- yüzyıldan başlamak üzere, işçi sınıfının nasıl bir dinamik taşıdığı, kapitalizmin yıkıcı gücü olarak sınıfın nesnel koşulları ve bu koşulların sınıfın tarihsel misyonunu üstlenmesini sağlayıp sağlayamayacağı en önemli tartışma başlıklarını oluşturuyordu. İşçi sınıfının, kapitalizmin mezar kazıcısı olarak bunu nasıl ve hangi araçlarla yapacağı, 20.yüzyılın ilk çeyreğine kadar tartışmanın en keskin başlıklarıydı. Bu sorulara dünya komünist hareketi içinden farklı yanıtlar verilmesine karşın, Avrupa’ya göre kapitalizmin az geliştiği ve Çarlık’ın hüküm sürdüğü Rusya’dan yükselen yanıt büyük Ekim Devrimi olmuş ve devrim bu tartışmayı kapatmakla kalmamış aynı zamanda taşıdığı evrensel değer ve bütünlük, sosyalizme en büyük katkıyı sağlamıştır. Rus işçi sınıfını devrime taşıyan süreç, leninizmin evrensel ilke ve çerçevesini çıkarmıştır.
Bilimsel sosyalizmin temellerinin atıldığı ve marksizmin kendisini oluşturduğu 19. yüzyılda, esas olarak tarihin ilerleme yasalarını belirleyen sınıflar mücadelesi ile kapitalizm koşullarında işçi sınıfın devrimci rolünün ne olduğu daha merkezde dururken, 19.yüzyılın son çeyreğinden sonra tartışmanın merkezinde olan, işçi sınıfının devrimci rolünü nasıl gerçekleştireceğidir.
İşçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı 19. yüzyıl, kitlesel çıkışları, yenilgileri, geriye düşüşleri, Rus işçi sınıfı pratiği, işçi sınıfının devrimci rolünün nasıl hayata geçeceği konusunda leninizmin teorik çerçevesini belirleyen önermelerin dayandığı süreci oluşturur.
Marx: Sınıfa güven
Marx ve Engels işçi sınıfının devrimci rolüne dair Alman İdeolojisi’nde şöyle yazarlar:
“…kazançlarından yararlanmaksızın, toplumun bütün yükünü taşıyan toplumun dışlanmış ve zorunlu olarak, bütün öteki sınıflara karşı en açık bir muhalefet durumunda bulunan bir sınıf doğar. Bu sınıf toplum üyelerinin çoğunluğunun meydana getirdikleri bir sınıftır, Köklü bir devrim zorunluluğunun bilinci, komünist bir bilinç olan ve elbette ki, kendileri de bu sınıfın durumunu gösterdikleri zaman başka sınıflar arasında da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfın içinden fışkırır.” (1)
Marx ve Engels, köklü bir devrim için gerekli olan bilincin işçi sınıfının nesnel gelişimi ve konumundan çıkacağını söylemiş, bilincin kapsamı, içeriği, oluşum süreçleri, burjuva ideolojisinin bilincin oluşum süreçlerine etkisi konularına pek girmemişlerdir. Şüphesiz burada söz konusu olan, marksizmin kurucularının sınıf bilincini önemsiz görmeleri değil, bilincin oluşum sürecine dair sınıfın kendi iç dinamiklerine olan güvenleridir.
İşçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı 19. yüzyıl, burjuvazi ile işçi sınıfı uzlaşmaz karşıtlığının daha berrak, çıplak ve kitlesel pratiklerle görüldüğü bir dönemdir. Burjuvazinin ideolojik araçlarının henüz işçi sınıfını kuşatamadığı ve işçi sınıfının yükselişte olduğu bir dönemin nesnelliği, işçi sınıfını devrime götürecek bilincin, kapitalizmin yasalarının doğal bir sonucu olarak sınıfın içerisinden çıkaracağını düşündürmüştür. İşçi sınıfının kendiliğinden hareketinin devrimci enerjisine güvenen Marx ve Engels’in, bu nedenle, asıl konsantrasyonları sınıfın nasıl bilinçleneceği üzerine değildir. Bu dönemde, tarihin ilerleme yasaları ile sınıflar mücadelesinin ilişkisi ele alınmış artı-değer sömürüsüne maruz kalan işçi sınıfının devrimci karakterine vurgu yapılmıştır. İşçi sınıfının devrimci rolünü bulanıklaştıran her türlü siyasi akım Marx ve Engels’in eleştirilerinin hedefi olmuştur.
Lenin: Sınıfa ve Parti’ye güven
İşçi sınıfının devrimci rolünü nasıl oynayacağı konusunda Lenin Ne Yapmalı’da şöyle yazıyor:
“İşçiler arasında sosyal-demokrat bilincin olamayacağını söyledik. Bu bilinç onlara dışarıdan getirilmeliydi. Bütün ülkelerin tarihi göstermektedir ki, işçi sınıfı, salt kendi çabasıyla yalnızca sendika bilincini, yani sendikalar içerisinde birleşmenin, işverenlere karşı savaşım vermenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya zorlamanın vb. gerekli olduğu inancını geliştirebilir.” (2)
Lenin’in burada söylediği çok nettir. İşçi sınıfı kendi çabasıyla en fazla sendikal bilince sahip olabilir, sosyalist bilince kendiliğinden ulaşamaz. Bunun için bilincin işçi sınıfına dışarıdan ve öncü parti tarafından taşınması gerekir. “Öncü parti” fikri leninizmin en önemli başlıklarından birini oluşturur.
Parti, sınıflar mücadelesinin bir ürünüdür ve modern anlamda 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkar. Bilimsel sosyalizmin temellerinin atıldığı ilk yıllarda, işçi sınıfının temel örgütlenme aracı ağırlıklı olarak dernek vb. yapılardır. İşçi partilerinin kurulması ve kitleselleşmesi esas olarak 1848 devrim yenilgisinden sonraki döneme tekabül eder. “Sosyal Demokrat İşçi Partileri” olarak ifade edilen bu partiler, aynı zamanda parti fikrinin ve niteliğinin tartışıldığı ve öncü kadroların bu zeminden koparak, komünist partileri inşa ettikleri kökeni oluşturur.
19.yüzyılın kitlesel işçi partileri olan sosyal demokrat partiler, zaman içerisinde marksizmden uzaklaşmış ve reformist bir çizgide sabitlenmişlerdir. Sosyal demokrat partiler içinde marksizmden uzaklaşan reformist eğilimlerle mücadele eden marksistler, ayrışarak komünist örgütleri kurmuşlardır. Bolşevik partinin de kökeni Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne dayanır.
Komünistlerin ilk örgütü, uluslararası bir örgüt olan “Komünistlerin Birliği”dir. Birliğin programı ise örgütün verdiği görev doğrultusunda Marx ve Engels’in yazdığı, Komünist Parti Manifestosu’dur. Manifesto bir parti programıdır. Dolayısıyla Marx ve Engels için komünistlerin kendi programlarının siyasi olarak cisimleştiği ilk yer bir örgüt olan “Komünistlerin Birliği” olmuştur. Ancak, Marx ve Engels’in parti fikri ile Lenin’in öncü parti fikri arasında geniş bir açı vardır. Marx ve Engels’in parti olarak ifade ettikler şey, ağırlıklı olarak komünistlerin siyasal programının zemini ve burjuvazi karşısında işçi sınıfı bloğunun kendisidir. Burada öncülük değil, sınıfın kendisiyle eşitlenme söz konusudur. Marx’ın “kendinde sınıf”tan “kendisi için sınıfa” geçecek, bu anlamda politik bir özne haline gelecek işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu siyasal örgütlenmenin, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinden çıkacağına dair bir yaklaşımı vardır ve öncülük sınıfın kendisine atfedilmiştir. Dolayısıyla Marx ve Engels gözlerini, işçi sınıfının politik örgütünün niteliğine değil, bu politik örgütü kendi dinamikleri ile çıkaracak işçi sınıfı hareketine dikmişlerdi. Bu nedenle Marx ve Engels dönemin sosyal demokrat partilerini mesafeyle izlemişlerdir.
Lenin ise örgütün, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin kendi doğal ilerleyişinden çıkmayan/çıkamayacak olan örgütün, iradi bir müdahale ile kurulabileceğini söylemiş, örgütün niteliği ve görevlerine dair teorik düzlemde önemli bir çerçeve çıkarmıştır. Öncü partinin niteliklerine dair Menşeviklerle de sert tartışmalara giren Lenin’in parti teorisi, Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi ile birçok tartışmayı gündemden düşürmüştür. İşçi sınıfının kendiliğindenciliği, öncü parti, dışarıdan bilinç taşımak gibi temel başlıklarda Bolşevik Parti’nin önermeleri dünyanın ilk işçi devrimi ile birlikte yaşam bulmuştur.
İşçi sınıfının büyük, kitlesel, şiddetli çıkışları gibi, geriye çekiliş ve yenilgilerini de gören Lenin, işçi sınıfının üretim sürecinden gelen devrimci rolünü üstlenebilmesinin ancak sosyalist bilince sahip olmasıyla mümkün olabileceğini ve sosyalist bilincin de sınıfın nesnel gelişimi sürecinden kendiliğinden edinilen değil, “taşınan” bir bilinç olduğunu vurgular. Lenin, işçi sınıfının kendiliğinden siyasal iktidarı alamayacağını söyler.
“Kendinde sınıf”, “kendisi için sınıf” ya da kendiliğindenlik, bilinç
Tarihe sınıf mücadelesinin yön verdiği, işçi sınıfının siyasal iktidarı alacak devrimci sınıf olduğu konusunda Lenin’in Marx’tan farklı bir yaklaşımı yoktur. Burjuvazi karşısında tarih sahnesine çıkan ve tahmin edilenin aksine sadece doğrusal-yükselen değil, zikzaklı-geriye düşme süreçlerini de yaşayan işçi sınıfının, iktidarı alma sorununa Lenin, Rusya topraklarında somut yanıtlar üretmiştir. Bu yanıtların en fazla yoğunlaştığı “Ne Yapmalı”da Lenin şöyle yazar:
“Kendiliğinden unsurdan söz edeceksek, o halde, kuşkusuz, kendiliğinden olarak kabul edilmesi gereken şey, her şeyden önce bu grev hareketidir. Ama kendiliğindenlik vardır, kendiliğindenlik vardır. Yetmişlerde ve altmışlarda (ve hatta 19. yüzyılın ilk yarısında) Rusya’da grevler oldu ve bunlara makinelerin vb. ‘kendiliğinden’ tahribi eşlik etmişti. Bu ‘başkaldırmalarla’ karşılaştırıldığında doksanların grevleri, bu dönemde işçi sınıfı hareketinin yaptığı ilerlemeyi belirtmesi ölçüsünde, ‘bilinçli’ diye bile tanımlanabilirdi. Bu da göstermektedir ki, ‘kendiliğinden unsur’ özünde, tohum halindeki bir bilinçlenmeden başka bir şey değildir” (3)
Lenin burada, işçi sınıfının kendi özünde ancak tohum halindeki bir bilince sahip olduğunu söylemektedir. Tohum halindeki bu bilinç, üretim ilişkileri içerisinden çıkar ve kendi nesnel süreci içinde sınıfı siyasal iktidara yöneltmeye yetmez.
İşçi sınıfının üretim ilişkileri içerisinde şekillenen nesnel konumu ile koşulların dayattığı öznel karakter, sınıfın siyasal bilincinin oluşmasını tek başına sağlamaz. Nesnel süreç, en fazla sınıfın siyasal bilincinin oluşmasını sağlayacak zemini ya da itkiyi sağlar. İşçi sınıfının her bir üyesinin üretim ilişkilerinde mülksüzleşmesi, sömürülmesi bireyin nesnel konumunu belirlerken, işçi sınıfı dediğimiz öznelliği ve en nihayetinde sınıfın devrimci rolü üstlenmesi için gerekli siyasal bilinci kendiliğinden yaratmaz.
Marx, işçi sınıfının nesnel olarak içinde bulunduğu durumu “kendinde sınıf “ olarak tanımlarken, kendi tarihsel çıkarları için kümelenen ve bu açıdan toplumsal bir özne olmaktan çıkıp siyasal bir karakter kazanmaya başlayan sınıfı ise “kendisi için sınıf” olarak tanımlamıştır.
“Kendinde sınıf”tan “kendisi için sınıf”a geçiş sınıfın kendi çıkarları doğrultusunda burjuvazi karşısında siyasal bir özne haline gelmesiyle mümkündür. Şüphesiz burada önemli olan işçi sınıfının “kendinde sınıftan” “kendisi için sınıf”a nasıl geçeceğidir. 19. yüzyılda burjuvazi ve işçi sınıfı arasında yaşanan şiddetli çatışma, bu geçişin Avrupa sokaklarını terk etmeyen işçi sınıfının kendi iç dinamikleri ile gerçekleşeceğine dair Marx ve Engels’de güçlü bir beklenti yaratmıştır.
Lenin ise, Marx’ın, “kendinde sınıf”tan “kendisi için sınıf”a diye açıkladığı şeyin sadece sınıfın iç dinamizmi ile kendiliğinden olamayacağını, işçi sınıfını toplumsal bir özne olmaktan siyasal bir özne haline gelme sürecinin ancak öncü bir örgüt tarafından işçi sınıfına taşınacak “dışarıdan bilinç” ile mümkün olacağını söyler. Dışarıdan taşınan bilinç, siyasal bir bilinçtir. Lenin, işçi sınıfının kendi maddi koşulları içerinde kendi tarihsel çıkarlarının farkına varacağı tezini şiddetle reddeder ve koşulların işçi sınıfında kendiliğinden “ekonomik bilinç” yaratacağını ve bu bilincin de geri bir bilinç olduğunu söyler. İşçi sınıfına bilinç taşınması konusu, Lenin’den önce Kautsky ve Plehanov’un da gündemindedir. Lenin, bu konuyu geliştirerek öncü örgüt teorisi bağlamına yerleştirmiştir.
Lenin’in “dışarıdan” dediği şey, mekânsal farklılığı değil, işçi sınıfının kendi nesnel koşullarında üretemediği siyasal bilincin, işçi-işveren ilişkisinin kendisini somutladığı alanlar dışında, öncü örgüt tarafından toplumsal yaşamın her alanında üretilmesi ve taşınmasını ifade eder.
“Siyasal sınıf bilinci, işçilere ancak dışarıdan verilebilir, yani ancak iktisadi savaşımın dışından işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilgiyi elde etmenin olanaklı olduğu biricik alan, bütün sınıf ve katmanların devletle ve hükümetle ilişkisi alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır. Onun için, işçilere siyasal bilgi vermek için ne yapmalı sorusuna yanıt, pratik içindeki işçilerin ve özellikle ekonomizme eğilim gösterenlerin çoğunlukla yeterli buldukları ‘işçiler arasına gidilmelidir’ yanıtı olamaz. İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, sosyal-demokratlar, nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar; onlar ordu birliklerini bütün yönlere sevk etmek zorundadırlar” (4)
Parti, siyasal alanın taraflaşmasında sınıfın merkezinde olduğu bloğu katılaştırırken diğer sınıflara da seslenir ve bizzat bu sınıflarla temas kurar.
Bilinç dediğimiz şeyin oluşması ve gelişimi doğrusal değildir. Nesnelliğin kendi gerçekliği ve özü toplumsal yaşama, sınıf ilişkilerine doğrudan yansımaz. Maddi gerçeklik, kırılmalar, başkalaşımlar ve dolayımlarla kendisini yansıtır. Maddi gerçekliğin kırılmalarla kendisini ifade ettiği bu alanda, bilincin oluşum süreci de tek düze ve doğrusal değildir. Sınıf ilişkilerinde maddi gerçekliğin özünün kavranması ve işçi sınıfının sınıf çıkarlarının farkına varması, başka bir ifade ile “kendisi için sınıf” olabilmesi, bu maddi gerçekliğin kavranmasının önündeki engelleri etkisizleştirmesi ile mümkündür ve bu da dışarıdan yapılan müdahale ile sağlanabilir.
Bilinç bir kez oluştuğunda, tamamlanan bir durağanlığı ifade etmez. Bilincin oluşacağı sınıflar mücadelesi alanı, dinamik bir alandır ve güçler dengesine bağlı olarak bilinç karmaşık, dağılan, katılaşan bir hal alabilir. Sınıf söz konusu olduğunda, bilincin oluşum süreci bu açıdan eşitsizdir. Bu eşitsizlik de durağan değil dinamiktir ve dinamiği belirleyen, burjuvazi ve işçi sınıfı arasında yaşanan mücadeledeki güç dengesidir.
Lenin, kendi dönemi içinde, işçi sınıfının nesnel gelişimini, kendiliğinden hareketini ve buradan çıkacağı söylenen bilinci küçümsediği iddiasıyla eleştirilmiş, hatta marksizmden sapma olarak suçlanmıştır. Leninizmde, işçi sınıfının devrimci rolünü nasıl hayata geçireceğine dair muazzam bir tahlil ve soyutlama ile oluşturduğu bütünlük vardır. Bu açıdan yakaladığı evrensellik marksizmin bütünleyicisidir. Bu bütünlüğün kendisi marksist kurama katkıdır.
Lenin, kendiliğinden hareketin, işçi sınıfını iktidara taşımayacağı gibi, aksine burjuva ideolojisine yönlendireceğini, bu açıdan kendiliğinden hareketinin son tahlilde işçi sınıfını düzen içinde tutacağını söyler.
İşçi sınıfının üretim sürecinde oynadığı kritik rol, çıkarlarının burjuva sınıfıyla uzlaşmaz nitelikte olması, kapitalizmin doğası gereği mülksüzleştirilmesi, sömürüyü çıplak bir halde yaşaması, siyasal ve toplumsal devrimin taşıyıcısı olması, kendi çıkarlarını burjuva sınıfı dışındaki diğer sınıfların çıkarlarıyla örtüştürme potansiyeli taşıması, Marx’ın deyimiyle, işçi sınıfına “evrensel” bir nitelik kazandırır. Ancak işçi sınıfına dair tüm bu nesnel olgular, sınıfın “kendiliğinden hareketine” devrimci bir nitelik kazandırmaz.
Burjuva ideolojisinin, işçi sınıfı üzerinde kuşatıcı, parçalayıcı, yönlendirici özellikleriyle, kendisini zengin araç çeşitliliği ile yenileme yeteneği karşısında, işçi sınıfının sosyalist ideolojiyi salt kendi öz varlığından çıkarmasının, bağımsızlığını korumasının ve burjuva ideolojini etkisizleştirici bir güce sahip olmasının, sınıfın nesnel dinamizmine bağlanması mümkün değildir. Lenin’in, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinde ancak tohum halinde olduğunu söylediği bilinç, “sosyalist ideolojinin bütünlüğü”nü sağlayamaz.
İşçi sınıfının kendiliğinden hareketinin en kitlesel ve saf halinin yaşandığı 19. yüzyıl, aynı zamanda, burjuva ideolojisinin komplike bir bütünlük oluşturduğu, çıplak sömürüyü perdeleyen araçların geliştiği, kendiliğinden hareketleri düzen içinde tutacak yöntem ve araçların kurumsallaştığı bir dönemdir. İdeolojiler alanında burjuvazinin göstermiş olduğu bu gelişkinlik karşısında, işçi sınıfının kendiliğinden hareketi soluksuz ve yönsüz kalmış ve en nihayetinde burjuvazinin müdahaleleri ile sönümlenmiş, geriye çekilmiş, büyük oranda düzen içinde etkisizleştirilmiştir. Kendi ideolojik bütünlüğünü oluşturamayan işçi sınıfının kendiliğinden hareketleri, burjuva ideolojisine olabildiğince açık ve savunmasız kalmıştır.
Lenin’in, işçi sınıfı hareketinin kendiliğindenliğini kutsayan ekonomistlerle çok sert polemiğe girmesinin nedeni budur. İşçi sınıfının siyasal iktidarı alabilmesinin, ancak bütüncül bir bilince sahip olmasıyla mümkün olabileceğini söyleyen Lenin, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin “parçalı bilinç” yarattığı ve bunun da en fazla geri bir bilinç olan “sendikal bilinç” olduğunu söyler.
“…. haklı olarak ‘Rusya işçilerinin daha yeni yeni uyanmakta olduklarını, çevrelerine henüz bakındıklarını ve elde ettikleri ilk savaşım araçlarına içgüdüyle sarıldıklarını’ söylemektedirler. Ama bununla birlikte, içgüdüyle olan her şeyin, sosyalistlerin yardıma koşmalarını gerektiren bilinçsiz (kendiliğinden) bir şey olduğunu, modern toplumda ‘elde edilen ilk savaşım aracının’ her zaman sendikal savaşım aracı olacağını ve ‘ilk elde edilen’ ideolojinin de burjuva (sendika) ideolojisi olacağını unutarak, bundan Raboçaya Mysıl’ın varmış olduğu aynı yanlış sonuçları çıkarmaktadırlar. Aynı biçimde, bu yazarlar, siyaseti ‘reddetmiyorlar’, yalnızca (yalnızca!) bay V. V.’nin siyasetin üst yapı olduğu ve bundan ötürü de, ‘siyasal ajitasyonun iktisadi savaşım uğruna yapılan ajitasyonun üstyapısı olması gerektiği ve bu siyasetin bu savaşım temeline dayanması ve onu izlemesi gerektiği’ yolundaki görüşlerini yineliyor.” (5)
- yüzyılda doğan ve işçi sınıfının kendisini formal olarak var ettiği sendikaların değişken işlevini gözlemleyen Lenin’e göre, sendikal bilinç son tahlilde geri bir ideolojidir ve sendikal mücadeleyi merkeze oturtan siyasi akımlar işçi sınıfını burjuva ideolojisine teslim etmektedirler. İşçi sınıfının kendiliğinden ulaşacağı bilinç “sendikalizmdir”. Sendikalizm politik bir bilinçtir. Ancak bu politik bilinç, merkeze işçi sınıfının tarihsel çıkarları yerine güncel çıkarlarını yerleştirmesi nedeniyle sapmadır.
İşçi sınıfının kendisini kitlesel olarak sokakta var ettiği 19.yüzyılda, sendikalara Marx’ın yüklediği anlam ile sendikaların zaman içinde burjuva ideolojinin gelişimine paralel olarak uğradığı başkalaşım arasında epey mesafe vardır. İşçi sınıfının mücadele aracı olarak şekillenen sendikalar, zaman içinde işçi sınıfı hareketini düzen içinde tutan ve bu açıdan büyük oranda burjuva ideolojinin tahakkümü altında kalan kurumlar haline gelmiştir.
Marx işçi sınıfının biricik örgütü olarak sendikaları görür. Marx döneminde, burjuvazi karşısında işçi sınıfının kitlesel çıkışları, örgütlü olduğu sendikalar aracılığıyla olmuştur. Burjuvazi karşısında önemli bir hareket alanı yakalayan sendikalar, burjuvazinin bu alana yönelik müdahaleleri ile düzen içine alınmıştır. Sendikaların sahip olduğu pozisyon ve gücü gören Marx, işçi sınıfının politik olarak başka bir örgüte ihtiyacını hissetmemiştir.
- yüzyılda sendikaların dinamik yapısı ve doğduğu dönemde nesnel olarak elde ettiği bağımsız alanın yükselerek devam edeceğini düşünen Marx, siyasal partilerin işçi sınıfının sahip olduğu dinamik yapısını kapsayamayacağını, bunun ancak işçi sınıfının öz örgütü olan sendikalar aracılığıyla mümkün olacağını düşünmüştür.
- yüzyılın son döneminden başlamak üzere, ama özellikle 20. yüzyılda sendikalar düzen içi kurumlar haline gelmekle birlikte, burjuvazi birçok işçi sendikasını bizzat kurdurarak üretim mekânlarında alan kapatmıştır. Burjuvazi tarafından kurulan bu işçi sendikaları milliyetçi, gerici vb. ideolojik motifler etrafında kurulmuş ve kendisini örgütlemiştir. Dolayısıyla, işçi sınıfının örgütlü olduğu sendikaların bir kısmı partinin doğrudan hedefidir.
Sınıf mücadelesinin yükselişe geçtiği dönemlerde komünist partilerin sendikalar üzerindeki ağırlığı, geçici olarak sendikaları düzen dışı alanla temas ettirmesine karşın, son tahlilde, bu durum geçicidir. Sendikalar, işçi sınıfı açısından “parçalı bilincin” kendini ürettiği, işçi sınıfının taleplerini ekonomik alana hapseden, kapitalizmin nesnel olarak belirlediği, sınıfın bölünmüşlüğü üzerinden kendi varlığını oluşturan yapılar olmanın ötesine geçememektedir.
Sendikalar, işçi sınıfının gündelik çıkarlarına ilişkin mücadele araçlarıdır. Bu araçlar en nihayetinde, işçi sınıfının burjuvaziye karşı öfkesinin, elde ettiği kazanımlarla düzen içinde soğurtulmasına yarar. Ancak işçi sınıfının tarihsel çıkarı doğrultusunda siyasal iktidarın alınması ve sosyalizmin kurulması, işçi sınıfının güncel çıkarı ile tarihsel görevleri arasındaki boşluğun doldurulmasını gerektirir. Bu boşluk, öncü partiyle doldurulur. Ekonomik mücadele, işçi sınıfının tarihsel çıkarlarına kan taşıdığı ölçüde önemlidir. Parti, işçi sınıfının güncel çıkarlarının peşinden sürüklenmez. Parti, sınıfının tarihsel çıkarları için gerekli yolu gösterir, kanalları açar. Sendikalar bu kanala hizmet ettiği ölçüde önemlidir.
Dün ve bugün: Sınıftan kaçış!
İşçi sınıfının güncel ve gerçekleşebilir hedeflerinin mücadelenin merkezine yerleştirilmesini salık veren reformist ve oportünist hareket ve eğilimler, sınıfın dostları kisvesine bürünürken, sınıfın tarihsel çıkarlarını, başka bir ifade ile işçi sınıfının siyasal iktidarını hedef alan ve güncel çıkarları bu bağlama yerleştiren marksistleri somut mücadeleden kaçmakla suçluyorlardı.
Yüzyıl öncesinin oportünist ve reformist hareketleri, bugün kendisini, “Avrupa komünizmi” ve “radikal demokrasi” hareketleri ile cisimleştirmiş durumda. İşçi sınıfının devrimci rolünü kendi programından çıkaranından, sınıfı programının merkezine koyup siyasal alanda sınıf siyaseti yerine halk birliğini, dayanışmayı koyanına kadar, işçi sınıfının tarihsel rolünü ve yolunu bulanıklaştıran akımlar hâlâ marksistlerin mücadele konusudur. Siyasal alanda, sınıfsız devrimcilik pratiğini ortaya koyan bu hareketler güncele tapınmaya hâlâ devam ediyorlar.
Sınıf hareketinin yükseldiği dönemlere paralel olarak “sendikalizm” dediğimiz siyasal sapma kendisine daha fazla etki alanı bulmuş ve bu nedenle Lenin’in yoğun eleştirisinin konusu olmuştur. Sınıf hareketinin genel olarak geriye çekildiği içinden geçtiğimiz bu dönemde ise, “sendikalizmin” yerine “sınıfsız siyaseti” teorize edenler geçmiştir. Günümüzde, siyaseti sınıfsızlaştıran politik hareketler ile geçmişin sendikalizm savunucularını tarihsel olarak aynı noktada buluşturan, sınıfın tarihsel çıkarlarından kaçıp güncelin dayanılmazlığına teslim olan reformist ve oportünist akımlardır.
Sendikaların tarihsel rollerine dair yukarıda yapılan tüm bu olumsuz değerlendirmelere karşın, partinin sendikaları terk etmesi, görmezden gelmesi, yok sayması mümkün değildir. Sendikalar, partinin işçi sınıfı ile temasa geçtiği önemli bir alandır. Parti, sendikaları mutlak bir mücadele aracından ziyade, burjuva ideolojisine, ekonomizm düşüncesine, sınıfsız siyasetçilere karşı verdiği mücadelenin bir alanı olarak kullanır.
Leninizm, işçi sınıfının kendiliğinden hareketini, sendikaları, işçi sınıfının ekonomik mücadelesini önemsiz görmez ve reddetmez. Leninizmin reddettiği, mücadelenin merkezine yalnızca işçi sınıfının ekonomik mücadelesinin oturtulması ve işçi sınıfının dışarıdan herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan ekonomik alanda oluşan kendiliğinden hareketin işçi sınıfını iktidara götüreceği tezidir.
Rosa Luxemburg ve Batı Avrupa sosyal demokrat partileri, partinin, işçi sınıfına iradi müdahalelerde bulunmasının yanlış olduğunu ve sınıfın siyasal iktidarı almak için harekete geçeği dönemde işlev üstlenebileceğini savunuyorlardı. Dolayısıyla dönemin sosyal demokrasisi, kendisini işçi sınıfın iktidarı alacağı döneme hazırlarken, Bolşevik parti siyasal iktidarı alacak işçi sınıfını devrime hazırlıyordu. Bolşevik partiyi öncü yapan her dönemin politik görevlerini belirlemesi ve örgütlemesidir.
İşçi sınıfının, üretim sürecinde ortaya çıkan maddi koşulları işçi sınıfı bilincinin itkisidir. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki uzlaşmazlığın kaynağı buradadır. Sınıfı harekete geçirecek en önemli etmen, sınıfın mülksüzleştirilmesi, yoksullaştırılması kısacası üretim sürecinde ortaya çıkan maddi koşulları olmakla birlikte, sosyalist bilincin oluşum sürecinde, işçi sınıfını harekete geçirecek ve sosyalist ideolojiyi oluşturacak tek belirleyen sınıfın sefaleti değildir.
İşçi sınıfının üretim sürecindeki rolü, burjuvazi ile uzlaşmaz çelişkisini oluşturur. Ancak bu uzlaşmaz çelişki sadece üretim alanıyla sınırlı kalmaz. Burjuva ideolojisi bu uzlaşmaz çelişkiyi kırılmalar yaratarak, yaşamın diğer alanlarına taşır. Bu nedenle işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişki, kendisini çok boyutlu ve farklı şekillerde yaşamın her alanında var eder.
Bir kere daha sınıf siyaseti!
İşçi sınıfını siyasal iktidara götürecek sürecin ancak bütünlüklü bir bilinçle mümkün olacağını söylemiştik. Bütünlüklü bilinç, yalnızca üretim sürecinin dar sınırları içerisinde değil, siyasal ve toplumsal yaşamın tüm alanlarını kapsayacak şekilde kendini üretebilir. Dolayısıyla, partinin işçi sınıfı ile ilişki ve temas yüzeyi sadece işçi sınıfının ekonomik çıkarları veya üretim sürecinden ibaret olamaz.
İşçi sınıfının, diğer toplumsal sınıfların öncüsü ve temsilcisi olabilmesi, kendi çıkarları ile diğer sınıfların çıkarlarını çakıştırabilmesi için din, sanat, aile vb. yaşamın tüm alanlarında sosyalist ideolojinin kendisini yeniden üretmesi gerekir. Burjuva ideolojisi, işçi sınıfını sadece üretim süreciyle kuşatma altına almaz, burjuvazi yaşamın tüm alanlarında geliştirdiği ve güncellediği araçlarla işçi sınıfını düzen içinde tutar. Siyasal iktidarı almak için zorunlu olan, bütünlüklü bilincin oluşmasının tek yolu da sınıfın kendini yaşamın her alanında merkeze oturtmasına bağlıdır. Bütünlüklü bilincin oluşması ve sınıfın birliğinin sağlanması siyasal ve ideolojik mücadelenin konusudur.
Kapitalizm yapısı gereği işçi sınıfını farklı parametrelerle böler. Sınıfın içinde çıkarları farklı olan bölmeler ve bölmeleri oluşturan işçilerin birbiriyle rekabeti doğar. Tarihsel çıkarları aynı olan işçi sınıfının gündelik çıkar farkları, burjuva ideolojinin sınıf üzerindeki etkisini güçlendirir. İşçi sınıfının siyasal iktidarı alması, birlik içinde aynı siyasal program ve hedef doğrultusunda harekete geçmesine bağlıdır. Sınıf birliğinin, ekonomik mücadele zemininde sağlanmasının nesnel sınırları vardır. İşçi sınıfının gündelik çıkar farkları nesneldir ve iradi müdahaleler ile giderilmesi mümkün değildir. Sınıfın birliği asıl olarak siyasal alanda sağlanabilir. Gündelik çıkar farkları, ortak politik hedefler altında önemsizleşir ve belirleyici olmaktan çıkar. Örnek olsun, bir sermaye transferi türü olan kamuya ait işletmelerin özelleştirilmesi karşısında sınıfın özelleştirme karşıtı bir noktada birliğinin sağlanmasında asıl itkiyi tek başına ekonomik çıkarlar değil, kamuya ait değerlerin kullanımına ve bağımsızlığa dair politik bir duruş sağlayabilir. Burjuva ideolojisi, milliyetçilik, liberalizm, dinci gericilik ve sosyal demokrasi ile işçi sınıfını kuşatır ve sınıfın bölünmüşlüğü siyasallaşır. Aynı gündelik çıkarlara sahip olan işçiler bu kez politik alanda ayrışır ve sınıfın bölünmüşlüğü katmerleşir. Sınıfı bölen bu zeminin temizlenmesi öncü partinin siyasal müdahaleleri ile sınıfın içinden çıkan siyasal bir öncü odağı gerektirir. Dolayısıyla işçi sınıfının üzerindeki siyasal ve ideolojik kuşatmayı kırmak, siyasal ve ideolojik mücadelenin konusudur.
Ekonomik mücadelenin gündemleri, işçi sınıfının siyasallaşması ve siyasal bir özne haline gelmesi için yeterli olmadığı gibi, işçi sınıfını harekete geçirecek gündemler de her zaman ekonomik gündemler olmak zorunda değildir. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çıplak uzlaşmazlık kendisini siyasetin ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında yeniden üretmiştir ve bu alanlarda doğrudan işçi sınıfının gündelik çıkarlarını ifade etmeyen talepler de sınıfı harekete geçiren talep ve süreçleri oluşturabilir.
“Karşımıza şu sorun çıkıyor: siyasal eğitim neyi içermelidir? Bu, otokrasiye karşı işçi sınıfı düşmanlığının propagandasından ibaret olabilir mi? Elbette ki hayır. İşçilere siyasal bakımdan ezildiklerini açıklamak yetmez (nasıl ki, onlara çıkarlarının işverenlerin çıkarlarına uzlaşmaz karşıtlıkta olduğunu açıklamak da yetmezse). Ajitasyon, bu baskının her somut örneği ele alınarak yürütülmelidir (tıpkı iktisadi baskının somut örnekleri çevresinde ajitasyon yürütmeye başlamış olmamız gibi). Bu baskı toplumun çeşitli sınıflarını etkilediğine göre, kendisini yaşamın ve eylemin en çeşitli alanlarında –meslek, kamu, özel, aile, din, bilim vb. vb. alanlarında– ortaya koyduğuna göre, otokrasinin siyasal teşhirini bütün yönleriyle örgütlemeye girişmeyecek olursak, işçilerin siyasal bilincini geliştirme görevimizi yerine getiremeyeceğimiz apaçık değil midir?” (6)
Lenin’in yukarıdaki pasajında da belirttiği gibi, bilinç dediğimiz şey, yaşamın ve eylemin tüm alanlarını kapsar şekilde üretilmeli ve taşınmalıdır.
İşçi sınıfının kendiliğinden hareketi, doğduğu özgünlüğe bağlı olarak zenginlikler barındırabilir. Ancak bu zenginlikler, işçi sınıfının sınıf çıkarları dediğimiz tarihsel bağlama her zaman doğrudan oturmaz. Hatta çoğu zaman kendiliğinden hareketin bu zenginliklerine müdahale edilmeyip kendi haline bırakıldığında, bu zenginlikler, burjuvazinin müdahalesinin zemini haline gelip, kısa sürede işçi sınıfını düzen için de tutan araçlar haline gelir. Dolayısıyla işçi sınıfının kendiliğinden hareketi ile sosyalist ideoloji birbirini doğurmaz, yan yana doğar.
“Revizyonist eleştiricilerimizden pek çoğu, Marx’ın, ekonomik gelişme ve sınıf savaşımın yalnızca sosyalist üretimin koşullarını yaratmakla kalmayıp , aynı zamanda, ve doğrudan onun gerekliliğinin bilincini de yarattığını sürdüğüne inanırlar…. Ama bu kesinkes yanlıştır. Elbette bir öğreti olarak, sosyalizmin kökleri, tıpkı proleteryanın sınıf savaşımı gibi, modern ekonomik ilişkilerde bulunmaktadır ve sosyalizm, ikincisi gibi kapitalizmin yığınlarda yarattığı yoksulluk ve sefalete karşı savaşımda ortaya çıkar. Ama sosyalizm ve sınıf savaşımı yan yana doğar, birbirlerinden değil” (7)
Sınıfın eşitsiz gelişimi ve partinin rolü
İşçi sınıfının var olan mücadelesi, kendiliğinden mücadelesidir ve son tahlilde ekonomik mücadeledir. Sosyalizm, salt bu mücadele yatağından doğmaz. İşçi sınıfının tüm kendiliğinden hareketlerini birbiriyle ilişkilendiren, siyasal bir hedefe kanalize ede, sınıf savaşımı ile yan yana doğan ve bu anlamda sınıfın eşitsizliğinin bir ürünü olmakla birlikte bu eşitsizlikten kendini koruyan öncü partinin dışarıdan müdahalesine ihtiyaç vardır. Bütünlüklü bilincin üretimi/taşınması öncü partinin bu eşitsizlikten kendisini koruması ile mümkündür.
Kapitalizm doğası gereği eşitsizlik üretir, üretim ilişkileri, sınıfın yapısı ve toplumsal yaşamın tüm alanlarına bu eşitsizlik salgılanır ve yapısal hale gelir. Bu nedenle işçi sınıfını oluşturan bireyler, her ne kadar aynı nesnel zemine sahip olsa da kendi içinde eşitsizdir. Sınıfın bu eşitsiz yapısı, aynı süreçlerden geçen sınıfın tek tek bireylerini aynı ölçüde etkileyip yine aynı ölçüde politikleştirmez. Sosyalizm ve sınıf mücadelesinin birbirinden değil de, yan yana doğmasının en önemli nedeni budur.
Öncü parti, sınıfın eşitsiz yapısını görmezden gelemez ve tüm siyasal süreçlerde sınıfın heterojen yapısını dikkate almak zorundadır. Aynı süreçlere farklı mesafelerden bağlanan ya da bağlanmayan sınıfın farklı kesimlerinde, burjuva ideolojisinin basıncı ile eşitsizlik daha fazla derinleşir. Öncü partinin, kapitalizm koşullarında sınıfın eşitsiz yapısını gidermesi mümkün değildir. Eşitsizliğin nedeni, kapitalizmin maddi yasalarıdır. Dolayısıyla, siyasal iktidar alınmadan eşitsizlikler giderilemez. Öncü partinin asıl yeteneği, sınıfın bu eşitsizliğini veri alması ancak aynı süreçlere farklı mesafelerde bağlanan kesimleri aynı siyasi hedef ve program etrafında diğer toplumsal kesimlerin temsilcisi haline getirmesi ve siyasal iktidara yöneltmesidir.
Kapitalizmin siyasal ve ekonomik kriz dönemlerinde, sınıfın farklı bölmelerinin aynı süreçlere aynı mesafeden bağlanmaları daha olanaklıdır. Bu dönemlerde, sınıfın farklı bölmelerinde var olan mesafeler daralır ve sınıfın tümünü kesen siyasallaşma süreçleri daha ortak temalar etrafında şekillenir.
Eşitsizlik kaçınılmaz olarak sınıfın bazı bölmelerinin öne çıkmasını sağlarken, bazı bölmelerinin ise daha geri noktadan süreçlere dâhil olmasına neden olur. Ancak eşitsizliğin sınıfın yapısındaki bu yansıması mutlak değil, süreçlerin kendi özgül içeriğiyle de ilgilidir. Dolayısıyla öncü parti, sınıfın yapısal eşitsizliğini ve yansıma biçimlerini belirleyen dinamikleri sürekli göz önünde bulundurmalı ve bu açıdan esneyebilen taktik ve stratejiler geliştirebilmelidir.
Öncü partinin görevi işçi sınıfının tarihsel ve güncel görevlerini belirli bir bütünlükle üstlenmesinin koşul ve araçlarının yaratılmasıdır. Bu açıdan parti, sınıfı ikame ederek kendini sınıfın yerine koyan özneyi değil, işçi sınıfının siyasal iktidar için verdiği mücadelenin aracını ifade eder. Dolayısıyla, parti işçi sınıfından kopartılmış yalıtık alanlarda vücut bulmaz. Parti kalkış noktasından bağımsız olarak, işçi sınıfının içinde, fakat sınıfın nesnel olarak sahip olduğu eşitsizlikten olabildiğince korunarak kendini inşa eder.
Parti ile sınıf arasında dinamik ve karşılıklı bir ilişki vardır. Söz konusu olan kendisini tamamlamış bir öncünün sabitlenmiş bir nesneye müdahalesi değildir. Yine söz konusu olan tek başına partinin mutfakta pişirdiği bilinci, yani kendisinde olanı, sınıfa taşıyarak bilinçli sınıf bölmeleri yaratmak değildir. Öncü parti, işçi sınıfının, siyasal alanın tarafı, öznesi ve gücü haline gelmesini sağlayacak araçları geliştirir ve sınıfın burjuvazi karşısında bloklaşmasını sağlamak için hem bilinç taşır hem de siyasal müdahalede bulunur. Burjuvazi karşısında, işçi sınıfının merkezinde durduğu bloğun diğer toplumsal kesimleri kapsaması, harekete geçirmesi tek başına bilinç taşımanın değil aynı zamanda siyasal müdahalelerin ürünüdür.
Sadece sınıfa bilinç taşımaya odaklanmış bir partinin siyasal süreçlerde sınıfın gerisinde kalması kaçınılmazdır. Devrim tek başına aydınlatılmış ve bilinçlendirilmiş sınıfın üyelerinin iradi müdahalesi ile değil, siyasal alanın karmaşık yapısı içinde, sınıfın ortak politik hedefler doğrultusunda siyasal iktidarı alma sürecidir. Bu sürecin tek belirleyeni bilinç değil, aynı zamanda politik şiddetin kitleleri sarması ve harekete geçirmesidir. Bu süreç yaşanmaya başlandıktan sonra, öncü partinin siyasal iktidara yönelmesi, hareketlenen kitlelerin ne kadarının bilinçli olduğuyla açıklanamaz. Dolayısıyla parti, sınıfa bilinç taşıyacağı gibi, aynı zamanda sınıfın burjuvazi karşısındaki politik hedeflerinin sadeleşmesini ve diğer toplumsal kesimlerin bu politik hedeflerin parçası haline gelmesini sağlayacak araçları geliştirir ve müdahalelerde bulunur.
Parti, işçi yığınlarının ancak öncü unsurlarını örgütsel olarak kapsar. Bu öncü partinin kapsama yeteneğinin değil, kapitalizmin sınıf içerisinde yarattığı eşitsizliğin kaçınılmaz bir sonucudur. Parti, işçi sınıfının en ileri unsurlarının kapsandığı bir mücadele aygıtıdır ve aynı zamanda sınıfın parçasıdır. Siyasal süreçlerin şiddeti ve gereklerine uygun olarak parti sınıfın kapsanması konusunda daha daraltıcı ya da esnetici olabilir. Burada söz konusu olan, partinin sınıf mücadelesinin gereklerine uygun olarak kendisini uyarlamasıdır. Bolşevik partinin başarısı, aynı zamanda mücadelenin ihtiyaçlarına göre her dönemeçte örgütünü yeniden yapılandırmasıdır. 1917 yılına girerken, üye sayısı Menşeviklere göre daha az olan Bolşevikler, Rus işçi sınıfının üzerinde etkisi arttığı ölçüde 1917 Nisanı’nda 80 bin olan üye sayısını Ağustos ayına geldiğinde 240 bine çıkararak 3 katı büyüme sağlamıştır.
Parti kendi örgütsel yapısının bir parçası haline getirdiği sınıfın öncü kesimlerini, öncülüğünün vücut bulduğu alanlardan soyutlayarak, kendi örgütsel varlığını kurtarılmış bir ada haline getirmez. Öncü işçi, örgütlü yaşam ile kolektif bir iradenin ortak politik hedefinin alanlarda somutlanması ve yaşam bulmasının kilididir. Dolayısıyla, leninist partinin üye sayısı önemli olmakla birlikte, partinin asıl gücü, kendi gövdesinde cisimleştirdiği öncü işçilerle toplumsal ve siyasal yaşama ne ölçüde etki ve yön verdiğiyle ölçülür.
Parti kimlerden oluşur?
Yukarıda sosyalizm ve sınıf mücadelesinin birbirinden değil yan yana doğduğunu söylemiştik. Bu hal kaçınılmaz olarak partinin kendisini sınıfın eşitsizliğinden koruduğu, varlığını inşa edecek bağımsız bir alanı gerektirir.
“Sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup gelişmiştir. Toplumsal konumlarıyla, modern bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels’in kendileri de, burjuva aydın katmanındandırlar. Tam aynı yolda, Rusya’da sosyal-demokrasinin teorik öğretisi, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişmesinden tamamen bağımsız olarak doğmuştur; devrimci sosyalist aydın katman arasındaki düşünce gelişmesinin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak doğmuştur.”(8)
Lenin’in yukarıdaki pasajda belirttiği üzere, Rusya’da olduğu gibi, diğer ülkelerin komünist partileri de ağırlıklı olarak bir aydın toplamına yaslanarak kendi varlıklarını kurmaya girişmişlerdir.
Şüphesiz geçen yüzyıl içinde sınıf profilinde önemli değişikler yaşandı. Bu değişiklerin önemlice bir kısmı sınıfın kendi eşitsizliklerini derinleştirirken, diğer yandan sınıfın üzerinde kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda ileriye doğru bir etki yarattı. Kapitalizmin nesnel gelişimi kendi sömürü mekanizmalarını geliştirirken, bu sömürü mekanizmalarına uyumlu işçi sınıfının yaratılması da daha ileri bir zemini gerektirdi. İşçi sınıfı her anlamda yüzyıl öncenin işçi sınıfıyla aynı düzeyde değildir. Örnek olsun, işçi sınıfının okuma yazma oranı, ülke siyasetine duyarlılığı, süreçlerden haberdar olma kanalları artmış ve çeşitlenmiştir. Pek tabi bu gelişmeye paralel olarak burjuva ideolojinin kuşatıcı araçları da gelişmiştir. Ancak yine de sınıfın geldiği düzey düşünüldüğünde aydın, yarı-aydın kadroların sınıfın kendi bünyesinden çıkma düzeyi yüz yıl öncesiyle karşılaştırıldığında mutlak bir şekilde artmıştır. Dolayısıyla komünist bir partinin inşa süreci de dâhil olmak üzere, varlığının garantisi tek başına aydın bir toplama indirgenemez. İşçi sınıfın nicel ve nitel sıçrayışları, kendi bünyesinden, bu kategoriden kadroları çıkarmasını daha olası kılmaktadır.
Burada dikkat çekilen işçi sınıfından gelen kadroların kutsanması ve kendinde bir anlam yüklenmesi değildir. Objektif olarak sınıfın içinden çıkmış kadroların, öncü partinin siyasetini, sınıfın farklı kanallarına taşıması, sınıf-parti ilişkisinde süreklileşmeyi daha mümkün kılmalarıdır. Dolayısıyla, komünist parti için üyelerinin sınıfsal aidiyeti teorik olarak belirleyici olmamakla birlikte, sınıfın öncü kesimlerini kapsayamayan, örgütsel yapısını mutlaklaştıran bir parti kaçınılmaz olarak bir noktadan sonra sınıfla olan ilişkisi tek taraflı ve kendisini sadece sınıfa seslenen bir odak olmaktan öteye götüremez. Parti, sınıf mücadelesinin karmaşık yapısı içinde ulaşılmaz saf bilginin bir grup aydın eliyle oluşturulduğu bilinç çıtasına, işçi sınıfının aydınlatılarak çıkarılmasını sağlayan organizasyonu değil, sınıfın siyasal iktidarı almasını sağlayacak mücadele aracını ifade eder. Bu aracın maddi yaşamda hayat bulması, taşıyıcılarının örgütlenmesine, kapsanmasına ve harekete geçirilmesine bağlıdır.
Öncü partinin düşünsel birikimi, ideolojik alandaki hamleleri, sınıf siyaseti, işçi sınıfı içinde elde ettiği maddi bir güce yaslanmak zorundadır. Bu gücün, kapitalizmin kriz dönemleri dışındaki seyri durağan olmak zorunda değildir. Aksine bu gücün kendisi dahi burjuva devleti için kriz faktörüdür. Dolayısıyla partiyi sınıfın öncüsü yapacak olan şey, maddi bir güce, yani öncü işçilerin örgütlenmesine bağlıdır. Parti bu açıdan cesur olmalı ve her dönem partinin siyasal hattının tutarlı savunucuları olan öncü işçileri kapsamalı ve partinin sahiplenicileri yapmalıdır. Bunu başarmak için yola çıkmış partinin kendi üyelerinin sınıfsal aidiyetleri önemsiz hale gelmeye başlar. Sınıfın içinde maddi bir güç olamayan parti, kaçınılmaz olarak içe kapanır, cesur hamleleri gerektiren siyasal süreçlerde daha korunmacı olur ve sınıfın yükselişini sınıfın gerisinde kalarak izleyen bir noktaya düşer.
Devrimci teori gıdasını nereden alır?
Lenin, “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.” der. Şüphesiz öncü parti devrimci teoriyi en başta marksizmin muazzam mirasından alır. Tarihsel birikimler ile iktidar mücadelesinin verildiği toprağın özgünlükleri, devrimci teoriyi besleyen ve zenginleştiren kaynaklardır. Ancak devrimci teori steril bir alanda, bir kez oluştuğunda tamamlanan bir külliyat değil, her seferinde siyasal alanda kendini test etmesi gereken ve bu açıdan maddi bir güçle ilişkiye geçtiğinde hayat bulan bir alandır. Dolayısıyla devrimci teori olmadan devrimci pratik olamayacağı gibi, pratik içinde kendisine alan açamayan, bu açıdan maddi yaşamdaki karşılığını da test edemeyen teori devrimcileşemez. Devrimci teorinin maddi yaşama süreklileşmiş biçimde taşınmasının olanağı da ağırlıklı olarak partinin öncü işçiyi kapsama düzeyiyle ilgilidir.
İçinden geçtiğimiz yüzyılın komünistleri olarak, sınıf mücadelesinde öncü partinin önünde ki teorik, örgütsel, siyasal sorunların aşılması için yola koyulduk, bir kez daha bu sorunların aşılması ve işçi sınıfının iktidar arayışında leninizmin bize bıraktığı miras yolumuzu aydınlatıyor.
DİPNOTLAR
- Marx, K.-Engels, F.; Alman İdeolojisi; Sol Yayınları, s.43
- Lenin, V.İ.; Ne Yapmalı?; Sol Yayınları, s.38
- g.y.; s.37
- g.y.; s.90
- g.y.; s.52
- g.y.; s.66-67
- g.y.; s.47
- a.g.y.; s.38-39