üretimdeki payını arttırmıştır. Kadın ve erkeğin tam toplumsal eşitliğini sağlama çabasının oturduğu maddi temel kapitalist üretim tarzıdır.
Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan kapitalizmin üzerinde yükseldiği burjuva toplum içinde; burjuva erkeklere tanınan eşitlik, siyasi haklar, mülkiyet haklarının aynı sınıfa mensup kadınlara tanınmaması, üretimde kadınların artan payı ile toplum, evlilik-aile ve devlet içinde ayrıma uğramalarının yarattığı çelişki tarihte ilk kez kadın hareketini doğurmuştur. Kadınların eşit hak ve talepleri burjuvazinin iktidara geçişini sağlayan 1789 devrimiyle eşzamanlı olarak başlamıştır. Burjuva kadın hareketi; başlangıçta mülk sahibi burjuva kadınların haklarının savunulması, kadının erkekle tam yasal ve toplumsal eşitliğinin kapitalizmin reforme edilerek sağlanacağı yargısı üzerinden gelişmiştir.
Clara Zetkin, erkek cinsiyetinin kadın cinsiyeti üzerindeki egemenlik ve iktidarını kırmayı hedefleyen burjuva kadın hareketinin taleplerini; “evliliğin kurulması, biçimlendirilmesi ve sona erdirilmesinde eşit hak, kadının ve erkeğin çocuklar üzerinde eşit velayet hakkı, her iki cinsiyet için de bir tek cinsel ahlak, kadının kendi mülkiyeti, geliri ve kazancı üzerinde özgür kullanma hakkı, meslek öğrenimi ve mesleki çalışma özgürlüğünün garantilenmesi, toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadınla erkeğin eşit hareket ve çalışma özgürlüğü hakkı, devlette ve onun organlarında tam politik eşitlik ve daha başkaları” olarak sıralamıştır. Bu taleplerin proleter ve emekçi kadınlar için de değerli olduğunu vurgulamış, kadın cinsiyetinin eşit değer ve eşit haklılığının ilkesel kabulünün önemini yadsımamıştır. Kadınların cinsiyet köleliğinin hafifletilmesi/kaldırılması için yapılacak reformların değeri ve anlamı, burjuva toplumda sömürülenlerin sınıf köleliği sürdükçe küçültülmekte ve yok edilmektedir saptamasını yapmıştır. “Kadın hakları savunucuları, kadınların ezici çoğunluğunun sınıf köleliğine karşı mücadelesini-o cinsiyet kölelerini ayakta tutmasına ve keskinleştirmesine rağmen-boşluyorlar. Bundan da öte onlar, sınıfa karşı sınıf, ayaklar altında tepelenenlerin efendilerine ve kendilerine azap çektirenlere karşı yürütülmesi gerekli bu savaşı ilkesel olarak reddetmektedirler. Burjuva kadın hareketi her iki ayağıyla burjuva toplumunun zemini üzerinde durmakta ve onu ileriye atılan proletaryaya karşı savunmaktadır. Dolayısıyla burjuva kadın hareketi, kurtuluş özlemi çeken tüm kadınların çıkarlarının temsilcisi, onların öncüsü değildir. O, bir burjuva sınıf hareketidir ve öyle kalacaktır.”
Burjuva kadın hakları savunuculuğu olarak başlayan hareket, toplumsal yapıda kadınların ait oldukları sınıfların taleplerinin farklılığı nedeniyle iki zıt akıma ayrılmıştır. Proleter kadın hareketi ayrı kulvarda gelişmiştir.
İşçi sınıfı hareketinin yükselişi, sınıfın partileşme çabaları, Komünist Manifesto’nun yazılışı, 1871’de ilk işçi devletinin-Paris Komünü’nün tarih sahnesine çıkışı 19. yüzyılın önemli tarihsel uğraklarıdır. İşçi sınıfı ve sermaye/burjuva sınıfı arasında kıyasıya bir sınıf savaşımının derinleştiği yüzyılda; Marx ve Engels kapitalizmi inceleyerek tüm yasallıklarıyla ortaya koymuş, kapitalizmin ortaya çıkardığı emek-sermaye çelişkisine son verecek,özel mülkiyete dayalı kapitalizmi yıkarak yerine kamu mülkiyetine dayalı yeni bir toplumsal yapıyı-sosyalizmi kuracak sınıfın proletarya olduğunu tespit etmiştir. Marksizm tüm insanlığın, tabi ki kadınların da kurtulacağı sınıfsız bir topluma, tam eşitliğe, özgürlüğe ulaşmanın proletaryanın tarihsel misyonu olduğunu açıklamıştır. Kapitalizmde kadın emeği, kapitalizmde iktisadi birim olarak önemli yer tutan ailenin burjuva toplumda kutsanması, burjuva toplumunun ikiyüzlü karakteri, ev işlerinin toplumsallaştırılması vb. pek çok sorun üzerinde durmuşlar, tarihsel materyalist bakış açısıyla kadın sorununun sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla eşzamanlı tarihini incelemişler, kadın ve erkeğin tam eşitlik ve özgürlüğünün maddi zemininin üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesi ile sağlanacağını tespit etmişlerdir.
1800’li yıllardan itibaren kadın işçilerin talepleri; erkek işçilerle birlikte sendikalara girme hakkı, eşit işe eşit ücret, 8 saatlik çalışma ve insanca yaşam koşulları, kadın emeğinin korunması, kapsamlı analık sigortasıdır. Kadın işçilerin talepleri, ait oldukları sınıfın talepleri ile örtüştüğünden, kendileri gibi mülksüzlerin safında, işçi hareketinin bir parçası olarak mücadeleyi sürdürmüştür. Proleter kadınlar sınıf kardeşleri ile birlikte sermayeye karşı mücadeleyi başa yazmış, ilk işçi birliklerinden başlayarak sendikalarda, işçi partilerinde örgütlenmeye, analık ve çocuk haklarının tanınmasına değin taleplerini tüm işçi sınıfının savunması için uğraşmıştır. Kapitalizmin yarattığı işsizlik nedeniyle sınıfı birbirine düşüren yaklaşımlara karşı da direnmiştir.
Clara Zetkin proleter kadın hareketinin gelişmesini şu sözlerle anlatıyor: “Proleter kadınların kurtuluş çabalarının ilk başlangıcına ilkeli, açık sosyalist, sosyal-demokrat denilemez. Kadın hakları savunucusu, ütopik, toplumsal-devrimci ve toplumsal-reformist eğilim ve talepleri iç içe ve yan yana içinde barındırmaktaydı. Ulusal ve her şeyden önce enternasyonal olarak sıkı bir örgütsel yapıdan yoksundu. İngiltere, Fransa, Almanya, Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’nde ve diğer yerlerde kah şu karakteristik özellikler, kah bu karakteristik özellikler, kah daha çok ekonomik, kah politik şiarlar öne çıkıyordu. Genel olarak bu konuda belirleyici olan, tek tek ülkelerin verili tarihsel koşullarında kapitalist üretimin ilerleyen gelişmesi ve bunun burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf karşıtlığına, burjuva demokrasisinin gerilemesine, proletaryanın devrimci bir sınıf olarak mücadele gücü, bilgi ve örgütlenmesindeki ilerlemesine olan etkidir. Bu tarihsel olgunlaşma sürecinin akışı içinde, özgürlük ve eşitlik talep eden proleter kadınlar arasında kadın hakları savunucusu hava ve akımlar sınıf mücadelesinin gereklerinin gerisinde kaldılar; proleter kadınlar, sınıfın kurtuluş mücadelesinin eşit hakka ve eşit değere sahip kadınların bilinçli ve özverili katılımı olmaksızın zaferle yürütülemeyeceği anlayışına vardılar.”
Birinci Enternasyonal ve İkinci Enternasyonal dönemlerinde o zamanki adıyla Sosyal Demokrat (Komünist) partilerin kadınların sosyalist mücadeleye örgütlenmesine dair tartışmaları ve sosyalist kadınların konuyla ilgili çalışmaları önemli yer tutar. Kapitalizmin gelişimiyle paralel olarak daha fazla kadının üretime katılması olgusu; proletaryanın öncü partilerinin kadınların örgütlenmesini gündeme alma zorunluluğunu dayatmış, buna dair çeşitli yöntemler/biçimler aramasına yol açmıştır. Bu dönemde Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, Aleksandra Kollontay ve pek çok sosyalist kadın örgütsel çabalarıyla, yazılarıyla, yayınlarıyla sınıfa karşı sınıf siyasetini öne çıkarmışlardır. Proletaryanın iktidarı alma hedefini gözeterek; işçi kadınların zihnini bulandıran, kadın kurtuluşuna giden yolda sosyalist mücadeleye katılımını engelleyen burjuva ideolojisine/liberalizme karşı keskin bir ideolojik mücadele verdiklerini görüyoruz. Sosyalistler dönem dönem kapitalizmin sorunlarını nüfus üzerinden çözmeye çalışan ve proletaryayı aşağılayarak proleter kadınların analık haklarının yasaklanmasını/ sınırlandırılmasını öneren Yeni Malthusçularla mücadele etmiş, kadınların analık haklarını savunmuş, analığın toplumsal işlevi üzerinde durmuş, çocuk haklarının, bakımının, eğitiminin toplum tarafından karşılanacağı bir sistem olarak sosyalizmi görmüşlerdir. Aile, evlilik, kadının özgürlüğü, eşitliği vb. her konuda tartışmış, burjuva toplumu kıyasıya eleştirmiş, sınıflı toplum yapısının yerine sınıfsız topluma giden bir sürecin sorunların çözümünde biricik yol olduğunu söylemiş ve örgütlemişlerdir.
Proleter kadınların örgütlenmesiyle güçlü bir harekete dönüşen Sosyal Demokrat Kadın Hareketi, İkinci Enternasyonalin reformist kanadının ve sosyal demokrat kadınların Birinci Dünya Savaşında ulusal burjuvazilerinin yanında yer alması ve savaşı desteklemesi ile burjuva kadın hareketine eklemlenmiştir. Devrimci komünist partiler İkinci Enternasyonalden ayrılmıştır. Tarihin önemli, en iyi aşamasında sosyal-demokrat kadın hareketi, proleter kadın hareketi olarak burjuva kadın hareketinin karşısına konulabilecekken “Sosyal Demokrat Kadın Hareketi, öğreti ve eyleminde proleter kadın hareketi olma şerefini kaybetmiştir.” diye karşı çıkar Clara Zetkin. “Eylemine kılavuzluk eden düşünce, ancak burjuva toplumunun devrimci bir biçimde yıkılışı ve mücadele ederek kendini kurtaran proletaryanın eylemi olarak sosyalizmin gerçekleştirilmesinin, kadınların tümüne tam bir şekilde gelişen ve etkinlik gösteren insanlığı getirebileceği idi; cinsiyetlerin yasada biçimsel olarak eşit kılınmaları değil.”
İlk modern feministler olarak da nitelenen, Amerika ve İngiltere’de Clara Zetkin’in deyişiyle ‘fedakar ve anarşizan’ süfrajet (oy hakkı) hareketi 1800’lerin sonundan Birinci Dünya Savaşına dek mülk sahibi kadınların oy hakkı için mücadele etmiş, mülksüz işçi kadınları dışarıda bırakan sınıf karakteri ve taleplerinin var olan düzen içinde sınırlı olması dolayısıyla burjuva kadın hareketi olarak tanımlanmıştır. Kadınlara oy hakkı talep ederken, bu hakkın tanınmadığı mülk sahibi olmayanlarla- kadını, erkeğiyle proletaryayla- ortak bir mücadeleden kaçınmışlar, oy hakkını Ekim Devrimi sonrasında burjuvazinin ödün vermesiyle elde etmişlerdir. Eşitlik, siyasi haklar, mülkiyet hakları taleplerinin burjuva toplum düzeninde tüm kadınlar için geçerli olduğu tezleri ise kapitalizmin sınıflı bir toplum olduğu ve kendi mezar kazıcısı proletaryayı yarattığı gerçeğiyle örtüşmemiştir.
İki ayrı hareketin sınıfsal talep ve hedeflerine ilişkin çarpıcı bir açıklamayı A. Kollontay’dan aktararalım: “Kadın işçiler için (erkek işçilerle) eşit haklara sahip olmak ‘haklardan yoksunlukta eşitlik’ anlamına gelirken, burjuva kadınları için yeni ve daha önce elde edilmemiş, şimdiye dek yalnızca burjuvazinin erkek üyelerine sunulmuş haklara sahip olmak demektir.”
Ekim Devrimi ve komünist kadın hareketi
Çarlık Rusyası’nda 1910-1913 yılları arasında tohumları atılan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) kadın komisyonlarının işçi ve emekçi kadınlar arasında örgütlenme faaliyetleri ve partinin kadın taleplerine programında yer vermesiyle birlikte partiye üye olan kadınların sayıca artışı sağlanmıştır. Çarlığa karşı direnişin fitilini ateşleyen ve sosyalist devrimin ön saflarında yer alan kadınların sosyalist mücadeleye kazanılmasının önemi somutlanmıştır. 1917 Ekim Devrimi sonrasında 1918 Rusya Kadın İşçileri Birinci Kongresi’nde Lenin’in söylediği sözler kadının devrimdeki önemine yaklaşımını göstermektedir. “Emekçi kadınların büyük bir çoğunluğu göze çarpan bir şekilde katılmazsa sosyalist devrim olmaz. Bütün uygar ülkelerde en ilerilerinde bile kadınların durumu öyledir ki, onlara haklı olarak ev köleleri denmektedir. En özgür cumhuriyet de olsa, kadınların, hakların tam ve eksiksiz eşitliğinden yararlandıkları bir tek kapitalist devlet yoktur.”
Devrim öncesinde Rusya’da feministlerin kadın sorununun bir siyasal partinin sorunsalı olamayacağından hareketle tüm kadınların ayrı kadın partisi kurma girişimlerine karşın sosyalistlerin ideolojik mücadelesi sürmüş, devrim sonrasında kadın örgütlenmesine dair Lenin: “Örgütlenme planında kullanılacak inisiyatifler de gene ideolojik görüşlerimizden gelmektedir. Ayrı komünist kadın örgütüne hayır! Komünist bir kadın partinin erkeğe eşit komünist bir üyesidir, aynı hak ve yükümlülüklere sahiptir. Bu anlamda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Bununla birlikte olgulara gözümüzü kapatmamalıyız. Parti, organizmalara, işçi grupları, komisyonlar, komiteler, seksiyonlar -fakat bunlara verilecek adın önemi yok- geniş kadın kitlelerini uyandırma, onları parti ile ilişkiye geçirme ve etkisi altında tutma görevleri olacak organizmalara sahip olmalıdır. Bu amaçla, bu kadın kitleleri yönünde sistemli büyük bir çalışma yürütmek elbette zorunludur. Pasifliklerinden koparılıp alınmış kadınları komünist partinin yönetimi altında eğitmeli, proleter sınıfın mücadelesi için toplayıp silahlandırmalıyız. Burada, sadece gözde proleter kadınlar değil, bir fabrikada çalışan ya da evlerinde sobaları önünde kımıldayan köylü kadınlar ve küçük burjuvazinin çeşitli tabakalarına ait olanlar da var. Onlar da savaştan beri ve gene kapitalizmin kurbanlarıdır, her zamankinden daha çok öyle oldular. Bu kadın kitlelerinin geri, politika dışı zihniyetleri, faaliyet alanlarının aşırı darlığı, tüm yaşama biçimleri, olgular bunlardır. Buna dikkat etmemek zırvalamak, tamamen zırvalamak olur. Onlarla çalışacak kendi öz organizmalarımıza ihtiyacımız var, özel örgütlenme biçimleri ve propaganda yöntemlerine ihtiyacımız var. Bu kadın haklarının burjuva savunması değil, bu devrimci pratik ve makul eylemdir.”
Devrim öncesinde kurulan RSDİP kadın komisyonları Ekim Devriminden hemen sonra 1918 yılında Kadınlar Arasında Çalışma Kolu-Jenotyellere dönüştürülmüştür. Jenotyeller işçi ve köylü kadınlar arasında faaliyet göstererek kadınların kitleler halinde sosyalist devrime ve kuruluş sürecinde toplumsal alanlara kazanılmasında önemli başarılar elde etmiştir. Sosyalist kuruluş sürecinde geri coğrafyalarda sığınma evleri açılmış, kadınların öncülüğünde kolhozlar kurulmuş, büyük bir okuma-yazma seferberliği başlamış, kadınların sosyalist devrime kitlesel desteği sağlanmıştır. Partili olmayan kadınların delege toplantıları ile toplumsal yaşama katılması teşvik edilmiştir.
Üçüncü Enternasyonalde kadın sorunu ve örgütlenmesi konusunda Lenin’in destek verdiği Clara Zetkin’in aktardığı, 1920 yılında Lenin’le yaptığı görüşmeden alıntılayalım. “İlk proletarya diktatörlüğü kadınların haklarda gerçekten tam bir eşitliğine yol açmaktadır. Kadınların eşitliği üzerine yığınlarca kitaptan çok önyargıların kökünü söküp atmaktadır. Bununla birlikte uluslararası komünist kadın hareketimiz yok ve her ne pahasına olursa olsun buna varmalıyız. Bunun yaratılmasına derhal başlamalıyız. Bu hareket olmaksızın Enternasyonalimizin ve partilerinin çalışması ne tamdır ne de tam olmayacaktır.”
”Kadınların komünist hareketi kitlesel bir hareket, genel kitlesel bir hareketin parçası, sadece proleterlerin değil, fakat bütün ezilen ve sömürülenlerin, kapitalizmin bütün kurbanlarının ya da diğer hükümranlık ilişkilerinin genel kitlesel hareketinin bir parçası olmalıdır.”
Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresinde İkinci Uluslararası Kadın Konferansı da gerçekleştirildi. Clara Zetkin İkinci Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansının görevlerini ele aldığı konuşmada Sovyet Rusya’nın komünistlerin öncülüğünde partili olmayan işçi ve köylü kadınlarla yapılan delege toplantı ve delege konferanslarını geniş kadın kitlelerini kazanmak için verilen uğraşların başarılı biçimlerinden biri olarak tanımlamış ve bu çalışmanın “komünist kadın hareketinin ikili görevini-kadın kitlelerini devrimcileştirmek, mücadele için harekete geçirmek ve güvenilir, çalışkan bir önder kadın yoldaşlar çekirdeği yetiştirmek-yerine getirdiğini” söylemiştir.
Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresinin 8 Temmuz 1921 tarihli oturumunda Clara Zetkin kadın komünist hareketi raporunda hazırladığı tezleri -1) Komünist partilerinin kadın üyelerine yönelik çalışma biçim ve yöntemleri, 2) Kadınlara yönelik komünist çalışma yöntem ve biçimleri- kongreye sunmuştur. Tezlerde kadınların kazanılmasının devrimin başarıya ulaşmasındaki belirleyici rolü vurgulanarak, kadınlar için özel talepler içerirken gerçekte -sınıfsal sorundan- ayrı bir kadın sorunu reddedilmiştir. Kadınların temel çıkarları proletaryanın çıkarlarıyla birlikte ele alındı. Kongrede Sovyetlerde, kapitalist ülkelerde ve sömürge bölgelerinde olmak üzere koşulların farklı olması gözetilerek kadın çalışmasına yönelik kadınların her alandaki çıkarlarını bütün olarak kapsayan bir program oluşturulmuştur.
1924 yılında Komintern Beşinci Dünya Kongresi ile aynı zamanda yapılan Üçüncü Komünist Kadınlar Konferansında delege toplantı ve konferanslarının kadın kitlelerini harekete geçirmek için iyi bir araç olduğu tartışılmış, ancak tüm kapitalist ülkelerde uygulanması önerisi kabul edilmemiştir. Konferans kararlarında partisiz kadınlara yönelik delege toplantıları kitle çalışmasının bir örneği olarak propaganda edilmiştir.
Kuruluşu Komünist Enternasyonal tarihiyle özdeşleşen TKP, kurucularının katledilmesine rağmen mücadeleyi sürdürürken yasal çalışma olanaklarını zorlamış, Türkiye Halk İştirayükun Fırkası’nı kurmuş ve komintern kararlarına uygun olarak örgütlenmesinde Kadınlar Kolu Şefliği oluşturmuştur. Burjuva Efendiler diye başlayan, TKP’nin 22 Eylül 1922’de kapatılma kararına karşı TBMM Hükümetine yollanan mektupta TKP Kadın Kolları Şefi Cemile imzasına rastlıyoruz. Zorunlu olarak illegal çalışma yürüten TKP kadın işçiler arasında örgütlenme çalışmaları yapmış, 8 Mart Emekçi Kadınlar Gününü proleter kadınlara duyurmaya çabalamıştır.
Reel sosyalizm ve uluslararası sosyalist kadın hareketi
Tek sosyalist cumhuriyeti yeryüzünden silmek üzere; yükselen faşizmi destekleyen ve Sovyetler Birliği ile dünya halklarının karşısına çıkaran emperyalizmin ikinci savaşında faşizme karşı mücadelede gerek partizan birliklerinde, gerek cephe gerisinde kadınlar yine ön saflarda yerlerini almış, faşizmin yenilmesinde önemli rol oynamışlardır. Savaştan zaferle çıkan, faşizmi yenilgiye uğratan Sovyetler Birliği’nin anayurdun yaralarını sarmasında ve bağımsızlıklarına kavuşarak sosyalizm yolunu seçen halk cumhuriyetlerinin kuruluşunda azimle çalışan kadınlar unutulamaz.
1943’te Üçüncü Enternasyonal faaliyetine son vermiş, komünist kadın hareketi faşizme karşı mücadelesini sürdürmüştür.
Savaşın bitiminde dünya halklarında Sovyetler Birliği’ne, Kızıl Ordu’ya, muzaffer komutanı Stalin’e ve sosyalizme yönelik büyük sempati oluşmuştur. Savaş öncesinde tek bir ülkede kurulmuş olan sosyalizm artık sosyalist yolu izleyecek demokratik halk cumhuriyetlerinin katılmasıyla sosyalist bir blok oluşmuştur. 1945 yılında Birleşmiş Milletler Topluluğu’nun kurulmasında komünistlerin büyük çabası vardır.Komintern tekrar faaliyete geçmemiş, komünist partiler uluslararası örgütlenmeleri daha geniş bir çerçevede ele almışlardır. Komünist partilerin militan öncü kadroları kendi ülkelerinde kitlesel demokratik gençlik örgütleri, demokratik kadın örgütleri kurmaya, emperyalizme karşı savaşımı örgütlemeye ve federasyon şeklinde dünya çapında ortaklaşmaya önem vermişlerdir. Birleşmiş Milletler tarafından hükümet dışı örgütler olarak tanınan Dünya Demokratik Gençlik Federasyonu 1946’da, Dünya Barış Konseyi 1949’da kurulmuştur. Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu (UDKF), 1945 yılı Aralık ayında 41 ülkeden 81 milyon kadını temsil eden 181 kadın delegenin katılımıyla Paris’te yapılan Uluslararası Kadınlar Kongresi’nde kurulmuş, başkan ve sekreterlerini komünist partilerinin yöneticilerinden seçmiştir. Savaşa, faşizme ve emperyalizme karşı savaşımı amaçlayan ve dünya kadınlarının kitlesel hareketinin bir merkezi olan organizasyonda komünist ve işçi partilerinin kadın örgütlenmelerinin yanında anti-faşist, ulusal kurtuluş hareketlerinin temsilcisi örgütler de yer almıştır. Ana hedefler içinde kadınların hak eşitliği, ana ve çocuk haklarının korunması, bütün çocukların yaşama, sıkıntısız büyüme ve öğrenim haklarının savunulması için savaşım bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler ekonomik ve sosyal kurulunda ve UNESCO’da istişari oy hakkına sahipti.
Daha sonra yaşanacak gelişmelerde önemli rolü olan ve UDKF’ye de önemli bir görev yükleyen 5-17 Haziran 1969 günleri arasında Moskova’da yapılan 75 komünist ve işçi partisinin temsilcilerinin katıldığı Danışma Kurulu toplantısından da söz etmeliyiz. Katılımcı partiler eşitlik ve iç işlerine karışmama prensibiyle toplanarak ana doküman üzerinde ortaklaşmışlardır. TKP’nin de içinde yer aldığı partilerin kabul ettiği ‘Çağımızın bugünkü aşamasında emperyalizmle savaşın ödevleri; komünist ve işçi partileriyle bütün anti-emperyalist güçlerin eylem birliği’ başlığını taşıyan ana dokümanda “çağımız kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır” tespiti yapılarak emperyalizmin hedefinin dünya çapında yürütülen sınıf savaşının ayrılmaz bir parçası olan sosyalist devletler olduğu, silahlı savaştan vazgeçmediği ve silahlanma yarışına hız verdiği, bu nedenle “sosyalizmi savunmak komünistlerin enternasyonal borcudur.” denmiştir. Barış içinde yan yana yaşama politikasına geniş yer verilen ana doküman şu çağrı ile sona ermektedir:
“Sosyalist ülkelerin halkları, kapitalist ülkelerin proleterleri ve bütün demokratik güçler, kurtulmuş olan ve hala baskı altında bulunan halklar; emperyalizme karşı, barış, ulusal bağımsızlık, sosyal ilerleme, demokrasi ve sosyalizm için yürütülen savaşta birleşiniz!”
Dokümanda kadınlara dair bölümden: “Çağımızın önemli bir özelliği de, anti-emperyalist harekete, özellikle barış savaşına kadınların yığınlar halinde katılmasıdır. Bu, Vietnam’daki Amerikan saldırganlığına karşı yapılan yığınsal çıkışlarda en parlak biçimde görülmektedir. Üretimde ve başka iş alanlarında çalışan kadınların sayısı artıyor. Siyasal bilinçleri yükseliyor. Sosyal ve ekonomik haklar uğrunda yürüttükleri savaş yaygınlaşıyor. Kadınlar emeklerinin ödenmesinde her türlü ayırım yapılmasına son verilmesi, vatandaşlık haklarında tam eşitlik, annelik haklarının savunulması için tedbirler alınmasını istiyorlar. İşçilerin ve demokratik güçlerin savaşına gittikçe daha aktif olarak katılıyor. Sendikalardaki sayıları artıyor. Eşit haklı olarak faaliyetlerine katıldıkları komünist partileri. kadınların isteklerini azimle destekliyor. Bağımlılıktan kurtulmalarına yardım ediyor. Onlara genel demokratik hareketin önemli bir unsuru gözüyle bakıyorlar. Kadınlara tam eşit haklar tanıyan ve bu haklarını güvence altına alan sosyalist ülkelerin örneği kapitalist dünyadaki kadınların savaşını daha da çekici bir hale getirmiş bulunuyor.”
Bu tarihten itibaren barış ve silahsızlanma mücadelesini en geniş çevrelerle birlikte örmek uluslararası sosyalist/demokratik kadın hareketinin önemli bir gündem maddesini oluşturmuştur.
Uluslararası sosyalist kadın hareketi ve ikinci dalga feminizm
İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika ve İngiltere başta olmak üzere savaşa giren gelişmiş kapitalist ülkelerde özellikle silah üretiminde kadın işgücüne artan ihtiyaç nedeniyle kadınlar üretimde yoğun olarak yer almıştır. Savaşın bitiminde erkeklerin dönüşüyle birlikte bir yandan kadınlar işten çıkarılmış, diğer yandan ise yerlerinin evleri, asli görevlerinin aile ve ev işleri olduğu yolunda burjuva propagandası yayılmıştır. Sınıfı katmanlara ayırarak bölme noktasında usta olan emperyalizm eliyle orta sınıf yaratma faaliyetleri artmış, Amerikan rüyasında kadına özel bir rol biçilmiş, mutlu aile tablosu ve kadının görevleri imrenilecek bir paket halinde sunulmuş, Hollywood filmleriyle tüm dünya kadınlarına pompalanmıştır. Ancak bu propagandanın emekçi kadınlara yansıması ucuz emek gücü olarak üretim alanında yer almalarını devam ettirmesi olmuştur. 1949’da Simone de Beauvoir ve 1970’te Kate Millett’in kadının aile içindeki rollerini sorgulamaları ve Vietnam Savaşı’na karşı belli bir politikleşmenin yaşandığı 1970’lerde kadınların haklı tepkilerini özel alana yöneltmeleri, özel alanı sorgulamaları temelsiz değildir. Özellikle kapitalizmin 70’lerde yaşadığı krizden etkilenen kadınların Avrupa’da eşit işe eşit ücret talebini yükseltmeleri, kapitalizmi de sorgulayan bir feminizme yol açmıştır. Tek bir feminist ideolojiden bahsetmek mümkün değildir. UDKF barış savaşımına geniş kadın örgütlenmelerini, hareketlerini katma uğraşında başlangıçta radikal feminizme/liberalizme karşı ideolojik savaşı öne çıkarmıştır. Birleşmiş Milletler nezdinde hükümetler dışı örgütlenmeler içinde yer alan diğer feminist örgütlerle işbirliği yapmanın yollarını aramıştır. 1972 yılında UDKF’nin 1975 yılının Dünya Emekçi Kadınlar Yılı ilanı önerisi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ‘emekçi’ ibaresi çıkarılarak kabul edilmiş, 1975 yılı ve sonraki 10 yıl ”Kadın On Yılı” olarak ilan edilmiştir.
1970’lerden itibaren komünist ve işçi partilerinin teorik yayınlarında kadın hareketine, örgütlenmelerine ve partilerin yaklaşımlarına daha çok yer verilmiştirBarış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi’nin 1973’te düzenlediği sempozyuma komünist ve işçi partileri temsilcileri katılmış, kapitalist ülkelerde çalışma hayatında, gelir dağılımı sisteminde, toplumda, ailede, kadınların durumu tartışılmıştır. Kadınların mücadelesi ile komünistlerin mücadelesi bölümünde ise ideolojik alanda mücadele edilmesi gereken bir başlık olarak feminizm ele alınmıştır. ABD Komünist Partisi MK Politik Büro üyesi, Kadınlar Arasında Çalışma Ulusal Komisyonu Başkanı A. Baksenbaum: “Asıl sosyal çelişki sınıf değil, cinsiyettir sloganının Amerikan burjuva propagandası hazinesindeki araçlar arasında yer aldığını belirterek şunları ekledi: Birleşik Amerika’da aynı zamanda ‘sömürücü kadın’ fikrinin ters yanı olan ‘erkeklerin üstünlüğü’ görüşü de geniş ölçüde yaygındır. Bu görüş-erkeğin üstünlüğü- bilindiği üzere özel mülkiyetin belirmesiyle ortaya çıkmıştır. Kapitalizm bu gibi fikirleri teşvik ederek ve cinslerin uzlaşmaz zıtlığı problemlerini kasten ön plana iterek, yalnızca kadınların ekonomik ve politik eşitliklerini elde etmelerine engel olmakla kalmıyor, yığınların dikkatini sınıf mücadelesinden uzaklaştırmayı da başarıyor.”
1980’lerde sosyalist sisteme yönelik karşı-devrim sürecinde “erkek” olmakla suçlanan komünist partilerin ortak yayınında 1972 yılında Sovyet basınına dair alıntıdaki yaklaşımların yayınlanması dikkat çekicidir. Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi’nin İsveç Sol (Komünistler) Partisi temsilcisi R. Eman “Kadınların Reel Kurtuluş Yolu” başlıklı yazısında Sovyetler Birliği’nde kadınların temsiliyeti ve Sovyet basınında yer alan ev emeğine yönelik çabalardan söz ediyor: “Kadınların üretime yığınsal olarak katılmaları, onların politik ve sosyal alanda aktif bir eylem göstermelerine temel oluyor. SSCB mahalli Sovyetlerin halkvekilliği sandalyelerinin %45,8’i kadınlara aittir. Yüksek Sovyet’te halkvekillerinin %31’i kadındır ve bu oran gitgide artmaktadır. Bu saydıklarımız, burjuva demokrasisiyle öğünen kapitalist memleketlerin gelişmelerini niteleyen verilerden bir hayli yüksek göstergelerdir.” Emperyalizmin saldırgan politikaları ve artan silahlanma yarışının başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist ülkelerde hedeflenen toplumsal iyileştirmelerin yapılmasında maddi zorluklar yarattığı açıktır. Silahlanma yarışının sona erdirilmesi zorunluluğu ile sınıf savaşımını geri çekmeden barış içinde yan yana yaşama politikası ve sınıf savaşımının biçimine dair pek çok yazı ve tartışma Yeni Çağ arşivlerinde bulunuyor. Eman’ın sözleri de buna işaret etmektedir: “Daha ileri gelişme süreci içinde -dünyanın ilerici güçleri doğru bir politika temeline dayanan ortak çabalarla, kapitalizmi sosyalizmle barış içinde yan yana yaşama prensiplerine uymak zorunda bırakabildikleri takdirde Sovyetler Birliğinde Lenin’in çok önem verdiği bir hedefe ulaşmanın, yani kadını evdeki «önemsiz», yıpratıcı ve üretimsiz emekten azami ölçüde kurtarmanın maddi koşulları süratle yaratılabilecektir. Burada hayli devamlı bir süreç söz konusu olduğu için, bu dediklerimi, Sovyet basınında çokça tekrarlanan bir görüşle, yani ev emeğini daha fazla «toplumsallaştırma»ya yönelik çabaların yanı sıra, bu işin üretimde çalışan karı-kocalar arasında yeni biçimde ve arkadaşça bölünmesi yönünde sürekli çabalar harcanması görüşüyle kanıtlamaktan kendimi alamıyorum.”
“Toplumsal İlerleme Kriteryumu Olarak Kadınların Durumu” başlıklı yazısında Bulgaristan KP Merkez Komitesi üyesi ve Bulgaristan Kadınlar Komitesi Başkanı Elena Lagadinova: “Kadına ayırımlı işlemi reddeden çeşitli hukuksal belgeler kabul edilmiş olmasına karşın, kadınlarla erkekler arasında gerçek eşitsizlik kapitalizmin onmaz illetlerinden biri olarak kalmaktadır. K. Marx şöyle diyor: «Toplumsal ilerleme latif cinsin toplumsal durumuna bakılarak tam bir isabetle ölçülebilir.» Eşit işe eşitsiz ücret, işe alınmada ayırımlı işlem ve dolayısıyla erkekler arasındakinden daha yüksek oranda işsizlik, yüksek vasıflar gerektirmeyen düşük ücretli işlerin kadınlara gördürülmesi, aile içinde eşitsiz durum, kapitalist ülkelerde kadınları hak eşitliği ve gerçek özgürlük için sebatla savaşa zorlayan nedenlerin hepsi değilse bile en önemlileridir. Sosyalizmde her türlü ayırım ve eşitsizlikten uzak olan kadının durumu bu savaşa ışık tutan bir deniz feneri yerini tutmaktadır.”
Elena Lagadinova kadınların işgücüne katılımı, eğitim, sağlık ve kültür olanaklarından yararlanma, mesleki dağılım, yönetime katılım konularında geniş bilgileri aktardığı yazıda aileye de değiniyor. Halk iktidarının alındığı 1944 yılından sosyalizmin kuruculuğuna kadar geçen 30 yılda alınan büyük yolu da gösteriyor. Analığın toplumsallaşmasına ve sosyalist insan, sosyalist aileye dönük çabalara örnek olması adına alıntılayalım: “Bulgaristan’da genç ve çok çocuklu ailelerin konut probleminin çözümü, ucuz çocuk giysileri ve besin maddeleri üretiminin genişletilmesi, yer yer kamu hizmet kombinaları kurulması vb. gibi büyük sosyal tedbirlerin gerçekleştirilmesi kadına ve aileye çok büyük bir yardım oluyor. Fakat, kanımızca, toplum tarafından gösterilen bu özen ne kadar etkin olursa olsun, kadının erkekle sosyal eşitliği, önce ilk sosyal ünite olan ailede gerçekleştirilmezse, ailede gereken ahlaki hava yaratılmazsa ve aile üyeleri arasında hakbilir bir işbölümü sağlanmazsa, tamamıyla gerçekleştirilmiş sayılamaz. Burada asıl yeni tipten, sosyalist tipten ailenin oluşması söz konusudur. Ana-babaların toplumsal ideallerinin ne olduğu sorunu, sosyalist toplumun üyeleri sıfatiyle hangi bilinç düzeyinde bulundukları, bilimsel ve kültürel ilgileri sorunu birincil bir önem kazanıyor. Bütün bunlar genç kuşağın eğitimi bakımından kesin bir önem taşıyor. Bunların hepsi, son amacı yetişme halindeki kuşağın gereksindiği asıl özeni artık yavaş yavaş toplumun yükümlenmesini sağlamak olan politikanın bileşen bölümleridir. Böylelikle, ailenin maddi durumunun ne olduğuna bakılmaksızın çocukların en iyi fiziksel ve moral gelişmeleri sağlanmış olacak, ana-babaların yükümü daha çok manevi eğitimleri üzerinde yoğunlaşacaktır. Bu aynı zamanda ana-babaların ve özellikle anaların etraflı gelişme olanaklarını artıracaktır.”
Birleşmiş Milletler ekonomik ve sosyal kurulunda ve UNESCO’da istişari oy hakkına sahip, Uluslararası Kadın Yılı’nın girişimcilerinden UDKF’nin Genel Sekreteri Fanni Edelman’ın (Arjantin Komünist Partisi) “Barış ve İlerleme Savaşçılarının Saflarında-Toplumsal Gelişmenin Zorunlu Gücü” başlıklı yazısından: “Kadınların günden güne daha fazla üretime katılması, onların politik bilincinin artması, kadınların eşit haklara kavuşması uğrundaki savaşın, gerçek demokrasinin uygulanması, ulusal bağımsızlığın güçlenmesi ve sürekli barış sağlaması yönündeki savaşla bütünleşmesi sorununu gündeme koymaktadır. Uluslararası Kadın Yılı’nda yapılan içtenli tartışmalarda kendi görüşlerimizi açıklamaya, diğer örgütlerin kadın temsilcilerinin dilek ve dertlerini anlamaya çalıştık. Biz örneğin bazı feminist örgütlerle ilişkilerimizi genişletiyoruz. Ama bunu yaparken, kadınları politik ve sosyal-ekonomik savaştan saptıran tutumlara razı olamayacağımızı açıkça söylüyoruz.” (Yazının dipnotu: Birçok kapitalist ülkede kadınların oluşturduğu feminist örgütlerin ortak niteliği cinsel farkları ve erkek şovenizmini kadınlara karşı uygulanan ayrım politikasının başlıca nedenlerden saymalarıdır.)
1975 yılında dünya komünistlerinin yaklaşımının özetlenmeye çalışıldığı alıntıların işaret ettiği üzere; henüz feminist bir hareketliliğin görülmediği, sınıf hareketinin ve sosyalist seçeneğin yükseldiği Türkiye’de tarihsel TKP merkezi ve kadrolarının yurtdışındaki bu gelişmeleri izlediği açıktır.
Tarihsel TKP, kadın örgütlenmesi ve tarihsel İKD (1975-1980)
Komintern üyesi olan tarihsel TKP’nin kadın örgütlenmesine yaklaşımı komünist kadın hareketinin zengin deneyimlerine dayanmaktadır. Yasaklı olduğu ve illegal faaliyet yürüttüğü uzun yıllar boyunca olanakları değerlendirerek/zorlayarak örgüt kurma konusunda deneyimli olan TKP, ’73 Atılım kararı çerçevesinde “merkezinde TKP’nin durduğu, kitlesel bir hareketin kitlesel bir parçası” olarak kadın örgütü kurma kararı almış ve 1974 yılında kadın kadrolarını görevlendirmiştir. Komünist kadınların öncülüğünde ilerici, sol güçlerle birlikte kurulan İKD’nin komünist kadroları Merkez Komite (MK) nezdinde bir üye ile temsil edilmiştir. İKD’nin örgütsel formu demokratik kitle örgütü olarak yapılandırılmıştır.
Yeni Çağ Dergisi’nde 1975 Uluslararası Kadınlar Yılı başlıklı, F.D. imzalı yazıda partinin kadın sorununa ve örgütlenme çalışmasına dair görüşü anlatılmaktadır. “Büyük önder Lenin’in deyimi ile işçi kadınların hürriyete kavuşmaları bizzat kendi davaları olmalıdır. Erkeklerde olduğu gibi kadınların da sosyalizm yolu ile, hürriyete kavuşmaları kendi davaları olmalıdır. Eğer, geniş kadın kitleleri aynı devrimci sınıf kardeşleri ile el ele vererek hiçbir tehlikeden yılmadan proletarya devrimi savaşına bilinçli olarak katılmazsa kadınlar tam bir hürriyet ve eşitliğe kavuşamaz.” … “Türkiye’de açlığın, yoksulluğun, işsizliğin nedeni kapitalist düzendir. Kadının ağır durumu da kapitalist düzenden ileri gelmektedir.” … ”Türkiye Komünist Partisi kadınla erkek arasındaki eşitsizliklerin kaldırılmasını, kadın-erkek gözetilmeden eşit işe, eşit ücret verilmesi ilkesini kurulduğu günden beri savunmaktadır. Kadının tam eşitliğinin tanınması elbette çok karmaşık bir sorundur ve bunun çözümü bir yılın işi değildir. Kadınlar ezgi ve sömürüden kurtulmaları için bizzat kendileri sabır ve azimle savaşmalıdırlar. Emekçi kadınlarımızın örgütlenmeleri, sendikalara daha geniş ölçüde girmeleri, daha aktif bir şekilde eylem göstermeleri, tek bir çatı altında birleşmeleri, haklarını elde etmelerine olanak sağlayacağı gibi, genel devrim hareketine, halkın kurtuluşu için verilen savaşa da yardımcı olacaktır.” … “TKP, barış, demokrasi, sosyal ilerleme uğrunda ve emperyalizme karşı mücadelede kadınlarımızın daha örgütlü bir biçimde yer almalarını sağlamaya çalışmaktadır.”
1974 yılı sonlarında kadın örgütü kurma kararı alınmasının ardından, TKP’li komünist kadınların öncülüğünde geniş katılımlı bir dernek çalışmasına başlanmış, Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nden (TSİP) kadınlarla birlikte kuruluş zemini aranmıştır. Diğer partilerle cephe modeli başarılı olamamış, ilerici, sol-sosyalist birikime sahip kadınlarla temasa geçilmiştir. Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu’nun önerisiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1975 yılını ve gelecek 10 yılı Uluslararası Kadın Yılı olarak ilan etmesi üzerine kuruluş çalışmaları hızlandırılmıştır. 8 Mart 1975’te Türkiye’de ilk kez kamuya açık kitlesel 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü kutlamaları İstanbul ve Ankara’da yapılmıştır. 3 Haziran 1975’te Çeliktepe’de bir gecekondu kiralanarak kurulmuştur.
1979 yılında Demokratik Almanya’da düzenlenen Bebel’in “Kadın ve Sosyalizm” yapıtının 100. yılı Uluslararası Konferans’ta tarihsel TKP temsilcisi F. Durukan yaptığı konuşmada; TKP’nin gücünü Marksizm-Leninizm ilkelerine sıkı bağlılığından aldığını, illegal koşullarda çalışarak 1973 atılımı ile sendika, gençlik, kadın hareketlerinde, tüm emekçi kesimlerde etkin biçimde örgütlü olduğunu söylemiştir. Başarılı ve özgün bir kadın örgütlenmesi olan İKD’ye dair verileri sunmuş, yığınsal kadın örgütlerinde parti çalışmasını yürütürken iki önemli noktanın dikkate alınması gereğini vurgulamıştır: “1. Günlük istemler için savaşımı ileri demokrasi ve sosyalizm savaşımıyla örerek parti politikasını kadın yığınları arasında yaymak ve 2. olarak da kadın yığın örgütlerini partinin kadın seksiyonları olarak görmemek.” Bu ilkelerin başarıyla uygulanmasının yeni kadın komünistleri partiye kazanmakta da başarılı olduğunu söylemiştir.
Tarihsel İKD, dünya sosyalist kadın hareketinin bir parçası, kadının kurtuluşunu emeğin kurtuluşu ile birlikte gören anlayışıyla sosyalist bir örgütlenmedir.
İKD’ye yapılan bölücülük ve feministlik suçlamaları parti içinden değil, diğer sol örgüt ve hareketlerden gelmiştir.İKD’nin kuruluş aşamasında kaleme alınan “Neden Kadınlar Örgütü” başlıklı metin ayaklarını sınıf zeminine sıkıca basan bir örgütlenmeyi aktarmaktadır. Metnin tüm kadınları İKD’de birleşmeye, örgütlenmeye çağıran bölümünde ise hangi sınıfın yanında hangi taleplerle yola çıkıldığına dair ilkeler açıkça ortaya konmuştur.
“-Eşit işe eşit ücret için,
-Analığın toplumsal işlev sayılması için,
-Eğitimde, iş bulmada, mevkilendirilmede fırsat eşitliği için,
-Yasal eşitliğin yaşanır bir eşitlik olması ve kadınları aşağılayıcı maddelerin düzeltilmesi için,
-Kadınların toplumsal yaşamın her alanına daha aktif katılmaları, yurt ve dünya sorunlarına daha çok katkıda bulunmaları, pahalılığa, işsizliğe, savaşa, emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı, barışın, demokrasinin ve bağımsızlığın bilinçli savunucuları olmaları için dayanışarak, örgütlü mücadele vermeye çağırıyoruz.”
‘Barış, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi’ olarak kullanılan tanımların tarihsel dönemin sosyalist/komünist hareketinin sınıfsal olarak kullandığı ve sosyalizmi tarifleyen yaklaşımlar olduğunu hatırlayalım.
İKD Çalışma Programı’ndan; “İlerici Kadınlar Derneği, siyasi düşünce, dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapmadan bütün kadınları ilerici düşünce etrafında birleştirmeyi amaçlayan, bağımsız, demokratik bir kitle örgütüdür… Dernek, kadınların kurtuluşu için verilen mücadelenin, halkımızın emperyalizme, faşizme ve sömürüye karşı verdiği barış, demokrasi ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğu görüşündedir… Hedef: Fabrikada, tarlada, büroda çalışan tüm emekçi kadınların, emekçi eşlerinin, ev kadınlarının ve kadın sorununun bilincine varmış tüm ilerici kadınların derneğin çatısı altında birleşerek örgütlenmesini sağlamaktır.”
İKD emekçi kadınları ve onların sorunlarını ele alan bir çizgi izlemiştir. Kadınların Sesi adlı aylık yayın çıkarmış, daha sonra 15 günde bir yayınlanmıştır. 30 kadar kadının kuruluş çalışmalarına katıldığı İKD, faaliyette olduğu 1975-1979 yılları arasında yurt çapında şube ve temsilcilik sayısını 60’a çıkarmış, üye sayısı 15 bini aşkın bir kitlesel örgüt haline gelmiştir. Kadınların Sesi ise 30 bin tiraja ulaşmıştır.
Kadınların Sesi, 1. sayısının (Ağustos 1975) ilk sayfasında amaçları ve mücadele hedefleri şöyle ilan edilmiştir: “Eğitimde, iş bulmada, terfide gerçek eşitlik sağlanmalıdır. Analık toplumsal bir işlev sayılmalıdır. Eşit işe eşit ücret verilmelidir. Varolan yasal hak ve eşitlikler hayata geçirilmeli, yasalarda kadınları aşağılayan maddeler düzeltilmelidir. Kadınlar barışın, demokrasinin, ulusal bağımsızlığın ve toplumsal ilerlemenin uyanık savunucuları olmalıdır.”
Yine 1. sayının 3. sayfasında “Bir Konu: Kadınlar Hakkında Yanlış Görüşler” başlığında şu görüşler yer almaktadır: “Kadının tarihsel gelişim içinde yerini incelediğimiz zaman sömürünün olmadığı, ortaklaşa mülkiyetin bulunduğu ilk toplumlarda kadının doğrudan üretime katıldığını, özgür kişilikli ve saygın olduğunu görüyoruz. İlk toprağa yerleşme ve bireysel mülkiyetle birlikte sömürünün ortaya çıktığını ve kadının bir meta gibi alınıp satılmasının da aynı tarihlere rastladığını görüyoruz. Çalışsın çalışmasın tüm kadınlar bunun bilincine varmalı, kadın hakları için mücadelenin emeğin sömürüsüne karşı verilmekte olan mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğunu asla akıllarından çıkarmamalıdırlar.”
İlk sayısından itibaren dayandığı sınıf zeminini vurgulayan bir yayın çizgisine sahip olan Kadınların Sesi gazetesi 2. sayısında (1975 Eylül) “Sömürüsüz ve Savaşsız Bir Dünya” başlığı ile çıkmış, diğer sayılarda “her grev sınıfsal bilinci getirir” (10.sayı76/5), “kadının kurtuluşu toplumun kurtuluşundan ayrı düşünülemez”(76/7 12.sayı). Tarihsel TKP’nin “Savaşsız, Sömürüsüz Bir Dünya” ve “Yolumuz İşçi Sınıfının Yoludur” belgileri, komünist kadınların öncülüğünde kendi kurumsallığını oluşturan İKD tarafından da ilk günden itibaren kullanılmıştır.
İKD şube ve temsilciliklerinde düzenli üye eğitimleri yapmış, toplumda yüzyıllardır ikinci sınıf yurttaş muamelesi gören, ezilen, horlanan kadınlar arasında doğal olarak yetişmiş kadroların azlığı örgütlenmede sorun olarak görülmüştür. “İKD kendi kadrolarını hemen tümüyle kendisi yetiştirmesi gereken bir örgüttür” tespiti ile kadrolarını yetiştirmiştir. Dernek üye eğitim konuları: Kadın sorunu nedir? Kadınlar aşağılık, 2. sınıf yaratıklar mıdır? İşsizlik, pahalılık, enflasyon, İşyeri kreşleri, Konut sorunu, Kadın ve eğitim, Barış için mücadelede kadınların yeri, Sendikalaşmak, Fuhuş, Tarihte kadın hareketi.
İKD sendikalara yönelik somut önerilerini gündeme almış, ortaklaşa faaliyet yürütmüştür. “Toplu sözleşmelerde kadın işçilere ilişkin taleplerin yer almasını sağlamak. Eşit işe eşit ücret, her işyerinde kreş, mesleki ve genel eğitim, ana ve çocuk sağlığının korunması bu konulara ilişkin yasaların tam uygulanması ve geliştirilmesi, sendika toplantılarına, eğitimlere daha çok sayıda kadının katılabilmesi için geçici kreş uygulamak, sendikalarla ortaklaşa kadınları ilgilendiren konularda eğitim çalışmaları yapmak, kadınların sendikalarda sendika temsilcisi seçilmesi, yönetici kademelerde görev alması için hem sendika yöneticilerini hem de kadın işçileri bu yönde teşvik etmek ve kadınların bu göreve gelebilmeleri için ön koşulların yaratılmasına yardımcı olmak, sendikalarda okuma-yazma bilmeyen işçi kadınlar için ortaklaşa kurslar düzenlemek, kadınların sendikalarda daha aktif olmaları için kadın kolları kurmayı önermek ve bu kollar için örgütlenme ve çalışma programı geliştirmek.” 8 Mart’ın Emekçi Kadınlar Günü olarak resmen kabul edilmesi ve çalışan tüm kadınların izinli sayılması için toplu sözleşmelere madde konması ve yasa çıkarılması için etkin savaşım vermiştir.
İKD var olan hakları geniş kitlelere duyurmak, var olan haklardaki kısıtlılıkları, uygulanmama nedenlerini sergilemek, hakların genişletilmesi ve uygulanabilmesi için yasal değişiklik içeren somut öneriler etrafında geniş kadın kitlelerini savaşıma sokmak amacıyla çeşitli kampanyalar düzenlemiştir. 20 yılda emeklilik kampanyası, her işyerinde kreş ve yuva kampanyası, süt kampanyası, doğum izinleri birleştirilsin ve uzatılsın kampanyası-Tezgah başında doğuma son, emekçi-gündelikçi kadınlar sigortalansın kampanyası örnektir. Bu kampanyalarda oldukça ciddi kazanımlar da elde edilmiştir.
Aynı zamanda politik alanda faşist yuvalarının kapatılması, faşist İtalyan ceza yasasından alınan 141. ve 142. maddelerin kaldırılması, anti demokratik yasa ve maddelerin kaldırılması, ulusal baskı ve ayrıcalıklara son verilmesi, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve ölüm cezalarının kaldırılması, işsizlik, pahalılık, yoksulluk, kemerleri sıkma politikasına karşı savaşım, emperyalizmin saldırgan bloklarından çıkılması, NATO, CENTO ve üslerin kapatılması, ikili anlaşmaların yırtılması, silahlanmaya son verilmesi, sosyalist ülkeler başta olmak üzere tüm komşularla saldırmazlık anlaşması imzalanması üzerine çalışmaların örgütlenmesi kararları alınmıştır. “Evlat Acısına Son” kampanyası başlatılmış ve miting düzenlenmiş, “Faşizmin Analara Hediyesi: Evlat Acısı” afişlemesi yapılmıştır. ABD ve NATO emperyalistlerini kınama ve savaşım kampanyası, savaşsız sömürüsüz bir dünya için FANTOM DEĞİL KREŞ taleplerinin örgütlenmesi, askeri üslere karşı kampanya, füzelere hayır kampanyası, vur emrine karşı kampanya, MHP-ÜGD kapatılsın kampanyası yapılmıştır. İKD seçimler dönemlerinde “Eli Kanlı MC’ye Oy Yok!” açıklamaları yapmış, her 1 Mayıs’ta kırmızı çatkılarıyla alanlarda yerini almıştır. Grevdeki işçilerle dayanışmayı örgütlemiştir. Ortak eylem ve mitinglere katılmış, Yolumuz İşçi sınıfının yoludur belgisiyle DGM yasa tasarısına karşı eylül 76’da DİSK’e destek, DGM’ye hayır mitingine katılım, Maden iş MESS 77 greviyle dayanışma, 78’de Faşizme İhtar mitingine katılmıştır. Her kampanya İKD’nin örgütlenmesine ve kitleselleşmesine yönelik olarak planlanmıştır.
Dünya kadınlarıyla dayanışma-dünya demokratik kadın hareketinin ayrılmaz parçası olan İKD emperyalizme, faşizme, sömürgeciliğe, yeni sömürgeciliğe, ırk ayrımına, siyonizme karşı savaşan kadınlarla dayanışma içinde olmuştur. 8 Mart 1976’da Dünya Barış Konseyi’nin Stockholm Barış Çağrısı, Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu’nun çağrısı ile imzaya açılmış, 5000 imza toplanmıştır. UDKF’nin Lübnan’da emperyalistler ve iç gericilik tarafından kışkırtılan iç savaştan zarar gören kadınlara, çocuklara ve erkeklere yardım çağrısı üzerine ilaç kampanyası düzenlenmiştir. Uluslararası dayanışma amacı ile UDKF ve dünya kadın örgütleri ile işbirliği ve dayanışmanın güçlendirilmesi yönünde karar alınmıştır. İKD 1978 yılında başvurmuş ve üyeliğe kabul edilmiştir. Ancak UDKF’ye üyelik Türkiye hükümeti tarafından yasaklanmıştır.
Analığın toplumsal işlev sayılması, köyde-kentte yaygın ve ücretsiz doğum evi ve ana çocuk sağlığı merkezlerinin kurulması, gebelik süresince ve çocuğu 3 yaşına gelinceye kadar çalışan kadınların işten çıkarılmasının kesinlikle yasaklanması, evlilik dışı doğumlarda anaya ve çocuğa devletçe maddi ve manevi yardım elinin uzatılması, doğum kontrolü konusunda her türlü bilgi ve tıbbi olanağın isteyenlere devletçe parasız olarak sağlanması ve bu konuda en son çare olarak devlet ve SSK hastanelerinde yasal ve ücretsiz kürtaj olanağının sağlanması için savaşım verilmesi kararları alınmıştır.
Diğer demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ve sendikalarla eylem birliklerinde yer almak üzere ilkelerini belirlemiş, ülke gündeminde kadınların etkin rol oynamasını sağlamıştır. Anti-komünist propagandanın kadınlar arasında yarattığı önyargıyı kırmak önemli bir kazanım olmuştur.
28 Nisan 1979’da İKD’nin faaliyeti Ecevit Hükümeti döneminde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gerekçesiz yasaklanmıştır. İKD, 12 Eylül’den önce yasaklanan ilk dernekti. Kadınların Sesi 1980 darbesine dek yayınını sürdürmüştür. İKD Susturulamaz, İlerici kadın Hareketi Durdurulamaz belgisiyle derneğin yeniden açılması için kampanya başlatılarak İstanbul ve İzmir’den Ankara’ya Büyük Kadın Yürüyüşü gerçekleştirilmiştir. Ordu ve Antakya’da mitingler düzenlenmiştir. İKD kapatılmasına karşın çalışmasına devam etmiş, Kadınların Sesi gazetesi 12 Eylül 1980 yılına dek yayınlanmıştır.
1979 Ekim ara seçimlerinde İKD Genel Başkanı Beria Onger’in işçi sınıfının partisinden-TKP’den- bağımsız aday olması ve aldığı 20 bin oyda İKD üyelerinin özverili çabasını da not etmek gerekir.
80’li yıllar…
1978 yılında Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelere yönelik emperyalist yeşil kuşak projesi ile anti komünizm propagandası artmış, silahlanma yarışı ve nükleer tehdit karşısında barış içinde bir arada yaşama politikasına ağırlık verilmiştir. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere komünistlerin ideolojik mücadelede geri çekilmesi, anti emperyalist mücadelenin öne çıkarılması kapitalizme karşı mücadeleyi bulanıklaştırmış, karşı devrimin güç toplamasına olanak sağlamıştır. 1973 yılında kapitalizmin yaşadığı krizi aşmak üzere izlediği küreselleşme politikası, gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyal devlet uygulamasından vazgeçme ve taviz olarak işçi sınıfı ve emekçilere verilen hakları geri almak üzere ekonomik dönüşümleri adım adım gerçekleştirme kararlarına eşlik eden liberal ideoloji dünya komünist hareketi tarafından gözden kaçırılmıştır. 1980’li yılları diplomasinin fazlasıyla öne çıktığı ve ideolojik savaşımın geri çekildiği, emperyalizme karşı en geniş birliğin sağlaması adına kapitalizme karşı savaşımın geriye itildiği bir dönemin başlangıcı olarak düşünebiliriz. Bu durumun uluslararası kadın hareketine yansımaları da olmuştur. Tüm sorunların önüne barışı kazanmayı koyan uluslararası kadın hareketi ideolojik mücadelenin gereklerini yerine getirememiş, giderek her iki sistemi de birbirine eşitleyen, kapitalizmde de kadın sorunlarının çözüleceği fikrinin yayılmasını önleyememiştir. Giderek kadın sorunu sınıfsal zeminden uzak, özgün bir sorun olarak tariflenmeye başlanmıştır.
Barış hareketine en geniş kesimden kadınları dahil etme gerekliliği ikinci dalga feminizmin yükseldiği ve kitleselleştiği ülkelerde feminist örgütlerle ilişki kurma konusunu gündeme getirmiştir. Kadın sorunlarının çözümüne dair yaklaşımlarının ve uygulamalarının haklı güveniyle iki sistemin karşılaştırılmasına olanak sağlamak üzere Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkeler kadınların durumuyla ilgili temel uluslararası belgelerin önerilmesi ve hazırlanmasında girişimcilik yapmıştır. Bunlar içerisinde en önemlisi BM Genel Kurulu’nda (1979) kabul edilen CEDAW, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi ve Uluslararası Barışın ve İşbirliğinin Teşvikine Kadınların Katılımı Deklarasyonudur (1982). 1969 yılında Sovyetler Birliği’nde kadına tanınan anayasal haklara dair bir çok maddeyi de içermekte olan CEDAW, 1980 yılında imzaya açılmış, 1986 yılında 70 ülke tarafından onaylanmıştır. ABD halen imzalamamıştır…
Sosyalist devletlerde kadınların kazandığı eşit haklara ve toplumsal yaşamda kadın kazanımlarına duyulan güvenle ideolojik mücadelede yol alınacağı, kapitalist devletlerde ve ulusal bağımsızlık savaşı veren ülkelerde kadın taleplerinin oluşturulmasında ve kadın mücadelesinin sınıf mücadelesi ile birleştirilmesinde önemli bir adım olacağı düşünülmüştür. İki sistemin kadınlar açısından karşılaştırıldığı birçok yazı yayınlanmıştır.
İmzaya açılan CEDAW için feministler kendi ülkelerinin imzalaması amacıyla kampanya düzenlemiştir. Ancak sosyalist ülkelerde de kadın sorununun çözülmediğine, ailede kadının ikinci sınıflıktan kurtulamadığına, kadının anneliğine yapılan vurgulara, kadının birey olarak tanımlanmadığına, ataerkilliğin devam ettiğine vb. dair eleştirilerini yöneltmişlerdir. Giderek devletlere cinsiyet yakıştırması yaparak, devletin sosyalist veya kapitalist olmasının erkek karakterini değiştirmediğine dönük vurguları arttırmışlardır. 1985 Nairobi Konferansı’nda da benzer tartışmaların yapıldığını yazılı kaynaklardan anlıyoruz. UDKF içinde de benzer tartışmaların yapıldığını, sağ sapmaya karşı güçlü bir sosyalist çıkış yapılamadığını görüyoruz. Sovyetler Birliği’nde başlayan karşı devrim süreci ile bağlantılı olarak yeni dünya düzeni, iki sistemin birbirine eşitlenmesi, sosyalist kazanımların önemsizleştirilmesi sorunu ön plana çıkmıştır.
UDKF ve Barış ve Sosyalizm Sorunları dergisinin ortaklaşa düzenlediği “Uluslararası Demokratik Kadın Hareketinin Bugünkü Aşaması” konulu sempozyumda birçok konuşmacı, değişik kadın örgütlerinin, kadın hareketlerinin ortaklaşa eylemleri de içinde olmak üzere geniş dayanışma eylemlerinin zorunlu olduğunu belirterek barış güçlerinin birliğinin pekiştirilmesi olanaklarının arttığına işaret etmiştir. Freda Brown’un, “Dahası, demokratik kadın örgütleri ve kadın hareketine bilinçli bir biçimde katılanlar bizim görüşümüzü hala paylaşmayan, barışı korumada kendi görüşlerine bağlı kalan akımları görmezlikten gelemezler. Kuşkusuz, birlik görünümü yaratmak için bu ayrılıkları gizlememeli, üstünü örtmemeliyiz. Ancak bizim ortak bir amacımız var, bu da nükleer bir felaketin önlenmesi, silahlanma yarışına son verilmesidir. Herhangi bir somut konuda ortak bir tutum belirleyip saptamamıza olanak tanıyacak geniş ve hakça bir diyalog için temel işte budur.” ifadesi her türlü ideolojik mücadelenin geri çekilmesine ve tek önemli olanın barış mücadelesi olarak ele alınmasına örnektir.
Ancak farklı görüşleri dile getirenler de vardır. BM Kadın Onyılı’nın Sonuçlarının Değerlendirilmesi-Nairobi Konferansı-Fern Winston (ABD Komünist Partisi Kadın Hakları Komisyonu üyesi), “Gerçek Eşitlik İçin” başlıklı yazısında feministlere dair eleştirilerini dile getirmiştir: “Daha önce, tekellerin ve burjuva propagandasının kadın hareketini yalnız özel kadın konuları ile sınırlama, onun politik ve sosyal çıkışını köreltme ve kapitalist dünyada iki kat, hatta üç kat ezilen kadınların politik aktifliğini azaltma çabalarına işaret ettim. Ağır ekonomik ve politik bunalımlar döneminde, yığınlar kaçınılmaz olarak örgütlü eyleme doğru yönelmeye başladıkları zaman, burjuva çevreler onları silahsızlandırmak için çok çabuk davranıyorlar. Washington kadınların ilgisini yalnızca kişisel, ailevi ve duygusal sorunlara indirgemek istiyor. ABD yönetiminin kadın hareketi içindeki burjuva feminist eğilime sempati duymasında şaşılacak bir şey yoktur. Feminist görüş, kadınları, kapitalist ülkede de, sosyalist ülkede de ataerkilliğin ezdiğini öne sürüyor. Bu nedenle şiddetin kökeninde emperyalizmin değil, (sosyal-ekonomik gerçek bir kanıttan yoksun olarak) ataerkilliğin ya da erkek şovenizminin bulunduğunu iddia ediyor. Kadınlar gerçekten mevcut emperyalist şiddete karşı savaşacaklarına, ataerkillikten suçlu tüm erkeklere karşı yanlış tanımlanmış bir haçlı seferine katılsalar egemen çevreler için ne kadar iyi olurdu. Bu, besbelli ki kadın hareketini çıkmaza sokardı ve gericiliğin bu kez de cinsiyete göre bölme isteğine hizmet eder, sınıfsal ve toplumsal konularda kafaları karıştırır ve son tahlilde kadınların kapitalist sömürüye karşı savaşımını zayıflatırdı. Burjuva feminizmi sık sık, tekellere halkın parasının büyük bir kısmını kendine ayırma ve zenginlikleri üretenleri soyma olanağı yaratan emperyalist sisteme yönelik eleştirileri geri püskürtmeye yarayan antikomünist bir kılıf olarak kullanılıyor. Sınıflarüstü, tarihsel gerçeklere dayanmayan ‘ataerkil’ tezi, emekçi kadınları gerçek düşman olan tekelci sermayeye karşı politik savaşımdan uzaklaştırmayı planlıyor. SanayiIeşmiş kapitalist ülkelerdeki kadınların yaşamı, kadınların tam eşitlik amacına yönelik en büyük tehdidin tekellerin egemenliği olduğunu gösteriyor. Eğer burjuva feminist kavramlara karşı gelinmemiş olsaydı, kadınların sermayeye ve emperyalist savaş kışkırtıcılığına karşı net bir strateji geliştirme çabaları boşa çıkabilir ve kadın hareketinin tam eşitliğe giden gerçek yolun sosyalizm yolu olduğunu açıkça görmesi engellenebilirdi. Kendi savundukları depolitize edilmiş kadın hareketini doğrulaması için Washington yetkilileri, sık sık feminist kavramları kullanıyor. Örneğin ailedeki şiddet konusunu öne çıkarıyorlar – ama gerçekten varolan böyle bir sorunun -kapitalist toplumda bir kural olan şiddetten kaynaklandığını eklemeyi unutuyorlar.”
Fanny Edelman UDKF Başkan yardımcısı (Arjantin KP MK Politik Komisyonu Üyesi) “Bizim kadınların sorunlarına yaklaşımımız feminist hareket tarafından benimsenen tutumdan farklıdır. Bu hareket kadınların sömürülmesi ve ezilmesi ile kapitalist toplumun doğası arasında varolan bağları görmezlikten gelerek bütün sorumluluğu erkeklere yüklemektedir, erkekleri kadınlara baskı yapmakla suçlamaktadır. Feministler, kapitalist toplumun niteliklerini hesaba katmadan çeşitli istemler öne sürüyor ve böyle bir tutumla kadınların bilinç düzeyinin düşmesine yol açıyorlar. İsteyerek ya da istemeyerek bunlar (birçok feminist grubun çıkışlarının tam bir samimiyetle yapıldığında kuşku yoktur) emekçi kadınların gerçek sorunlarını küçümseyerek, bunların kendilerini aşağılayan gerçek suçlulara karşı savaşımdan yalıtıyorlar. Böyle sonuçlar çıkaran komünistler feminist hareketlerle ve kadın hareketinin öteki akımlarıyla ortak eylemlerde bulunmayı kesinlikle engellemiyorlar.” Federasyonun yeni rollerinden birini ise yeni bir uluslararası ekonomik düzen kurmak olarak eklemiştir ki bu da sosyalist bir çıkışın zeminini başlamadan yok etmiştir.
Asıl kırılmayı ise karşı-devrimci Gorbaçov’un 1987 yılında Perestroika isimli kitabında yazdıkları yaratmıştır. Sosyalizmin yıkılışının adım adım planlanmış olduğunu, yeni kurulacak kapitalist devlette sermayenin ihtiyacı olan ucuz işgücünü sağlamak üzere kadınların konumunun ve kazanımlarının öncelikle hedefe alındığını göstermektedir. “…Bilimsel çalışmalarda yoğunlaşan, inşaatlarda, üretimde ve hizmetlerde çalışan, yaratıcı faaliyetlere girişen kadınların artık evdeki gündelik görevlerini-ev işleri, çocukların yetiştirilmesi, güzel bir aile atmosferinin yaratılması-yerine getirecek zamanları yok. Çocukların ve gençlerin davranışlarındaki, ahlakımız, kültürümüz ve üretimdeki pek çok sorunumuzun kısmen aile bağlarının zaafa uğraması ve aile sorumlulukları karşısındaki gevşek tavırlardan kaynaklandığını keşfettik. Kadınların salt kadınlık görevlerine geri dönmesi için neler yapılabileceği konusunda basında, kamu kuruluşlarında, işte, evde hararetli tartışmalar yürütmemizin nedeni bu.” Bu söylemden sonra sosyalist kadın hareketinin gündemine aile-kadının rolü konularının girmesi; yaşanan karşı-devrim sürecinin görülmesini önlemiş, yapılan tartışmalardan asıl sorunun gözden kaçmasına neden olmuştur. Sosyalist devlete sahip çıkmak, kazanımları korumak yerine iki cins arasında sürtüşmelerin oluşması ölümcül sonuçlar yaratmıştır.
23-27 Haziran 1987’de Moskova Dünya Kadınlar Kongresi “2000 yılına kadar nükleer silahların yok edilmesi için Barış, Eşit Haklar ve Gelişme Yolunda İleri” belgisi altında toplanmıştır. Genel olarak yapılan oturumlarda kadınlar açısından yeni bir uluslararası ekonomik düzen kurulmasının en önde gelen mesele olduğu karar altına alınmıştır. Kongrenin o güne dek ayrı kulvarda, belli konularda eylem birliği ile yürüyen kadın hareketinin birliği konusunda üstlendiği role ilişkin Dr.Tülin Tarakçıoğlu’nun aktarımını alıntılayalım: “Moskova’da öğrendiğim bir çok şeyden en önemlisi, çeşitli sorunların çözümüne yaklaşımda birlik anlayışına ve bu birliğin gerçekleştirilmesine verilen ağırlıklı önem idi. Birlik sorunu, güncel, etkili ve ağırlıkta idi.
Birlik tekniği geliştirmek için,
Birlik doğayı korumak için,
Birlik, gelecekteki kuşaklar açısından dünyada barışın gerçekleşmesi için,
Birlik, 2000 yılına kadar nükleer silahların yok edilmesi için,
Birlik, kadınların barış, eşit haklar ve gelişme yolunda ilerlemesi için.”
Moskova Dünya Kadınlar Kongresi TİP-TKP MK Yayını Yeniyol’da haberleştirilmiştir: Harekete katılan değişik kadın grupları birbirlerini etkiliyorlar. Moskova’da toplanan Dünya Kadınlar Kongresi’ne katılan Işıl Özgentürk kongre ile ilgili izlenimlerini anlatırken sosyalist sistemle feminist akımların karşılıklı yeni yaklaşımların ip uçlarından söz ediyor ve şunları söylüyordu: “Çok genel olarak söylersek, sosyalizm 70 yıldır kadının kadın olması halinden kaynaklanan sorunları göz ardı ettiğini sosyalizmin kurulduğu bir ülkede kabul ediyor ve feminist akımların getirdiği kadın sorununa ve önerilerine artık yabancı kalmanın mümkün olmayacağını söz konusu ediyor. Pek çok feminist akım kadın sorunuyla birlikte yeryüzünün en büyük sorunu olan barış, nükleer silahsızlanma ve çevre koruma gibi sorunları asıl sorun gibi ele alıyorlar. Feminist gruplar kadın-erkek eşitliğinden önce ırkçılığın lanetlenmesi ve nükleer santrallere karşı eylem biçimleri öneriyorlar.”
Karşı devrimin önemli mevziler elde ettiği 1988 yılı sonunda Sovyet Kadın Komitesi’nin düzenlediği UDKF Avrupa, Kanada ve ABD örgütlerinin katıldığı bilgilendirme ve diyalog toplantısı haberine Adımlar Gazetesi 6. sayısında rastlıyoruz. Yoğun tartışmaların yapıldığı toplantıda kadınların üst düzey yönetimde yeterince yer bulamadığı vb. konular ele alınırken her örgütün kendi durumunu anlattığı, bazı sosyalist ülke örgütlerinin kendi ülkelerinde durumun çok iyi olduğunu, kadın sorununun çözüldüğünü bildirdikleri yazıda yer alıyor. Tüm kadın örgütlerinin görevinin en geniş kadın kesimlerinde çalışmaları ve diğer kadın örgütleriyle işbirliğini geliştirmeleri olduğu belirtiliyor ve kadınların yoksulluğu, kadınlara karşı şiddet, kadınlara karşı ortadan kaldırılması için gereken sosyal değişiklikler konusunda UDKF ile feminist hareket arasında ilişkiler konusunun ele alındığı aktarılıyor. Aile tartışmasının da yapıldığını şu satırlardan okumak mümkün: “Aile konusu da tartışılan ve daha da geliştirilmesi istenen konulardan biriydi. Amerikalı Irk ve Ekonomik Eşitlik İçin Kadınlar örgütü üyesi Vinnie Barrows bunun en hararetli destekleyicisi oldu. ‘Aile olarak neyi tarifleyeceğiz? Anne-baba-çocuk mu, anne-baba ayrı ve çocuk mu, anne-kadın eş-çocuk mu, baba-erkek eş-çocuk mu? Bu toplumumuz için önemli.”
1989 yılında genel olarak sosyalist kadın hareketinde yaşanan karmaşayı en iyi anlatan yazıdan alıntılayalım: “Avustralya’da bir çok komünist, çoğunlukla kendi tarihsel materyalist bakış açılarını kadın sömürüsünün kaynağıymış gibi sorguladılar ve Marksist sınıf yaklaşımlarını feminist kuramlar yararına terk ettiler. Marksist-Leninist çözümlemeyi benimseyenler, çoğunlukla kendilerini feminist hareketin en aşırı kesimleriyle ateşli bir tartışmanın içinde buldular, cinsiyetçi ve ataerkil ilan edilen sendikalara, sendika liderlerine ve sosyalist ülkelere karşı girişilen saldırılara şaşırıp kaldılar.”
Avustralya örneği gibi pek çok ülkede benzer durumun yaşandığını not edelim.
80 sonrası TKP ve kadın örgütlenmesi
12 Eylül darbesi ile birlikte TKP, deşifre olmuş partili İKD yönetici ve üyelerinin bir kısmını geri çekerek parti kararı ve kanalı ile yurtdışına göndermiştir. İKD legal çalışma olanağından yoksun kalmış, İKD üye ve parti sempatizanları ile ilişkileri yurt içinde faaliyete devam eden parti birimleri sürdürmeye çalışmıştır. Darbecilerin sosyalistlere ve TKP’ye yönelik büyük insan avında İKD üye ve yöneticilerinin bir kısmı tutuklanmış, işkence görmüş, cezaevlerinde direnişin bir parçası olmuştur, bir kısmı da illegal koşullarda mücadeleye devam etmiştir.
1983 yılında İKD’ye yönelik özetle komünizm ve Kürtçülük propagandası yaptığı gerekçesiyle kapatma talebi içeren iddianame ile yöneticileri hakkında 30 yıla varan hapis cezası istemiyle dava açılmıştır. TKP, İKD çalışmasını yürüten ve yurtdışına çıkardığı kadın kadrolarını görevlendirerek İKD Dış Bürosu’nun kurulmasına karar vermiş, bu büro İKD ile uluslararası dayanışmayı sağlamak üzere çalışma yürütmüştür. İKD adına uluslararası toplantılara katılım sağlanmıştır.
1983 yılında TKP 5. Kongresi öncesinde yapılan TKP Kadın Aktivistler Konferansı raporunda kadın sorunu, Türkiye’de kadınların durumu, İKD çalışmasına dair değerlendirmeler yapılmış, kongreye öneriler sunulmuştur. Kadın sorununun ele alınış biçiminde ideolojik bir sapma olmadığı görülmektedir: “Kuşkusuz bugün de sosyalist toplumlarda kadınların konumuna ilişkin daha çözümlenecek çok sorun vardır. Zaten bu ülkelerde hala kadın örgütlerinin varlığının sürmesi bu nedenledir. Sadece erkeklerin değil, bizzat kadınların kendi konumları hakkındaki geleneksel görüşlerinin değişmesi yavaş bir süreçtir. Kaldı ki, komünistler hiçbir zaman sosyalist devrimle kadın sorununun hemen çözümleneceğini savunmadıkları gibi, bugün gelişmiş sosyalizm aşamasına erişilmesiyle kadınların kurtulduğunu ilan etmiyorlar. Ama sosyalizm, kadınların kurtuluşu için maddi ve yasal önkoşulları yaratmakta ve sorun artık planlı biçimde devlet tarafından ele alınmaktadır.”
Kadın hareketlerinin yaygınlaşma nedeni olarak kapitalizmin bunalımının derinleşmesi ve bunalımdan kadınların etkilendiği tespiti yapılarak: “… Bütün ülkelerde barış hareketlerinde kadınların oynadığı rol gitgide artıyor. Bu durum, komünist partilerinin kadınlar arasındaki çalışmalarını daha yoğunlaştırmaları zorunluluğunu getiriyor. Kadınların hareketliliği çok olumlu bir gelişmedir. Ancak bunu devrimci savaşımla bağlayamadığımız zaman, bu hareketlerin bir balon gibi sönme ya da gerici, anti-komünist çizgilere çekilme tehlikesi vardır. Ne yazık ki, kapitalist ülkeler komünist partilerinde kadınların oranı genellikle artmakla birlikte, yığınsal kadın hareketlerinde komünistlerin etkin olduğu ülkeler parmakla sayılacak kadar azdır. 2. Dünya Savaşı sonrasında komünistlerin başı çekmesiyle oluşan geniş kadın örgütleri, 1950 ve 1960’larda küçülmüşler, pek çok gelişmiş kapitalist ülkede inisiyatif feministlerin eline geçmiştir. Ama son yıllarda barış savaşımına bağlı olarak ilerici kadın örgütlerinin yeniden gelişip güçlenmesi olanağının doğduğunu ve komünistlerin bu alana daha çok dikkat harcadığını görüyoruz. Bu önemlidir, çünkü öte yandan burjuvazinin de kadınlara yönelik ideolojik propagandası güçlenmiştir. Örneğin, kadınlar arasında işsizliğin hızla arttığı bu dönemde, ’ev kadınlığının önemi’ konusunda, Alman faşistlerinin iyi bilinen kadınlar için ‘kilise, mutfak, çocuk’ tezinin biraz revize edilmiş biçimi yaygınlaştırılıyor. Ev kadınlığının bir meslek olarak kabulü isteniyor. Kimi feministler de, Marksist görüşleri çarpıtarak, ev işlerinin toplumsal üretim olduğunu ve ev kadınlarının da artı-değer ürettiklerini iddia ediyor ve böylece gerici güçlere fiilen hizmet ediyorlar. Bir yandan da yukarıda değinilen, kadın sorununu cinsel özgürlüğe indirgeme yönünde tezler yeniden alevlendirilerek, kadın hareketlerinin çıkmaz bir bataklık içine çekilmesine çalışılıyor. Öte yandan, sosyal demokrasi de son yıllarda hızla yükselen kadınların barış hareketini kendi etkinliğine almak, bu hareket içinde anti-sovyetik görüşleri yaygınlaştırmak için çabalarını artırıyor. Kısacası, kadınların toplumsal ve politik yaşamdaki önemlerinin arttığı tüm politik güçler tarafından kabul edilen bir gerçektir. Komünistlere düşen görev kadınlar arasındaki çalışmaları hızlandırmak, onlara gerçek kurtuluşlarının devrimci hareketle bütünleşmekle sağlanabileceğini göstermektir.”
Raporda; faşist darbe sonrası koşullarda partinin halka faşist cuntaya karşı yığınsal direniş çağrısı yaptığı belirtilerek kadın eylemlerinin önemine işaret edilmiş, barış hareketinin yükseltilmesinde de kadınların en kolay harekete geçirilebilecek kesim olduğuna dikkat çekilmiştir. Aşağıdan yukarıya bilgi ve deney birikimi toparlayacak , kadınlar arasındaki çalışmaları yönlendirecek merkezi bir seksiyon kurulması önerilmiştir. Koşullar gereği İKD gibi tek bir yığınsal örgütlenme olanağı bulunmadığı, legal ve illegal olanaklardan yararlanarak daha karmaşık bir çalışma biçimi, yurtdışında ise dayanışma ve göçmen işçi kadınlar arasında örgütlenme çalışmaları önerilmiştir.
Yurt içinde feminist akımlara dair şu değerlendirme önemlidir: “Kadınlar arasındaki çalışmalarımızın önemi açısından değinilmesi gereken bir nokta da,12 Eylül’den sonra Türkiye’de feminist akımların gelişmeye başlamasıdır. Bu kısmen gelişmiş kapitalist ülkelerdeki feminist akımların ülkemizdeki etkilerinin sınıf savaşımlarının yavaşladığı bir dönemde daha da artmasından, kısmen de bunların meydanı boş bulmalarından kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz bu akımlar özellikle aydın, sanatçı vb. kadınlar arasında yaygınlaşıyor. Ama burjuvazinin de desteğiyle öğretmen, öğrenci, memur gibi kesimlerde sağlayabileceği etkinliği gözden kaçırmamalıyız. Barış ve kadın hakları konusunda eylem birliği yapabileceğimiz bu akımlarla, ideolojik plandaki savaşımı sürdürmek şimdi daha önemlidir.”
5. Kongrede okunan çalışma raporunda kadın hareketi değerlendirilirken, komünistlerin bu alandaki çalışmalarında iki önemli başarıya dikkat çekilmiştir: “Birincisi, kadınların sorunlarına sosyal ve sınıfsal yaklaşımın getirilmesidir… İkincisi, bu alandaki çalışmaların genel olarak partinin yığınlar içindeki çalışmasına ışık tutan yanlar taşımasıdır.”
5. Kongrede alınan karar gereği TKP MK Kadın Bürosu kurulmuş, ilk toplantısını Ağustos 1984’te yapmış, hazırladığı çalışma planını MK’ya sunmuştur. Ancak 1984 yılında Kadın Bürosunun oluşturduğu çalışma planında “feministler dahil her politik görüşten kadınları birleştirecek geniş yığınsal kadın örgütü kurmak “uzun vadeli hedef olarak Merkez Komitesine sunulmuş, MK tarafından bu hedef kısmen kabul edilerek kadın örgütünün oluşturulması için “parti örgütlerine yardımcı olmak” şeklinde düzeltilmiştir. Burada her politik görüşten kadınlar kavramına esastan bir karşı çıkış yapılmamış, liberalizme açık bir örgütlenmenin yolu açılmıştır. Zaten işlevini yerine getiremeyen Kadın Bürosu 1986 yılında dağıtılmıştır.
1987 yılında İKD’ye açılan davada Sıkıyönetim Mahkemesi takipsizlik kararı vermiştir. İzmit’te yeni dönemde yürütülecek kadın çalışmaları konusunda yapılan toplantıda İKD’nin yeniden açılması gündeme gelmiş, ancak Sennur Sezer’in aktarımıyla ‘bundan sonra siyasal kadın örgütlenmesi dönemi bitmiştir. Sizin bilinciniz de feminizme yetmez’ denilerek reddedilmiş, parti ve ideolojiden bağımsız örgütlenmelerin yolu açılmıştır. Bu toplantının tüm partiye açıklanmadığını kayıt etmek gerekir. 1983 5. Kongreden sonra özellikle Sovyetler Birliği ve dünya komünist hareketi ile birlikte partinin merkezi olarak sağa kayması, liberal ideolojiye açık hale gelmesi adım adım likidasyona neden olmuştur. Partinin gündemini uzun süre işgal eden sol birlik görüşmeleri, illegal koşullar, deneyimli parti kadrolarının ya hapiste olması ya da görevlerinden uzaklaştırılması sağ sapmanın farkına varılmasını geciktirmiştir. 1987’de TİP ile birleşme kararı ile iki partinin de üyesi komünistler için aynı örgütte birlikte çalışma sancıları yaşanırken sınıfsal zeminden kopmuş, sınıf bilincini bulanıklaştıran 1989’da bir TBKP programı ortaya çıkmıştır. Genel olarak sosyalist harekete bulaşan liberal virüs etkisiyle yeni dünya düzeni kabul görmüş, “demokrasi: hangi sınıf için?” sorusu sorulmamış ve işçi sınıfı partisi olarak Leninist bir parti anlayışı terk edilmiştir. Merkezinde Komünist Partinin bulunmadığı, ideolojik bulanıklığın yaşandığı kadın örgütlenmesinde ise partiden dolayısı ile sınıftan bağımsız, proletaryanın tarihsel görevine işaret etmeyen bir kadın çalışması ise -kişilerden bağımsız-sosyalist bir çıkış zemini bulamamıştır.
1987’den itibaren kadın çalışmaları başlamış, 1988 sonunda Kadın Kültür Evleri şeklinde örgütlenme kararı alınmış, İstanbul’da TBKP’li kadınların öncülüğünde Kadın Kültür Evleri açılmıştır. Tünel Kadın Kültür Evi’nde merkezi kadın kadrolar yer almış, bağımsız vurgusu yapılmakla birlikte daha önceki örgütlenme alışkanlığı devam etmiş, Bakırköy ve Kadıköy’de de kadın kültür evleri açılmıştır. Genel olarak parti kadro ve üyelerinin konuyu tam istenen anlamda kavramadıkları açıktır. Tünel feministler de içinde olmak üzere 8 Mart kutlamaları organizasyonu dahil kadın örgütlerinin ortak platformu olarak işlev görmüş, 1991 yılına kadar açık kalmıştır.
1989 yılı Mayıs ayında İHD’nin düzenlediği Birinci Kadın Kurultayı sosyalist hareketin kadınlarının ortak belgisi haline gelmiş olan, sosyalizme ve sosyalistlere yönelik eleştiriyi içinde barındıran, kadının kurtulması için sosyalizmi beklememek gerektiği düşüncesini pekiştiren “Yarın Değil Şimdi” çağrısı ile yapılmıştır. Kurultay feministlerle sosyalist kadınlar arasında özel alan ve aile üzerine tartışma ile sonuçlanmış, ancak kurultaydan sınıf zeminine basan bir sosyalist çıkış yakalanamamıştır. Feministlerin kurultayı terk etmesi ile başlayan süreç sosyalist bir kazanıma dönüşememiştir. Sınıfsal zemine oturmayan, proletaryanın tarihsel misyonunun unutulduğu bir ortamdan kalan ise katılım sorunu olmuştur. Feministlere karşı yöneltilebilen slogan Kadın Erkek Elele olabilmiştir. Libearlizmin parti ve sosyalist örgütlere saldırısı hızlanmış, kapitalizmin sorunlarıyla boğuşan geniş kadın kitlelerinin çok kısa bir zaman içinde kadın-erkek eşitliğini savunan ve bu eşitliği burjuva düzen içinde “erkek egemen sisteme” karşı mücadele ile kazanacağına ikna eden liberalizmle iç içe bir kadın hareketine dönüşmüştür.1991 yılında Sovyetler Birliği ve sosyalist sistemin çözülmesi, partinin likidasyonu ile birlikte sosyalistler kendi içlerine dönmüştür.
Sosyalist bir kadın örgütlenmesi ve sosyalist bir kadın hareketi için politik alana çıkış ise sınıfa karşı sınıf siyasetini öne alan, proleter kadın ve erkeklerin birlikte mücadelesini savunan güçlü bir partiyi-Leninist bir partiyi beklemiştir.