Burada yer alan metin Avrupa’nın halihazırdaki en etkili komünist partilerinden birisi olan Portekiz Komünist Partisi’nin, geçtiğimiz yılın sonunda yapmış olduğu Kongre’de alınan kararların “Uluslararası Durum” bölümüdür. Parlamentoda temsil edilip de marksist-leninist kimliğini korumakta titizliğini sürdürme başarısını gösteren PKP’nin değerlendirmesinde Sovyetler Birliği’ndeki çözülüş süreci, Yeni Dünya Düzeni ve kapitalist dünya sisteminin dinamikleri inceleniyor. Reel sosyalizmin çözülüşü ele alınırken, kimi eklektik kolaycı ve zaman zaman liberal yaklaşımlara düşülmesine rağmen, Kongre kararlarının Gelenek okurlarının ilgisini çekeceğini düşünüyoruz.
12. Kongre’den sonraki dönemde, uluslararası alanda temel değişiklikler oldu.
SSCB’nin parçalanması ve Doğu Avrupa sosyalizmlerinin çöküşü ile sosyalizmin bir dünya sistemi olarak ortadan kalkması, işçiler ve tüm dünya halkları için büyük bir kayıp ve dünya güçler dengesinin emperyalizm ve karşı devrimci güçler lehine tehlikeli bir biçimde değişmesi anlamına geliyor. ABD ve diğer emperyalist güçlerin kontrolünde bir “yeni dünya düzeni”ni empoze etme girişimleri özgürlük demokrasi bağımsızlık sosyal gelişme ve barışı ciddi olarak tehdit ediyor.
Bununla aynı zamanda ortaya çıkan kapitalist sistemdeki değişiklikler, onun sömürücü ve saldırgan doğasının sürdüğünü ve yöneliminin iç çelişkilerinin üstesinden gelmek yerine onları kötüleştir-diği şeklinde olduğunu gösteriyor. Kapitalist sistem açıkça bir krizin içindedir ve emekçilerin istek ve ihtiyaçlarına ve insanlığın karşı karşıya bulunduğu temel sorunlara yanıt veremez durumdadır. Emekçilerin ve halkların toplumsal ve ulusal kuruluş mücadeleleri tüm dünyada sürmektedir.
Karşılaştığı ciddi sorunlara rağmen komünist hareket varlığını hâlâ sürdürüyor. Yaşananlardan öğrendikleri ile bileşimini yenileyerek, kapitalizmin devrimle ortadan kaldırılması için vazgeçilmez olmayı sürdürüyor. Bugün, komünistler ve tüm ilerici güçler arasında dayanışma ve işbirliğini güçlendirilmesi elzemdir.
1. SSCB’nin çöküşü ve bir dünya sistemi olarak sosyalizmin ortadan kalkması
1. SSCB’nin çöküşü dünya emekçileri ve halkları için çok önemli bir kayıp anlamına geliyor. Kısa ve orta vadede, nitelik olarak yeni bir dünya durumuna yol açtı.
2. Ekim Devrimi’nin zaferi ve SSCB’de sosyalizmin inşası, ileriye dönük olağanüstü adımları ve Sovyet halkının devrimci zaferini temsil ediyordu. Dünyadaki gelişmeler ve emekçilerin ve halkların mücadelesinde belirleyici bir etkiye sahip oldular.
20. yüzyıl boyunca toplumda meydana gelen büyük ilerlemeler ve devrimci dönüşümler, SSCB’nin varlığından, sömüren ve sömürülenlerin olmadığı yeni bir toplumu inşa etmedeki öncülüğünün itkisinden, kamu hizmetlerindeki başarılarından, (ekonomik toplumsal kültürel ve diğer alanlarda) büyük ekonomik bilimsel teknik ve askeri güçlülüğünden siyasi yaşamda ve uluslararası ilişkilerdeki rolünden ayrı olarak düşünülemez.
Ancak, SSCB’deki sosyalist inşa sürecinde çok farklı tarihsel dönemlere ve bozukluklara dayanan, hata ve gecikmelerin birikimi ile kitlelerin yaratıcı katılımı ve üretici güçlerin gelişiminin önünün tıkanması sonucu, SSCB’nin uluslararası rolü ve sosyalizmin prestiji sonunda hızlı bir biçimde üstesinden gelinmesi gereken bir krize neden olarak zayıfladı.
3.SSCB’de ve Doğu Avrupa’da sosyalizmin çözülüşüne yol açan sebepler, PKP’nin Mayıs 1990’da yapılan 13. Olağanüstü Kongresi’nde işaret edildiği gibi, SSCB’de sosyalizmin inşası için izlenen, genel olarak diğer ülkelere de mekanik bir biçimde taşınan “model”de bulunabilir. Çok değerli başarılarına rağmen “model” yalnızca ilerici kalkınma potansiyellerini tüketmekle kalmadı, aynı zamanda komünist ideallerden uzaklaşıp karşı karşıya ve çatışma haline gelerek, sosyalist toplumun gerekli özelliklerine de zarar verdi.
Bu “model”, giderek bürokratik ve halkın istek fikir ve hedeflerinden uzaklaşan yüksek derecede merkezileşmiş siyasi iktidarın, halkın iktidarının yerini alması ile karakterize edilebilir. Giderek yasaları da gözardı eden biçimde baskıcı bir devletin güçlenmesi ile siyasi demokrasiye ciddi sınırlamalar getirildi. Ekonomik planlama aşırı merkezileşti ve devlet mülkiyeti diğer tüm yönetim ve mülkiyet biçimlerinin yayılmasını engelleyecek şekilde yayıldı. Piyasanın rolü, üretim ve emekçilerin katılımını sağlayacak teşviklere duyulan ihtiyaç büyük ölçüde ihmal edildi. Partide, bürokratik merkeziyetçilik emekçi ve kitlelerden yabancılaşmış bir tarzda inşa edildi; Parti ve Devlet’in ayrılmaz bir biçimde içice geçtiği verili yapıda kararlar, Parti ve Devlet tarafından idari olarak empoze edildi. Son olarak; marksizm-leninizm dogmatize edildi, araçsallaştırıldı ve devlet doktrini olarak empoze edildi.
Olayların gelişimi, komünist ideallere yabancı olan bu “model”den kâr sağlayan geniş bir yalancı bürokratlar topluluğunun gerçek varlığını ve Sovyet Parti ve Devlet’inin daha üst kademelerine de ulaşan düşüşün (oportünizm, kariyerizm, siyasi nüfuzunu kullanma) ne kadar üst düzeyde olduğunu gösterdi.
Kuşkusuz, kimse sosyalizmin inşasının gerçekleştiği ortamın onu son derece sıkıştıran dış koşullar altında olduğunu ve bunun yeni toplumdaki olumsuz özelliklerin gelişmesine yaptığı etkiyi unutmamalıdır. Ancak asıl ve belirleyici olan nedenler, bir içsel doğanın ürünüdür. Bunlar, sosyalizmin gelişmesine yeni itkiler vererek yenilenmesi; restore edilmesi ve reddedilmesi gereken bir toplum “model”inde aranmalıdır.
4. PKP, Şubat 1986’da yapılan SBKP’nin 27. Kongre kararlarını selamladı. Perestroyka (yeniden yapılanma)’nın başlangıç aşamalarında PKP, temel amaçları sosyalizmin ilerletilmesi, yenilenmesi ve savunulması olarak deklare edilen Perestroyka’yı gerçekleştirme mücadelelerinde SBKP ve Sovyet halkı ile bir dayanışma tavrı içerisine girdi. Bununla birlikte, zaman ilerledikçe PKP anti-sosyalist güçlerin gelişmesi ve en üst düzeylerdeki Parti ve Devlet yetkilileri tarafından perestroyka adı altında geliştirilen oportünist ve likidasyonist teorilerin serpilmesi konusunda artan kaygılarını da açıkladı.
Perestroyka, uzun süredir ihmal edilen, birikmiş sorunların önemi düşünüldüğünde büyük boyutta bir çaba idi ve olağan dışı çözümler önerildi. Gelişmiş kapitalist ülkelerin içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle, emperyalist saldırıların yoğunlaştığı bir dönem, SSCB ve KEYK (COME-CON)’daki diğer sosyalist ülkelerin ciddi ekonomik ve mali sorunları ile çakışınca perestroyka, ek güçlüklerle karşılattı.
Başlangıçta perestroyka, büyük umutlar ve geniş kitlesel destek sağladı. Ancak, gelişmeler, baştan konulan hedeflere paralel olarak ilerlemedi. Parti ve devletin en üst kademelerinde siyasi kavrayış ve önlem hataları, kararsızlıklar, ayrıcalıklar, rüşvet, ayak oyunları ve ihanetler stratejik hedeflerin zayıflaması, bulanıklaşması ve terk edilmesine ve hatta karşı devrimci güçlerin ilerlemesine ve nihayetinde zaferine yol açarak perestroykanın sosyalist niteliğinin dejenere olmasına ön ayak oldu.
Ekonomik plan terkedildi ve güçlü bir biçimde entegre olmuş ekonominin diğer mekanizmaları,aşırı merkezileşmiş ekonomiye alternatif yaratılmaksızın tahrip edildi. Sonuç, SSCB’nin ekonomik ve mali bir krize dalması ile birlikte üretimde kaos ve örgütsüzleşme oldu. (varolan ihtiyaçlarla uyumsuz bir yapıda olan) KEYK (Comecon)’in dağılması, artan dış borçlar ve temel ihraç ürünü petrolün fiyatındaki düşme, yalnızca zaten kritik olan durumu daha da kötüleştirdi.
Toplumsal durum, arz kıtlığı spekülasyonun yayılması yaşam standartlarının düşüşü işsizliğin ortaya çıkışı hoşnutsuzluk ve toplumsal gerilimin artması, yeni bir kapitalistler sınıfının, spekülatörlerin ve yeni-zenginlerin hızlı yükselişi ve bir çürüme dalgası ile birlikte kötüleşti.
Devlet otoritesi çöktü ve paralelinde güç, anarşi ve kuralsızlık yaygın hale geldi; suç oranları ve güvenlik ihtiyacı arttı.
Dış kışkırtma ve milliyetçi güçlerin girişimi ile etnik ve milli uyuşmazlıklar arttı; farklı cumhuriyet ve bölgelerde karşı devrimci yönetimlerin inşasına yol açan kanlı askeri uyuşmazlıklarla birlikte ayrılma yanlısı eğilimler gelişti.
Aktif bir biçimde emperyalizm tarafından desteklenen anti-sosyalist güçler, örgütlendiler; kitle iletişim araçlarında Sovyetlerde ve Parti’nin içerisinde güçlü konumlar elde ettiler ve Sovyet anayasası ve kanunları karşısında tam bir dokunulmazlıkla hareket etmeye başladılar. Sosyalist toplumun yeniden yapılanması ve yenilenmesi hedeflerini başarmak için işçi sınıfı ve kitlelerin yoğun bir katılımı ve Sovyetlerin yeniden canlandırılması ile birlikte, Partinin korunması yenilenmesi ve güçlendirilmesi zorunludur. Anti-sosyalist ve milliyetçi eğilimlere siyasi ve ideolojik mücadele ile ve gerektiğinde devletin caydırıcı müdahalesi ile karşı çıkılmalıydı. Gerçekleşen tersi olmuştur.
SBKP, zaten derin bir iç kriz yaşıyordu ve çok sayıda dejenerasyon işareti veriyordu: keskin uyuşmazlık, ayrılık ve bölünmeler siyasi ve ideolojik sapmalar sosyal demokrat esinlerin ve sosyalizm ile kapitalizmin yakınlaşması (convergence) gibi bir hayalde temellenen likidatör teorilerin güçlenmesi… Tüm bunlar, Parti’nin önder yapısını çalışmaz hale getirdi, Parti’nin insiyatifini paralize etti ve ayrıca emekçilerle bağlarını ve kitleler arasındaki etkisini zayıflattı.
İşçi sınıfı ve tarım emekçileri Parti’de, Sovyetlerde ve gerekli dönüşümlerin tarifi ve uygulanışında birbirinden ayrıştırıldılar.
SBKP’nin etkinliğinin ortadan kalkması ile çok sayıda üst düzey parti liderinin doğrudan katılımı ve anti-sosyalist güçlerin gelişimine yardım eden ve onu perdeleyen yaygın bir zihin karışıklığının da katkısı ile sosyalizmi kötüleyen ve kapitalizme tapan sistemli bir kampanya, SSCB tarihinin muazzam bir mistifikasyonu başladı.
Sınıfsal bir bakışın yerini “yeni düşünce”ye bırakması, idealist kavram ve teoriler, SSCB’nin uluslararası statüsünün zarar görmesine yol açtı. Dış baskı ve müdahaleler arttı ve Körfez krizi ve kapitalist ülkelerden ekonomik “yardım” görüşmelerinde açıkça görüldüğü gibi emperyalizm için ar-darda gelen ayrıcalık ve imtiyazların yolu açıldı.
5. 19 Ağustos 199l’deki darbe girişimi ve bastırılması ve en üst kademelere Yeksin etrafında toplanmış anti-sosyalist güçlerin yerleşmesinin ardından karşı devrimci sürecin çabuk ve vahşi bir yoğunlaşması sözkonusu oldu. SBKP yasadışı olarak kapatıldı, parçalandı ve SSCB dağıtıldı (17 Mart 1991 referandumunda Sovyet halkının kendi isteğini deklare etmiş olmasına karşın). Rusya ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinde Sovyetlerin tarafsızlaştırılmasını her düzeyde başkanlık kontrolünü aşırı merkezileşmiş ve karşı devrimci iktidarın ortaya çıkmasını ve “piyasa ekonomisi”ne geçiş örtüsü altında kapitalizmin restorasyonunu başarmak için otoriter ve diktatoryal önlemler empoze edildi.
Karşı-devrim, 70 küsur yıllık emeği ve Sovyet halkının mücadelesini yerle bir etme girişiminde içerideki karşı-devrimcileri ve emperyalizmi bir araya getirdi. Karşı devrim, sefalet ve toplumsal trajedi, ekonomik ve mali salgın genel olarak çürümüş faşistler kadar, otoriter iktidar kültürel ve ideolojik obskürantizm fanatik dini köktencilik, kanlı etnik ve bölgesel uyuşmazlıklar emperyalizme teslimiyet” gibi eski SSCB topraklarına hakim olan son derece kritik koşulların asıl sorumlusudur.
6.Tarihsel olarak,SSCB’de gelişen “model” eski Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanışındaki farklılıklara rağmen genel olarak yaygın hale geldi. Rejimlerin çöküşü asıl olarak içsel dinamiklerle ilişkili idi; özellikle Doğu Almanya’nın Batı Almanya tarafından şok edici bir biçimde işgal edilmesi sürecindeki gibi, emperyalist güçlerin çok taraflı ve utanmazca müdahalelere paralel olarak, SSCB’de gelişmekte olan anti-sosyalist hareketle bağlantılı idi. Bu ülkelerdeki güncel durum; ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamın tüm düzeylerinde dehşet verici bir istikrarsızlık; kapitalizmin restorasyonunun yoğunlaşması, üretim sisteminde muazzam bir çöküş, emekçilerin ve geniş kitlelerin toplumsal kazanımlarında ve yaşam standartlarında vahşi bir düşüş, beklenmedik ölçüde büyük işsizlik oranları, devlet desteği ve teşvikleri ile toplumsal eşitsizliğin sarsıcı bir biçimde artmasına katkıda bulunan, doymak bilmeyen bir kapitalist sınıfın ortaya çıkışı ile nitelenebilir. Komünist ve diğer sol-kanat demokratları açıkça yargılamak ve ayrımcılık yapmak, emperyalizmle açık işbirliği yapan karşı devrimci güçlerin kontrolünde bulunan bugünkü rejimlerin ortak bir özelliğidir. Kapitalist restorasyonu zorlamak ve hızlandırmak için, bir araç olarak diktatörlüklerin ernpoze edilmesi tehtidi bugün bir gerçekliktir. Bununla birlikte, büyük kitlelerin demokrasi mücadelesi ve nüfusun önemli bir bölümünün desteği ile partilerini yenileme ve yeniden inşa etmeye çalışan komünistlerin direnişi yaygın hayal kırıklığı ve hoşnutsuzluğun artmaya devam ettiğinin ve sosyalizmin doğasında varolan güçlü dayanışma ve sosyal adalet duygularının ölmediğinin açık işaretleridir.
7.Doğu Avrupa’da sosyalizmin yenilgisi ve KEYK (COMECON) ve Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından sosyalist dünyanın ilk ve en güçlü ülkesi SSCB’nin yıkılışı, sosyalizmin bir dünya sistemi olarak ortadan kalkması anlamına geliyor.
Bu, sosyalizmin ortadan kalkması demek değildir. Çin’de, Küba’da, Vietnam’da, Kore’de, Laos’ta yeni bir toplumun inşasına devam edildiği hatırlanmalı. Farklı yol ve yöntemler izlemelerine rağmen, bu ülkelerde iktidarda bulunan komünist partilerin hepsi, kendilerinin ve diğerlerinin deneyimlerinden çıkarttıkları dersler ile düzeltmeler yaparak sosyalizm yolunu izlemeye ve savunmaya kararlı olduklarım deklare ettiler. Bunlar, büyük öneme sahip gerçekliklerdir. PKP’nin sosyalizm tasavvuru ve Portekiz için bir sosyalist toplum projesi ile ilişkili olan gelecek gelişme ve farklılaşmalardan bağımsız olarak kapitalizmi restore etmek ve bu ülkeleri istikrarsızlaştırmak için, emperyalizm tarafından yapılan baskı ve müdahalelerin artışı gözönüne alındığında, bu ülkelerle aktif bir dayanışma içerisinde olmak gereklidir.
Kapitalizmin tam restorasyonunun üstesinden gelmek zorunda kalacağı güçlükler, SSCB ve Doğu Avrupa’da işleri iyi giden ülkeler için bile akılda tutulmalıdır. Bu güçlüklerin nesnel temelleri vardır; öncelikle, toplumsal devlet ve kooperatif mülkiyetin özelleştirilmesi ve bunun sonucunda artan hoşnutsuzluklar direniş ve kitlesel mücadeleler karşıdevrimci hükümetler için sınırlı bir siyasi ve toplumsal destek zeminini ile siyasi ve toplumsal istikrarsızlık ortaya çıkarıyor. Buna ek olarak; inşa edilen sosyo-ekonomik sistemin yapısı ve bugünkü siyasal süreçlerin çıktıları ile ilgili belirsizlikler de vardır.
Sosyalizmin bir dünya sistemi olmaktan çıkışı aynı zamanda dünyadaki güçler dengesinde emperyalizm ve karşı-devrimci güçler lehine radikal bir değişikliği de temsil ediyor. Kriz içerisindeki kapitalizme, önceden etkisi altındaki bölgelerin dışında kalan muazzam bir pazar ve yüksek düzeyde kalifiye işgücünün yanısıra engin doğal kaynaklar, sinai donanım ve üretime ulaşmada yeni fırsatlar sağlıyor. Gelişmiş ülkelerdeki emekçilerin sömürüsünün artması ve azgelişmiş üçüncü dünya ülkelerinin daha insafsız neo-kapitalist talan yöntemlerine boyun eğmesi anlamına da geliyor. Temel kapitalist güçler tarafından egemenlik altına alınan uluslararası ilişkiler, tehlikeli bir biçimde emperyalist güçler arasındaki uyuşmazlıkları açığa çıkarıyor. Barışa ve uluslararası güvenliğe yönelen tehdit artıyor.
8. Olaylar, SSCB’nin yıkılışı ve sosyalizmin bir dünya sistemi olarak ortadan kalkışının dünyayı daha demokratik, daha adil ve daha güvenlikli hale getirmediğini gösteriyor. Aksine bu; karşı-devrimci, ırkçı, obskürantist ve faşist güçlerin gelişmesine, adaletsizlik ve eşitsizliğin artmasına etnik ve dinsel uyuşmazlıklara ve saldırgan savaşlara yol açtı.
Sömürgecilik ve emperyalist kontrolden kurtulan bağımsız ve ilerici devletlerin inşasındaki etkiler geniş kapsamlıdır. Ekonomik baskılar, siyasi ve askeri müdahaleler ve uzun süreli saldırı savaşlarına maruz kalan bu ülkeler, aniden alternatif ekonomik ilişkiler güçlü siyasi ve diplomatik destek koruma ve askeri yardımdan mahrum kaldılar. Bağımsız ve ilerici kalkınmalarını tehlikeye sokan dev boyutlardaki iç güçlüklere ek olarak, sosyalizmin yenilgisi geri dönüş ve yenilgilere yol açan dış engeller yarattı.
SSCB’nin yıkılışı ve sosyalizmin bir dünya sistemi olarak ortadan kalkması, komünistler için inkar edilemez bir yenilgi anlamına geldi ve kitleler nezdinde sosyalizmin prestiji ve güvenilirliği sarsıldı. SSCB halkların ve emekçilerin kurtuluş mücadelelerine verdiği cesaret, destek ve dayanışma ile bu yüzyılda bir referans noktasını temsil ettiği için, onun neden olduğu şaşkınlık, güven kaybı ve cesaretsizlik zayıflama bölünme ve sosyal demokrat dejenerasyon ve hatta komünist partilerin ve diğer ilerici ve devrimci güçlerin likidasyonuna neden olan oportünist ve likitatör eğilimlerin gelişmesine yol açarak kısa vadede demokratik ve ilerici güçlerin zayıflamasını getirdi.
9. Gerçeklikler yeni bir toplumun inşasının başlangıçta düşünülenden daha güç ve karmaşık olduğunu ve daha uzun süreceğini göstermiştir. Çok ciddi hatalar yapıldı: sosyalist devrimler ve onların ürünü rejimlerden geri dönülmezlik konusunda iradeci yanılsamalar ve kapitalist sistemle uyuşmazlık ve rekabette güçlülük ve dayanıklılık konusunda abartılı tahminler; yalnızca koşullara özgü ve yerel olan gelişmenin evrensel yasası kategorisinin düşüncesizce yüceltilmesi; hatta sosyalizmin kapitalizmden komünist topluma bir geçiş dönemi olarak doğasının gözden kaçırılması…
PKP, insanın insan tarafından sömürülmesine son verecek yeni bir toplumun inşası girişimini tarihsel olarak prematüre olmakla suçlayan teorileri reddeder. Bu teoriler, sosyalizmin ancak kapitalizmin gelişme olasılıklarının “tükenmesi” yoluyla gerçekleşebileceğini öne sürerler. Bu kavramlar, devrimin nesnel toplumsal ve siyasal koşulları ile sosyalizmin maddi koşullarını birbirine karıştırır ve toplumların devrimci dönüşümlerinde öznel faktörün belirleyici etkisini, kapitalist çelişkilerin keskinliğini ve dünyadaki ve herbir ülkedeki karmaşık, somut tarihsel koşulları hafife alırlar.
Bu insanın insan tarafından sömürüsüne son verilen yeni bir toplumu kurma yönündeki ilk girişimden alınacak dersler, marksist-leninist teoriyi ve emekçilerin ve devrimci hareketin strateji ve taktiklerini zenginleştirecek yankıya sahip olacak. Temel sonuç şu olabilir: toplumun sosyalist dönüşümü için, devrimci bir girişim, kitlelerin eseri olmalıdır ve onların bilinçli rızaları ve yaratıcı katılımları başarı için bir ön koşuldur.
10. Düşmanlarımızın iddialarının tersine, SSCB’nin yıkılışı ve sosyalizmin bir dünya sistemi olarak ortadan kalkması sosyalizmin başarısızlığı ya da komünist idealin olanaksızlığı anlamına gelmez. Aksine bu idealden sapma ve onun terkedilmesinin bir sonucudur. 20. yüzyıl tarih tarafından “komünizmin ölümü” dönemi olarak görülmeyecek. Kapitalizmin alternatifinin maddileştiği ve tarihsel olarak kapitalizmin başa çıkılamaz çelişkilerine gereken çözüm olarak, komünizmi doğuran yüzyıl olarak hatırlanacak.
2. Bu yüzyılın sonunda kapitalizm
1. 19. yüzyılın ortasında Marx kapitalist gelişmenin genel yasalarını keşfettiğinden beri kapitalizm kendi çelişkilerini çözmeksizin ayrı şekilde evrimine devam etti. Temel olarak rekabetin egemen olduğu erken aşamasından sonra ve rekabetin bir sonucu olarak tekeller gelişti ve kapitalizmin tekelci aşaması emperyalizm belirleyici bir rol sahibi oldu. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bu aşamanın analizi Lenin’in temel başarılarından biridir. O zamandan beri, bu yüzyılın başındaki çelişkileri tasavvur edilemez derecede yoğunlaştı.
2. 1917 Ekim devriminin zaferi, devrimin başarıları ve farklı ülkelerdeki diğer sosyalist devrimler ile kapitalizm tek dünya sistemi olmaktan çıktı ve devrim ile yerine geçilebilir olduğunun pratik örneği ile karşılaştı. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki rekabet, ezilen halkların ve sömürülen emekçi kitlelerin mücadelesine çok önemli bir itki verdi. Halklar, kapitalizm ve emperyalizmden modernleşmemizin mirası haline gelen önemli zafer ve imtiyazlar kazandılar.
Emperyalist güçlerin sosyalizm karşısında yakınlaşmalarına rağmen aralarındaki çelişkiler sürdü ve dünya tarihindeki en tahripkar savaşın nedeni oldu. Bu uyuşmazlıklar, bölgesel ve global düzeyde etki alanlarının paylaşımı ve egemenlik konumlarının güç dengelerini değiştirmesiyle, kapitalist gelişmenin eşitsizlikleri ve rekabetten besleniyorlar. Son onyıllarda üç ana emperyalist merkez ortaya çıktı: ABD, AT/Almanya ve Japonya. Ancak ABD’nin ağırlığında ekonomi ve diğer alanlarda açık bir düşüş görülmektedir.
Dünya sömürgecilik sistemi çöktü ve yüzden fazla ülke, uluslararası alanda önemli bir rol üstlenerek bağımsızlıklarını elde ettiler. Bununla birlikte neokapitalist bağımlılığın karmaşık sistemi, emperyalizmin çok biçimli müdahalelerinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ucuz işgücü sömürüsü, bir eşitsiz değişim sistemi ve diğerleri arasında dış borçların tolere edilmez baskısı yoluyla zayıf iç çelişki ve uyuşmazlıklarında yardımcı olan Üçüncü Dünya’nın sömürüsü, en büyük kapitalist güçlerin gelişimi ve varlığının tek kaynağı haline geldi; bu sömürü son onyıllarda Üçüncü Dünya’daki ekonomik gelişmede mutlak bir çöküşe yol açtı ve yüz milyonlarca insanı toplumsal mahrumiyete sürükledi. Ancak, burada da açıkça ikincil konumda olmalarına rağmen emperyalist emelleri olan yeni kapitalist güçler ortaya çıktı.
3. Devlet iktidarı ile iç içe olan tekellerin gücünün sürekli artması, daha gelişkin ülkelerde devlet tekelinde kapitalizminin yükselişine izin verdi. Büyük tekelci holdinglerin elinde sermayenin birikmesi, yoğunlaşması ve merkezileşmesi daha arttı böylelikle asıl olarak iletişim teknolojisini ve yeni güçlü kitle iletişim araçlarını kontrol etmelerinin bir sonucu olarak ideolojik egemenliklerini ve toplumsal manüplasyon olanaklarını garantilediler.
Bilimsel ve teknolojik devrim, özellikle de bu yüzyılın ikinci yarısında giderek daha fazla uluslararasılaşan tekellerin yeni bir yayılışına katkıda bulunarak ve üretim sürecinde önemli değişiklikler getirerek üretici güçlerin gelişiminde yeni ve güçlü bir itki oldu. Uluslarüstü dev ortaklıkların hızlı gelişimi “ve güçlü bir uluslararası mali oligarşinin ortaya çıkışı üretim süreci ve ekonominin artan uluslararasılaşması, farklı ekonomik entergasyon mekanizmaları ve uluslarüstü tekellerin kontrol ettiği ulusötesi siyasi güçlerin harekete geçirilmesi girişiminde temellendi ve bunları belirler hale geldi.
Bu uluslarüstü dev girişimler, bu entegrasyon sürecinde, çok uluslu boyutlarından kaynaklanan ihtiyaçlarına yanıt aramaya çalışırken devletler üzerinde baskı uygularlar. Kendi mali taleplerini karşılaşacak, ekonomiyi kontrol edecek, geniş pazarları koruyacak, ulusötesi hükümetlere ihtiyaç duyarlar. Diğer çokuluslu ortaklıklar ve diğer kapitalist odaklarla rekabetlerinde, onların lehine işleyecek ve bağımlı ülkeler üzerindeki kontrollerini sürdürmelerini sağlayacak bir uluslararası işbölümü ve dünya pazarını dayatmak için siyasi ve ideolojik hatta askeri güç talep ederler.
Ekonomide devlet müdahalesi, neoliberal politikaların (Reaganizm, Thatcherizm vs.) sosyal demokrasi adına uygulandığı, belirleyici olduğu ve düştüğü 80’ler gibi bir dönemde bile artmaktaydı. Özelleştirmeler dalgası, kamu harcamalarının kısılması, iş yasasının “esnekleştirilmesi”, değişimde “liberalizasyon”, mali “deregülasyon” vs. Tüm bunlar büyük tekel guruplarının lehine ve geniş halk kitlelerinin çıkarlarına karşı yapılan devlet müdahalelerinden başka bir şey değildir. Benzer durum mali ve para politikalarında da görülebilir; muafiyetler, desteklemeler, sözleşmeler ve büyük iflas etmiş şirketlerin muazzam borçlarının borç devleti tarafından kabullenilmesi.
4. Kapitalist dünyada, güçlü bir ekonomik yenilenme dönemini açan üretim sisteminin ve ekonomi idaresinin temel bir yeniden yapılanması gündemde olsa da, kapitalizm l990’ların ortasında yeni bir ekonomik krizden kaçınamaz. Bu kriz, halledilmesine ilişkin açık bir öngörü olmaksızın sürüyor. 80’lerin tanıklık yaptığı rasyonel bir üretim artışı ile dengelenmeyen, spekülatif ve parazitik etkinliklerdeki (mali nakit gayrimenkul vs.) dev artış yüzünden ciddi bir tehdit haline geliyor. 1980’lerde dahi, uluslararası malları, hatta dünya üretimini büyük ölçüde aşan bir oranda sermaye ihracı arttı. Teknolojik devrime rağmen, gelişmiş ülkelerin üretimindeki artış sürekli olarak düşüyor Bu, maksimum kar kurallarının hükmettiği kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin bugün mümkün olan muazzam gelişimi önünde engel olduğunu açıkça gösteriyor.
Dün olduğu gibi bugün de, ne ekonomik reform ya da önlemler ne de kapitalist sistem çerçevesi içinde üretici güçlerdeki değişiklikler onun sömürücü özünü bastırabilecektir. Sermaye yalnızca emeğin daha fazla sömürülmesiyle yaşar ve varlığını sürdürür. Toplumsal eşitsizliğin tahammül edilemez biçimde artmasının; dünya çapında ve her bir kapitalist ülkede zengin ve yoksul kutuplaşmasının ve işgücünün temel üretim güçlerinin dev israfı anlamına gelen kitlesel ve kronik işsizliğin sorumlusudur.
Giderek daha tehlikeli hale gelen çalışma koşullarına; sefaletin, açlığın, hastalıkların suçların, fuhuşun, uyuşturucu kullanımının, rüşvetin, doğal kaynak israfının ve çevre kirliliğinin yayılması ile milyonlarca insanın uygarlaşma dışında kalmasına neden olur.
Kapitalizmin çözülemez çelişkileri ve bunların kitleler için olumsuz sonuçları, küçük bir azınlığın elinde en büyük zenginliğin yoğunlaşması, spekülasyonun artışı ahlak ve değerlerde çürüme tüm bunlar yaygınlaşmış rüşvet ve örgütlü suçlar ile altını derin bir biçimde oyarak devlet ve siyasal kurumların erozyonuna yol açıyor.
Otoriteryan eğilimler güçleniyor ve demokrasi altı boş bir kavram haline geliyor. Doğru bir sosyalist alternatifi olmadığında bu durum; aşırı sağ kanat, faşizm yanlısı, yasbancı düşmanı, köktenci şövenist ve kural olarak karşı-devrimcilerin yükselişinin alarmını veriyor. Pek çok ülkede iktidardaki güçler tarafından yalnızca tolere edilmekle kalmıyor, aynı zamanda destekleniyorlar.
5. Geçtiğimiz yıllarda SSCB’nin yıkılışı ve Doğu Avrupa sosyalist rejimlerinin çöküşü, bu yüzyılın sonunda emperyalizmin yayılması için yeni ve geniş bir alan açmış gibi görünüyordu. Ancak bunu başarmak için emperyalizmin eski sosyalist ülkelerde ciddi öznel ve nesnel engelleri vardı. Temel emperyalist güçleri etkileyen ciddi kriz ve Üçüncü Dünya’nın geniş bölgelerindeki patlamaya hazır durum da buna eklenmeli. Ve, kapitalizm için yeni yayılma alanları açılmış gibi görünse de, ülkelerinin Üçüncü Dünya’da kalması nedeniyle yeni kapitalist imparatorlukları suçlayarak muhalif olacak toplumsal güçlerin hareketlenmesini artıracak kapitalizme ait çelişki ve olumsuzluklar da aynı bölgeler için geçerlidir.
SSCB’nin yıkılışı ve sosyalizmin bir dünya sistemi olarak ortadan kalkması ile, büyük kapitalist güçler arasında, her birinin maddi ve insan kaynakları pazarların kontrolü için askeri savaşlar da dahil olmak üzere, özellikle ekonomik, bilimsel ve teknolojik savaşımların ve rekabetin önü açıldı.
Buna, Üçüncü Dünya ülkeleri ve emperyalizmin rekabetinin nesnesi olan eski sosyalist ülkelerin “yeni kıta”sı da dahil. Bugün, eşit bir temelde uluslararası işbirliğinin yerini alan; kaçınılmaz kuralı; zayıfın güçlü, emekçilerin ve halkların uluslararası mali oligarşi tarafından baskı altında tutulması olan ulusötesi organize komuta merkezi ile ulusötesi siyasi organları empoze etme girişimleri vardır.
Bu, milliyetçiliğin tehlikeli yükselişini kışkırtabilir ve aynı zamanda emekçilerin ve halkların kendi yaşamsal çıkarlarını, demokrasiyi, ulusal bağımsızlık ve toplumsal ilerlemeyi ve yeni ileri bir sosyalizmi savunmak için mücadele ve direnişlerini yükseltebilir.
Bugünkü kapitalist dünya sisteminde, emek ve sermaye arasındaki çelişkiler, egemen gelişmiş emperyalist ülkeler ve az gelişmiş ülkeler arasındaki çelişki ile birlikte yürümektedir. Bu yüzden, işçilerin toplumsal kurtuluş mücadelesi ile halkların ulusal kurtuluş mücadelesi arasında yakın bir ilişki vardır.
Gelişimi içerisinde emperyalizmin sömürücü, saldırgan ve baskıcı doğası değişmemiştir. Kendi karşıtına dönüşmedi ve ona yakınlaşmayacak da. Kapitalizmin devrimci bir tarzda yıkılması için, emekçilerin ve halkların toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesi bir ön koşuldur.
6. Emperyalizm, halledemeyeceği iç çelişkileri ile uğraşıyor. İnsanların artan ihtiyaçlarını karşılayacak bilimsel ve teknolojik devrim tarafından açılan muazzam yayılma olanakları ile birlikte üretici güçlerin giderek toplumsallaşan niteliği az sayıda büyük uluslarüstü ortaklıkların sahip olduğu özel kapitalist mülkiyet arasındaki artmakta olan derin çelişkilerinin sonucu olarak, insanlığın temel sorunlarını çözme kapasitesine sahip değildir. Kısa ya da uzun bir zaman sonra ve farklı yollarla, emperyalizmin gelecekteki yeri, 20. yüzyılın yalnızca tarihteki ilk adımlarına tanıklık etliği ancak tüm geleceğin sahibi olan sosyalizm tarafından doldurulacak.
3. Dünyanın “yeni düzeni”
1. Tutarlı barış içinde birarada yaşama politikası ile SSCB ve sosyalist sistemin varlığı sayesinde stratejik askeri denge sağlanmıştı ve halkların ve emekçilerin dünya çapında mücadelesi ile birlikte, bu yüzyılın ikinci yarısında emperyalizmin kontrol edilmesinde belirleyici olunmuştu.
2. SSCB ve Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinin çöküşü ile birlikte güçler dengesi emperyalizm lehine değişti “tek kutuplu” olarak sürmesini istediği dünyada kendi kurallarını empoze etmeye girişmek için muazzam ekonomik, siyasi ve ideolojik gücünü ve dev ve bugün için rakipsiz askeri üstünlüğünü kullanarak bu yeni durumun avantajını ele geçirdi.
Sosyalizmin yenilgisinden sonra ve Körfez savaşı krizinin ortasında Bush tarafından ortaya sürülen dünyanın “yeni düzeni”, tüm devletlerin ve halkların tabiyetini inşa edip yaygınlaştırılarak ABD hegemonyası altında emperyalizmin dünya yasası olarak kuruldu.
Bu, dünyanın “yeni düzeni” ndeki bir anahtar unsur, BM Güvenlik Konseyi’nin ve diğer uluslararası organların, uluslararası hukukun gerçek tahribinde bir araç ve bir kılıf olarak kullanılmasıdır. Ulusal egemenliğe saygı ve iç işlerine müdahale etmeme ilkelerinin yerini, saldırı ve savaş da dahil olmak üzere sağlanabilen tüm ekonomik, siyasal, diplomatik, pisikolojik ve askeri silah donanımının kullanılmasıyla emperyalistlerin yakıcı çıkarlarını savunmanın gerekli olduğu, her yere her zaman geçerli olabilecek “müdahale hakkı” iddiası aldı.
Üzerinde yürünen yol, tamamen halkların yararı ve mücadelesine karşı, insanlığın karşılaştığı muazzam sorunların çözümüne ve hatta emperyalizmin kendi çelişkilerine karşı bir yöndedir. Emperyalizm zaten uluslararası düzensizlik ve istikrarsızlıkların tehlikeli bir unsuru haline gelmiş durumunda. Ancak bu, değişmez değildir. Halkların mücadelesi ve çok sayıda ülkenin direnişi, BM’nin ve onun uzmanlaşmış temsilciliklerinin (UNESCO, FAO, vs.) tahribatını durdurabilir ve onun dünya üzerinde insanlığı etkileyen sorunların çözümünde önemli bir işbirliği forumu olarak işlevini koruyabilir ve geliştirebilir.
3.ABD hegemonyası altındaki emperyalizm, Genel Kongre’yi etkileyerek BM Güvenlik Konseyi’ni manüple etmekle kalmıyor; çıkar çatışmaları olmasına rağmen kendi sistemini dünya ölçeğinde empoze etmek için diğer uluslararası örgütleri de “yeniden-canlandırma” girişiminde bulunuyor.
Varşova Paktı’nın sona ermesinden sonra feshedilmiş olması gereken NATO, “yeni düzen”e hizmet edecek askeri bir güç olarak hareket ediyor ve kendi bölgesinin içinde ve dışında yeni operasyonel senaryolar uyarlıyor.
Maastricht Sözleşmesi ve BAB’ın etkin kılınması yoluyla AT, kendi askeri gücünü oluşturmaya ve hem NATO ile koordinasyon halinde ve hem de bir “Avrupa direği” olarak bir askeri ve siyasal blok olarak faaliyet göstermeye girişiyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın mağlubu büyük güçler Almanya ve Japonya, yaygın kitlesel protestolara (özellikle Japonya’da) rağmen, anayasalarından diğer ülkelere askeri müdahaleyi engelleyen maddeleri çıkararak dev ekonomik güçlerine militarist bir ifade kazandırma aranışındalar.
IMF ve Dünya Bankası, BERD ve GATT gibi diğer organizasyonlar ile birlikte ekonomik ve siyasi ilişkileri büyük güçlerin -özellikle ABD- yararına olacak şekilde etkiliyorlar. Kriz içindeki ülkeleri, kendi halklarını gözetmeksizin kendi ekonomilerinin, hammaddelerinin, işgücü ve enerji kaynaklarının uluslarüstü ortaklıklar tarafından kontrolünü garantilemeye zorluyorlar.
Yediler Gurubu (G7), tüm emperyalist sistemin üstyapısının kontrolü, koordinasyonu ve rehberliği konusunda aktif bir faaliyet yürütüyor.
Temel güçler tarafından yönlendirilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konseyi (AGİK), Helsinki Nihai Senedi’nde ileri sürülen önemli ilkeleri yani devletler arasında eşitlik iç işlerine karışmama işbirliği ve güvenlik konulu olanları terketme riskini alıyor. Devletlerin iç işlerini de dikkate alan, giderek daha müdahaleci bir yönde ilerleyen yeni bir çerçeveye ihtiyaç duyuyor.
Temel haber ajanslarının ABD ve diğer büyük kapitalist güçlerce kontrol edilmesi, gerçekliğin çarpıtılmasına ve emperyalizmin savaşçı, müdahaleci ve hegemonyacı siyasetini “haklı çıkaracak” bir psikolojik ve duygusal iklim yaratılmasına katkıda bulunuyor.
Emperyalizmin tarihi, düzinelerce savaş ve askeri müdahalelerle doludur. 80’lerde de Grenada ve Panama’nın istilası, Libya ve Nikaragua’ya dönük saldırganlık -özellikle Küba’da ciddi ve tehlikeli bir hal alan- sosyalist ülkelere dönük sürekli baskı ve müdahaleler emperyalizmin saldırgan doğasının örnekleridir.
“Demokrasi”, “siyasi çoğulculuk” ve “insan hakları”na saygı, emperyalizmin sürekli olarak aşındırdığı emperyalist sloganlardır.
Emperyalizm, Afganistan’daki en berbat karşı-devrimcilere, Nikaragua’daki “kontra”lara, Unita ve Renamo teröristlerine askeri yardım yaparak Üçüncü Dünya’daki ilerici devrimlerin konsolidas-yonunu tehlikeye sokmaya çalışıyor. Hiç kimse, Güney Afrika’daki ırkçılara, İsrail’deki siyonistlere ve pek çok örnek içinden Şili, Paraguay, El Salvador, Guatemala, Zaire, Suudi Arabistan, Pakistan, Endonezya’daki diktatörlüklere verilen desteği unutmamalı. Bugün “yeni düzen”, o eski politik hedefi farklı araçlarla gerçekleştirmeye girişiyor. Körfez Savaşı bir örnektir: Irak’ın Kuveyt’i topraklarına kalması (PKP tarafından kınanmıştır) gerekçesini kullanarak, bölgeyi ve onun stratejik kaynaklarını -petrol- kendi kontrolü altında tutmaya devam etmek, yeni uluslararası durumda kendi üstünlüğünü onaylatmak ve rejimlere askeri güç ile değişiklikleri empoze etmek için müttefikler ile birlikte bir savaş başlattı ve bunun için Güvenlik Konseyini BM Charter’ın tüm felsefesine karşı kullandı.
Afganistan’da, Pakistan ve Hindistan’da, Kore yarımadasında, Afrika’da, Ortadoğu’da savaş tehlikesi ortadan kalkmadık gerilimin bu sıcak bölgeleri emperyalist çıkarlarca; yani emperyalizmin baskı kurmak istediği ülkeleri güçsüzleştirmek ve ulusal ve ilerici güçlerin konumunu zayıflatmak için tarihsel rahatsızlıkların, sınır uyuşmazlıklarının, ulusal etnik dini ve kabilesel farklılık ve uyuşmazlıkların kullanılması yoluyla ateşleniyor.
5. Dünyanın “yeni düzeni” yalnızca ABD’nin askeri iktidarında değil, geçmişte ve bugün muazzam eşitsizliklerin sorumlusu olan ve zaten dramatik durumda olan Üçüncü Dünya ülkelerinin durumunu daha du kötüleştiren kapitalizm tarafından belirlenen adaletsiz bir dünya ekonomik düzeninde de temelleniyor.
Bu ülkelerin sorunları için emperyalizmin çözümleri, iyi bilinen Dünya Bankası ve IMF’nin “yapısal yeniden uyum” programlarıdır. Bu programlar, zayıf ekonomik ve toplumsal dokunun zedelenmesi anlamına gelir çünkü bunlar kamu harcamalarında önemli kesintiler, kamuya ait işletmelerin tahribi, acil yerel ihtiyaçları karşılayan ulusal üretimin israfına yol açan ihracata dayalı etkinliklerin gelişmesinde temellenir. Bu çözümler yalnızca varolan sorunları derinleştirirler; ancak Dış Borçlara çok yüksek faiz oranları koyarak ve yeni pazarlara girişin önünü açarak çok uluslu ortaklıklara muazzam karlar sağlarlar.
Zenginliğin yoğunlaştığı ve emperyalizme bağlı egemen sınıfların çürüdüğü Üçüncü Dünya ülkeleri önemli paylar alıyorlar ve çoğu katlanılamaz olan dehşetli insanlık trajedilerine bilim ve teknolojinin iyi bir yaşama katkıda bulunabileceği ortaya çıktığı bir zamanda tahammül ediliyorlar.
Afrika kıtasında, çoğu Asya ve Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi; açlık, hastalık uyuşturucu, azgelişmişlik ve çevre sorunları tahammül edilmez bir hale gelmiştir. Onlar, acilen adil, eşit ve emperyalizmin yeni sömürgeci sömürüsünden kurtulmuş bir yeni dünya düzeni istiyorlar.
Üçüncü Dünya ülkelerinin Dış Borçlarını yeniden takvime bağlama, azaltma ve halta iptal etme gibi acil önlemler dayatılmalı ve aynı zamanda silahsızlanmadan açığa çıkan kaynaklar, Üçüncü Dünya’nın kalkınmasına kanalize edilip en dramatik durumda olanlara depolanmış yiyecek desteği sağlanmalı. Bu önlemlerle, gelişmiş kapitalist ülkeler bu ülkelere olan “tarihsel borç”larının küçük bir kısmını ödemekten başka bir şey yapıyor olmayacaklar.
Gerilimin sıcak olduğu yerler, pek çok ülkede istikrarsız ve patlamaya hazır durumlar, ülke sınırlarının yeniden belirlenmesi girişimleri, savaş tehlikesini artırmaya katkıda bulunuyor. Emperyalist müdahale ya da etki alanlarının yeniden dağılımı üzerine emperyalist rekabet yüzünden daha da artan bu uyuşmazlıklar, insanlığın dünya üzerindeki varlığını ve yaşamını tehlikeye sokabilecek yeni bir savaş olasılığını güçlendiriyor. Emperyalizm, artan oranda karmaşıklaşan konvansiyonel, kimyasal bakteriyolojik ve nükleer silahlan imal etmeyi sürdürüyor. Ticari hale gelen ve gezegenin her yerine yayılan bu üretim emperyalizm için büyük karlar sağlayan bir uğraş olmaya devam ediyor ve insanlığın tümünü tehdit eden muazzam bir tehlike anlamına geliyor.
Üçüncü Dünya halklarının dramatik durumuna bir çözüm bulunmadıkça ve iyi bir hayat sürme hakları olmadıkça dünyada barış ya da güvenlik sağlanamayacak.
Sınai üretimdeki artış ve Üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomileri emilerek doğal kaynaklarının emperyalizm tarafından sömürülmesi, aynı zamanda büyük çevresel dengesizliklere ve dünya ekosis-temini tehlikeye atacak saldırganlıklara yol açtı; ozon tabakasının delinmesi, sera etkisi, okyanusların kirlenmesi, çölleşme vs. Bu atık üretiminde çok önemli bir gelişme ve hammadde (özellikle enerji) ve tüketim mallarının israfını gelirdi. İnsanlığa zarar veren çevre sorunlarının ciddi ve dramatik sonuçları, bunları belirleyen nedenleri elemine etmek için etkin önlemlerin alınması ihtiyacını ortaya çıkarıyor ve açıkça uluslarüslü birikimin ve kar yasalarının yerini alacak ekonomik kurallara olan ihtiyacı gösteriyorlar.
Barış, azgelişmişlik, çevre konuları; bütün insanlığı etkileyen global sorunlardır. Emperyalizmin dünyanın “yeni düzeni” ni inşa etme girişimi ile yalnızca daha kötüleşecekler.
7. Emperyalist propagandanın iddialarının aksine SSCB’nin çöküşü ve Varşova Paktı’nın ortadan kalkması dünyayı daha güvenilir hale getirmedi.
Eski sovyet topraklarında ulusal ve etnik uyuşmazlıklar, emperyalizmin geniş alanlarda kontrolü sağlama girişimleri ve milliyetçiliğin yönlendirilmesi sonucunda tehlikeli bir biçimde yoğunlaşıyor.
Almanya’nın özellikle sorumlusu olduğu, Yugoslavya’nın parçalanması ve bununla birlikte ortaya çıkan iç savaş tüm Balkan bölgesini tehdit ediyor. Dış güçler ve karşı-devrimci milliyetçilerin cesaretlendirdiği eski ve yeni düşmanlıklara ve hasar ve ölümlerin dramatik tekrarına bir son verecek siyasi bir çözüme acilen ihtiyaç vardır. Bu ülkenin parçası olan uluslar, çıkarlarının gerçek eşit haklara dayalı yakın bir işbirliği politikasında olduğunu sonunda anlayacaklar. Bu bağlamda, dışarıdan yapılacak herhangi bir askeri müdahale, yalnızca uyuşmazlığın derinleşmesine katkıda bulunacaktır ve barış getireceğine daha tehlikeli bir duruma yol açacaktır.
Bu bölgedeki durum diğer ülkelerde olduğu gibi, siyasi çözümü ve BM, AGİK, NATO ya da BAB çerçevesinde olsun olmasın, askeri müdahalelere başvurmamayı gerektiriyor.
1975’te Helsinki’de Avrupa’nın güvenliği ve işbirliği yönünde atılan önemli adımlar, Avrupa’daki güç dengelerinde gerçekleşmiş olan değişikliğe rağmen, bu amaca karşı olarak bir AGİK gurubunun her ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasi sisteminin ne olması gerektiğine karar vermesine izin verecek bir biçimde kullanılamaz. Önlemleri güçlendirmek ve AGİK’i güvenlik ve barış, görüşmeler ve işbirliği için demokratik bir forum olarak korumak için savaşımı geliştirmek gereklidir.
Avrupa’nın güvenlik ve işbirliği, her ülkenin bağımsızlığına saygı politikası ve egemen halklar ve eşit haklara sahip ülkeler arasında işbirliği temelinde inşa edilmelidir. Büyük güçler arasında etki alanlarının paylaşılması ya da yaratılması için düzenlenmiş bir bloklar politikasında temellenemez, yani; nükleer silahların tamamen ortadan kaldırılması, tüm kimyasal ve bakteriyolojik silahların tahribi, NATO’nun siyasal-askeri yapısının çözülmesi ve hangi gerekçe ile olursa olsun hiç bir ülke ya da ülkeler gurubunun dayatmasına açık olmayan kolektif bir güvenlik sisteminin inşasına uygun bir politika olmalıdır.
Bu yüzden, barışı savunan ve egemenlik hakkına ve tüm devletlerin eşit haklarına saygı, silahsızlanma, askeri blokların dağıtılması, ekonomik kalkınma ve toplumsal gelişim için doğal kaynakların ve çevrenin korunması için adil ve karşılıklı yarara dayalı bir işbirliği temelinde gerçekten yeni bir ekonomik ve siyasi uluslararası düzen talebini yoğunlaştıran emekçilerin ve halkların mücadelesini sürdürmek ve ilerletmek gereklidir.
4. Halkların mücadelesi
1. Sosyalizmin mağlubiyetinin; dünya egemenliğni başarmak için, emperyalizmin sömürücü saldırganlığının ve ilerici ulusal kurtuluşçu güçler açısından ciddi aksaklıkların izlerini taşıyan bir devrimci duraklama dönemini yaşıyoruz. Ancak, mücadeleyi sürdürmek için kapitalizmin kendi doğasının ürünü -sömürücü, saldırgan ve insanlık-dışı- nesnel nedenler bulunuyor. Mücadele zeminleri ortadan kalkmadı aksine gelişti işçi sınıfı ve diğer anti-tekel sınıf ve katmanlara krizin faturasını ödetmek için kapitalist dünyanın uyguladığı politikalar ve halkların özgürlük, bağımsızlık ve ilerlemelerine karşı bir “yeni dünya düzeni”nin dayatılması girişimleri, yalnızca eski ve yeni çelişkileri güçlendirdi adaletsizliği ve eşitsizliği derinleştirdi hoşnutsuzluğu artırdı; nesnel olarak kapitalizmin, özelde de karşı devrimci gösterisinin son bulmasında çıkarı olan toplumsal ve siyasi güçler cephesini genişletti.
Bununla birlikte, koşullar çok daha güç olmasına rağmen emekçilerin ve halkların mücadelesi devam ediyor.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde, özellikle Avrupa’da emekçilerin temel mücadelesi olan toplumsal kazanımların, sendikaların ve demokratik hakların savunusunun yerini pek çok ülkede sendikal harekette etkin olan sınıf işbirlikçi reformizme karşı olma etkinliğine bıraktı. Bu bağlamda, Maastricht sözleşmesine karşı yürütülen mücadelenin, insanların bilinçlenmesi ve mobilize olmasını sağlamasıyla, büyük bir politik önemi vardır.
Temel toplumsal kazanımların güçlü likidasyonu ve kapitalist restorasyon sürecini yaşayan eski SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinde mücadele kadar hayal kırıklığı ve hoşnutsuzluklar da gelişiyor ve komünist partileri güçlendirmek ya da yeniden organize etmek ve ilerici güçlerin etkinliklerini sağlamak için çabalar sarfediliyor.
Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da terslik ve yenilgilere rağmen emperyalizm, direnişi ve kurtuluş mücadelesini ezemedi. Çok sayıda savaşım içerisinde özel olarak bahsedilmesi gereken FKÖ önderliğinde yürütülen Filistin halkının kahraman mücadelesi, ANC’nin önderliğindeki apartheid karşıtı, güçlü kitlesel hareket, El Salvador’da demokrasi mücadelesinde FMLN’nin zaferleri, ABD tarafından dayatılan kriminal ambargo ile karşı karşıya bulunan Küba halkının cesur direnişi, Angola Halk Cumhuriyeti’ndeki son seçimlerde MPLA’nın zaferi ve Endonezya işgaline karşı Doğu Timor halklarının cesur mücadelesi. Hindistan ve Brezilya gibi geniş ülkelerde popüler demokrasi mücadelesi önemli ölçüde destek ve belirleyiciliğe ulaştı. Hintli işçilerin ülke çapında grevlerinde ve Brezilya’daki yakın dönem kitlesel gösterilerde görüldüğü gibi.
Demokrasi için, otoriter ve diktatöryal rejimlere karşı, ulusal bağımsızlığın savunusu için ve yabancı saldırganlığına karşı, bağımsız, ekonomik gelişme için ve IMF ve çok uluslu ortaklıkların haksız taleplerine karşı; sefalet, adaletsizlik ve toplumsal eşitsizliğin üstesinden gelmek için mücadele kendisini dünya üzerinde pek çok ülke ve bölgede geniş kitlesel hareket ve eylemlerde gösteriyor. Mücadelenin gelişimine ilişkin öngörüler yaparken eşitlik, adalet, toplumsal dayanışma, demokrasi, özgürlük, barış ve uluslar ve halklar arasında eşitlik çevrenin korunması gibi değerlerin halkların bilincinde derin izler bıraktığı da hesaba katılmalı. Geniş kitlelerin bilinçlenmesinin gelişiminde bu değerlerin kapitalizm tarafından reddi ya da gündelik pratiğinde bunları samimiyetsiz bir biçimde yönlendirme girişimleri önemli noktalardır.
3.Anti-emperyalist cephe güçsüzleşmiştir. Ayrıcalıklar, yenilgi ve sosyal demokrasi yanılsamaları nesnel güçlükleri artırmıştır. Bununla birlikte, sosyal demokrasi, sosyalizmin bir dünya sistemi olarak ortadan kalkması ile açılan sol zemini Sosyalist Enternasyonel vasıtasıyla işgal etmeye çalışıyor.
Ancak, demokratik ve popüler mücadelelerin bir yükselişi için öznel ve nesnel koşullar gelişiyor. Kitlelerin taleplerine cevap vermek için, farklı siyasi rehberlik ve programları olan çok sayıda parti ve hareketin anti-emperyalist bir tutum alacağı kestirilebilmelidir.
Öngörüler, ilerici ve devrimci güçlerin yeni yükselişi ve kaçınılmaz yenilenişi lehinedir.
4.Sürüp giden değişikliklere rağmen dünya komünist hareketi hala ayaktadır. Komünist partilere olan ihtiyaç sürmektedir ve emperyalizmin sömürü ve saldırganlığındaki artış ve dünyadaki egemenliğnin artmasının sonucu olarak daha güçlenmektedir; aynı zamanda uluslararası işbirliği her zamankinden daha gerekli hale geliyor.
Bunun yanısıra, dünya komünist hareketi, tarihindeki en büyük krize doğru ilerliyor. En son Kongresi’nde PKP, komünist hareketin durumu, gerçek kompozisyonu, işbirliği formları ve geleceği konulu tamamlanmış bir analize duyulan ihtiyacı vurguladı. Bir taraftan çok sayıda komünist partinin giderek zayıflaması ve dejenere olmasını görüyoruz, diğer taraftan tüm dünyada devrimci sürecin gelişen parçalanmasının bir sonucu olarak kendilerini komünist olarak tanımlamamalarına rağmen nesnel olarak ve aynı zamanda komünistlerle yan yana aynı süreç ve projenin öznel bir parçası olarak yeni güçler ortaya çıkıyor. Komünist hareketin yeniden değerlendirilmesi ve yenilenmesinin ulusal ve uluslararası düzeyde etki ve prestijini geliştirmesi için gerekli olduğu düşünüldü.
Doğu Avrupa ülkelerinde tanık olunan yenilgi, perestroykanın olumsuz etkileri, komünist partilerin tarihine, ideolojisine, sınıf doğasına, değerlerine, hedef ve örgütlenme yöntemlerine yönelen genel saldırı bu görevi daha da zorlaştırıyor. Pek çok parti, kendi devrimci kimliklerini ve sınıfsal, devrimci doğalarını sürdürerek durumu kararlı bir biçimde karşıladı. Ancak, diğerleri çalışamaz hale gelmelerine, güçsüzleşmelerine iç bölünmelere ve hatta likide olmalarına ya da sosyal demokrat dejenerasyonlarına yol açan derin iç krizlere teslim oldular. İtalyan Komünist Partisi’nin evrimi bu açıdan iyi bir örnektir. Tüm bunlar çok sayıda partinin ortadan kaybolmasına ve zayıflamasına komünistler ve diğer devrimciler arasında ilişki ve işbirliğinin güçleşmesine ve işçiler ve sendikal hareket içerisinde reformizmin etkisinin artmasına yol açtı.
5. Komünist partileri etkileyen krizi anlamak için, dünyada ve sözkonusu ülkede gerçekleşen nesnel sosyo-ekonomik değişiklikleri ve her partinin sınıf doğası, siyasi hattı örgütlenme yöntemleri, parti içi demokrasi, işçi sınıfı ve kitle bağlarının gücü kadar izlediği tarihsel yol da gözönüne alınmalı. SSCB’de perestroyka adına ve bu kılıf altında ortaya çıkan ve komünist hareket kanalıyla yayılan oportünist kavram ve teorilerin etkileri gözardı edilemez.
Asıl komünist partileri ve diğer devrimci güçleri etkileyen siyasal ve ideolojik uyuşmazlık süreçleri bölünmeler ve yeniden örgütlenmeler henüz bir sonuca ulaşmadı ancak krizin riskli dönemi atlatıldı. Çok sayıda parti yeniden canlanma sinyalleri veriyor. Bir “üçüncü yol” ya da sosyal demokrat eğilimli bir “yeni sol”u ileri sürme girişimleri beklenen sonuçları vermedi. Destekçileri giderek etkisiz hale geliyorlar ya da giderek burjuva liberalizmi ile daha fazla özdeşleşen bir sosyal demokrasinin egemenliği altına giriyorlar, içinde kayboluyorlar. PKP’nin öngördüğü gibi, komünist partilerin likidasyonunun yaşandığı ülkelerde çoğunlukla yenilenmiş bir temelde onları yeniden inşa etme girişimleri vardır. Komünistler ve diğer devrimci güçler arasında varolan sorunların kolektif bir analizini ve ortak eylem ve işbirliğinin formlarının araştırılmasını beraberinde getirecek olan yalnızca iki taraflı değil, aynı zamanda çok taraflı ilişkilerin önemi konusunda artan bir bilinçlenme sözkonusu.
6. Emekçiler, halklar, komünistler ve diğer devrimci güçler arasında dostluk dayanışma ve işbirliği bağlarının güçlendirilmesi nesnel bir ihtiyaçtır. Kendi çelişkilerinin etkilerini minimize etme ve eylemlerini dünya ölçeğinde koordine etme girişiminde sermaye güçleri arasındaki yakın işbirliği ve ekonominin uluslararasılaşması ile daha acil hale gelen kendi ortak ve yakınlaşmakta olan çıkarlarından türer.
Gelişmiş kapitalist ülkelerin emekçileri ve Üçüncü Dünya ülkelerindeki halklar geçerli koşulların ve kısa dönem mücadele hedeflerinin farklılıklarına rağmen uluslarüstü büyük sermayeye karşı nesnel olarak ittifak halindedirler. Dünya çapında, devrimci ve ilerici güçler ile komünistler arasında bağlantı ve işbirliğinin uygun formlarını bulmak ve bu ihtiyaca politik bir içerik vermek için büyük bir kararlılığa ihtiyaç vardır.
Komünist partiler ve diğer devrimci güçler arasında işbirliğinin güçlendirilmesi PKP tarafından zorunlu sayılmaktadır. PKP komünistler, sosyalistler, sosyal demokratlar, yeşiller/çevreciler ve diğer demokratik güçler arasında spesifik uluslararası hedefleri gözeten bir yakınlaşma ve işbirliği için çabalamanın zorunlu olduğunu da gözönünde tutar.
Sosyal-demokrasi alanında, gerçek sol-kanadın eylemleri ve varlığı, hatta liderleri ihmal edilmemelidir. Aynı zamanda işçi hareketi üzerinde kontrolü ele geçirme çabaları sürerken, Sosyalist enternasyonel ve sosyalist ve sosyal demokrat partiler genel olarak ve güçlü bir biçimde sağa kaymaktadırlar. Bunlar kapitalizmi ve neoliberal politikalarını açıkça savunuyorlar; kendilerini uluslarötesi ortaklıkların bir Avrupasının inşasına adıyorlar ve gerçekte bu partilerin büyük bir kısmının kesin çöküşüne yol açacak olan emperyalist bir “yeni dünya düzeni”nin inşası sürecine katkıda bulunuyorlar. Uzun yıllardır sosyal demokrasinin “başarısı”nın referansı olarak ihtiyaç duyulan “İsveç modeli”nin başarısızlığına da tanık oluyoruz. Umutlar ve hayaller gerçekleşmiyor; böylece birlikteliği gerçekleştirmek için tüm çabalar sosyal demokrasiye karşı keskin bir siyasal ve ideolojik mücadele ve açık bir ayrışma ile elele ilerliyor.
7. Marx ve Engels’in yaşadığı dönemden beri çok sayıda kampanya, komünizmin öldüğünü ilan etti. Ancak, ideallerini sürdüren ve işçi sınıfı içerisinde derin kökleri olan komünist hareket ölmedi. SSCB’de ve Doğu Avrupa’da sosyalizmin yenilgisinin bir sonucu olarak ne tarihsel olarak iptal oldu, ne de bir “kaçınılmaz çöküş”e girdi. Komünist hareket, bugünün bir gerçeği ve geleceğin bir ihtiyacıdır.
Komünist hareketin, sınıf bağlarını derinleştirme, uluslararası dayanışmayı güçlendirme, kapitalizmin varolmayı sürdürüşü ve gerçekte kapitalizmin insanlığın sorunlarını çözme konusunda yetersizliğinin görülmesi ile birlikte teorinin yaratıcı bir gelişimi ile bir eleştirel yansımayı gerektiren zengin deneyimlerinin tarihsel mirası, PKP’ye komünist hareketin geleceği yenilenmesi ve özgürlük, demokrasi, ulusal bağımsızlık, toplumsal ilerleme, barış ve sosyalizm için emekçi ve halkların kurtuluş mücadelesinde yeri doldurulamaz rolünün artan önemi konusunda tam bir güven veriyor.