Japon işçi hareketi bugün önemli bir dönüm noktasıyla karşı karşıyadır. On yıllık bir suskunluktan sonra bu yıl bahar aylarında pek çok işçi yüksek ücret talebiyle greve gitti. Ulusal Demiryolları İşçi Sendikası (40.000 üyeli Kokuro) işten çıkarılmalara son verilmesi için 24 saatlik grev düzenledi. Japonya Demiryolları İşçileri Sendikası Konfederasyonu (JRSoren) ile yakın ilişkileri olan üç sendikadan 7.300 işçi ücret talebi ve eşit olmayan çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla 48 saatlik greve gitti. Özel Demiryolları İşçileri Sendikası Genel Federasyonu (189.000 üyeli Shitetsu-soren) da grev düzenleyenler arasında. Bu grevler Osaka, Tokyo gibi büyük kentlerde trafiği geçici olarak felce uğrattı. Bu grevlerden güç alan, taksi şoförleri ve belediye işçileri gibi diğer sektörlerde çalışan işçiler de grevler ve gösteriler düzenledi. Tüm bunlar tekelci burjuvazi ve işçi bürokrasisinin uzun zamandır süren baskısına karşı alt kesimdeki işçilerin birikmiş kızgınlığının ve şikayetinin dışa vurumudur.
Orta ve küçük ölçekli şirketlerde çalışan işçiler kendi sendikalarını örgütlemek için çabalarını yoğunlaştırıyorlar ve güç koşullar altında burjuvaziye karşı savaşmaya başlıyorlar. Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Körfez Savaşı ve dünyadaki diğer önemli gelişmeler genç işçileri toplumun gerçeklerini öğrenmeye ve emekçi halkın toplumun efendisi olduğu bir geleceği gerçekleştirme yollarını aramaya itiyor. Genç işçiler işçi hareketinin yeni gücü olarak öne çıkıyorlar.
Alt kesim işçilerinin eylemlerinin gelişimine bir göz atarak, Japonya’da işçi hareketinin durumuna bir bakalım.
1. Giderek çürüyen ve çöken Japon emperyalizmi
1960’ların ikinci yarısından sonra canlanan Japon emperyalizmi, şimdiden çöküş sürecine girdi. Üretim araçlarına sahip olan Japon tekelci burjuvazisi işçi sınıfını sömürüyor; ezilen ulusları talan ediyor; emperyalist kârlarını arttırıyor; çiftçi ve balıkçılarla birlikte orta ve küçük burjuvaziyi de kontrol altında tutup kendisine tabi kıldıracak bir ekonomik gücü elinde bulunduruyor.
1960’ların “yüksek ekonomik büyümesi” 1975 ekonomik bunalımından sonra iflas noktasına geldi. Pek çok işçinin işine son veren Japon tekelci burjuvazisi ağır sanayi ve kimya sanayiinden, yüksek teknoloji sanayiine kaydı. 1980’lerde fabrika ve diğer iş yerlerine endüstri robotlarını, kişisel bilgisayarları soktular, dahası tüm endüstri dallarını ME (mikroelektronik) teçhizat ile donattılar. İş yerinde sayıları minimuma indirilen işçiler, ME teçhizatının uyarlanmasıyla uzun ve yoğun işlerde çalışmaya zorlandılar. Tekeller, kısa süreli işler için ikincil sektörlerde çalışanlar, geçici işçiler, part-time çalışanlar, gündelikçiler, insan gücü gerektiren işlerden atılanlar ve yabancı göçmen işçiler gibi düşük ücretli işçilerin sayısını arttırdı. Bu süreçte yüksek tekelci kârlar elde etmek için işçi sömürüsünün dozunu pervasızca yükselten tekelci burjuvazi bu kârlardan elde ettiği sermaye ile dış yatırımları arttırdı.
Asya NIES ve ASEAN (Güneydoğu Asya Ulusları Birliği) ülkelerinde Yen’e dayalı ekonomik alanını kuran Japon emperyalizmi, eski Sovyetler Birliği’nin Uzak Doğu kısmını, Kuzey-doğu Çin’i, Kuzey ve Güney Kore’yi de içine alan “Japonya-Deniz Ekonomik Alanı” kavramını heyete geçirmek peşinde. ABD ve AT’deki üretim üslerini inşa etti. Tüm dünyaya yayılmış fabrikaları bir araya getiren Japon işletmeleri birbirlerine parça, ürün ve software sağladıkları bir üretim ağı oluşturuyorlar. Bu yolla çılgınca, maksimum kâra ulaşmaya çalışıyorlar. Sonuç olarak Japonya, dünyadaki en büyük yabancı mevduata (1989 verileriyle 293.115 milyon) sahip olacak kadar çıkarlarını genişletti.
Tüm bunlar Japon emperyalizminin ABD ve Avrupa güçleri ile olan çelişkilerini derinleştirdi. Bugüne kadar Japon emperyalizmi askeri sanayii geliştirmiş, askeri yığınağını da kurmuştur. Şimdi de BM barışı koruma operasyonu işbirliği tasarısını kanunlaştırmak, böylece BM’i bahane ederek Kamboçya’daki barış girişimlerine müdahale etmek isteyen Japonya, açıkça askeri birliklerini yurt dışına gönderme planları yapıyor. Bu planlar emperyalistler arası yarışı kazanmak, anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadelelerini ve sosyalist güçleri bastırmak yoluyla ülke dışındaki çıkarlarını korumak ve yaymak için tasarlanıyor.
İşçileri sömürerek biriktirdiği sermayeyi, spekülasyonlarla cebine attığı “kolay para”yı hükümete, bürokrasiye, hem hükümet hem muhalif partilerden meclis üyelerine yedirdi Japon tekelci burjuvazisi; birbiri ardına skandallar patlak verdi. Ülkedeki çürümüşlük yalnızca kapitalistler, politikacılar gibi yönetici sınıfı oluşturan kesimde değil, eğitimden kültüre, ahlaki değerlerden geleneklere toplumun bütün öğelerinde gözlenebilir.
2. Japon toplumu ve (üst ve alt tabakaya) bölünmüş işçi hareketi
Önemli bir nokta da Japon emperyalizminin ülke içindeki alt kesimde yer alan işçilerden ve dışarıda baskı altında yaşayan insanlardan zorla elde ettiği büyük kârın bir kısmını işçi sınıfının üst kesimine ve işçi aristokrasisini beslemek üzere aydınlar, basın çalışanları gibi küçük burjuvalara vermesidir. Bu bağlamda Japon toplumu üst ve alt olarak iki kesime bölünmüştür. Ülkedeki işçi hareketi de kapitalizm koşullarında huzurlu bir yaşam isteyen işçi aristokrasisinin burjuva nitelikli hareketi ve başını alt kesimdeki işçilerin çektiği, toplumun kökten değişmesini hedefleyen proletarya hareketi olarak ikiye bölünmüştür.
1990 hükümet istatistiklerine göre Japonya’da işçi sınıfını oluşturan nüfus sayıca yaklaşık 48.35 milyondur. Bunların yaklaşık yüzde 10’luk ya da 4.83 milyonluk bir kısmını yıllık geliri 7 milyon yen’in üzerinde olan, üst kesimdeki işçiler oluşturmaktadır. Bunlar büyük işletmelerde ya da kamu sektöründe düzenli olarak çalışan işçilerdir. Tüm işçilerin yaklaşık yüzde 40’lık bölümünü yıllık geliri 3 milyon yen’in altında olan alt kesimdeki işçiler oluşturmaktadır. Bunlarsa, büyük işletmelerin ya da kamu sektörünün alt düzeydeki işlerinde, yine düzenli olarak çalışan işçiler, orta ve küçük ölçekli işletmelerde çalışan işçiler part-time çalışanlar, gündelik işçiler, vardiya işçileri, nakliye işçileri, yabancı göçmen işçiler ve diğerleridir. Yaklaşık 5.22 milyon işçi part-time işlerde, 1.5 milyon işçi en fazla 30 kişilik orta ve küçük ölçekli işletmelerde çalışırken 200.000 kadar da yabancı işçi bulunmaktadır. Japonya’da bin işçinin çalıştırıldığı bir fabrikayı alalım. Orta ve düşük düzeyde yer alan 100 kişilik idari kadro, 400 düzenli işçi yan işletmelerdeki 300 işçi ve 200 kadar geçici, part-time ve yabancı işçi tüm personeli oluşturmaktadır. Düzenli işçiler ile yan birimlerde çalışanlar, geçici işçiler, part-time çalışanlar ve yabancı işçiler arasında ücret, çalışma saatleri, iş olanakları gibi çalışma koşulları arasında eşitsizlik bulunmaktadır. İkinci gruptakilerin işleri bile güvence altında değildir, çünkü iş devresine göre kolaylıkla işe alınıp işten çıkarılabilirler.
Japonya’.da alt kesimde yer alan işçiler giderek yoksullaşıyorlar. Ayda 50-100 saat fazladan çalışmaları isteniyor ve eğer eşleri de çalışmazsa yaşamlarını kazanamayacak kadar düşük ücretler alıyorlar.
40 yaşındaki bir işçi, karısı ve kızından (lise öğrencisi) oluşan ortalama bir işçi ailesini ele alalım. 50 saatlik fazla mesaiye kalabildiğini de hesap edersek ayda 180.000 yen (1.385 dolar) kazanmaktadır. Karısı, part-time işçi olarak ayda 100.000 yen (769 dolar) kazanmaktadır. Sonuç olarak ailenin net geliri ayda 280.000 yen (2.154 dolar)’dir. Ailenin temel harcamaları ise; yiyecek için yaklaşık 80.000 yen (592 dolar), ev kirası için 44.000 yen (326 dolar), elektrik-yakıt parası 25.000 yen (185 dolar), telefon için 6.000 yen (44 dolar), eğitim için 37.000 yen (274 dolar) ve ebeveynlerinin bakımı için 40.000 yen (296 dolar)’dir. Ayrıca hayat sigortasına ödediği 45.000 yen’in (333 dolar) dışında öğle yemeği ve sigara parası da işçinin kendi cebinden çıkmaktadır. Yani ev bütçesi hep kırmızı ışıktadır. Örnekte de görüldüğü gibi Japon işçilerinin aldığı ücretler çok düşüktür.
Yoğun emek gerektiren uzun işler hemen her endüstri kolunda işçilere yüklenmektedir. Günde 10-11 saat çalışmak zorundadırlar. Tüm dünyada yaşamlar pahasına kazanılan 8 saatlik iş günü sistemi Japonya’da fiilen ortadan kaldırılmış durumda. Mikroelektronik teçhizatı manivela olarak kullanan kapitalist modernleşmenin işçi sayısını azaltması sonucu fabrikalarda çok az sayıda işçi görebiliriz; yani işçisiz fabrikalara doğru bir yönelim var. Bu arada işçiler gece gündüz demeden emek yoğun işlerle boğuşmaktalar. Fabrikalarda pek çok iş kazası yaşanıyor. Yalnızca 1990’da iş başında öldürülen işçi sayısı 2.550.
Alt kesimi oluşturan işçilerin çoğu, sendikasız oldukları için en temel haklarından yoksunlar. Üretimdeki düşüş yüzünden işten çıkarılmaları halinde çıkarılma kararının geri alınması için mücadele etmeye hakları yok. Bir sendika kurmaya kalkışsalar, yönetim girişimi bastırmak için işçilerin önderine karşı haksız yollara başvurabiliyor; örneğin, kırsal kesimdeki uzak bir fabrikaya transfer ediyor ya da hiç iş vermeyerek veya tesisin ücra bir köşesinde çalışmaya zorlayarak öteki işçilerden izole ediyor.
Kadın işçilerin mesai saatlerinin uzaması, gece de çalışmaya başladıkları düşünülürse hükümetin iş yasalarını daha da kötüleştirdiği görülebilir. İdari reform adı altında sağlık ve çocuk bakımı için ayrılan bütçe kısılıyor. Ev işlerinin yükü, çocuk ve yaşlıların bakımı kadın işçilerin omuzlarına biniyor. Genç nesilde suç işleme oram giderek artıyor, verilen burslar azalıyor, boşanmalar ve ailenin çöküşü yaygınlaşıyor… tüm bunlar toplumsal çürümenin yansımaları.
Yabancı göçmen işçiler yasal korumalardan hiç yararlanamıyorlar. Japon burjuvazisi onları ucuz emek olarak sömürüyor. Geçtiğimiz yıllarda yabancı işçilerin sayısı hayli arttı. Çoğunlukla fabrika, yapı işçisi ve animatör olarak çalışıyorlar. 200.000 yabancı işçinin ancak 50.000’i Japonya’da yasal çalışma vizesine sahip. Diğerlerine, polis kontrolüne maruz kalan illegal işçiler olarak davranılıyor. Bugünkü ekonomik bunalım, Japon, Brezilyalı, Filipinli ve İranlı işçiyle Asya, Orta Doğu ve Latin Amerika’dan gelen öteki göçmen işçilerin işten çıkarılıp sokağa atılmasına neden oldu.
Oysa işçi aristokrasisi pahalı evlerde oturuyor; ikinci bir eve, lüks arabalara, yatlara sahip; golf oynayarak vakit geçiriyor; yurtdışına seyahate çıkıyor. Hiç bir ülkenin Japonya’dan daha zengin, daha özgür olamayacağına inanıyor. Başkalarının harcanması pahasına kendi mutluluklarını kurmakta bir an tereddüt etmiyorlar. Ayrıca, kendi rahat yaşamlarını sürdürebilmek için, Japon emperyalizminin yurtdışındaki ekonomik saldırılarına, başka saldırgan savaşlar kurgulamasına ses etmeyerek şovenizm fikrini yayıyorlar.
Japon emek bürokratları, işçi aristokrasisinin çıkarlarını temsil ediyor. Japonya’daki sendikaların ulusal merkezleri, Japon Sendikalar Konfederasyonu (8 milyon üyeli Rengo) ve Sendikalar Ulusal Konfederasyonu (1.5 milyon üyeli Zenroren)’dur. Rengo önderliğini sağ kanat sosyal demokratlar ele geçirmişken, Zenroren önderliği de modern revizyonistlerin elinde. Her iki merkez de tekelci burjuvaziye işçileri kontrol edebilmesi için siyasal ve toplumsal destek veriyor. Bir de sendikaların birleşik eylemlerini kontrol eden Ulusal Sendika Konseyi (0.5 milyon üyeli) var.
Körfez savaşı başladığında, Rengo’nun bürokratları, Irak’ın bombardımanını öngören BM kararlarının tam olarak uygulanmasını destekleyen gösteriler düzenlediler. Bugünlerde de hiç tereddütsüz “Uluslararası topluluğa katkıda bulunmak için, BM Barışı Koruma Operasyonu İşbirliği tasarısını mümkün olduğunca çabuk Meclis’ten geçirmeliyiz” diyorlar. LDP yönetiminin içinde bulunduğu siyasal kriz karşısında, siyasal partilerin ve çevrelerin, LDP’nin muhalif partilerle birleşmesi yoluyla bir reorganizasyonunu savunuyorlar. Rengo, Asya da dahil olmak üzere üçüncü dünyadaki işçi hareketini bölmek ve Japon ODA’sıyla uluslararası işçi kurumunun kurulmasında görüldüğü gibi, militan işçi hareketine zarar vermek için uğraşıyor. Bu demektir ki, Rengo Japonya’nın yurtdışındaki emperyalist saldırganlığının destekçisi. Zenroren, Körfez savaşı sırasında “Irak’a karşı yaptırımları”, “BM yoluyla barışçıl çözümü” de desteklemişti. Rengo’dan farklı bir renk taşısa da, o da Japon emperyalist saldırganlığının destekçisidir.
Örgütlü işçilerin oranı, yalnızca 25.2. Bu sendikacıların çoğu, büyük işletmeler veya kamu sektöründeki düzenli işçiler. Bunun yanında, bir şirkette birden fazla sendikaya da çok sık rastlanır. Sendika Kanununa göre ücretler gibi iş koşulları yönetimle sendika çoğunluğu arasındaki görüşmeler sonucu karara bağlanmalıdır. Yani çoğunluk (şirket sendikası), düşük ücret önerisini kabul ettiğinde azınlık (militan sendika), bu anlaşmayı kabul etmeye zorlanıyor.
3. Japonya’da işçi hareketinin savaş sonrası tarihsel gelişimi
Aşağıda, Japonya’da savaş sonrası işçi hareketinin yaşadığı tarihsel süreç anlatılmaktadır.
1945’te, II. Dünya Savaşı’nın kalıntıları arasından yeni bir Japon toplumunun kuruluşunda yükseldi işçi sınıfı. O zamanlar, Japon Komünist Partisi önderliği, ABD emperyalizmine karşı mücadele hattını benimsememişti. Çünkü modern revizyonizmden oldukça etkilenmişti ve ABD işgal güçlerini kurtuluş güçleri olarak görüyordu. Oysa Parti’nin öteki üyeleri ve işçi sınıfının dayandığı hat şuydu: İşçi ve Japon yönetici sınıfına muhalif çiftçilerin hükümetini kurmak; Japonya’yı saldırı üssü olarak kullanarak Asya ülkeleriyle saldırganca savaşan ABD’ye karşı barışı savunmak ve burjuvazinin sömürüsü ve yağmacılığına muhalefet ederek halkın yaşam standardını yükseltmek. Japon halkı ve işçi sınıfı, gerek ABD emperyalizmi gerek Japon yönetici sınıfının baskılarına karşı savaştı. Bu mücadeleler, 1960’ta ABD-Japonya Güvenlik Anlaşması’nın gözden geçirilmesine karşı tarihsel bir mücadele niteliği kazandı.
1960’ta ABD-Japonya Güvenlik Anlaşması’na karşı verilen mücadele, ABD emperyalizmi ve Japon emperyalizminin yeniden canlanmasına karşı çıkmayı hedefliyordu. ABD, Japonya ve Güney Kore ile üçlü bir askeri ittifak oluşturma planları yapıyordu ve Japonya’daki üslerini kullanarak Asya’da tüm saldırganlığını gösteriyor, savaşlar çıkarıyordu. İşçi sınıfı Anlaşma’ya karşı verdiği mücadeleyi, savaş sonrası dönemin en büyük siyasal mücadelesine çevirdi. Anlaşma’ya karşı, 22 dalga halinde 6-8 milyon işçi ülke çapında siyasal grevlere gitti; öğrenciler ve aydınlar kanlı bastırmalara rağmen Meclis etrafında protesto gösterileri düzenlediler. Bu mücadele, Kishi kabinesini yerinden ederken, ABD Başkanı Dwight Eisenhower’ı Japonya ziyaretinden alıkoydu. Bu mücadele, aynı zamanda Çin, Güney Kore, Filipinler halklarını da içine alan, ABD emperyalizmine karşı verilmiş birleşik bir mücadele idi.
Mücadeleden sonra tekelci burjuvazi, fabrikalardaki işçi eylemlerini tamamen bastırdı ve kapitalist modernleşmeyi kullanarak kitlesel işten çıkartmaları gerçekleştirirken işçi aristokrasisini kullanarak işçi hareketini baltalamaya çalıştı. Sonuç olarak part-time, ikincil işlerde çalışan ve alt kesimi oluşturan işçiler şekillendi.
O günlerde, JKP önderliği emperyalizmi bertaraf ederek sosyalist toplumu kurma çizgisini bir kenara bırakmış, parlamenter yoldan barışçıl geçişi savunuyordu ve ulusal slogan olan “bağımsızlık”a sığınarak proletarya enternasyonalizmini karşısına alıyordu. Bu bağlamda, devrimci kitle hareketlerine birbiri ardına zarar verdi; giderek işçi sınıfı ve halka muhalif bir konuma yerleşti.
Yine de alt-kesimi oluşturan işçilerin büyük bölümü, 1960’ların ikinci yarısından 1970’lere kadar olan dönemde tekrar mücadeleye başladı. ABD’nin Vietnam’daki saldırgan savaşına, 1970’teki ABD-Japonya Güvenlik Anlaşma’sının kendiliğinden yayılmasına, Okinawa’nın Japonya’ya geri verildiği anlaşmaya karşı ve yüksek ücret ile grev hakkı talepleri için mücadele ettiler. Bu savaşımlar, ülke çapında üniversitelerin emperyalist reorganizasyonuna karşı öğrencilerin mücadeleleriyle birleşti. Yine de Japon işçi hareketi, 1970’lerin başlarındaki bu mücadeleden sonra geri püskürtüldü.
İşçi hareketinin bugün içinde bulunduğu durgunluğun iki nedeni var: Birinci neden, tekelci burjuvazinin rüşvet yoluyla, işçilerin üst kesimini ve sendika liderlerini işçi aristokrasisine dönüştürmesi. İkinci neden de, modern revizyonizmin emperyalizme karşı ve sosyalizm için devrimci savaşımı terketmesi, sağ-kanat sosyal demokrasiye yardım ederek işçilere oportünizm aşılayarak işçi hareketini bölmesi.
Uzun zamandır varolan durgunluğu kıran işçi sınıfının mücadelesi, bu Nisan’da demiryolu işçilerinin grevinde görüldüğü gibi, şimdi yeniden gelişiyor.
4. Anti-sosyalist saldırının gerçek yüzü ortaya çıkıyor
Tiananmen meydanı olaylarından Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar olan dönemde Japon emperyalizmi, kitle iletişim araçlarını ve yönetim yanlısı akademisyenleri kullanarak, sınıflar-üstü slogan “demokrasi, özgürlük, insan hakları” ile anti-sosyalist propagandasını güçlendirdi. Bir zamanlar sınıf sloganlarını yükselten sendikaların merkezi önderliği, kapitalizmle sosyalizm arasındaki çelişkinin eski moda olduğunu söyleyerek anti-sosyalist propagandayı destekledi. Sınıflar-üstü slogan “demokrasi özgürlük insan hakları”nı sendikaların temel çizgisi olarak benimsediler. Miyamoto revizyonistleri, 19. Kongre’lerinde sosyalist bir Japonya değil, insanların barış, bolluk içinde özgürce yaşayabilecekleri kapitalist bir Japonya hedeflediklerini açıkladılar. Sovyetler Birliği’nin çöküşünü bile memnunlukla karşıladıklarını ilan ettiler. Tüm bunlar, işçilerin sosyalizme olan inançlarını hareketle ilgili umutlarını zedeledi.
Günümüzde, eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa işletmelerin iflasına, işsizliğe, çiftçilerin yıkımına, toplumsal refahın sonlanmasına, ulusal çelişkilerin şiddetlenmesine sahne oluyor. Emperyalistlerin “sosyalizmin sonu”nu “kapitalizmin üstünlüğü”nü ilan ettikleri kapitalist ülkeler, aşırı üretimden doğan bunalımla karşı karşıyalar. Bu ülkelerdeki işçiler, yoksulluk ve güçlüklerle boğuşuyorlar. Tüm bunlar, emperyalist burjuvazinin ilan ettiği “demokrasi, özgürlük ve insan hakları”nın sınıfsal niteliğini ortaya seriyor.
Bu bağlamda, öncü işçiler ve gerçek aydınlar, kurtuluşu sosyalizmde arıyor. Bu eğilim, bugünkü mücadelenin arka planını oluşturan öğelerden biridir.
5. Japonya’da işçi hareketinin görevleri
Japonya’daki işçi hareketi için aslolan, alt kesimdeki işçilerin yükselen mücadelesini, Japon emperyalizmini yıkıp sosyalist bir toplum kurmaya yönelen bir stratejiye çekmek. Bunun için izlememiz gereken çizgi şudur: tekelci burjuvazinin üretim araçları üzerindeki mülkiyetini toplumun kamu mülkiyetiyle değiştirmek; ücretli kölelik sistemini yıkmak ve çiftçiler, balıkçılar, küçük tüccarlar, imalatçılar ve Asya’daki ezilen halklarla ittifak içinde mücadele etmek.
Büyük işletmelerdeki işçilerin alt kesimi, düşük seviyedeki kamu çalışanları, taşeronlar, gündelik işçiler, vardiya işçileri, part-time çalışanlar, nakliye işçileri ve yabancı işçiler -tüm bu alt kesim çalışanları yoksullaşmalarına karşı, uzun zaman ve yoğun emek gerektiren işlerde çalışanlar kazanımları için mücadele etmeli; işçilerin haklarını arttırmak; siyasi yönetici sınıfların çürüyüşünü kınamalı; BM Barışı Koruma Operasyonu İşbirliği tasarısına karşı mücadeleyi de içeren siyasal ve ekonomik savaşımı örgütlemelidirler. Yukarıda bahsedilen strateji doğrultusunda bu mücadeleleri bütünleştirmelidirler.
Japon işçi sınıfının emperyalizmin yıkılması ve sosyalizmin gerçekleştirilmesi için savaşımında zafer, uluslararası işçi hareketinin zaferine dayanmalıdır.
Her şeyden önce, sosyalizmin taşıyıcısı Küba, Vietnam, Kuzey Kore ve Çin’i savunmalı ve desteklemeliyiz. Bundan başka, gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfı, bağımlı ve sömürge ülkelerin halkları ve işçi sınıfı ile devrimci birliğin inşası yoluyla anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirmeliyiz.
Özellikle Japon işçi sınıfının Asya’daki işçilerle birleşmesi ve ortak düşmana -yani Japon emperyalizmine- karşı birleşik mücadeleyi geliştirmesi zorunludur. Bu emperyalizm, Asya da dahil dünyanın ezilen uluslarından elde edilen kârlarla semirdi; işçi hareketinin durgunluğuna yol açan işçi aristokrasisini, süper kârlarının bir kısmıyla besledi. Güney Kore’deki Ulusal Sendikalar Konseyi ve Filipinler’deki KMU da içeren üçüncü dünyanın ilerici işçi hareketi, emperyalizmin yönetici sistemini yıkmada kayda değer bir etkinlik sergiliyor. Bunlar Japon işçi hareketinin çok önemli ittifak güçleridir. Japon işçi sınıfı, Japonya’daki yabancı işçilerle kardeşçe sınıf birliğini pekiştirmeli, onların haklarını savunmak için onlara tüm Japon yasalarının eşit uygulanması için önyargıların ve ayrımcılığın karşısında savaşmalıdır.
ABD, Avrupa ye Japon emperyalizmi pazarların ve etki alanlarının yeniden paylaşımı için kapışmayı şiddetlendirdiler. Bunun için, tek tek ülkelerde kapitalist modernleşmeyi tamamlama görüşüyle, işçiler arasındaki uyuşmazlığı körüklemeye ve işçileri birbirleriyle rekabet eder hale getirmeye çalışıyorlar. Gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfı emperyalizme karşı birlikte mücadele etmelidirler.
Öncü işçiler, yukarıda bahsedilen strateji yönünde işçilerin aşağıdan yükselen mücadelesini geliştirmek için, işçilerle birliklerini ve tabandan hareketlerini inşa etmeye yarayacak, marksizm-leninizmi öğrenme kampanyasını geliştirecek siyasi gazeteyi ülke ölçeğinde yaygınlaştırmaya çabalıyorlar.
Fabrika ve işyerleri temelindeki faaliyete önem veriyorlar ve silah olarak ulusal ölçekteki siyasi gazeteyi kullanıyorlar. Daha somut ve buna bağlı olarak, fabrika gazetesine dayanan faaliyeti ilerletiyoruz. Fabrika gazetesini okuyarak atölyelerdeki işçilerin sorun ve taleplerini kavramaya çalışıyorlar; sıkıntılarını, yaşamlarını, ve tarihsel deneyimlerini öğreniyorlar. Bunun çözümlemesini ve sınıfın birliği ve işçi sınıfı hareketinin yeniden inşasında istek ve güvenlerini güçlendirmek için propagandasını yapıyorlar.
Tüm bu çalışmalarla birlikte öncü işçiler, işçiler için karşılıklı etkileşim, konuşma ve çalışma toplantıları organize ediyorlar; sendikalar kuruyorlar ve farklı koşulları gözeten uygun yöntemleri seçiyorlar. Bu yolla, çeşitli eylemliliklere ivme kazandırıyorlar. Aynı zamanda, kendi fabrika ve atölyelerindeki eylemliliklere katılan işçilerin etkileşimine, her bölge ve sanayi bölmesinde bütünleştirilmeleri amacıyla, yardım etmeye çalışıyorlar.
1 Mayıs 1992
Brüksel