Son yıllarda sinema izleyicisinin beklentileri alabildiğine geri noktalara kaydı. Filmler politikadan uzaklığı ve taşıdığı postmodernlik ölçüsünde beğeni kazanmaya başladı. Teknolojiyi konu edinen veya kendisi teknoloji harikası olan filmler başköşelere yerleşirken, insani ve toplumsal olan öğeler filmlerden ya tamamen çıkarıldı, ya da aşağılandı. Utana sıkıla bir parça sol içerik sıkıştırılarak yapılan filmlerin ise bırakın beğeni görmesini çoğu kez sözü bile edilmeden geçiştirildiğine tanık oluyoruz.
Ruhların Evi ise son dönemde kimi sosyalist değerlerin göze çarptığı, en azından nesnel olarak diğer öğelerin yanında hissedilebildiği bir film. Filmde bu değerler, yürüyen vazolar, uçan sehpalar, sapkın aile ilişkileri işkenceci askerler ve şiddet sahneleri ile tipik güney Amerika hikâyelerine ve ayrıntılara boğuluyor, ama kaybolmuyor.
Film, İsabel Allende’nin aynı adlı romanından uyarlanmış. Adı geçmeyen, Şili gibi bir ülkede 1970’lere uzanan bir dönemde zengin bir çiftçi ailenin öyküsünü anlatıyor. Filmde üç kuşak var: Çalışarak zengin olan baba ve geleceği hissetme gibi yetenekleri olan anne, kızları Blanca ve onun kızı. Hızlı değişimlerin yaşandığı bir tarihsel kesitin sunulması nedeniyle film boyunca kuşaklar arasındaki yaşam tarzı ve dünya görüşü farklılaşmasını çok belirgin bir biçimde izleyebiliyorsunuz. Bu farklılıkların ve sınıfsal çatışmaların aile ilişkilerine yansıması filmin motoru durumunda.
Kölelerin sahibi baba, başka tür bir üretim tarzını bilmediği ya da insanların fırsatları değerlendirmede eşit yetilere sahip olmadıklarına, ancak yeteneklilerin yönetmesi ve mülk sahibi olması gerektiğine inandığı için, kaçınılmaz bir biçimde tutucu bir kimlik ediniyor. Öyleki, kendi sınıfının vahşi yüzünü, kendi özel yaşamı etkilenmediği sürece göremeyecek kadar körleşmiş durumda.
Filmin Türkiyeli izleyiciyi yakalayacağı önemli noktalardan biri yaşanan faşist cunta günleri olacak. Baba, Türkiye’de 12 Eylül döneminde hapishane önlerinde oğlunu arayan Hasan Esat Işık’ı mutlaka hatırlatacak. Kızı Blanca, eski kuşak halası ve annesi ile karşılaştırıldığında (yapılan efektlerin de etkisiyle) ışıl ışıl parlayan, giyimi, davranışları ve direnci ile alışılmadık bir kişilik. 70’li yılların sol rüzgârları ile ortaya çıkan ve devrimci harekete yakınlaştıkça çirkinliklerden arınan, mücadele ettikçe güzelleşen bir “burjuva” kadını için iyi bir tasvir oluşturuyor. Bu anlamda film ilginç bir baba-kız ilişkisi de çiziyor.
Anne rolünü Merly Streep, halayı Glenn Close, Babayı Jeremy Irons oynuyorlar. Film oyunculuk açısından tatmin edici. Görüntüleri orijinallik taşımayan sahne düzenlerine rağmen (çiftlik sahneleri, aile sofraları, borsa, parlemento…) gözümüzü kırpmadan seyredeceğimiz bir ritm yakalıyor. Ya filme doldurulan seks mistisizm ve sapkınlıklar.. Eh, bunlar da olmazsa bu devirde filmi gösterecek salon bulamazsınız. Allende de romanı yazarken, bu ipucunu gözden kaçırmamış olacak. Filmin sonuna eklenen final sahnesi de böyle bir bakışın sonucunda “yükselen değerlerin” kuyruğuna takılıp havada asılı kalıyor.
1929’dan yılından başlayarak 1971 ve sonrasına kadar Şili’de yaşanan sınıfsal mücadeleden kesitler görmek güzel. Ama sonuç Canlı ve çekici kahramanların mücadeleye veda etmeleri… Blanca son sahnede kızının geleceğini düşünürken “sadece hayat, kızım, geçmiş, ışık ve yaşadığımız an” demektedir. İş yapmayı hedefleyen bir Amerikan filminden, mücadeleye çağrı ile biten bir son beklenemezdi zaten…
Filmdeki yerel devrimci önder Pedro ise, 1971 sonunda Unitad Popular’ın kısa iktidarının devrilmesinden sonra, muhafazakâr kayınpederinin yardımıyla ülkeden kaçıyor. İster istemez Pedro’nun kaçtığı ülkede, şimdi ne yaptığı sorusu akla geliyor. Acaba Pedro şimdi bir akademisyen mi, iş adamı mı, yoksa reklâmcı mı?
Filmden ders çıkarmak isteyenlerin finalle yetinmemelerini, hatta finalden tamamen uzaklaşmalarını diliyoruz. Çünkü sadece finale takılanlar, “yaşıyoruz ya, yetmez mi” gibi bir sonuca ulaşabilirler. Oysa bu filmden geriye tarihin önlenemez değişimi ve akışının anlatıldığı güzel sahneler de kalabilir.
Bu sahneleri yaşamın zengin dekorunda çekmeye ne dersiniz?