Türkiye burjuvazisinin gözbebeği, ABD destekli devlet sendikası Türk-İş karşısında, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun hangi dinamiklere basarak, hangi ilkeler ve örgütlenme temelinde işçi sınıfı içerisinde yer aldığı oldukça büyük bir önem taşıyor. Kapsadığı işçi sayısı itibarı ile Türk-İş’in gerisinde kalsa bile sendikal ve siyasal etki alanını Türk-İş’e rağmen büyütebilen DİSK’in öyküsünde 15-16 Haziran, 12 Mart, 12 Eylül gibi önemli dönemeçler var. Türkiye sosyalist hareketi için oldukça öğretici dönemeçler…
Bu dönemeçler ve DİSK’in bundan sonra bir geleceği varsa bu geleceğin nerede olacağına ilişkin kimi saptamalar çalışmanın konusunu oluştuyor.
TÜRK-İŞ VE İŞÇİ HAREKETİ
DİSK, Türkiye’de sendikal bir ayrışmanın sonucu olarak Türk- İş’ten kopan sendikaların attığı adımlarla kuruldu. DİSK’e geçmeden önce, kısaca içinden çıktığı Türk-İş’e ve dönemin işçi hareketine kısa bir bakış anlamlı olacaktır.
1938 yılında çıkarılan Cemiyetler Kanunu ile sınıf temelli örgütlenmeler yasaklanmıştı. 1938’e kadar, sendikaların polisiye tedbirlerle engellenmesinin ötesinde artık sendikacılık, cezayı gerektiren bir fiil haline getirilmişti. 1946 yılında, seçim öncesi DP’nin işçilere sendika ve grev vaadetmesi ile birlikte CHP, sendika yasağını kaldırdı. Sendikaların yasaklanmasından sonra meslek ve dayanışma dernekleri olarak faaliyet göstermeye çalışan işçi örgütleri yasağın kalkması ile birlikte yeniden sendikal kimlik kazandılar. Ancak ortada bir problem vardı. Kapı aralanmıştı ama, davetsiz misafirler hızlı davranıyorlardı. 1946 rüzgarıyla birlikte Esat Adil’in kurduğu Türkiye Sosyalist Partisi ve Şefik Hüsnü’nün kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi hızla kendilerine bağlı sendikalar kurmaya başlamışlardı. 1946 seçimlerinden hemen arkasından yeni kurulan birçok sendika ile birlikte iki parti aynı yılın sonuna doğru kapatıldılar.
İşçi hareketini uzun bir süre daha sendikasız tutmanın mümkün olmayacağını gören Türkiye burjuvazisi ve temsilcileri önce sendikaları ve sosyalist partileri kapatıp iki ay sonra da yeni bir sendikalar yasası hazırlayarak mecliste bir gün içinde tartışıp yasa haline getirmek için kolları sıvadılar.
Dönemin Çalışma Bakanı Sadi Irmak sendikaları “Devlete karşı, devlet emrinde ve devletle beraber, amme menfaati içinde zümrelerin menfaatlerini müdafaa eden hür sendikalardır” şeklinde kategorize ettikten sonra şunları ilave ediyordu: “Bu tasarımızda ikinci prensip de, meslekten olmayanların ekseriya meşru olmayan gayeleri için bu sendikalar içerisine nüfuz etmelerini önleyici bir hüküm koymak olmuştur…”
Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllardan beri sendikalar ve çeşitli işçi örgütleri kurarak sınıfı örgütlemeye çalışan komünistleri devre dışı bırakmanın bir yolu olarak görülen ikinci maddeden sonra S. Irmak devamla “üçüncü prensibimiz sendikaları gayri siyasi yapmaktır (…)” “Dördüncü bir prensip, gayet tabii telakki ettiğimiz gibi, sendikaların milli karekteridir… Burada menettiğimiz ancak beynelminelciliktir” 1 diyerek niyetlerini hiçbir yoruma yer bırakmadan çok net olarak tarif ediyor.
Meclisten geçirilen yasa ile grevsiz, devlet güdümünde sendikaların kurulmasının da yolu açılmış oldu. İşçi hareketinin dağınık olması yerine tek bir konfederasyon altında toplanması kontrol etmeyi kolaylaştırıcı bir yan taşıyor. Bu nedenle de 1952’de kurulan Türk-İş’e hem CHP hem de DP çeşitli düzeylerde destek attılar. Bu desteğin bir ucu da CIA’nın yan kuruluşlarıydı.
Gerçi Türk-İş’in kuruluşunu bir komploya indirgemek mümkün değildir. Kuruluş er ya da geç gerçekleşecekti. Devletin amacı kendinden bağımsız da olsa kurulacak bir oluşumu erken davranarak kontrol etmeye yöneliktir.
Türk-İş, kuruluşunun hemen başında neredeyse tüm sendikaları bağrında topladı ve ilk kuruluşta Türk-İş yönetim kademesinde siyasal yalpazenin tüm kanatları yer aldı. İlk kuruluşta Türk-İş içinde bir ağırlık oluşturan sol sendikacılar ilk genel kurul ile birlikte elimine edilirler.
“Hak alınmaz verilir” ilkesinden hareket eden devlet sendikası Türk-İş, “işçi haklarını korumanın siyasal iktidarla iyi geçinmek dışında bir yolu olmadığı” balonu ile işçileri iktidar partisine eklemleme dışında bir işlev üstlenmedi. Her dönemin konfederasyonu olabilmek için de, burjuva siyasal yelpazesinin Türk-İş içinde benzer ağırlıklarla temsil edilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıktı. DP döneminde Adnan Menderes’e bağlılık mektupları yazan Türk-İş Genel Başkanı, 27Mayıs’tan bir hafta sonra istifa ettirildi ve iki hafta sonra da Türk-İş Onur Kurulu’nca Türk-İş’ten ihraç edildi!
1961 Anayasası ile grev ve toplu sözleşme anayasal güvenceye kavuştu. Ancak 1963’te, Meclis’ten geçen 274-275 sayılı yasalar ile grevlere birçok sınırlamalar getirildi ve 1961 Anayasası’nda yer almayan lokavt ilan etme yetkisi yasal güvenceye kavuşturuldu. Türk-İş’in 1 Mayıs’a alternatif olarak ileri sürdüğü 24 Temmuz İşçi Bayramı da 274 ve 275 sayılı yasaların Meclis’ten geçtiği güne denk düşüyor. Türk-İş’in hakkını da teslim etmek gerekir! İşçileri tehdit eden yasaların Meclis’ten geçtiği günü işçilere bayram olarak kutlatmasını beceren bir konfederasyonu hafife almak mümkün herkesin harcı olamaz!
27 Mayıs liderleriyle yakın mesai sonucunda Türk-İş’in, Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (ICFTU) üye olmasına izin verilmesiyle birlikte Amerikalı sendikacılarla tanışma ve daha sonra eğitim için sendikacıların ABD’ye gönderilmesinin yolu da açılmış oldu. Türk-İş içindeki sol sendikacıların TİP’in kuruluşunda başı çekmesiyle bu girişimi bir yandan baltalayabilmek, bir yandan da kalkacak bir tren varsa onu kaçırmamak için Türk-İş yönetimi, Çalışanlar Partisi’ni kuracaklarını ilan ettiler. Türk-İş içindeki devlet sendikacıları, parti kursalar bile yönlendirmenin o kadar kolay olmayacağını anladıkları için bu girişimden kısa sürede vaz geçtiler.
Türk-İş, içindeki sol kanat sendikacıların girişimi ile kurulan TİP’in kuruluşu gerçekleşince, 1964’te Türk-İş Genel Kurulu’nda “partiler üstü politika”yı ilke olarak kabul etti.
Türkiye’de 1963’le birlikte işçi hareketi, işçi haklarını korumanın Meclis koridorlarında kulis faaliyetleri yapan sendikacılar dışında bir yolunu buldular: Üretimden gelen güçlerini kullanarak direnmek. Kavel’le başlayan Zonguldak’la devam eden ve arkası gelen direnişlerde işçiler karşılarında patronları değil, onlar adına asker ve polisleri buldular.
DİSK öncesinde 1963-67 arasında başarı ile sonuçlanan onlarca direnişten söz etmek mümkün. Yine bu dönemde direnişlerde asker ve polis tarafından açılan ateş sonucu öldürülen işçilerinde varlığını da unutmamak gerekiyor.
1963-67 yılları arasında Türk-İş üst yönetiminin işçi düşmanı yüzü, her direnişte bir kez daha tescil edilmiş oldu. DISK’in kuruluşundan bir yıl önce sol sendikacılar Türk-İş dışında yeni bir konfederasyon kurmayı konuşmaya başlamışlardı. Bu amaçla da Maden-, Lastik-İş, Basın-İş ve Gıda-İş, Temmuz 1966’da Sendikalar Arası Dayanışma Anlaşması’nı oluşturdular. SADA’nın oluşturulmasıyla artık geriye dönüşü olmayan bir yola da giriliyordu.
1966 sonunda Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası Grevi’nde Türk- İş yönetiminin her türlü ayak oyunu ile işçileri satmak istemesi üzerine grevin sürebilmesi için 16 sendika “destekleme komitesi” kurarak Paşabahçe işçilerine sınıf dayanışmasının güzel bir örneğini verdiler. SADA’yı oluşturan dört sendikaya Türk Maden-İş Sendikası’nın da katılımıyla 12 Şubat 1967’de DİSK kuruldu.
KURULUŞUNDAN 12 MART’A DİSK
İşçi hareketinin gelişimi ve mücadeleleciliği DİSK’in yeşerebileceği bir ortamı yarattı. 1963-67 arası hareketlilik DİSK ile birlikte örgütsel güvencelere ulaştı ve yeni bir ivme kazandı. DİSK kurucuları bir anlamda, Türk-İş’e bakarak kendilerini tarif ettiler. Kuruluş Bildirisi ve Ana Tüzük’le de ayrımlarım net olarak ortaya koydular.
Türk-İş’ten kopuşun odağında sınıf sendikacılığı vardır. DİSK’in bu topraklarda yeşermesinin ve kısa sürede gelişmesinde “sınıfa karşı sınıf” bilincinin ön plana çıkarılması ve bu ilkenin beraberinde gelen mücadeleci ruh vardır.
1960’larla birlikte solun ülke topraklarında açılım kanalları bulması ve polisiye vaka olmanın ötesinde bir konum kazanması sınıf içinde de kendine bir kanal yaratabildi. Sınıfın karşısına bir başka sınıfla çıkmanın olmazsa olmaz koşulu ise siyasallaşmaydı. DİSK’in kuruluşuna ön ayak olan sendikacıların neredeyse tümünün DİSK öncesinde, TİP’in kurucuları olmaları, sağlıklı olmayan nedenlere dayansa bile sınıf sendikacılığının siyasallaşma dışında gelişebilmesinin mümkün olmadığının görülmesi Türkiye sendikal tarihinde önemli bir adım olarak bir yerlere yazılmalıdır. 2
1960 sonrasında Kavel’le başlayan, Zonguldak’la devam eden ve DİSK’in kurulduğu 1967 yılına kadar ivme kazanarak ilerleyen işçi direnişlerinden onlarca örnek vermek mümkün. Bu direnişlerin çapıyla orantılı olarak alınan tepki de işçilerin gözaltına alınmasından, jandarma ve polis kurşunlarıyla öldürülmelerine doğru bir evrim geçirmiştir. Yine aynı yıllar içerisinde diğer fabrika ve işyerlerindeki işçilerin, direnişçi işçilere omuz vermek için örgütledikleri destek eylemlerinden söz edebilmek mümkün. Bunlar, işçi hareketinin kendisi için sınıf olma yolunda attığı ciddi adımlar olarak bir kenara yazılmak zorundadır.
DİSK’in kuruluşu ile birlikte, Türk-İş ve bağımsız sendikalardan DİSK’e kayış, genellikle toplu sözleşme dönemleri öncesinde gerçekleşir. Bunun en önemli nedeni sınıfın kendi deneyimleri sonucu Türk-İş ve benzeri sendikaların çeşitli oyunlarla toplu sözleşme döneminde işçileri aldatmaya çalışmaları ve bunda da başarılı olmalarıdır.. Bu nedenle işçiler önce sarı sendikalardan istifa edip, DİSK’te örgütlenerek toplu sözleşme masasına oturmayı tercih ediyorlardı. 1967’yi takip eden ilk yıllarda gerçekleşen bu kopuşların büyük kısmı yine birçok direnişe yol açmış, ilk defa fabrika işgalleri gerçekleştirilmiş, bu işgaller dozerler, panzerler ve gözyaşartıcı bombalarla polis ve askerler tarafından kırılabilmiş, ancak işçiler sonunda DİSK’e bağlı sendikalara geçmeyi başarabilmişlerdir. Bu direnişlerin tümünde kan, gözyaşı ve işten atılmalar olsa bile, işçi hareketi kendi deneyimleri ile haklarını ancak mücadele ile koruyabileceğini ve geliştirebileceğini anlamıştır ve özgüven kazanmıştır. Başarı ile sonuçlanan toplu sözleşmelerin bağıtlanması ya da toplu sözleşmelerde kabul edilse bile patronlar tarafından gaspedilmeye çalışılan hakların, üretimden gelen gücün kullanılması ile güvenceye alınması DİSK’e akışı hızlandırmıştır.
1967-1971 arası en sert mücadelelere sahne olan sektör, sanayiinin kilit sektörleri, demir-çelik ve maden sektörü olmuştu. Bu sektörlerde gerçekleşen birçok direnişte, sınıf içi dayanışmanın kanalları zorlanmış, yer yer fabrika yakınındaki mahallelerden ve devrimci gençlerden oluşan bir destek zinciri oluşturulmuştur.
1961 Anayasası’na 1963’te eklenen maddelerle işçilerin örgütlenme ve grev hakları çeşitli sınırlamalarla budanıp lokavt bir hak haline getirilmişti. Ancak, bunlar işçi hareketinin önünü kesmeye yetmiyordu. 1970’li yıllara gelirken sık sık kullanılmaya başlanan “bol gelen 1961 Anayasası’nın daraltılması”na ilk olarak sendikalar yasası ile başlandı.
Tüm devlet olanaklarının seferber edilmesine karşın, Türk- İş’in altı, mücadeleci işçiler tarafından oyuluyor, Türk-İş’ten DİSK’e çok hızlı bir kayış gerçekleşiyordu. Bunun önünün kesilememesi durumunda, bu ülkede tek konfederasyon kalacaktı. Ancak bu, “mevcut kanunlar ve nizamlar çerçevesi içinde milliyetçi bir teşekkül vasfını kaybetmeden” ve “biz sınıf mücadelesi istemedik ve istemiyoruz” diyen Türk-İş değil, “emekçilerin, tüm haklarını alabilmesi yalnız masleki mücadele ile mümkün değildir. Bunun yanısıra Anayasa’daki demokratik haklarını kullanarak, siyasi mücadele yapmaları da gereklidir” diyen ve sınıf mücadelesi temelinde örgütlenen DİSK olacaktı. Türk-İş’e verilen “bu ülkede tek konfederasyon kalacak” sözününün fiile geçirilebilmesi için 274 ve 275 sayılı Sendikalar Yasası ile Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasaları’na ek hükümler ilave edilerek, herhangi bir işkolunda, sendikal faaliyet yürütebilmek için sigortalıların üçte birini, konfederasyon olabilmek için de, sendikalı işçilerin üçte birini temsil etmek gibi maddeler ilave edilerek DİSK’i ortadan kaldırmaya yöneldiler.
15-16 Haziran’ın hemen öncesinde bu yasa değişikliği tasarısını AP ve CHP’ye mensup sendikacı milletvekilleri önermişti. O dönemde Türk-İş’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın Başkanı ve daha sonra DİSK Genel Başkanlığı’nı üstlenecek olan CHP Milletvekili Abdullah Baştürk baş rolü oynayanlardan biridir. Tasarının 11 Haziran’da Meclis’ten geçmesi sonrasında, Türkiye işçi sınıfı tarihindeki en sert tepkiyi vererek, DİSK’e sahip çıkmanın ötesinde, doğrudan siyasal taleplerle, iki gün boyunca İstanbul-İzmit hattında yoğunlaşan eylemler gerçekleştirdi. 15-16 Haziran, DİSK üst yönetiminin hedeflediği noktayı fazlasıyla aşan, tabanın kendiliğinden başlattığı eylemliliğe Türk-İş’e üye işçilerin, devrimci gençlerin ve solun katıldığı bir hareketlilik olarak geçti tarihe.
Direnişin ikinci gününde DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler radyodan seslenerek “bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıklara bürünerek girebilirler” şeklinde işçileri uyarıyordu. Bunlar kimdi? Bunun cevabını da 15-16 Haziran eylemlerine yol açan yasa tasarılarının altında imzası olan, ancak 12 Eylül yargılamalarında 15-16 Haziran’ın da hesabını vermek zorunda kalan Baştürk’den aktarmak tarihin bir ironisi olarak anlamlı olabilir:
“15-16 haziran Direnişi sırasında DİSK’in üye sayısı 50 bin dolayındaydı. Oysa gazetelere bakılırsa Sendikalar Yasasına yönelik yasa değişikliğini protesto hareketlerine 100 binden fazla işçi katılmıştı. 16 Haziran’da yürüyüşe katılan 168 işyerlerinden 121’inde Türk-İş’e üye sendikalar sözleşme yapmış durumda idi. Ölen üç işçiden iki ve yaralı 35 işçiden 22’si Türk-İş üyesi idi. Bu nedenle 15-16 Haziran Direnişi Türkiye işçi sınıfının bir eseridir. Yalnızca DİSK’e ait değildir.” 3
Eylemlerin hemen arkasından İstanbul ve İzmit’te ilan edilen sıkıyönetim ile birlikte beş binin üzerinde işçi işten atıldı. 15-16 Haziran işçi eylemleri, dönemin Başbakanı Demirel tarafından ayaklanma provası olarak adlandırılırken, solun içinde yürütülen işçi sınıfının öncülüğünün ideolojik mi yoksa fiili mi olduğu tartışmalarına noktayı da koyuyordu. Politik önderlikten yoksun kendiliğinden gelişen bir işçi hareketinin 12 Mart’la birlikte söndürülmesi ise Türkiye burjuvazisine rahat nefes aldırıyordu.
Türkiye’de sendikaların ortaya çıktığı ilk dönemlerden bugüne kadar 1967-70 arasında DİSK’in TİP’i desteklemesi ayrıksı bir örnek olarak duruyor. Bu ayrıksılık dışında DİSK 1970 sonrasından günümüze kadar yapılan bütün seçimlerde işçilerden oylarını 1980 öncesinde CHP’ye sonrasında ise SHP’ye vermelerini istemiştir. Ama açık, ama gizli olarak.
DİSK’li sendikacılara TİP’i destekleten nedenlere de kısaca değinmek gerekiyor. DİSK yöneticisi olan TİP kurucuları, sendikal kimliklerini ne oranda siyasal kimliklerinin içinde eritmişlerdi? TİP destekleniyordu, ama bu nasıl bir çerçevede gerçekleşiyordu?
DİSK’in TİP’i desteklemesi sınıfın siyasallaşmasında önemli bir basamaktır. Ancak sendikacıların kalkış noktası, siyasal tercihlerin ötesinde, sendikaldır. Sosyalist siyasal bilincin ötesinde sendikaları ayakta tutmaya ve geliştirmeye yönelik bir sorundan yola çıkılarak bu adım atılmıştır. TİP’in varolan bütün olanakları sendikalar için seferber edilmesine karşın TİP’li sendikacılar kendi sendikalarında partili mücadele için olanak yaratma bir yana, bunu yer yer engellemişlerdir de. 1969 yılında yapılan seçimlerde, seçim sisteminin değişmesiyle birlikte TİP bir önceki dönemde olduğu gibi 15 değil, 4 milletvekiline sahiptir. Bu noktadan itiberen DİSK’li sendikacılar TİP’ten çekilmeye başlamış ve 12 Mart’ta yollar ayrılmıştır.
Sınıf bilinci, işçileri sosyalist siyasal bilince otomatik olarak taşımadığı gibi, sınıf bilinci DİSK’i kuran sendikacıları da sosyalist yapmaya doğal olarak yetmemiştir. İşin diğer boyutunda ise sosyalist siyasi bir bilinç sonucu TİP içinde yer alan partililerin sendikacılara bakışı vardır. Bu bakış partili olsun da isterse sendikacılar üç ayda bir partiye uğrasın şeklinde tanımlanabilir. Bunun en somut örneği Kemal Türkler ve Behice Boran arasında diyalogda ortaya çıkıyor. 1970’in son günlerinde toplanan TİP 4. Büyük Kongresi’nde K. Türkler, “DİSK başkanı, Maden-İş’in başkanı pazar, cumartesi yok gecenin 11’ine, 12’sine kadar çalışmak mecburiyetindedir, bu yüzden parti görevi almıyorsa, suçlu olmamalı, horlama cihetine gidilmemelidir” 4 derken, Boran “sendikacı arkadaşlardan parti çalışması olarak beklenen şey, içlerinden bazıları üç ayda bir yönetim kuruluna gelebilecek kadar vakitleri vardır. Merkez Yürütme Kurulu’nun tavsiye listesinde rica edeceğiz” 5 diye cevap veriyor. Bu diyalogdan çok değil üç aya sonra da 12 Mart’ta TİP darbeye karşı çıkarken, DİSK faşizmi “karanlık ufukları aydınlığa kavuşturmuştur” diyerek alkışlıyordu.
15-16 Haziran’da tabanın bastırması sonucu adım atmak zorunda kalan DİSK üst yönetimi, eylemi söndürmek için hızla adım atmış, bunun sonucunda yargılamaktan kurtulmuşlardı. DİSK yönetimi için sınıf sendikacılığının son sınırı, işçi sınıfının devletle doğrudan doğruya karşı karşıya kaldığı noktadır. Bu noktadan itibaren geriye basma başlamış, bu geriye basış, DİSK üst yönetimine 12 Mart Darbesi’ni destekletmiştir. 12 Mart ile tüm grevler yasaklanmış ancak DİSK kapatılmaktan kurtulmuştur. DİSK, 15-16 Haziran ile işçi hareketi önünde ön açıcı olma özelliğini kaybederek, sınıfı düzen içinde tutmanın bir örgüt olmaya başlamıştır.
12 MART’TAN 12 EYLÜL’E DİSK
12 Mart’tan çıkışta yükselen Ecevit dalgası DİSK içinde de ciddi bir destek buldu. 1973 Genel Seçimi’nde DİSK içinde herhangi bir tartışmaya yol açmadan CHP desteklendi. Seçimlerin yapıldığı dönemde TİP, TSİP, SDP ve diğer sol partiler kurulmamıştı.
1973 yılı içinde yapılan Türk-İş Kongresi’nde ayrı liste çıkaran sosyal-demokrat sendikacılar seçimi kaybedince, Türk- İş içinde barınmaları neredeyse olanaksız hale gelmişti. Bunun sonucu olarak sendika üst yönetimlerinin aldığı kararlar sonucu, sendikaların konfederasyon değiştirmeye başlamalarıyla tekrar Türk-İş’ten, DİSK’e akma süreci başladı.
Bu süreç DİSK içindeki sosyalist sendikacıların etkisinin kırılmasını da beraberinde getirdi. Bir başka farklılık ise 12 Mart öncesi işçiler DİSK’e uzun ve sancılı mücadeleler sonucu geçerken, artık geçerli yöntem, pazarlıktı. Bu da DİSK’in nicel olarak ilerlemesine karşılık, nitel olarak gerilemesi gibi bir sonucu doğurdu. 1971 öncesinde DİSK’e bağlı sendikaların şube düzeyindeki yöneticilerin çoğu aynı zamanda fabrikalarda çalışan işçilerden oluşuyordu. 12 Mart sonrası dönemde ise sendikacılığı meslek edinmiş olanların sayısında ciddi bir artış yaşandı. Aynı iş kolundaki sendikaların birleştirilmesi sosyalistlerin sendikalardan temizlenmesi operasyonlarına dönüştürülerek, DİSK, CHP için dikensiz bir gül bahçesi haline getirilmeye çalışıldı. 1974’de Kıbrıs’ın Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından tam bir NATO karargah üssü haline getirilmesi ile sonuçlanan işgale DİSK destek vermiş ve işçilerin birer yevmiyelerini Savaş Fonu’na bağışlamaları kampanyası başlatmıştır. Kıbrıs Harekatı nedeniyle ilan edilen sıkıyönetimin ilk yaptığı iş grevleri yasaklamak olmuştu. 1975’te yapılan DİSK 5. Genel Kurulu ile DİSK üst yönetimi, TKP çizgisinin etkisine girdi. Her niyete yenilen muz olmanın avantajını iyi kullanan TKP, “İleri Demokratik Bir Düzen” sloganı ile, CHP’nin kapsamakta zorlandığı ama yine de CHP’den kopamayan sol-sosyal demokratlarda bir karşılık buldu.
1975 Ara Seçimleri’nde, kurulan sosyalist partilerin varlığına rağmen yine CHP desteklenmiş ve bu sefer, K. Türkler, “bugünkü ortamda sosyalist mücadele yapılmaz… Bugün ille de ‘sosyalist mücadele yapılmalıdır’ diyenler, ayrıca CHP’yi demokratik bir güç olarak kabul edip buna rağmen Sosyalist Parti kuranlar işçi sınıfına ihanet etmektedirler” 6 deme cesaretini gösterebilmiştir.
DİSK Genel Yönetim Kurulu Kararı’nda da, “bugün ülkemizde seçimlere girme ve aday gösterme durumunda olan ve iktidara en güçlü aday durumunda bulunan tek ilerici ve demokrasiden yana örgüt CHP’dir. Bu nedenle DİSK halkımızı ve üyelerini CHP’ye oy vermeye çağırır. DİSK, CHP’ye oy vermeyi… ileri demokratik bir düzen kurulmasının ön şartı sayar.” 7
DİSK’i hiçbir döneminde bir bütün olarak düşünmemek gerekiyor. Üst yönetimdeki ağırlık 1975’den 1977’ye kadar TKP görüntüsü altında CHP çizgisinde olsa bile, solun bütün kesimleri DİSK içinde varlıklarını sürdürdüler. Solun bütün ekipleri için siyasal kapsayıcılıktan çok sendika yönetimlerinin ele geçirilmesi asıl hedef olduğu için, sendikalarda ve diğer mesleki kitle örgütlerinde yapılan her düzeydeki seçimlerde ayak oyunlarını sergileyenler meşru görülmüştür. 1975’lerle birlikte DİSK, örgütlenmesinin önünü kesmek için faşistlerin silahlı saldırılarının başlaması karşısında DİSK’i faşistler karşısında savunan ve sınıfın yanında yer alanlar CHP’nin militanları değil, her yerellikte değişen ağırlıklarla olsa da sosyalistler ve devrimciler oldu.
1977 seçiminde DİSK’ten yapılan açıklamada “işçi sınıfının seçimlerde temsil edilmediği günümüz koşullarında DİSK’in CHP’yi desteklemesi somut nedenlere dayanmaktadır” 8 denmekteydi. Sorun sosyalizmin temsilinden sınıfın temsiline indirgenmiş oluyor. Burada ben bir adım daha atmak istiyorum: 141-142 kalkmış olup da TKP seçimlere katılsaydı, Türkler ve ekibi, yapılacak genel seçimlerde, CHP’yi desteklemekten vazgeçer miydi? Ben durumun farklı olmayacağını rahatlıkla ileri sürebiliyorum. 12 Mart öncesi destek atılabilecek tek parti vardı o da TİP’ti. 1973’den sonra ise durum değişiyor. 1975’lerde TİP, TSİP, SDP, TEP gibi bir dizi sol parti ortaya çıkmıştı. Öte yandan DİSK, Türk-İş’ten yapılan transferlerle yalnız üye sayısını arttırmadı, aynı zamanda hantallaşarak yer yer Türk-İş’e benzedi. Seçimlerde DİSK görüşünü açıklamak zorundaydı. DİSK’li sendikacıların, tabanı göz önünde bulundurmadan adım atmalarını ise beklememek gerekir. TKP çizgisine yakın olup partili olmamanın, K. Türkler ve benzerlerine sağladığı birçok ek avantaj olmuştur(). İlk olarak hareket alanlarını her zaman geniş tutmuşlar, TKP’nin uluslararası ilişkileri sendikaların güçlendirilmesi için kullanılmış, “yolumuz işçi sınıfının yoludur” diyen İGD’nin militan gücü sendikal örgütlenmede kullanılmış, Türkler ve ekibi DİSK içinde TKP çizgisine bunun karşılığını sendikaların olanaklarını sunarak ödemiştir. Sonuçta TKP, devrimci hareketin DİSK’ten tasfiyesi için kullanılmıştır.
TKP’nin yasaklı olması, K. Türkler ve ekibinin CHP’yi desteklemelerinde ciddi bir kılıf olarak kullanılmıştır. 1980 sonrası sol ile tanışmış olanlar, 1970’lerde DİSK’in CHP’yi desteklemesini anlamakta zorlanabilirler. CHP’nin bu alanda başarısını da unutmamak gerekiyor. Türkiye solunun neredeyse bütünü, (TİP ve kimi dönemlerde bazı ekipler) CHP’nin sürekli MHP’yi göstererek oy istemesine oylarını CHP’ye vermenin ötesinde seçim dönemlerinde neredeyse bütün enerjilerini CHP’ye akıtarak cevap vermiştir.
Aralık 1977 yapılan DİSK 6. Genel Kurulu’nda Kemal Türkler Genel Başkanlığı kaybetti. Genel Kurul’un galibi yine CHP oldu. 1970’de DİSK’i ortadan kaldırmak için hazırlanan yasa tasarılarında imzası olan eski CHP Milletvekili Abdullah Baştürk DİSK’in başına geçti. Böylece DİSK içinde “tasfiyecilerin tasfiyesi” operasyonları, Mart 1979’da, Maden-İş, Bank-Sen ve Baysen gibi üst yönetimi TKP çizgisine yakın sendikaların DİSK üyeliklerinin bir yıllığına askıya alınmasına kadar ulaştı.
Sosyalistlerin DİSK’e bakışında ortak noktalardan birini “DİSK’in CHP’lileştirilmesi” oluşturuyor. Bu ortak saptamanın bir adım sonrasında nedenler konusunda ise ayrışma başlıyor. Çoğu eleştirinin gelip dayandığı nokta DİSK’i Türkler’in mi yoksa Baştürk’ün mü daha çok CHP’lileştirdiği oluyor. Türkiye’de sendikacıların “havayı koklama” konusunda sosyalistleri yaya bıraktıklarını kabul etmek gerekiyor. 12 Mart sonrasında DİSK’in darbenin yaptığı temizlikle zaten doğal CHP’li haline getirildiği de hatırlanmalı. CHP’ye üye olmamakla birlikte nesnelliğin Türkler’i, Baştürk’e göre CHP’ye daha çok ittiğini söylemek abartı olmayacaktır. Türkler’in DİSK Başkanlığı döneminde CHP, 1974’teki CHP-MSP koalisyonu dışında hep muhalefetteydi. Türkler’in DİSK Genel Başkanlığı’nı yitirmesinden bir hafta sonra CHP bağımsızlarla birlikte kurduğu hükümetle iktidara geçmişti. Türkler’in 1975-77 arası asıl hedefi MC hükümetinin düşürülmesidir. Bu hedef, DİSK ve CHP’yi birbirine yaklaştırıyordu.
Baştürk döneminde CHP iktidarda iken, birçok olayda DİSK, CHP ile karşı karşıya kaldı. 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’nde faşistlerin yedi devrimciyi katletmeleri sonrasında DİSK 20 Mart’ta “Faşizme İhtar” eylemi çerçevesinde iki saatlik iş bırakma çağrısı yaparken, Ecevit eylemin yasadışı olduğunu ve katılanların işten atılacakları tehditlerini savuruyordu. Aynı yılın sonunda ise Kahramanmaraş’taki faşist katliam sonrasında CHP iktidarı, MHP’nin uzun süredir çağrısını yaptığı sıkıyönetimi 13 ilde ilan ediyordu. 1979 1 Mayısı’nda DİSK’in İstanbul’da kutlama isteğine karşılık İstanbul’da, 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağı ilan edilip, DİSK Genel Merkezi’nin aranması ve Yürütme Kurulu üyelerinin gözaltına alınması yine CHP iktidarı döneminde oluyordu. Açıkça Baştürk’ün işinin K. Türkler’den daha zor olduğunu kabul etmek gerekiyor.
DİSK’TEN GERİYE KALANLAR VE GELECEK
1967’de beş sendika ve 70 bin üye ile kurulan ve kuruluşu ile birlikte ses getirmeye başlayan DİSK, bugün 340 bin üyesi ile kof bir yapıdır. Kuruluşu ile birlikte en militan işçi eylemlerine imza atan, ilk fabrika işgallerini örgütleyen, 15-16 Haziran’da kendisini aşsa bile, ilk tepkileri veren DİSK, 12 Mart sonrasında gerçekleştirdiği ve “şanlı” olarak nitelenen “DGM Direnişi”nde, yeni bir eylem türü gerçekleştiriyordu: Provokasyonlara karşı önlem olarak işçilerin kamyonlarla şehir içinde yollara dökülmeden tur atması! DİSK içinde kontrolü kaybetme korkusu nedeniyle, 1975’de kendiliğinden eylemlere DİSK’in destek vermeyeceği açıklanıyordu.
DİSK tarihinde 12 Mart’tan sonra da birçok onurlu direniş var. Tariş ve benzerleri gibi… Ancak, 12 Mart sonrası direnişleri DİSK’in hanesine değil, solun militan kesimlerine yazmak gerekiyor. Yine Tariş ve benzeri direnişlerin DİSK’in üst yönetimine rağmen gerçekleştiğini unutmamak gerekiyor.
Halen DİSK Genel Başkanı olan Kemal Nebioğlu, 340 bine varan üye sayısına rağmen bunun bir örgütlenmeye denk düşmediğini söyleyerek Türkiye’nin 12 Eylül öncesinin DİSK’ine ihtiyacı olduğunu ve “eğer biz bu boşluğu dolduramazsak, başka DİSK kurulur”9 diyor.
Sendikacılar için 12 Eylül öncesi DİSK’inin hedeflenmesi kendi adlarına ileri bir hedeftir. 1976’dan başlayarak görkemli 1 Mayıs kutlamalarında başı çeken DİSK yöneticileri, 1994 1 Mayıs’ında, Türk-İş yöneticileriyle birlikte, işçileri sosyalistlerden ve devrimcilerden yalıtlayabilmek için alanı hızla bir başka yönden boşaltmayı becerebilmişlerdir. 12 Eylül öncesi DİSK’ine geri dönüş için sendikacıların, sosyalistlerin enerjisine ihtiyacı olmasına karşın, sosyalistlerin DİSK içindeki “çağdaş” sendikacılara akıtılacak enerjisi yoktur.
1967’lerde sınıf içi dayanışmanın ötesinde, işçi hareketinin sosyalist hareketle yan yana olabilmesi için eksikli de olsa emek harcayan, 1980’lere kadar sınıf içinde en militan eylemleri gerçekleştiren Maden-İş Sendikası’nın merkez düzeyindeki kimi yöneticileri bugün, özel sektörde örgütlendikleri için özelleştirme gibi bir gündemleri olmadığını söyleyebiliyorsa, DİSK’in geleceği konusunda ihtiyatlı olmak için çok fazla neden var demektir.
Herşeye rağmen, sosyalistler için, 12 Eylül öncesi DİSK’i geri bir hedeftir.
Sosyalistler arasında Zonguldak Eylemleri sırasında Şemsi Denizer’e bile sosyalizm adına misyon yüklemeye çalışanlar olsa da, bugün solun devrimci odakları kimliklerini ve siyasal perspektiflerini sendikacılar karşısında daha fazla korumaları gerektiğini deneyimleri ile öğrenmiş durumdadırlar.
12 Eylül öncesinde sıkı toplu sözleşme yapabilmek için solun militan gücüne yaslanan sendikacılar, solun devrimci öbeklerinin bugün bir güç odağı olamamasını sonuna kadar kallanarak, düzen içi meşruluklarının zedelenmemesi için sınıfı sosyalistlerden uzak tutmakta başarılı olabilmektedirler.
Sosyalistlerin de unutmaması gereken noktalar var. Sınıf içinde bir güç olmak için mutlaka inatla çalışmak gerekiyor. Sınıfın bütününün sorunu en fazla 5 Nisan Paketi’yken, sosyalistlerin sınıf içinde ulaşabileceği kesim yine sınıfın ileri kesimleri olacaktır. Sınıfın tepkisinin açıklanan paketlerden, doğrudan devletin kendisine yönelmesiyle birlikte sınıfın bütününe seslenmenin nesnelliği de doğacaktır. Sınıfın içinde bulunduğu konum, sosyalistlere yalnız sınıf içi örgütlenmenin sınırlarını gösteriyor. 15-16 Haziran’da ve 12 Eylül öncesinde Türkiye burjuvazisi korkulu rüyalar görse bile, politik önderlikten yoksun işçi hareketinin süngüsünün düşürülmesinin zor olmadığını da gördü.
1970’lerden 1980’lere gelirken, sınıf içinde bir umut olan CHP’nin varlığı önemli olmasına karşın, DİSK’in CHP’nin ötesine geçememesinin nedenini sosyalistler, DİSK yöneticisi olan sendikacıların yetenekleri ötesinde kendilerinde de aramak zorundadır. Sınıfa tam boy bir saldırının burjuvazinin tek politikası olduğu günümüzde, krizin derinleşmesiyle birlikte sınıf ile sosyalistlerin arasındaki mesafenin hızla kapanabileceği bu ülkede, aradan bir süre geçtikten sonra bu seferde Türk-İş’in asli misyonu olan sınıfı nasıl düzen içinde tuttuğuna dair yazıları okumak istemeyen sosyalistlerin sınıfın siyasallaşması ve sınıf içi örgütlenmede kaybedecek bir dakikaları bile yoktur.
DİPNOTLAR
() Burada yeni olan sendikacıların sol bir partiyi desteklemeleridir. Bunun Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sendikaları örgütlemeye çalışan komünistlerle karıştırılmaması gerekir. Sendikacılar ile komünistler arasındaki fark her ikisinin de asli misyonunu yerine getirebilmek için diğerine abanmasıdır. Sendikacılar sendikaları ayakta tutabilmek için partiye abanırken komünistler işçileri partileyebil-menin yolunu kısaltmak için sendikaların kuruluşuna ve ayakta kalmasına emek harcadılar. () K. Türkler 1975’de “Unutmamak gerekir ki faşizm adım adım gelir. 12 Mart öncesinde de öyle olmuştur. Şimdi de aynı yolda yürünmektedir.” (Yaşasın DİSK Konuk Yay. s. 18) diyor. 12 Mart’taki tavrını ise biliyoruz. K. Türkler’i bir siyasal özne olarak değil yaşamını sendikacılığa adamış ve bu yolda faşistlerin kurşunu ile katledilmiş bir sendikacı olarak görmek gerekiyor. Asıl hedefi sendikaları korumak olan K. Türkler’in ilkeler yerine gündelik politikaya sarılmasının kendisini hiçbir zaman rahatsız etmediğini söyleyebiliyorum.
Dipnotlar ve Kaynak
- Koç Yıldırım; Türkiye İsçi Sınıfı Tarihinden Yapraklar Ataol Yay 1 .Baskı Kasım 1992 s. 125
- Koç Yıldırım; Türkiye İsçi Sınıfı Tarihinden Yapraklar Ataol Yay 1 .Baskı Kasım 1992 s. 125
- Bastürk Abdullah; Yargı Önünde Savunma Çağdaş Yay… 1986. s.346
- Dinler Ahmet Hamdi; TDP Tarihinden Kesitler Gelenek Yay… 1990 s.247
- A.g.y.
- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi; İletişim Yay… C.7 s.2286.
- Yasasın DİSK; Konuk Yay… 1977. s.181
- A.g.e. s.213
- Cumhuriyet; 23 Mayıs 1994 s.3