“En olağanüstü, en acı ve en trajik hadiselere neşeli bir çocuğun gözü ile bakmak; herhangi bir moral anlamın dışında, değerini aramadan, kahkahayı basan bir çocuk gibi görüntüyü, ilk anda kavramak. Chaplin’in en yüce şekliyle başarabildiği biricik ve taklitsiz olduğu iş budur.
Bu araçsız görüş kabiliyeti sezgisini doğurur. Ve bu sezgi kavrayış olur.” (Eisenstein, Yumurcak, The Kid, Yeni Sinema 3, Ekim-Kasım 1966; Çev: G. Scognamillo)
Asri Zamanlar filminin bir ayrımı şöyledir: 1929 ekonomik bunalımının hemen ertesindeki Amerika’yı anlatan Chaplin, Şarlo’yu bir grevin lideri yapar. Şarlo, işsizdir ve amaçsız bir şekilde, toplumsal kıpırdanışın ve işçi hareketlerinin yoğun olarak yaşandığı sokaklarda dolaşır. Önünden yük taşıyan bir kamyonet geçer ve kamyonetin arkasında yükünü belirtir bir kırmızı bayrak vardır; bu bayrak caddeye düşer. Şarlo bunu görür ve bayrağın düştüğünü sürücüye duyurmak için, bayrağı eline alır ve kamyonetin arkasından sallamaya başlar. Kamera, Şarlo’yu önden çeker; Şarlo ısrarlı bir şekilde kızıl bayrağı sallar, birden arkasından, sokağı dönerek gösteri yapan işçi kitlesi -ellerinde pankartlarıyla- yürümeye başlar. Şarlo bundan habersizdir. O kendini rastlantısal olarak işçi kitlesinin önünde bulur elinde anlamını kendisinin de bilmediği, kırmızı bir bayrağı sallamaktadır. Ne var ki gösteriyi yapanlar ve polis için bunun çok açık bir anlamı vardır. İşçiler, önlerinde Şarlo olmak üzere yollarına devam ederler. Ve polisler baskı görevlerinin sonucu bir tepki ile ve her gördükleri kırmızı bez parçasını devrimin bir simgesi olarak kabullenecek şartlanmaları içinde, silahlarını doldurmaya başlarlar. Şarlo bir kez daha başına gelenleri anlamayan zavallı bir tip durumundadır. Gösteriyi polis dağıtır ve Şarlo bir “komünist” ve gösterinin “lideri” olarak tutuklanır.
Bu ayrım, Eisenstein’ın öne çıkarttığı “dünyaya bir çocuğun gözleriyle bakmanın” bulunmaz bir örneğidir. Yetişkin Chaplin, çocuk Şarlo’yu ancak böyle, toplumsal hareketlenmenin içine dahil eder ve onu “kızıllaştırır”.
Bugüne kadar Charlie Chaplin ve yarattığı Şarlo tiplemesi üzerine, daha önce hiç kimse için olmadığı kadar, yazı ve kitap yazıldı. Dolayısıyla, bu yazının sınırlarını çizmenin zorunluluğu kendisini dayatıyor. Bu yazının sınırları neler olacak? Öncelikle yetişkin Chaplin ve çocuk Şarlo’nun dünyaya bakışı beni ilgilendiriyor. Hayatı nasıl algıladıklarını merak ediyorum. Filmlerinde ele aldığı konular değil bunlara bakışı önemli olan. Sonra, bir yaratıcı olarak Chaplin’in toplumla kurduğu bağlar, “Amerika’yı keşfetmeye” giden bir sanatçının bakışları; Amerika’yı ele alışı ve yarattığı tip: Şarlo…
Kuşkusuz böyle bir seçim bile fazlasıyla “sınırsız” kalıyor. Dolayısıyla, Chaplin’in olgunluk döneminin ilk filmi -Asri Zamanlar -çerçevesinde kalarak, yukarıda sıralanan konuları ele almaya çalışacağım.
* * *
Şarlo’nun ilk dönemlerinde Chaplin, yarattığı tip tarafından belirlenir. Halk Şarlo tipini tutar ve Chaplin’in başka şansı yoktur: Şarlo, kah bir asker, kah bir hac,ı kah bir hırsız, kah bir tefeci, kah bir kadın ve kah bir polistir. Ama yarattığı tip Şarlo, hep bir çocuktur. Tüm sessiz filmlerinin evrensel prestiji her şeyden önce bu filmlerin olağanüstü sadeliğine, Şarlo’nun kişiliğine bağlı olarak anlatım ve anlam basitliğine dayanır. Phillipe Soupalt, Şarlo’yu şöyle tanımlar:
“Şarlo tuhaf bir çocuktur. Hem duygulu hem ilgisiz, hem hırsız hem namuslu, hem korkak hem cesur, hem şeytanca işler çevirir hem saftır, hem neşeli hem hüzünlüdür, hem sarhoş hem aklı başındadır. Kısaca Şarlo insandır, insanın ta kendisidir.”
Gerçek şu ki, temelde, Şarlo, adalete susamıştır; sıkıntıda olan benzerlerine yardım etmek için her türlü tehlikeye atılmaya hazırdır. Bilinen anlamıyla Şarlo iyiliksever değildir. Bireycidir. Örneğin, Şehir Işıkları’nda zengin “arkadaşı”nın lüks arabasından atlar ve yerde gördüğü bir izmariti almaya doğru eğilir; fakat tam o sırada aynı izmarite yönelen başka birini -evsiz ve kendisi gibi “avare” olduğu anlaşılan- iterek izmariti alır ve arabasına atlayarak yoluna devam eder. Yere ittiği adamın anlamaz bakışları arasında…
Chaplin-Şarlo’nun çocuk bakışında, konular üzerinde, temaların seçiminde ve onların güldürü olarak işlenmesinde durum güldürüsü ile karşılaşmaktayız. Böylece komik durum, hayat karşısındaki çocuk saflığı ile büyüklerin -şiddet gösterisi biçimindeki-tepkileri arasındaki çatışmadan doğmaktadır. Çocuğun hayat karşısındaki değer yargılarına bağlı olmayan, ahlak dışı acımasızlığı, çocukluğun tüm öteki duygulu yanlarını da yüklemektedir komedilerinin kahramanına, yani Şarlo’ya. Çocuğun yönleri, yetişkinler için sadece rüya alemi, bir yitik cennet imgesidir. Bu çocuksu yanların ilki tüm, sınırsızlık bir bencillik, “ahlak zincirleri” hakkında tam bir bilgisizliktir. Chaplin’in ilk filmlerinde, tüm ticariliklerine ve halkın isteklerine cevap verme, durum komedisi gibi unsurlara rağmen toplumsal hayat vardır. Burada insanlar yaşamaktadır. Burjuvaziye ait insanlara karşı bir olumsuzlama aşağılama ve tiksinti kendini belli eder. Şarlo çoğu zaman işveren tarafından sömürülür; hatta bazen tartaklanır. Bu da Şarlo’nun dünyasının bir sınıf anlayışına göre düzenlendiğini gösterir. Marcel Martin bu dönemi özetler: “Şarlo imgelem yönünden çocuk, fakat insanlık dışı bir düzen karşısındaki güçsüzlüğü yönünden yetişkindir.” Şarlo’nun imgeleminin çocukluktan sıyrılmaya başladığı film Asri Zamanlar’dır. Toplumdaki dramların bilincine ermeye başlar, 1932 yılında, 15 aylık bir dünya gezisinden sonra, 1929 ekonomik bunalımının Amerikan toplumu üzerindeki etkileri -ekonomik durgunluk ve milyonlarca işsiz- Chaplin’i sarsar. Asri Zamanlar bu sarsıcı etki üzerine kurulmuş bir filmdir. Fakat, burada çocukça bakış hala saf anlamıyla varlığını sürdürür; değişen, bu çocukça bakışın doğrudan toplumsala, sınıflara ,işçi yabancılaşmasına dönmesidir. Artık “alaya almak yetmez, hicvetmek yetmiyordu. Açıklamak gerekti. Daha fazla açıklamak, her zaman açıklamak, fars yoluyla insanlık dışı bir toplumun işleyişini göstermek, gözlere sokmak, kanıtlamak gerekiyordu…” (Sadoul). Chaplin, Şarlo efsanesini yıkmaya uğraşmaz, onu, efsaneyi, işçi mitinglerinin düzenlendiği, taylorizmin etkisi altındaki makineleşmenin yaşandığı fabrikalara, Amerikan toplumunda bir dönem kes-kinleşmiş sınıf mücadelelerinin içine sokar.
Şarlo ya da filmlerindeki jenerik adıyla “tramp-avare” (serseri, boş gezer), filmlerin çoğunda, bir işte çalışır. Bazen bir kahvede tezgahtar, reklam afişi yapıştırıcısı, çöpçü, hamal, ırgat, boksör, amele olabilir. Şarlo bir berduş değildir, yolları turistik nedenlerle arşınlayan bir avare de değildir. O bir işçidir, bazen işsizdir, işsiz kalır ama o sırada yeni bir iş arıyordur. Fakat Asri Zamanlar filminde, Şarlo ilk defa kelimenin çağdaş anlamında işçi olmuştur: Kapitalist tipte büyük bir işletmenin zincirleme üretiminin bir parçasında çalışan işçi… Yani proleterleşmiştir.
Marcel Martin’i dinleyelim: “Asri Zamanlar’da Şarlo, proleterleşmenin en sefil ve en insanlık dışı evresine, yani taylorize işçi aşamasına ulaşır. O artık makinenin savunmasız bir avı ve toplumsal düzenin, kelimenin tam anlamında, bir kurbanıdır. Marx, daha 1844’lerde ‘işçi, emeğiyle üretimi arttırdıkça, yarattığı malların yabancı dünyası karşısına daha güçlü olarak çıkmakta ve kendi iç dünyası ise gittikçe daha fakirleşmektedir. İş işçinin dışındadır; işçi işinde kendisini bulamamakta, kendini yadsımakta ve mutsuz olmaktadır. İşçi, kendini işin dışında, yalnız hissetmektedir; demek ki çalışması bir gereksinmesinin karşılanması olmuyor, kendi dışındaki ihtiyaçların karşılanması için bir araç durumuna giriyor… O halde, işçinin faaliyeti kendi faaliyeti değil. Bu faaliyet başkasının malı(na ait) ve işçinin kendini yitirmesidir. Sonuç olarak, çalışan insan sadece hayvani fonksiyonlarında kendini sadece hayvan olarak görmektedir… Bu ilişki işçinin, kendisine yabancı olan kendi faaliyetiyle olan ilişkisidir” diyordu.
Asri Zamanlar, sinema tarihinde çokça tartışılmış olan bir ayrımla açılır: Chaplin önce koyun sürüsünü gösterir ve ardından metrodan çıkan işçi kalabalığı perdeye girer. Bu ayrımın hemen ardından Şarlo devasa makinelerin, hiç durmadan işleyen bantların önünde işi vida sıkıştırmaktan başka bir şey olmayan bir işçi olarak karşımıza çıkar. Şarlo, “taylorize işçinin” yabancılaşmasını anlatır ve yabancılaşmış işçi bir koyun sürüsüne eşdeğerdir. Yabancılaşmış işçi, düzenin çarkları arasına sıkışmıştır. İşçi ancak eylemlilikte ve mücadelenin içinde yabancılaşmasından kurtulur. Artık neye karşı savaştığını ve savaşmasının gerekçelerini bilir. Chaplin bunu anlatır ve gösterir.
Yazının sonuna geliyorum. Bir bütün olarak Chaplin insanı anlatır. “İnsanı inceledim. Çünkü insanı tanımadan mesleğimde hiç bir şey yapamazdım.” Bir sanatçı olarak hayatla ilgilenir. “Ben bir sanatçıyım. Hayat beni ilgilendirir. Bolşevizm de hayatın yeni bir evresi. O halde ona karşı ilgisiz kalamam.”
Yazıyı yetişkin Chaplin’in bir sözüyle bitiriyorum. “Rusya’nın savaş meydanlarında, demokrasi yaşayacak ya da ölecektir. Müttefik ulusların geleceği komünistlerin elinde (…) Rusya sırtını duvara vererek savaşmaktadır. İttifak’ın en sağlam savunmasıdır bu duvar. Libya’yı savunduk ve kaybettik, Girit’i savunduk ve kaybettik. Filipinleri ve Pasifik’in öteki adalarını savunduk ve kaybettik. Ama Rusya’yı, demokrasinin son savunma hattını kaybetmek tehlikesini göze alamayız. (…)
Ve her şeyden önce ikinci bir cephe.
İlkbaharda zafer istiyoruz. Fabrikalardaki, tarlalardaki, vatandaşlar, tüm dünyanın vatandaşları bu amaç için çalışınız ve savaşınız. Washington, Londra bu dileği gerçekleştirmeyi bize bırakınız: İlkbaharda zafer…
İsteğimiz bu olursa, bu istekle çalışırsak, bu istekle yaşarsak, gücümüzü ve atılışımızı arttıracak bir ruh doğacaktır. Olanaksızı deneyelim. Unutmayalım ki insanlık tarihindeki büyük olaylar, olanaksız görünenin gerçekleştirilmesiyle meydana gelmiştir.”