Türkiye’de bilimsel sosyalizmi programatik ve ideolojik olarak savunacağı öngörülen siyasal hareketler, ilk sinyallerini 78-79 yıllarında verdikleri derinden derine bir kaynaşmayı artık ipuçları iyice belirginleşen bir ayrışmayla birlikte yaşıyorlar.
Geleneksel solun taşıdığı bazı zaaflar giderek sınırları netleşmeye başlayan bir eğilime, TBKP yöneticilerine, devrimci ve sosyalist mücadeleye uzanan asıl açılımları ise başka örgüt ve hareketlere mal olmaktadır. Elbette bu ayrışma nihai ve mantıksal sınırlarına ulaşmış sayılamaz; çünkü bu süreç kendi başına ideolojik tartışma ve kadrolar arası hesaplaşmanın ötesindeki nesnelliklere de oturmalıdır. Devrimci bir yükseliş ve giderek devrimci bir durum, sınıfa kök salmış bir parti ve teorik araçları da tanımlanmış bir teorik sıçrama, hem geleneksel hem de tüm Türkiye solundaki belirsizliklerin, tereddütlerin, yarıda bırakılmış hesaplaşmaların ve kopuşların zorlanacağı ve bir sıçramayla deyim yerindeyse sıfırlanacağı koşulların ana dinamikleridir.
Önce yanılsamalardan ve yukarıda belirttiğimiz sürece adeta bir engel olarak öne sürülen “güncel görevler”, “demokrasi güçlerinin birliği” gibi apolojilerden, “yığınların mücadelesi kabarıyor” türünden gözbağlarından sıyrılmak gerekiyor. Çünkü sosyalist hareketin, hepsi birlikte ve eşzamanlı olarak değil, fakat çözmeden, hakkını vermeden bir adım ileriye atamayacağı içsel sorunları vardır. Daha da ötesi, bu sorunlar, hiç dramatize etmeyelim daha bir süre, öncelikle birkaç yüz kadro ve birkaç bin sosyalist tarafından yüklenilecektir.
Şu ana dek söylediklerimiz 1978 yılını moment olarak almayı gerektiriyor. 1978 yılı kitleselliğin, faşist terörün doruğu, mevzi kaybetmenin ve devrimci hareket için ancak bugünden bakıldığında saptanabilir olan düşüşün başlangıcına işaret eder.
Geleneksel solu o kesitte merceğin altına sürdüğümüzde, yukarıdaki gelişmelere ek olarak başka verileri de kaydetme gerekliliği ortaya çıkıyor. İki legal parti ve TKP toplumsal mücadelenin söz konusu kesidine devrimci gözle bakmaktan uzak durdular. Nedeni elbette teorik titizlik değildi. Türkiye sosyalist hareketi, uluslararası sosyalist hareketin bir parçası olmanın ve buna yaslanmanın, kendi başına devrimci bir analizi zorlamadığını kanıtladı. Geleneksel solun asli yapıları yaşanan kitleselliği hiçbir zaman yeterli görmedi. “Çoğalalım” tutkusu, eldeki insan malzemesini devrimci ve yetişkin kadrolara dönüştürme, iktidar perspektifine yönelik bir örgütlenme türü sorunlara getirilebilecek çözümleri önceden geçersiz kıldı.
Geleneksel Solda Temel Zaaflar
Geleneksel solu Türkiye solundan olumsuz anlamda uzaklaştıran açmazlardan biri de, “mücadele biçimi” sorununun yalnızca barışçıl ve parlamenter boyutlarıyla algılanması idi. Bu algılamanın ürünleri, geleneksel solun bir “silahlı mücadele fobisi” geliştirmesini, iktidarın ve faşist terörün saldırılarına maruz kalındığında ise burjuvaziye yakınma, şikayet etme tavrını yarattı. Türkiye gibi siyasal mücadele boyutunun diğer mücadele düzlemlerinden özellikle ayrıştığı, giderek onları belirleyebileceği bir ülkede “mücadele biçimi” konusundaki açmaz, daha kapsayıcı ve siyasi mücadelenin özüne ilişkin gerilikleri de besledi, diğer eğilimlere de sızdı. Örneğin parlamentarizm gibi. Bu sızan birikinti demokrat bir hükümet yoluyla özgürlük kazanma türü temelsiz umutları destekledi.
Yine bu zaman kesidi, geleneksel sol yapılardaki insan malzemesinin TKP mecrasına akmasıyla da belirlendi. Özellikle TİP önce TKP’ye hemen entegre olmak isteyen kadrolarını tasfiye edip daha sonra daha merkezi ve bütünsel bir “TKP’ye yanaşma” yönünde ilerledi. TSİP’de daha önce, kimi kadrolarındaki, bu eğilimi engelleyemedi. Bu, mutlaka homojen ve topluca olması gerekmeyen kayış, 1978 sonlarında her üç partinin de içlerinden tepkilerin doğmasına neden oldu. Her biri geleneksel solun ana yapılarındaki geri perspektiflere ve giderek kimi teorik tıkanıklıklara doğru-yanlış dozu zaman zaman değişse de tepki geliştirdiler. 78 yılı bu anlamda da önemli bir yıldı.
Elbette bu kopuşlar aynı özdeş içerikle ve bir “kader birliği” yaratacak tarzda yaşanmadılar ve apriori bir “olumlu ayrışma” anlamı taşımadılar! Fakat bir canlılığın işaretlerini verdiler. İşçinin Sesi TKP’nin devrimi sonsuz geleceğe havale eden politikasına karşı “emperyalizmin zayıf halkası Türkiye”de devrimin pratik bir olasılık da olduğuna insanları inandırmaya çalıştı. “İşçiler barikatlara”, “Faşizmi ininde geberteceğiz” türünden sloganlar ve içinde İ.Bilen’e SBKP’ye bağlılığın vurgulandığı devrimci yeminlerle çıkış yapmayı denedi. 1979’da Bilen’den, 1987’de ise S.Birliği’nden vazgeçtiler. TKP’nin kaşarlanmış yöneticilerinin türlü yöntemleriyle dışlandılar ve küstüler. Bu kez de TKP’nin negatifi olma misyonuna soyundular. Türkiye geleneksel soluna, küskünlüğün ve keskinliğin tek mücadele yöntemi olarak benimsenmesinin sakıncalarını bir kez daha hatırlattılar. TKP içindeki her kapışma sonrasında, kopanları çağırdılar. Zamanında kendilerini partiden atanları bile. Daha sonra onları da taşıyamaz hale geldiler ve ürettikleri “oportünist” hizipler sayılamaz ve takip edilemez hale geldi. Mao’yu Gorbaçov’un teknokrat olduğunu “pluralist sosyalizmi” keşfetmeyi bolşevik hat saydılar. Haydar Kullu S.Birliği’ne gitti, S.Birliği’ne küfrettiler. Perinçek’in muhabirleri ile “Milliyet” gazetesinin aynı ekolden muhabiri N.Çolakoğlu dışında kimse ciddiye almadı. Türkiye Sosyalist Hareketi, burjuvazinin tuttuğu “TKP düşmanlığı aracılığı ile antisovyetizm” çanağından beslenmenin ve bunun dışında bir varlık gösterilmesine izin verilmemesinin üzücü sonuçlarını bir kez daha izledi. “İşçinin Sesi”, S.Birliği’nden “bağımsız olma”, çoğulcu sosyalizmi savunma, “proleter yöntemlerle demokrasi mücadelesi”, referandumda “evet” ve soyut uvriyerizm tercihleriyle sağa kaydı.
Türkiye sosyalist hareketi bundan sonra da yolunu TBKP’nin geri çizgisinden ayırmak isteyen sosyalistlerin, Mao’yu keşfetmek, SBKP’ye yeni-sol küfürler yöneltmek zorunda olmadıklarını kavrayacaktır.
TSİP ise özellikle kendi içindeki TKP-B kökenli kadroların kopmasına tanık oldu. Bu ayrışma daha özgün temellere dayanıyordu; fakat pratik yönü itibariyle illegalite ve mücadele biçimi sorunlarında düğümleniyordu. Bir taraftan da geleneksel solun bazı mücadele biçimlerine alerjisi kendi karşıtını belki de en çok TKP-B örneğinde üretti. Bu kopuşun ardından henüz anti-sovyetik yalpalama gelmedi. Gelmesi mutlaka gerekli değil. Fakat yaşanan bir ayrışmanın teorik temelleri ve radikalizmin Ortodoks teorinin yeniden üretilmesine dayanan bir yaratıcılık ile beslenmesi gereği önemsenmedi. TKP-B en son 1987 yılını “eylem yılı” ilan etti ve yılın bitmesine iki ay kala “silah bulursak eylem yapacağız” açıklaması yaptı. Bu deneyim Türkiye Sosyalist Hareketi’ne araçlar ve olanaklar arasındaki ilişkileri serinkanlı biçimde değerlendirmesi, silah fobisi ile silah fetişizmi arasındaki etkileşimi çözümleyebilmesi için malzeme sundu. Aradan yaklaşık on yıl geçtikten sonra TSİP geleneksel sol içindeki öro-komünist yalpalamaya TKP-B ise bugün için konuşulursa yeni-sol bir yalpalamaya, uzak kalabileceklerini gösterdiler.
TİP ise yine bu dönemde artık taşıyamayacağı bir yükü sırtından atmaya niyetlendi. “Yürüyüş” dergisinin sosyalizmden yorulmamış ve legal marksizmden uzak kadroları, kimi partililer, sosyalist mücadele ve devrim perspektifinden vazgeçmenin göstergesi olarak tasfiye edildiler.
Türkiye geleneksel solunda legal marksist/parlamentarist kamburlardan kurtulmaya uzanan tüm girişimlere “troçkist ve goşist” suçlaması yöneltilmesi bir ana eğilim olarak yerleşti. Ve yaygınlaştıkça da inandırıcılığından kaybetti. 77 seçimlerinde partileri ismen ve cismen varken CHP’ne oy verilmesini istemişler ve TİP’de 78’den sonraki niteliğiyle aynı tutumu benimsemişti.
“Sosyalist İktidar” Çıkışının Önemi
Yukarıda ana hatlarını çizdiğimiz ayrışmaların bir vechesi de “Sosyalist İktidar” dergisi ve hareketiydi. Sosyalist İktidar çıkarken şu perspektifleri önüne koyuyordu:
“Görevimiz, bilime inananı sosyalizme, sosyalizme inananı bilime inandırmak..
Görevimiz, sosyalizme inananı örgüte, örgüte inananı sosyalizme inandırmak.
Görevimiz, 1917 devrimine saygı duyanı bugünkü sosyalist sisteme, bugünkü sosyalist sisteme bağlı olanı ise devrime ve iktidara inandırmak” (sayı: 1 Ekim 1979).
Bu söylenenler gerçekte Türkiye sol hareketinin ve özelde geleneksel solun sorunlarına konan teşhisleri içeriyordu. Öne sürülen teşhisler ise şu noktalarda odaklaşıyordu:
1- Sosyalist ideoloji ve teori ile siyasal mücadele arasındaki ilişkiler.
2- Leninist örgüt teorisinin Türkiye toprağındaki anlamı.
3- Dünya sosyalist hareketini ve Sovyetler Birliği’ni devrim ve iktidar pespektifi ile algılamak.
Yaşanması gereken sıçramaların önündeki en büyük engellerden biri Sosyalist İktidar‘ın 8. sayısında sözü edilen bir modeldi. Geleneksel soldaki ana yapılanmaların oluşturduğu bu model leninizmi, sol kanat komünizmi, III.Enternasyonal çalışmaları ve uluslararası konferans ve dergilerdeki yazılar sayesinde tamamlanmış strateji ve taktiklere indirgiyordu.
Sosyalist İktidar ise “Leninizmin özünün eşitsiz gelişim yasasından kalkarak örgüt-devrim-iktidar olgularını bütünlük içinde aralarındaki ilişkilerle ele alınması” (sayı 8) gerektiğini savunuyordu.
Türkiye’de geleneksel sol bu sorunları ne çözdü ne de gördü. TİP parlemantarizm ve leninizm gibi ateş ve su niteliğinde iki varoluşu biraraya getirmeye çalıştı. TKP disiplinli bir leninist parti olarak legal alanda da mücadele vermek yerine kendisinden çok söz ettirerek legal sayılmayı tercih etti.
78 yılında başlayan ayrışmalar önceleri sürekli değişerek 1986′ lara değin geldi. TİP kendini diğer çizgilerden ayıran sosyalist devrim perspektifini terkederek TKP’ye eklemlendi ve 12 Eylül öncesi yayınladığı “tek parti tek cephe” broşürü ile siyasi sonunu belgeledi.
Geleneksel sol 12 Eylül koşullarına hâlâ devam eden “demokrat bir hükümet” beklentisi geri bir cephe ve “birlik” projesiyle girdi.
Türkiye’deki iç savaş koşullarının alevi büyük çoğunlukla geleneksel partileşmiş solun dışındaki devrimcileri yaktı.
Sosyalist İktidar, geleneksel solun sağ çizgilerinin birleşmelerine gerekli gözü ile baktı. Bunu “cebirde karmaşık denklemlerin çözülmesi için gerekli olan sadeleştirme işlemine” benzetti (Sayı 10).
Geleneksel sol daha açılımlı ortodoks arayışlara giren kadrolarını, sürekli olarak içten tüketilmiş olan parti disiplini, bağlılık gibi erdemleri sömürerek engellemeye çalıştı. Sosyalist İktidar geleneksel soldaki eğilimi 12 Eylül’e iki ay kala şöyle saptadı: “Sözü edilen gruplar arasında daha çok kısır kariyer hesaplarına dayanan çekişmeler sosyalist mücadeleye adanmış pekçok insanın umut kırıklığı içinde sağa sola, hepsinden önemlisi sosyalist mücadele dışına savrulmalarına yol açmaktadır. Bir başka kesimde partiler dışı solda bilinçsiz öfkelilerin saygın militanlıkları ve özverileri nasıl örgütsüzlük ve savruklukla heba oluyorsa bu kesimde de kısır da olsa enternasyonalizmle sosyalist sisteme saygı ile belirli anlamda disiplin ile yoğrulan gençler paradoksal olarak bu kez de örgüt fetişizmi sonucunda heba olup gitmektedir.” (sayı 10).
Yazının başında Türkiye solu ve geleneksel sol açısından bugünden bakıldığında yani a pasteriori olarak yapılabilen düşüş ve tarihsel bir fırsatın kaçırılmasına ilişkin saptama Sosyalist İktidar’ın Ocak 1980 tarihli sayısında yani yenecek darbenin sonuçları hiç de ortaya çıkmış değilken şöyle konuldu: “Dünyanın ve Türkiye’nin hızla sosyalizme yaklaştığı bir dönemde ilerici hareketleri sosyalizmin uzağında tutmaktan daha sağ daha geri bir çizgi olabilir mi? Demokrasi mücadelesinin işçi sınıfının asıl devrimci mücadelesinin sosyalist mücadelenin bir yan ürünü olduğunu anlamadan demokrasi geliştirilebilir mi? Bütün bunlar anlaşılacak. Bütün bunlar iyice anlaşılmadan sosyalist hareketin tek parmak ilerleyemeyeceği görülecek. Ama yazık ki Türkiye eşsiz bir tarihsel olanağı da kaçırmış olacak. Bir devrimci durumun nesnel koşullarının büyük bir hızla olgunlaştığı Türkiye’de sosyalist hareket aynı olgunluğun çok gerisinde olduğu için o anı yakalayamayacak.”
Elbette bunları söylemek acı da olsa güzeldi, fakat tarihsel açıdan da yetersizdi. Sosyalist İktidar doğru tesbitler yaptıktan sonra bu tesbitlerin gerektirdiği örgütlü ve merkezi müdahaleyi sağlayacak güce sahip değildi. Ortodoksluğun yaratıcılığı örgüt ve örgütçülük pratiği ile bir siyasal anlam ifade eder. Örgüt ve parti sosyalistleri çölde vaaz vermekten kurtarır.
Geleneksel Solda Bugünkü Dinamikler
Geleneksel solun merkezinden kopan tüm yapılanmalar tepkiden ibaret kaldıkça merkez-kaç etkisine tabi olurlar; bunun anlamı savrulmaktır. Türkiye’deki geleneksel sol, kendi içinden ürettiği sol itirazların kimi durumlarda papaza kızıp oruç bozmalarını yaşadı. Bu deneyimler Türkiye geleneksel solunun sosyalizmden vazgeçmemiş kadrolarına örgüt ve ortodoks çerçevenin vazgeçilmezliğini dikte ettirdi.
Tüm bu gelişmelerden sonra TİP yöneticileri hiç alışkın olmadıkları illegalite ve yurtdışı koşullarını da mücadele etmeye niyetli kadrolarını gelişmelerin uzağında tutarak, TKP ile pazarlığa oturmak için kullandı. TKP ise 1980’den itibaren sürekli kendi içinden kimi kez tüm bir il örgütünü içermek üzere daha solda muhalefetlere tanık oldu. Bu kopuşlar ve itirazlar artık bir süre sonra bir diğerinden ayırde-dilemez hale geldi. Birbiri içine geçti. Ve tüm bu iyi niyetli çıkışlar için TKP’nin içinde kalmak ile dışında olmak arasında bir fark kalmamaya başladı. Bu hareketin içerisinde yer alanlar artık o hareketin dışında yer alanlar kadar hareketin zaaflarını öğrendiler. TKP hareketinin şu ya da bu noktasındaki insanlar için çok trajik bir kural olagelmiştir: Hareketlerinin iç hesaplaşmalarını muhalefetleri yapılan hataları hep diğer solculardan öğrenirler. 1985 yılıyla birlikte bu yasa değişti. Bunu olumlu bir gelişme olarak görmek mümkündür.
TKP açısından bir diğer önemli gelişme de şuydu: Bu hareketin militanları özellikle gençler kafalarına pek yatmayan ya da savunamayacakları bir olay ya da karar söz konusu olduğunda, son çare olarak “onlar doğrusunu bilirler boşuna orada değiller” türü bir eğilime yönelirler. O uzaklardaki yarı mistik kerameti kendinden menkul parti kurmayları espirisi artık giderek geçersizleşmeye başlamıştır. İllegalitenin arkasına sığınma olanağı ve gerekliliği de bundan sonra giderek zayıflayacaktır.
Türkiye geleneksel solunda TSİP’in TİP-TKP birleşmesinin dışında kalması hangi gerekçelerle olursa olsun küçümsenmeyecek bir yeni ayrışma anlamını taşır. Artık Türkiye’de eski içeriğiyle bir TİP-TSİP-TKP modeli yoktur. TSİP’in bu birleşmenin dışında kalış gerekçelerine ilişkin olarak Türkiye solunun daha fazla bilgiye ihtiyacı olsa da TBKP’nin ayırdığı yol tabloyu netleştirmiş sayılır.
TKP yönetimi uzunca bir dönem kendi politikasından birbirine yakın gerekçelerle kopan ekipleri pişkinlik ve idare-i maslahatçılıkla yumuşatmaya çalıştı. Çatlak ses çıkaranların başını çekenler taviz alış-verişi ve kariyer tutkularını gıdıklayarak yumuşatmaya çalıştı ve kimi durumlarda da başarılı oldu. Bu hesaplaşmaların acemisi tabandaki birçok insan ise usul usul izole edildiler. Bu yöntemler TKP’nin genel iç çalışma mekanizmasına uygundu. Çünkü uzunca bir dönem desantralize sorumluluk ilişkisinden uzak bir insan malzemesini parti çalışması olmasa da “nerede bir komünist varsa parti oradadır” parolasıyla idare etti. Örgütlü olmakla olmamak arasındaki sınırların eridiği bu koşullar, kimi ekiplerin merkezi politikaya ve ideolojik mesajlara karşı çıkmalarına rağmen” bu işin dışına itilmedik yanılsamasını yeniden ve yeniden üretmelerine neden oldu.
TKP aygıt olmanın getirdiği mekanizmaların ve güvencelerin, ideolojik ve teorik tartışmanın sürekli önüne geçtiği bir örgüttür. Bu yönüyle rahatsızlıkların ya da politik sorunların eğer merkeze sağlıklı bir biçimde iletilirse çözümlenebileceği umudunu yayar. Bir partili bunu düşünmekte haksız değildir. Fakat bunun yıllar boyu beklenilen metafizik ve sınırsız bir güvence olarak algılanması farklı bir rahatsızlığa işaret eder. Bu yönüyle insanlara öylesine bir iddiasızlık aşılanmıştır ki; karşı çıkışlar, itirazlar bile kolayca bükülür mantıksal sonuçlarına götürülmez. Yani öyle bir tez ki, anti-tezini bile kişiliksizleştirebiliyor…
Kimi kadrolar veya kadro grupları ise kendilerini yarı özerk bir statüye kaydırarak hem belli bir şemsiyenin dışına çıkmanın dezavantajlarından hem de tükürdüğünü yalama kişiliksizliğinden uzak durmaya çalışırlar. Bu da Türkiye’de alternatif bir yapılanma olmadığı ya da bu insanlar bunu algılayamadıkları için anlaşılır bir durumdur. Bu ihtiyatlılık ise rehavete dönüştüğünde yozlaşma örneğidir. Artık bu durum öyle bir tabloya dönüşür ki, herkesin örneğin TBKP programına “bayağı ciddi” itirazları vardır. Bu itirazların programın ana yönelimini değiştirmeyeceğini de bilirken herkes kendi statüsüne sıkıca yapışır. Örneğin bugün TKP’nin merkezi ile uzlaşmak istemeyen fakat bir KP ciddiyetine ve varlığına büyük önem veren fazlaca oturaklı bir kesim “olayı ilerde daha olumlu bir yöne çekme” misyonuna soyunabilir. Bunda anlaşılmayacak öfkelenecek bir durum yoktur. Çünkü Türkiye’ de yaşanması gereken ayrışmayı zorunlu sınırlarına değin taşıyamayacak kadar dinamizm, yaratıcılık ve iddiadan yoksundurlar. Kimi orta yaşlı kadroları, eski sendikacıları içeren bu kesim; siyasal mücadelenin her önemli aşamasında ortaya çıkan “merkezci” eğilimin potansiyel insan malzemesidir. Küçümsenmesi ya da abartılması gerekmeyen isimleri ise arkadan gelecektir.
TKP daha bir süre demokrasicilik oynamak istemeyen teorik bir sıçramayı da hedefleyecek dinamik insanları kendi içinden kusacaktır.
Ayrışmanın Vadettikleri
Türkiye’de geleneksel solda TİP-TSİP-TKP modeli artık yoktur. Sosyalist gençler Türkiye soluna geleneksel solun günahlarını sırtlanmak istemedikleri bilimsel sosyalizme devrimci bir özle sahip çıkmak istediklerinin mesajlarını vermektedirler.
Geleneksel solun marjında kalan radikal oluşumlar (kimileri parti adı altında örgütlenmiştir) yeni sol bir eleştirelliğe ya da devrimci demokrat bir radikalizme hapsolmadıkça Türkiye sosyalist hareketinin ihtiyacı olan insanları üretebilecektir.
Geleneksel sol kökenli olmayan devrimci deneyimlerin, ne kadar istense de yekpare ve aynı doğrultulu olmadıkları ancak bunlardan anti-sovyetik olmadan da devrimin savunulabileceğine giderek daha fazla önem veren kesitlerin sosyalist harekete öncü ve devrimci katkılar yapacakları açıktır.
Ve nihayet Türkiye sosyalist hareketi yeni sosyalistleri ve devrimcileri kendisi yetiştirmelidir.
Elbette yukarıdaki tablo, genel hatlarından sıyrıklıkça netleşecek sınırları genişleyip daralacak, bileşimi değişecektir. Bunun sancılarının çekildiğini; önyargıların, dozaj ve hedef değiştirdiğini, bu sürecin nüvelerinin oluştuğunu acele ve suni birlik ya da ayrışmaların bu süreci engellemeyeceğini biliyoruz.