Che’yi anlatmak kolay değil. Düşüncelerinden kimi konulardaki tezlerinden yola çıkarak gerçekleştirilecek bir anlatım zayıf ve kuru kaçıyor. Yaşamına ve yaptıklarına dayanan bir anlatım ise örnek bir yaşamın güzellemesinden öteye geçemiyor ve daha çok edebi bir söylemin alanına giriyor. Che’yi anlamak ise mücadelenin insanı için hiç zor değil. Çünkü klasik bir ifadeyle Che “mücadelede yaşıyor”. Che’yi anlatmaya çalışacağımız bu yazının okurları “zaten anlamış olanlar” olduğu için söz konusu iki anlatım tarzının da yetersizliğinden kaynaklanan “anlatma zorluğunu” aşabileceğimizi düşünüyoruz.
Aslında ne zaman Che’yle ilgili bir şeyler anlatıldığını duysanız içinizden bir sesin “senin bu söylediklerin anlatılmaz yapılır” dediğini de duyarsınız. Bugün bu sesin daha çok önem kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Devrimci görevlerin “yapmayı” öne koyduğu bir dönemden…
Sosyalizm tarihinden belli kişiliklerin mirasımıza katkıları ve bunların güncelliğiyle anılacağı “Sosyalizm Tarihinden Portreler” köşemize işte bu nedenle Che’yle başlıyoruz.
Anlatım zorluğunun bir çözümü var. Che kendisini en iyi yine kendisi ve kavgaya giderken anlatıyor. Küba devriminde ve Küba’da sosyalizmin kuruluşu sürecinde üstlendiği önemli görevlerin ardından “devrimcinin görevi devrim yapmaktır” diyerek Bolivya’ya giderken sarf ettiği veda sözleri devrimci Che kimliğinin en açık anlatımını oluşturuyor. Fidel’e şu sözlerle veda ediyor: “Benim karınca kararınca çabalarıma ihtiyaç duyan başka uluslar da var. Küba’nın önderi olarak taşıdığın sorumluluktan dolayı yapamadıklarını ben yapabilirim. Ayrılmanın zamanı geldi çattı”. Ailesine veda ederken ise yolculuğun maceracı yönünü itiraf etmekten kendini alamıyor: “Bir kez daha bacaklarımın arasında Rocinante’nin kemikleri fırlamış sağrılarını hissetmeye başladım. Yine elde kalkan yollara düşüyorum.”
Bu “terk edip gidişlerin” arkasında çok yeni kavuşmalar var; halkların devrimci kavuşmaları. “Kurtulan her halk bir başka halkın kurtuluşu için verilecek savaşta kazanılmış bir aşamadır” diyen Che, Latin Amerika halklarını kapitalist emperyalist boyunduruktan kurtarmak için gerektiğinde yel değirmenlerine karşı yürüyor. Bu yürüyüşün kilometre taşları arasından sosyalizm tarihine kalan mirası ise hem Che’nin devrimci kimliğinde hem de Küba’da sosyalizmin kuruluşu sürecine katkılarında görmek mümkün. Artık bu iki temel başlık üzerinden “mirasın anlatımına” geçebiliriz.
Devrimci Kimliğiyle Che
Che dendiğinde akla ilk gelen onun “devrimci enternasyonalizm”i. Che’yle birlikte sosyalist ülkelerin ve kapitalist ülkelerdeki sosyalistlerin enternasyonalist dayanışmasına eklenen devrimci boyutun en önemli bileşeni kaba bir ifadeyle “yerinde duramamak”. Yukarda ailesine söylediği veda sözlerinde takındığı Don Kişot tavrıyla Che “yerinde duramayan devrimciye” en güzel bir örnek oluşturuyor ve bu durum iki yönden eleştirilmesine yol açabiliyor. Birincisi devrim ihraç etmeye kalkışmak, ikincisi maceracılığa kapılarak sorumsuz hareket etmek. Reel sosyalizme bir bütün olarak getirilen birinci türden eleştiriye devrimi bir “mal” gibi gördüğü için en baştan karşı çıkmak gerekiyor. İkinci türden eleştirinin ise haklılık payı barındıran ama devrimci bir kişiliğin en hassas noktasına dokunan bir özelliği var. Kurulmakta olan sosyalizmi korumak bir tarafta sosyalizmin kuruluşunu başka coğrafyalarda “çoğaltmak” diğer tarafta… Bu açmazın yakın gelecekte bizim de sorunumuz olmasını dileyerek Che’nin kendi kimliğinde verdiği “devrimci” yanıtları anlatmaya devam ediyoruz.
Che’nin devrimci enternasyonalizminin bir de yaşayan bir boyutu var: Küba’nın girdiği ve Küba’yla girilen enternasyonalist dayanışma. Che’nin mirası Kızılordu’nun olanaklarının binde birine sahip olan Küba ordusunun ve Kübalı doktorların Angola’da ne aradıkları sorusuna en iyi yanıtı oluşturuyor. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiyeli sosyalistlerin de Küba’ya yardım için imkânlarını seferber etmeleri, Che’nin devrimci enternasyonalist mirasının yaşayan bir örneği oluyor.
Yaşayan enternasyonalizmin en önemli özelliğinden Che’nin devrimci kimliğinin özüne geçmek mümkün: Yapmak… Che tümü mücadeleyle geçen yaşamı boyunca bulunduğu ülkelerde sürekli toprağa kavga tohumları atıyor ve sonra onları yeşertmek için yeniden mücadeleye koyuluyor. Devrimi yapmak için. Ancak “körlemesine” bir yapma ediminden de, hayatının kimi dönemlerinde kaçınamıyor.
Devrime ve sosyalist kuruluşa tümüyle devrimin içinden bir konumlanışla bakan Che devrimci bir önderde bulunması gereken vasıflardan birini, karar alırken soğukkanlı hareket etme yeteneğini, zaman zaman “boş veren” bir kişilik sergiliyor.
Bu “mutlak devrimciliğin” siyasete yansıması “devrimcinin görevi devrim yapmaktır”da somutlanıyor. Che toplumsal-ekonomik hareketlilikte devrimi değil devrimin yapılışını görüyor ve onu yaşıyor.
Che devrimin güncelliğini algılamıyor, onu yaşıyor ve yaşatmaya Küba’da ve ardından Bolivya’da verdiği savaşım devrimin sürekli güncel olabildiği iki ayrı nesnellikte bunu yaşatma girişiminin başarılı ve başarısız örnekleri olarak beliriyor. Bir dizi ayaklanmanın sonucunda gerilla etkinliğinin halkı devrime çekeceğine inanıyor ve bunu teorize etmese de “gerçekleştiriyor”.
Sonradan ve Mao’ya da bağlı olarak gerçekleştirilen kimi teorizasyon girişimleri “foco stratejisi” vb. adlarla bir dönem ilgi çekiyor (foco “tecrit edilmiş gerilla grupları” anlamına geliyor). Regis Debray’in “Devrim İçinde Devrim mi” adlı çalışmasında Latin Amerika komünist partilerini eleştiri yağmuruna tutarak Batı’ya uyarlamaya çalıştığı bu gerilla stratejilerinin temelinde “köylülüğü başlangıçta edilgen’ olan ama temel güç olabilecek yetenekte bir güç olarak görmek, kentsel yaşamla yozlaşan işçi sınıfını rolü az olan ya da hiç olmayan bir güç, öğrenciler ve aydınları ise öncü aydınlar olarak görmek” var 1 .
Oysa Che’nin yaptıklarının “teorileştirilmesinde” bu kadar merkezi bir konuma yerleştirilen köylülükle ilgili “kendi pratiğinden gelen” görüşleri hiç de bu teoriyle örtüşmüyor. Köylülerle uğraşmanın köyden destek almaya çalışmanın gerilla Che için ne anlama geldiğini görebilmek için Bolivya’da tuttuğu günlüklere bakmak yetiyor. Ortada bir teori değil, güç paylaşımı ve devrimci gücün doğuracağı ayaklanma adına duyulan son derece pratik kaygılar ve güven sorunu yer alıyor. Gerilla grubuna yönelik pusuların yoğunlaştığı bir dönemde “örgütlü terör yoluyla çoğunluğun tarafsızlığını sağladık ama hâlâ köylü tabanı kazanamadık; destek arkadan gelecek” 2 sözleriyle umutlanan Che, daha sonra elde ettikleri kısmi kazanımların ardından artık bizden korkmamaya başlamalarına ve bizim de onların hayranlığından yararlanmamıza rağmen, köylülerin bize bütünüyle katılmaması söz konusu. Bu yavaş yürüyen ve sabır isteyen bir iş” 3 diyor. Che’nin gerilla grubunun ve karşı tarafta yankee güdümündeki ordunun karşılıklı “örgütlü terör” uygulamalarıyla sıkıştırdığı köylülüğün kararsızlığı, yalnızca bu terörün şiddetine uygun değişimler gösteriyor. Sonuçta 22 efsane adamın uyguladığı terör yetersiz kalırken köylülük, yankee ordusu yanında yer alarak “teorileştirilme” şansını bir kez daha yitiriyor.
Diğer taraftan Batı’da çok fazla “köylülük” bulunamayınca söz konusu foco stratejinin öncüsü “öğrenciler” 1968’in hem teoride hem de pratikte temel gücü konumuna yükselebiliyor. Devrimci yönüyle 1968’in simgelerinden biri haline gelen Che, 68 dönemecinin en sahiplenilebilir yönlerinden birini temsil ediyor ve komünist mirasın öğrenci hareketiyle sınırlı kalsa da devrimci dinamiklere ne olursa olsun rengini çalabildiğine iyi bir örnek oluşturuyor. Che’nin bir tür devrimci romantizm içerisinde 68 hareketleri içerisinde yer tutması, bir taraftan oluşturduğu kültürle birlikte komünizmin bir başarısıyken, bunun sonradan kimi “68’liler” tarafından “kullanılması” ve Batı gençliğine “çılgın ve asi kimliğiyle düzen içinde de kabullenilebilir bir Che imajı” terk edilmesi bizim başarısızlığımız oluyor. 68’li nostaljisi içinde yaşatılan asi görünümlü bu uysal Che imajının silinmesi için onun “simge” oluşunun komünistliğinden kaynaklandığını hatırlatmak gerekiyor. Castro’nun sözleriyle “örnek bir devrimci örnek bir komünist arandığında, ondan daha yüce bir sembol, daha üstün bir imaj, daha keskin bir düşünce bulunamaz”. Bunun böyle olduğunu öldükten sonra vücudunu parçalamaya çalışan yankee ordusu yeterince net şekilde gösteriyor.
Che’nin bıraktığı “pratik” mirasının önemli bir boyutu paylaşmacılık. Pratik, çünkü Che’deki bütünselliğin diğer pek çok unsuru gibi, ne özel olarak işlenen bir ideolojik motif olarak, ne de sosyalist teorideki yeri açısından ele alınamayan bir konu. Adeta gerilla yaşamının dolaysız bir sonucu olarak açığa çıkıyor. Gerillaların “komünal” yaşamlarından devrolan bu miras, Küba’da sosyalizmin kuruluşu sürecinde “kitleci” çizgiyi pekiştiren ideolojik bir motif derecesine de yükseliyor. Aynı zamanda tüm dünya sosyalistleri için değeri inkâr edilemez bir kazanıma… Yoksul yığınların gücü “kıt varlıklarını eşitçe paylaşma ilkesi”yle artarken sosyalizmi ciddi kıtlıklar içinde kuran bir ülkeyi diri tutan, önemli bir ideolojik silah da yaratılmış oluyor.
Söz konusu mirasın bütününde Latin Amerika toprağının kokusunu almak mümkün. Onu devrimci bir tarzda dönüştüren Che gibi önderler Latin Amerika’nın haksızlığa karşı kavga geleneğini, katolizmin toplumda farklı çağrışımlara sahip ve bağnazlıktan uzaklaşabilen yorumuyla “kurtuluşçu” motiflerini, ulusal bağımsızlıkçı atmosferi ve ABD’nin arka bahçesinde yer almaktan ve sosyoekonomik olarak bastırılmaktan kaynaklanan isyan dinamiğini çok iyi görüyor yaşıyor ve değerlendiriyor.
Che’nin ayaklanma sürecindeki değerlendirmelerini topladığı yazılarında düzen yıkma heyecanının vardığı boyutları görmek mümkün. Bu ilk bakışta gayet doğal geliyor ve Che dendiğinde aslında akla ilk gelen şey de bu devrimci coşku. Küba’daki sosyalizmin kuruluşu sürecinde Ulusal Banka Başkanlığı ve Sanayi Bakanlığı gibi ağır sorumluluklar altındayken bu coşkunun yaşayabildiğini görmek ise o kadar “doğal” değil. Olumsuz anlamıyla da: Bir noktadan sonra siyasetin bütünsel kavranışının eksik kaldığı gözlenebiliyor. Eski düzenin kullanılabilir araçlarına karşı duyulan haklı duyarlılık çok inceldiği noktalarda kopabilme riski de barındırıyor. “Gerçek olan devrimcidir devrimci olan da gerçek”. Gerçekliğin devrimci yoğruluşu içinde bu felsefi kavrayış siyasetin gerçeğini, reel politikanın zorunluluğunu unutturabiliyor. “Ilımlılık”ın kitapta yeri yok. Birazdan anlatacağımız sosyalist ekonomide mali sistem tartışmasında Che’nin konumu, kopuş-süreklilik diyalektiğinde çubuğu sürekli kopuşta tutma çabasıyla biçimleniyor.
Che’nin Küba ve özellikle de Bolivya deneyimlerinden hareketle, bir Komünist Partisi düşmanlığı türetmek de, Batılı teorisyenlerin ve “68’li” bakışın düştüğü önemli hatalardan biri.
İşin doğrusu Bolivya Komünist Partisi’nin ayaklanma sürecinde bölünmesi Marksizm-Leninizm adına yapılan siyasi öngörüsüzlükler vb. Che’nin devrimci çabalarını köstekleyen yönler barındırıyor. Ama KP geleneğinden çıkan ılımlı sesler gerilla kavgasının gürlüğünde boğuluyor. Che’nin “mücadele kaçkınlığına” müdahalesi, partinin içinden değil “dışarıda” kavga etmesinden geliyor. Reformistleşen KP’lerle hesaplaşma Latin toprağında teorik değil, son derece pratik düzeyde yaşanıyor. Sonunda ise gerilla damarının en önemlisi Che, bu pratik soruna trajik bir nokta koyuyor.
Ancak burada unutulmaması gereken şeyler var. Küba ve ardından Bolivya deneyimine “geleneksel komünist partilerin devrimi satışları” merceğinden bakan Debray da dâhil, çoğu Batılı teorisyen Che ve Fidel’in bu gelenekten önemli bir mirası devraldıklarını, ayaklanmada pozitif etkisi sınırlı kalsa da “Latin Amerika’daki en güçlü Komünist Partilerinden biri olan Küba komünistlerinin çalışmalarından ötürü devrimden önceki son birkaç yıl içinde Küba halkının düşüncelerinde antiemperyalist devrime ve sosyalist değişime karşı bir kitlesel duygu yaratılmış olmasını değerlendiremiyor” 4 devrimi yapan gerilla gruplarının, devrim sonrasında Komünist Parti oluverişlerini anlayamıyorlar.
Sosyalizmin Kurucusu Che
Che’nin doğal olarak devrimci kimliğinden ayrılmasa da onun dışında da anlatılabilecek bir yönü daha var. Bugün dünya üzerindeki pek çok sosyalist tarafından bilinmeyen bu yön onun sosyalist kuruluş sürecine katkıları. Che mirası dendiğinde Kübalı sosyalistlerin aklına bu kuruluşa ilişkin tezleri de geliyor. Son yıllarda Fidel Castro’nun Küba ekonomisi hakkında yaptığı konuşmalarda “Che’nin düşüncelerine dönüş”ten bahsetmesi dikkat çekiyor. “Yerinde duramadığı” dönemin hemen öncesinde Küba’da Sanayi Bakanlığı ve Ulusal Banka başkanlığı yapan Che ekonomik planlama gönüllü çalışma gibi alanlarda geliştirdiği tezleriyle sosyalist kuruluşun ekonomik boyutuna ışık tutan ve bugün Küba için oldukça güncel olan bir miras da devrediyor. Reel sosyalizm üzerine yazıların da yer aldığı Gelenek’in bu sayısında Che’yi sosyalist kuruluş üzerine oluşturduğu bu tezleriyle de anlatmak istiyoruz.
Che’nin ekonomik düşüncelerinden ağırlıklı olarak üçüncü dünya ülkeleri için kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci için bir geç dönem Stahanovizmi türetmek mümkün. Sosyalist ya da en azından paylaşmacı bir bilinçle gerçekleştirilen ve toplum adına gönüllü çalışma ilkesine dayanan Stahanovist hareket kapitalizmden kopan zayıf halka ülkelerin diğer kapitalist ülkelere göre “geri” konumlarını aşma yönünde insanüstü bir çabayı temsil ediyor. Küba’daki Minibrigadlar belli bir süre için normal sorumluluklarını bırakıp evlerin okulların hastanelerin yapımında ve diğer toplumsal programlarda çalışan sosyalizm emekçileri. Che’nin kuruluşuna öncülük ettiği ve en büyük destekçisi olduğu bu çalışma 1970’te “mekanikçi” bulunarak bırakılıyor. Ancak 1986’da birileri Glasnost’u başlatırken Fidel Castro tarafından yeniden devreye sokuluyor. Castro bu konuda Che’yi şu şekilde anıyor: “Che’nin mirasının en önemli öğelerinden biri olan, onun devrimimize katkısını oluşturan gönüllü çalışma terk edilmeye yüz tutmuş, neredeyse bir formalite olup çıkmıştı… Che kâra geçmek isteyen, bu yüzden ikramiye, bono, ödül dağıtan işletmeler olduğunu bu işletmelere inşaat ve benzeri işler için teslim edilen malzemenin sanki bu işler bitirilmişçesine satışa çıkarıldığını duysaydı çok üzülürdü…. Paranın, insanların ilgilendikleri tek konu, temel özendirici olduğunu duysaydı çok üzülürdü…. (Çünkü) Kapitalizmin yürüne yürüne aşınmış yollarında sürüklenmeyle komünizme ulaşılamayacağını biliyordu” 5 .
Gönüllü çalışma ilkesi bir bilinç sorunu. Sadece üretimi artırmanın bir aracı olarak değil, aynı zamanda kitleler için bir eğitim süreci olarak görülüyor. Sosyalizmin kuruluşu “sorun”unu “ekonomik rasyonalitenin” dar kalıpları içinde değil komünist iradede görmeye dayanıyor. Fidel aynı konuşmasında Che’nin, sosyalizmin bu irade çerçevesinde kurulacak bir düzen olacağı düşüncesinin altını çiziyor: “Özünde Che, sosyalizmin kurulmasında, kapitalist yasa ve kategorilerin kullanılmasına ve geliştirilmesine kesinlikle karşıydı… Sosyalizmin ve komünizmin kurulması sadece zenginliklerin üretilmesi ve dağıtılması anlamına gelmez, bu aynı zamanda bir eğitim ve bilinç sorunudur.” Bugün eşsiz bir iradi çaba sergileyerek kapitalizmin her türlü kuşatma ve dayatmasına karşılık sosyalizmden dönmeyen Kübalı komünistler, “bilinç” öğesinin kuruluş sürecinde sahip olduğu yeri herkese gösteriyorlar.
Ancak yukarda devrimci kimliğini tersyüz ederek Che’yi düzen içine çekmeye çalıştığını söylediğimiz yeni sol, Che’deki “bilinç” öğesini de farklı bir biçimde yorumlayabiliyor. Kapitalizmin kategorileriyle düşünmek yerine bilinçte bir dönüşümün esas alınması ilkesi abartılarak sosyalizmin asıl olarak bilinçte yaşandığı sonucuna varılabiliyor. Hâlbuki devletleştirmeleri gerçekleştiren, planlı ekonomiyi savunan Che’nin, ekonomik indirgemeci olarak suçlanması için yeterince “delil” var elde! Ancak 68’li teorisyenler başka pek çok komüniste yaptıkları bu indirgemecilik suçlamasını, Che’ye yöneltmiyor. Che 68’in modası gereği bilinçteki dönüşüme yaptığı vurguyla, Çincilik ve kültür devrimiyle birleştirilerek, üstyapı dönüşümcüsü-fetihçisi iktidarsız Batı soluna malzeme olabiliyor. Batı, devrimci Che’den, tarihsel bir ironi örneği olarak, üstyapı dönüşümüne yaslanan bir reformizm türetebiliyor.
Evet, geçerken planlamacı Che dedik. Küba’daki sosyalizmin ilk Sanayi Bakanı Che aynı zamanda “katı” bir plancı. Harcanan her kuruş kesinlikle hesaplanmaksızın, uygun bir örgütleme, etkili bir denetim olmaksızın sosyalizmin kurulabileceğine ve ekonominin işletilebileceğine inanmıyor.
Hatta plancılığı istihdam türünden alanlara uzandığında “mekanik” yaklaşımlar da geliştirebiliyor. Çünkü siyasetinde “reellik” yok, ama ekonomiye bakışı reel ihtiyaçlardan kaynaklanıyor. Sanayiyi planlayan bir devrimci, işsizlik tehdidinin alacağı boyutlardan endişelenerek reel ama geri bir konuma yerleşerek makineleşmekten ürküyor: “Küçük endüstri kuruluşları, ilkel araçlarla çalışan işçilerle tıklım tıklım doludur. Bu sanayi dallarını makineleştirirsek çok kişinin yaptığı işi çok az kişi yapabilecek demektir, geri kalanlar işsiz kalacaktır. Buna izin veremeyiz” 6 .
Burada Küba devriminin bir karakteristiğinin, sosyalizmin kuruluşuna da yansımasını görmek mümkün. “Kitleci çizgi” olarak adlandırılabilecek bu karakteristik, sosyalist ekonominin işleyişi dahil bütün karar alma süreçlerine damgasını vuruyor. Örneğin yukarıdaki kararın alınmasında “önsel” olarak makineleşmek lehine bir tercih yapılamıyor. Kararlar kitleler için ve onların onayıyla almıyor. Böylece diğer tarihsel deneyimlerde yaşanan “gerektiğinde kitleye rağmen hareket edebilmek” Küba sosyalizminin yabancısı olduğu bir anlayış oluyor. Küçük bir adada bağımsızlık ve onuruna düşkün bir halkla sosyalizmi kurmanın avantajı…
Bu durumda Küba sosyalizminin kitleci çizgisi içinde öncülüğün yeri nasıl dolduruluyor diye sorulabilir. Che kitleci çizgiyle, bilinç taşıma olgusu arasındaki görünürdeki çelişkiye diyalektik bir yaklaşım geliştiriyor. “Sanayi bakanlığı dikey bir kuruluştur. Çünkü bu tip bir kuruluşun örgütlenmesi karar almakla yükümlü merkezi bir liderliği gerekli kılar. Aynı zamanda yönetim son derece demokratik olmalıdır, çünkü planları kitlelere götürmenin onlarla tartışmanın kitlelerin onayını almanın bir plan hazırlamakta ve plana rehberlik etmekte kitlelerin katılımını sağlamanın tek yoludur bu” 7 . Öncülük bunun neresinde diyenler için bir başka alıntı: “Aktif devrimcilerden oluşan bir çekirdek, proletaryanın ve onun kitle birimlerinin öncülüğünü yapacaktır. Bu öncünün görevi devrimci yönelmeyi ve uyanıklığı sağlamak, örnek olmak, kitleleri eğitmek ve devrimin tüm büyük hedeflerine ulaşılmasına hız kazandırmaktır” 8 .
Che’nin ekonomik düşüncelerinin daha “teorik” tarafına bakacak olursak karşımıza ilk olarak değer yasasıyla ilgili görüşleri çıkıyor. Sosyalist ekonomi adına bir sistem oluşturmaya ve bu dönemin yasalarını bulmaya çalışan bazı kuramcıların geçiş halinin yasallık tanımayan yapısını kavrayamamaktan ve kapitalist kategorilerle düşünmekten kaynaklanan “değer yasası” savunularına Che karşı çıkıyor. Değer yasası sosyalist geçiş süreci içerisinde yok edilmek üzere geçerliliğini korurken, planlı sistemi onu temel alarak açıklamanın hatalarına değiniyor. Bu çerçevede Mora’yla girdiği polemikte onun ‘sosyalist düzende değer yasası plan aracılığıyla işlemektedir’ tezine karşı savaş açıyor. “Değer yasasının uygulanmasına karşı değiliz, yalnızca bu yasanın en gelişmiş biçimiyle kapitalist pazarda işlerlik gösterdiğini, üretim araçlarının ve bölüşüm aygıtı sisteminin toplumsallaştırılmasının pazarlara getirdiği değişimin, değer yasasının işleyişini apaçık fark etmemizi olanaksız kıldığını göz önünde bulunduruyoruz” 9 . Toplumsallaşmayla birlikte yaşanan değişimde örneğin belirli durumlarda önlem alarak savunmaya harcama yapmak, içteki üretimde görülen büyük çaptaki oransızlıkları düzeltmek, tüketim amacıyla üretim kapasitesinin bir kısmını alıp götüren yatırımlar gerçekleştirmek, stratejik önemi nedeniyle bazı yatırımlarda bulunmak vb. gündeme gelebiliyor. Sonuçta da değer yasasını giderek karanlıkta bırakan yeni ilişkiler oluşabiliyor ve yasanın plana yansıması giderek belirsizleşiyor. Dolayısıyla “sosyalist düzende değer yasası, plan aracılığıyla işlemektedir” tezi geçersizleşiyor. Özetle sosyalist ekonomi değer yasasının bilincinde oluyor ve gerektiğinde onu sadece kullanıyor.
Bu tartışmanın Küba ekonomisi özelinde somutlandığı alan “sosyalist ekonominin idari sistemi” oluyor. Küba’da sosyalizmin kuruluşu sürecinde iki tür sistem tartışılıyor; Che’nin savunduğu bütçeye bağlı finansman sistemi (konsolide işletmeler sistemi olarak da biliniyor) ve ekonomik muhasebe sistemi (parasal özyönetim sistemi de deniyor). Che’nin buraya kadar anlattığımız ekonomik düşüncesi dört ana ilke etrafında oluşuyordu: Planlamanın dikey biçimde örgütlenmesi, planın halk tarafından benimsenmesi, geçici olarak varlığını koruyan değer yasasının dışındaki kategorilerle de değer oluşturulabilmesi ve bilinç unsurunun ekonomi idaresinde öne koyulması. İşte “bütçeye bağlı finansman sistemi” bu ilkelerin hayata geçirildiği bir yönetim tarzı oluyor.
Bu sistem “bir yandan etkili bir dikey kontrol sağlar doruk noktasından tüm terminal uçlarına doğrudan doğruya bağlı hatlarla işleyen bir mekanizma oluşturur ve ayrıca devrimin ulaşacağı tek hedef olarak insana büyük bir önem verirken” yöneticiyi de siyasi bir kadroya dönüştürmeyi kesin bir zorunluluk olarak önüne koyuyor 10 . Böylece sosyalizmin kuruluşundaki diğer bir soruna ekonomik idarede teknik yönleri nedeniyle yönetici konuma gelen insanların “teknisyenleşmesi ve siyasete yabancılaşması” sorununa dair de bir çözüm üretilmiş oluyor.
Che maddi özendiriciler temelinde inşa edilen özerk finansal karar merkezleri anlamına gelen ekonomik muhasebe sistemine karşı, devrimci eleştiriler getiriyor; kendi sisteminin özelliklerini de bu eleştirilerden çıkarıyor. Bütçeye bağlı finansman sistemiyle ekonomik hesaplama sistemini şu sözlerle karşılaştırıyor: “Bizim sistemimizde para yalnızca merkez kuruluşlarca işletmenin çalışmasının denetimini sağlamak için analiz edilen işletme yönetimindeki başarı ölçüsünün fiyat biçiminde yansımasından ibaret, aritmatiksel bir öge, bir hesap birimi olarak işe yarar. Ekonomik hesaplamada ise aynı zamanda bir ödeme biçimidir, dolaylı kontrol aracı olarak kullanılır, çünkü üretim biriminin işlemesini sağlayan kaynak bu para fonudur… Muhasebe sisteminde emekçileri bireysel ve topluluk olarak harekete geçiren özendirici etken maddi çıkardır. Bizde işletmelerin çalışmaları merkezi kontrole tabidir. Dolaysız maddi özendirme tarife üzerinden ücret ödeme yöntemiyle sınırlıdır.”
Teoride mükemmel olanı gerçek hayatta görmek isteyen Che’nin tüm bu sistem tartışmalarındaki konumu da mükemmeliyetçiliğiyle örtüşüyor. Küba sosyalizminin geldiği ve gelmesi gereken noktayı komünizme göre kuruyor: “İnsan ancak fiziksel varoluşunu sürdürmek için zorunlu olmayanları yarattığı sırada yani çalışma bir sanat olduğunda ya da gönüllü çalıştığında ve kendine özgü bir şeyi topluma aktardığında insan olarak kişiliğini gerçek kılar. Ama biz henüz insanın kendine özgü bir şeyi topluma getirmesini başaramadık. Toplumun tüm gönüllü çalışmalarını emecek aygıtı henüz kuramadık” 11 . Her ne kadar ekonomik yaşantıdaki reel sorunlar ve sosyalist kuruluşun sabır ve uyanıklık gerektiren zorlukları Che’yi bu alandaki çalışmalardan “sıkılma” noktasına götürse bile bu sözlerde diğer reel sosyalizm deneyimlerinde giderek eksik kalan bir şey “sosyalizmi ileri taşıma iradesinin gerçekle karşı karşıya konulması ve hedefe göre yeniden yön belirlenmesi” var. “Komünizme göre” tarif edilen bu konumlanış Che’nin gelecek sosyalizm deneyimlerini yaşama iradesindeki komünistlere bıraktığı mirasın diğer bir yaşayan parçasını oluşturuyor.
Yaşatacağız.
Dipnotlar ve Kaynak
- Woddis Jack; Yeni Devrim Teorilerinin Eleştirisi; cilt 2 s. 15-16 Bilim Yayınları
- Guevara E. Che, Bolivya Günlüğü, s. 101 Belge Yayınları
- age s. 115
- Woddis Jack, age s.28
- Guevara E. Che, Ekonomik Yazılar, Fidel Castro’nun yazdığı önsözden Yar Yayınları
- age s.37
- age s.58
- age s.96
- age s. 104
- Guevara E. Che, Sosyalizmin Kuruluşuna Doğru s.290 Yar Yayınları
- age s.290