Aşağıdaki soruları çeşitli eğilimlerden sosyalistlere yönelttik. Gelenek’in 38. sayısının teknik hazırlıklarına başlanana kadar elimize yalnızca Emek dergisi yazarlarından Kenan Kalyon’un yanıtı ulaştı. Kalyon’un eleştirilerini aşağıdaki sayfalarda sunuyoruz.
- Sosyalizm Programı taslağı hazırlanırken program anlayışı olarak belirli tercihler temel alındı. Bu tercihler, metnin “Sunuş” bölümünde de belirtildiği gibi, düzen içi tashihci yaklaşımların, asgari – azami program ayrımının, programı gündelik mücadele hedefleri içine hapseden perspektiflerin reddedilmesi olarak tarifedilebilir. Sosyalizm Programı’nı bu açılardan Türkiye solunda bir yenilik olarak değerlendirebilir miyiz?
- Gerek sistematik tutarlılık gerekse içerik itibariyle Sosyalizm Programı’nda önemli eksiklikler ya da yanlışlar bulunduğunu düşünüyor musunuz? Taslağın “işçi sınıfı” “kentli ideoloji ve kültür”, “aşamasız bir sosyalist iktidar” perspektifi gibi vurguları, Türkiye sosyalist hareketinin popülist tonlardan arınması gerektiği saptamasıyla ilintili. Bu saptamayı ve Program taslağıyla çerçevesi çizilen müdahaleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Sosyalizm Programı bir partileşme çalışması çerçevesinde gündeme getirilen somut bir öneri niteliği taşıyor. Bu metnin ana hatlarını eksen alan bir parti etkinliği Türkiye sosyalist hareketi ve işçi sınıfı açısından hangi boşlukları doldurabilir; bu etkinliğin performansına ilişkin bir öngörüde bulunabilir misiniz?
Program taslağı hakkında farklı çevrelerden sosyalistlerin görüş, eleştiri ve önerilerini alma gereği duymak başlangıç olarak olumlu bir adımdır. Ne var ki, bir kayıt olarak düşmenin ötesinde, bu olumluluğu gereğinden fazla abartmamak, taslağı sunanların ne tür eleştirileri karşılamaya hazır olduklarını gördükten sonra kesin bir yargıya varmak daha doğru gözüküyor.
Nihayetinde bir program taslağı sunan her çevre, taslak üzerinde bir tartışmaya kendi dışından da katılımı gerçekten ister. Bundan kuşku duyulamaz. Sorun bunun ötesindedir: Taslağı sunanlar yollarını çizmişler ve yalnızca çeşitli geliştirme-düzeltme önerilerini mi hesaba katacaklar; yoksa, taslağın temel mantığına ve kurgusuna yönelik eleştirilerle uğraşmayı, bunlarla bir ikna süreci yaşamayı göze alıyorlar mı? Başlangıç olumluluğunun nereye kadar uzanacağı buna bağlıdır.
Taslağa ilişkin görüşleri isterken, yönelttiğiniz üç soru vardır. Ancak, kendimi yöneltilen soruları yanıtlamakla ve taslak hakkındaki düşüncelerimi sorulan soruların açtığı pencerelerden sığdırabileceğim kadarıyla belirtmekle sınırlamak istemiyorum. Çünkü, sorular, taslağın anafikrine ve sistematiğine dokunmayan bir yönlendirme yapıyor. Bu nedenle, bir bakıma “çanak” sorulardır.
Bununla birlikte, yöneltilen sorulara bağlı kalmamak, şu anda taslağın eleştirisini yeterli derinlikte, hakkıyla, ileri sürülen her iddiayı yeterli kanıtlarla temellendirerek ve eleştiriye muhatap olanların aradaki farklılıkları tam olarak görmelerini sağlayacak bir serimle yapabileceğim anlamına gelmiyor. Bunu ilerde yapmayı umuyorum.
Karşı tarafa anlaşılma, bana ise yazma kolaylığı sağladığı için taslağa ilişkin görüşlerimi maddeler halinde sıralıyorum:
1) Bu taslak aynen benimsenirse, çabuk eskiyen, durmadan değiştirilmek zorunda kalınan, yeni olguları ve gelişmeleri kapsamak için ilavelerle şişirilen bir program olmaya mahkumdur. Çünkü, taslağın birinci bölümü, geçmişle ilinti kurduğunda bir tarihsel anlatıma “hikaye etme”ye; bugünün dünyasını ve Türkiyesi’ni açıklayıp çözümlemeye geldiğindeyse, bir fotoğraf, bir enstantane sunmaya dayanıyor. Bunun anlamı şudur: Programınızın tarihsel anlatım ve “hikaye etme” bölümü sürekli kabaracaktır. Çünkü, bugünün fotoğrafı da bir süre sonra eskiyecek, tarih olacaktır. Ayrıca, sürekli olarak kaydetmeniz gereken yeni olgular ortaya çıkacaktır.
Bir programın gücü ve dayanıklılığı (kalıcılığı), onun anın fotoğrafını veya tahlilini değil, en asli özellikleriyle bugünden geleceğe uzanan süreçleri ortaya koymasında; hatta, atıfta bulunmak gerektiğinde bile, tarihsel olayları süreçlerin serimine ve açımlanmasına yedirerek sunmasındadır. Çerçevelenmiş bakışlar ve saptamalar, bir programın zayıflığının göstergesidirler. Oysa, süreç açıklamaları ve açılı bakışlar yeni olguları ve gelişmeleri karşılayıp kapsamaya daima açık olduklarından programı güçlü kılarlar. Meramım iyi anlaşılmamış olabilir. Çünkü bu kadarıyla yetinildiği takdirde muhtemelen taslak sahipleri haksızlık edildiğini di’li veya miş’li geçmiş zamanın yani tarihsel anlatımın programda pek az yer tuttuğunu düşünecek; gelecek ve geniş zamana göre düzenlenmiş cümlelerin çokluğuyla “farkında” oldukları sorunu basitçe hallettiklerini sanacaklardır. Bir an için taslak sahiplerinin bakış açısını benimsesek bile sözgelimi Taslağın 20. sayfasının 5. paragrafının bir bütün olarak programda yeralmaması gerekmektedir. Solun Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı üzerine tartışmalarının seyrinin ve evriminin (bir programda değil ancak program üzerinde tartışmalarda ele alınabilecek bir konunun) Taslak’ta ne yeri vardır?
Bu bir rastlantı veya istisna değildir. Basit bir üslup sorunu hiç değildir. Taslak sol içi tartışmaların ve polemiklerin etkisi altında şekillenmiştir ve bu tartışmalara taraf olan sosyalist kesimlere seslenmektedir. Oysa sosyalist bir program işçi sınıfına sınıfın sendikal bilinci aşmaya başlayan kesimlerine seslenmelidir.
2) Eğer bu taslağın en zayıf yanı nedir diye sorulacak olsa moda sözcükle bir paradoks gibi gözükse de “anti-kapitalizmdir” derim.
Çünkü:
(a) Taslak kapitalizmin gerek evrensel düzeydeki gerek Türkiye özgülündeki çelişkilerini iktisadi toplumsal ve siyasal alanda; bu alanların biribiriyle ilişkisi ve oransız gelişmesi planında aynı zamanda süreç kavramına sadık kalan çarpıcı bir sergilenmesini başaramamaktadır. Dolayısıyla da kapitalizm karşıtlığını somutlayamamıştır. Taslağın anti-kapitalizmi her nasılsa kötü olduğuna karar verilmiş ve bir tercih olarak reddedilmiş soyut bir anti-kapitalizmdir.
(b) Sorun, yalnızca kapitalizmin iç dokusunun saydamlaştırılması, anatomisinin çıkarılması sorunu değildir. Öyle ki programı okuyan bir işçi ve emekçi kendi maddi konumu ve yaşantısıyla doğrudan ilintiler kurmalı; programın canlı ve vurucu kapitalizm eleştirisi onda sosyalizmin ve devrimin gerekliliğine dair güçlü çağrışımlar uyandırmak sosyalist mücadeleye katılımı esinlendirmelidir. Bu bakımdan da Taslak’ın boğayı boynuzundan yakaladığı söylenemez.
(c) Program, okuyanlarda Türkiye için bir devrim gereklidir evrensel planda ise gezegenimiz “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık” ikilemine sıkışmıştır fikrini uyandırmadıkça ve buradan kalkarak mücadeleye davetiye çıkarmadıkça ve dürtüler yaratmadıkça zayıf bir anti-kapitalizmle malül olur. Taslakta bu zayıflık barizdir ve bunu anti-kapitalizmin yalnızca altını çizerek kapatmaya çalışmaktadır. Oysa güvensiz biçimde anti-kapitalizm kavramının üstünde titremek sorunu halletmez. “Türkiye solunun belli bir geleneğinin değil sosyalizme yönelen bütün iç ögelerinin ileri birikimini temsil” ettikleri iddiasında olanlar ilkini yapmak durumundadırlar.
(d) Bütün bunlar programı vulgarize etmek anlamına gelmez. Tam tersine aynı zamanda onun yaşamla, tipikle, kapitalizmin en belirgin tezahürleriyle bağıntılı biçimde onlara sürekli göndermeler yaparak soyutlama gücünü yükseltmektir.
3) Esas olarak solun iç tartışmalarını kalkış noktası olarak aldığı için programın dili siyasal mücadelenin siyasal önderliğin dili değildir. Daha ziyadesiyle bir akademik gözlem ve tahlil dilidir.
4) Taslak’taki en önemli sapma ve yanılgı nedir diye sorulsa bu ekonomizm ve dar sosyalizmdir derim. Esasen şimdiye kadarki sosyalist devrim savunularının en büyük talihsizliği bu iki yanılgıdan yakalarını kurtaramamış olmalarıdır.
Taslaktaki ilk ve en önemli ekonomizm belirtisi onun günümüz dünyası ve emperyalist-kapitalist sisteme ilişkin değerlendirmelerinin Lenin’in emperyalist ekonomizm olarak mahkum ettiği anlayışla büyük bir benzerlik göstermesidir. Taslakta emperyalizm bugünkü kapitalizmin sıfatıdır. Belirli bir ülkeler gurubuyla sınırlı değil bütün kapitalist dünyaya şamildir. Kapitalizmin salt yeni iş bölümleri talep eden bir ekonomik gelişme düzeyi ve evresidir. İçinde eşitsizlikler barındırsa da aslolan bütünleşme ve bu temelde uluslararası işbölümüdür.
Bu yaklaşım, iktisadi bir olgu olmanın ötesinde (ki bu alanda bile sözgelimi kaynak aktarımı gibi önemli sorunların üzerinden atlanmaktadır) emperyalizmin siyasal ve askeri görüngülerini sınıflar ve ülkeler arasında yarattığı konum farklılıklarını, dünyadaki keskin bölünmeleri, ezen-ezilen ilişkilerini vb. gözardı etmektedir ve dolayısıyla bunları sınıf mücadelesi bakımından anlamlandıramamaktadır. Aynı zayıflık kendini emperyalist-kapitalist sistemdeki iç çelişkileri ve paylaşım kavgalarını dikkate almamakta da gösteriyor.
Bundan ötürü Taslak, anti-emperyalizm kavramını neredeyse tümüyle boşlamakta ve anti-kapitalizmle özdeşleştirmektedir. Oysa anti-emperyalist dinamikleri ve kalkışmaları anti-kapitalizm yönünde derinleştirmek ve tam bir tutarlılığa itmek başka bir şeydir; bu dinamiklerin anti-kapitalizmden göreli farklılığını tanımayı reddetmek ise başka bir şeydir. Bütünleşme ve global işbölümü üzerine aşırı vurgu, Taslak’ta zayıf halka savunusunu da eğreti durumuna düşürmektedir. Dünya devrim sürecinin nasıl bir doğrultu izleyerek gelişeceği konusunda Taslak’ın dokusuna sinen kuşkular ve tereddütler vardır. Bunlar kendilerini sözgelimi Taslak’ın Ortadoğu bölümünde şöyle açığa vurmaktadır:
“Şu da unutulmamalıdır ki mevcut istikrarsızlıkların üzerinde yükselebilecek işçi sınıfı temelli bir çıkışın, böyle bölgelerde sonuç alma ve tüm dış tehditlere rağmen yaşama şansı yüksektir”.
“Yüksek” de olsa şansa kalmış bir iş! Bu bir program ifadesi olamaz. Şanslarını denesinler diye insanlar devrim yapmaya çağrılamaz.
Aynı şekilde, Türkiye tahlili de kapitalizmin egemenliğinden yola çıkarak emek-sermaye çelişkisinin başatlığını vurgulamakla yetinmekte; ekonomik, toplumsal, siyasal ve ideolojik düzeylerde çelişkiler yumağının (zayıf halka kavramı ancak bu çelişkilerden hareketle temellendirilebilir) ciddi bir dökümünü yapamamaktadır. Taslak bu haliyle çelişmeleri sadeleştirilmiş yalın bir Türkiye görünümü sunmaktadır. Taslak’ta egemen sınıf kaynaşmış bir bütündür; küçük burjuvazinin nereye konulacağına bir türlü karar verilememektedir; ulusal çelişkiler görmezlikten gelinmektedir ve toplumun önemli kesimlerini meşgul eden diğer çelişki ve çatışmalardan söz edilmemektedir. Taslak esasında bir imkan olarak görülmesi gereken devrimci demokrat dinamiklerden, onları görmezlikten gelerek kurtulmaya çalışmaktadır. Bu taslağın saplantısıdır.
Taslağın dar-sosyalizm yanı da zaten kendini bu noktada ortaya koyuyor. Herşeyden önce Türkiye kapitalizminin tekelci niteliğinden ve bunun yol açtığı sonuçlardan hiç söz edilmemesi dikkat çekicidir. Taslağı hazırlayanlar, tekelci kapitalizmden her söz edişin peşisıra burjuvazinin bir bölümüyle ittifakı “anti-tekelci mücadelenin strateji ve taktikleri”ni getireceği refleksiyle hareket ediyor ve böylece bilimsel kesinlikten uzaklaşıyorlar.
Egemen sınıfın “kaynaşmışlığı”nı vurgulamak için bu olgunun üzerinden atlamaya hiç gerek yoktur. Hele hele küçük burjuvazinin mülk sahibi kesimlerini egemen sınıf blokuna dahil etmek akıl alır bir iş değildir. Köylülüğü gericiliğin oy deposu olarak görmek ve ancak mülksüzleştiği oranda dikkate almak (ki bu noktadan itibaren o en azından yan proletaryadır) bir mücadele programı anlayışıyla bağdaşır mı? Benzer şekilde mühendisler, teknik elemanlar, öğretmenler vs. üzerine söylenenler ne ölçüde doğrudur ve nesnel bir tahlile dayanmaktadır? Örneğin bunların bir bölümünü “egemen sınıfın yönetsel aracıları olarak kalıcı bir karşı-devrimci güç” olarak nitelendirmek, hangi nesnel tahlile dayanmaktadır? Herşey bir yana özellikle öğretmenlerin ve teknik elemanların küçük burjuva mı oldukları, yoksa geniş anlamda işçi sınıfı tanımı içinde mi yer aldıkları tartışmalı bir sorundur.
5) Son olarak taslak bir programın değerlendirilmesinde temel ölçütlerden biri olan devlete karşı tavır ve devrimin yolu sorununun üzerinden atlamaktadır. Bunu aramaya ve sormaya hakkımız vardır. Çünkü Taslak kendisini “yasal işçi partisiyle bağlantılı” olmanın “ötesinde içerik olarak bütün bir siyasal hattın programı olarak” ileri sürülüyor.
Başlangıçta da söylendiği gibi programın layıkıyla irdelendiği ileri sürülemez. Bu kısıtlılığın esas nedeni, zaman darlığı ve yazıyı derginin yayınına yetiştirme zorunluluğudur. Bu satırların yazarı açısından asıl önemli olan, taslak sahiplerinin “sosyalist devrim” kavrayışıyla ekonomizm ve dar-sosyalizm arasındaki bağıntıları güçlü kanıtlarla orta yere koymaktır. Asıl bu yapıldığında aramızdaki fark daha net görülebilecektir.
ŞUBAT 1992