Bu yazı, işçi sınıfını ekonomik mücadele düzleminden siyasi mücadele düzlemine çekebilmek için oluşturulan veya oluşturulacak olan ara örgütlenme modellerinin işlevleri ve olumsuzlukları ile leninist örgüt arasındaki bağlantıyı Türkiye solunun güncel konumlanışı çerçevesinde tartışmayı amaçlamaktadır.
Bir ayrımla başlamak istiyorum; alıcısı olsun ya da olmasın, sosyalizme geçiş tartışmasında iki kutup netleşmiştir: Kutuplardan bir tanesini yeni dünya düzencileri diye adlandırılabilecek olan ve sosyalizme ancak kapitalizmin üretici güçleri sonuna kadar(!) geliştirmesiyle geçilebileceğini savunanlar oluşturmaktadır. Kendilerine bu süreçte “demokrasi” mücadelesi yürütme görevini yüklemektedirler. Diğer taraf ise, sosyalizme geçiş için üretici güçlerin gelişim düzeyinin yeterli olduğunu ve esas görevin sübjektif faktörün -öncünün- yaratılması gereği olduğunu savunmaktadır.
Birinci tezi dışlayıp ikinci tezi kalkış noktası olarak alıyorum.
İkinci tezi savunanların genel kabulü, devrimin metropollerde değil çevre ülkelerde gündeme geleceğidir. Öncü iktidara, kitlelerin taleplerini kendi programatik hedeflerine tercüme edip devrim momentini yakalayarak gelecektir. Bu andan itibaren öncü iki önemli problemle yüz yüzedir: İnşa halindeki sosyalist ekonomi ve insan faktörü. İnşa sürecinin başlangıcında yaşanan kaostan dolayı sosyalist ekonomi geçici olarak ve nicel göstergeler açısından devrim öncesinin gerisine düşebilir. Bunun yanı sıra emperyalist kuşatmanın ve hatta kışkırtılan bir iç savaşın sosyalist ekonomiyi tahrip etme tehlikesinin, güçlü bir ihtimal olarak gözönünde bulundurulması gerekir. Ekonomik atılımın sağlanmasında da önemli görevler üstlenecek kadroların o an için öne çıkmış acil görevleri yerine getirmek üzere sosyalist öncü tarafından başka alanlara kaydırılması mümkündür. Aydınların yeni rejime karşı güvensizliği, beyin göçü ve hatta sabotajlarla karşılaşılması kuvvetle muhtemeldir.
Öncü, sosyalist inşanın güvencesi olan yeni insanı yaratmak için kitleleri yüzyıllarca kendilerine benimsetilen normlar, ahlak anlayışı ve yaşam biçiminden bir anda koparıp başka bir yaşam biçimine, ahlak anlayışına ve normlara uyumlulaştırma görevi ile yüzyüzedir. Sosyalist iktidarın korunması ve yaşatılması mücadelesini yürüten öncü bir yandan da emperyalist metropollerdcki gelişkinlik düzeyine ulaşmanın olanaklarını planlamak zorundadır.
Bütün bunların üstesinden gelmek tümüyle öncünün iktidara gelmeden ve geldikten sonra uygulayacağı politikalara bağlıdır. Bunun için leninist örgütten ne anladığımızı bir kez daha tekrarlamanın bir sakıncası olmadığını düşünüyorum.
YİNE LENİNİST ÖRGÜT
Belli bir öncülük teorisinin ürünü olarak leninist örgütü belirleyen ideolojik homojenlik, merkeziyetçilik ve illegalite gibi ögeler, istihdam edilen kadrolarda sınıfsal kökenlerinden bağımsız olarak nitel sıçrama (ideolojik, politik ve ahlaki) yapmış olma özelliğini zorunlu kılar. Leninist örgütü dar-laştıran bu zorunluluk bir yanıyla kendisini var eden öncülük misyonunun güvencesi iken önlem alınması gereken kimi sorunlara da yataklık edebilir.
Öncü, ihtiyacı olan kadroları iki yöntemle saflarına katar: Bularak ve yaratarak… “Bulmak”la kastedilen; “sosyalizm” projesi kurgulayan herhangi bir bireyin bir noktada öncüyle çakışmasıdır. “Yarat-mak”la ifade edilmek istenen ise sezgileriyle sosyalizme eğilimli olan “bakir” bir bireyin kadrolarla bir noktada buluşarak öncünün bu bireye kendi kıstaslarına göre nitel sıçratma yaptırmasıdır. Burada sorun her iki tipoloji ile nerede karşılaşılacağıdır. Herbir kadronun mevcut yaşam koşullarından kaynaklanan temas noktaları (işyeri, sendika, okul, mahalle vb.) muhtelif gerekçelerle yeterli olmayabilir. Bu durumda yeni temas noktaları nasıl sağlanabilir?
Sosyalist hareket ve işçi sınıfı hareketinin iki farklı kanal olduğundan sıkça söz edilir. Burada anlatılmak istenen iki kanalın tümüyle birbirinden izole edilmiş olduğu değil, tam tersine öncünün sürekli olarak sınıfın güncel ihtiyaçlarını ifade eden taleplerini bir siyasallık katarak onlara iade etmesi fakat bunu yaparken sınıfın nesnelliğine tabi olmamasıdır.
İşte devrim durumunda hedefe varmayı sağlayacak olan tam da bu tercümanlıktır. Kitlesel taleplerin yükselmediği durgunluk dönemlerinde kadrolar sosyalist ideolojiyi, ahlak anlayışlarını ve yaşam biçimlerini hangi araçlarla kitlelere götüreceklerdir
Buraya kadar devrim sonrası ve öncesiyle, öncünün karşılaşacağı sorunlardan söz etmeye çalıştım. Yukarıda söz edilen sorunların çözümünü kolaylaştırmak için bugünden neler yapılabileceği ve hangi araçların denenebileceği üzerinde durmak gerekiyor.
SİYASALLAŞTIRMANIN ARACI SENDİKALAR OLABİLİR Mİ?
Kitleyle her temas noktası bir siyasallaştırma alanıdır, ancak etki derecesi de alanın genişliği ile sınırlıdır. Bizi burada ilgilendiren, kitleyi sendika aracılığıyla merkezi olarak siyasallaştırma olanağının olup olmadığıdır.
Kapitalizmin sonuçlarına karşı, temsil ettiği işçi kitlesinin ekonomik çıkarlarını koruyup genişletmek, sömürüyü sınırlamak, işçilerde sorumluluk alma karar verme ve müdahale etme bilincini geliştirmek gibi yükümlülükler üstlenen sendikalar ve sendikacılar, bugün tüm enerjilerini sınıfı depolitize etmek için sarfetmektedirler. Ancak, sendikalara bu misyonu “yükleyen” sadece sosyalistlerdir ve sendikaların bu durumda olması tümüyle sosyalist hareketin güçsüzlüğünün, dolayısıyla etkisizliğinin sonucudur. Sendikaların işlevli kılınabilmesi için öncelikle kitle inisiyatifini ve katılımını engelleyen sendikacılığı bir meslek, bir geçim kaynağı olarak gören sendika bürokrasisinin kırılması bir zorunluluktur. Sendikalardaki sınıf uzlaşmacılığı ve ücret sendikacılığı anlayışı da siyasallaşmanın önünde duran bir diğer önemli sorundur. Bu sorunlar çözülmediği müddetçe sendikalar aracılığıyla sınıfın siyasallaştırılabilmesini düşünmek mümkün değildir.
Bu olumsuzlukları aşmak için sendikalarda nasıl bir çalışmanın yürütülmesi gerektiği başka bir tartışmanın konusudur ve bunun ipuçları bu sayfalarda verilmeye başlandı; sistematik olarak formüle edilmeye devam edilecektir.
Türkiye solcularının takılıp kaldığı bir “Demokratik Kitle Örgütü” tanımı var: demokratik, kitlese,l anti-şovenist, anti-emperyalist anti… Bu kadar uzun ilkeler manzumesinin altında yatan çıplak gerçek ise siyasal mücadelenin has aracının yaratılamaması sonucu “DKÖ”lerin sözkonusu araç yerine ikame edilmesidir. Veya edilmeye kalkılmasıdır.
Türkiye gerçeğinde son 20 yılın pratiğine baktığımızda kitle örgütlerinin herhangi bir kollektifin kendi düşüncelerini hayata geçirme ve yaygınlaştırma misyonuyla yüklendiğini görürüz. Bunun sonucu olarak belli ölçülerde kitlesellik kazanmış kitleörgütlerinin erime sürecine girdiğini kuruluş aşamasında kitlesel olmayan yapıların ise güdük kaldığını rahatlıkla söylememiz mümkün. Örneklemeye sendikalardan başlayacak olursak; ’80 öncesi sendikalarda oldukça güçlü olan bugünün “çağdaş sendikacıları” her türlü ayak oyunlarını kullanarak ele geçirdikleri sendikalarda kendileri gibi düşünmeyen sosyalistleri/devrimcileri hızlı bir şekilde tasfiye etme yoluna (Maden-İş, Hürcam-İş vb.) gitmişlerdir. Bunu yapamadıkları yerlerde de alternatif sendika örgütlemekten kaçınmamışlardır. Önemli bir kitleselliğe ulaşmış olan kamu çalışanlarının kurdukları derneklerde (TÖB-DER, TÜM-DER) ise tasfiye mekanizmalarını işletebilmek için zor kullanmak dahil her tür yöntemin kullanılmasından çekinilmemiştir. “Partileşmiş Sol”un dışında kalan herhangi bir kolektifin kuruluşuna öncülük ettiği bir “DKÖ” ise o günün TİP’i, TSİP’i veya herhangi bir sol partisi hangi çalışmaları yürütüyorsa, bunlar da ayni kategoriden faaliyetleri sürdürmüşlerdir. Şu farkla ki birinin adı parti olurken, diğerinin adı dernek olmuştur.
’93 yılında bu konuda oldukça rahatız; nasıl olsa solcuların esamesi okunmuyor! Şaka bir yana, sözkonusu problemlerin tekrar yaşanmamasının hiç bir güvencesi yoktur. Bu tür problemlerin aşılmasında en önemli sorumluluk; Türkiye solunda iddialı olan kolektif yapılara düşmektedir.
Başta sorduğumuz soruyu hatırlamakta yarar var: İşçi sınıfını ekonomik mücadele düzleminden siyasi mücadele düzlemine çekebilmek için ara örgütlenme modelleri ne kadar anlamlıdır ve bunun leninist örgüt ile ilişkisi nedir? Kalkış noktalarımız da sosyalist inşa sürecinin problemleri, yeni kadroların kazanılması, sosyalist ideolojinin yaygınlaştırılması, kitle bağlarının kurulması ve en yığınsal örgütlenmeler olan sendikaların sınıfın siyasallaştırılmasında bugün için bir katkısının olamayacağı idi.
İddialı bir özne için ara örgütlenme modelleri yukarıda sıraladığımız problemlerin çözümüne yardımcı olmak anlamında gerekli ve işlevseldir. Ancak bunu gerçekleyebilmek için öncelikle ilgi duyulan alanda bir talebin potansiyel olarak mevcut olup olmadığının ve bu potansiyel talebin, fiiliyata dönüşüp dönüşemeyeceğinin sağlıklı olarak değerlendirilmesi gerekir. Potansiyel talep yok iken -veya yaratma iddiası ile- başlatılan bu tür çalışmalar, bir süre sonra yıpratıcı ve getirisinden fazla götürüsü olan alanlara dönüşmektedir.
İkinci olarak da sözkonusu alanın bir “deneme tahtası” olarak kullanılıp tüketilmemesi gerekmektedir. Çalışmaya başlarken alana ilişkin özgün tezlerin hazır olması, çalışmayı yürütecek kadroların tahsis edilmesi ve tahsis edilen bu kadroların sözkonusu tezleri savunabilecek nitelikte olması sağlanmalıdır. Bugün “-der” eki ile kurulmuş olan bütün dernekler ifade etmeye çalıştığım problemlerle malûldür. Gerek potansiyel talebin olmaması gerekse de alana ilişkin tezlerin mevcut olmaması sonucunda bu alanlarda istihdam edilen kadroların kitleye hitap edebilmeleri, sorularını cevaplamaları ve özetle “hedef gösterebilmek” mümkün olmamaktadır. Ve bir süre sonra bu kadroların burada bulunan herhangi bir bireyden farkı kalmamakta, çark tersine dönmekte, kadrolar sıradanlaşmakta ve en önemlisi başta belirlenen hedefler unutulmaktadır.
Bu koşullar sağlandığı takdirde ise yeni bir siyasallaştırma alanı açılacak, yeni kadro kazanma şansı ve bu alanda burjuva ideolojisi ve ahlakına alternatif sosyalist ideolojinin ve ahlakın sunulma ve emdirilme olanağı yakalanmış olacaktır. Ayrıca bu alana tahsis edilmiş olan kadroları bir kez daha sınama ve eğitme olanağı sağlanmış olacaktır.
KADROLAŞMANIN MALİYETİ
Sezgisel olarak sosyalizme, dolayısıyla örgütlü mücadeleye yönelen bir işçiyle örgütsel angajmana girip örgüt yaşamının yükleyeceği gündelik görevlerden dolayı bireysel gelişimine hiçbir katkıda bulunamamak yaşanılan somut gerçekliktir. Bu durum, örgüt açısından otolikidasyon ise sözkonusu işçi için de monoton işyeri yaşantısını bu kez de başka bir alanda sürdürmesinden ibarettir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için örgüt çatısı altında yürütülecek sözkonusu bireye yönelik özel çalışmalar ise sınırlı sayıda insan ile faaliyetlerini yürütmeye çalışan bir kolektif için oldukça pahalı bir mesaidir. Ara örgütlenmelerde çalışan kadrolar için ise belirli bir vadenin sonunda birlikte çalışmayı hedeflediği herhangi bir bireyin tüm faaliyetleri, alışkanlıkları, becerileri ve beceriksizlikleri kontrol altındadır. Sözkonusu bireyi bu alanda dönüştürmek, bu alanda çalışan kadroya düşmektedir. Biraz önce sözünü ettiğim bedeli ödememek için kitle örgütlerinin sağlayacağı bu kolaylığı iyi değerlendirmek gerekiyor.
Her bir program veya programatik çerçevenin ayrı bir örgüte tekabül etmesine rağmen, eğer sosyalist harekete damgasını vuran belirleyici bir özne yok ise bir “harmanlanma” sürecinin yaşanması kaçınılmazdır. Bu süreç ya “eşitler arasında birlik” ya da öne çıkmış/ayrık öznelerden birinin diğer özneleri ideolojik olarak özümsemesi ile mümkün olacaktır. Ancak, her özne kadrolarını ideolojik belirlemeler dışında moral ve politik olarak da belirlemektedir. Dolayısıyla farklı kolektiflerde çalışan kadroların harmanlanması, zaman alan ve sancılı bir süreçtir. Kadroların birbirini tanıma, sınama ve kaynaşma sürecini ikincil bir alanda yaşamaları, “birlik” deneyimleri yoğun ve sonuçsuz Türkiye solu için daha anlamlı olacaktır. Kitle örgütlerinin böyle bir katkısının olacağını da hesaba katmakta yarar var.
Gerek devrim sonrası çıkacak problemlerin çözümünü kolaylaştırmak, gerekse de yeni kadrolar kazanmak; kitle bağları kurmak ve sosyalist ideolojiyi yaygınlaştırmak amacıyla ara örgütlenmelerin kurulması ve yaygınlaştırılması gereklidir. Ancak, bunu yaparken de talep kadro ve alana ilişkin tezler gibi parametreler iyi değerlendirilmek zorunda.