Fransa’da İç Savaş Marx’ın, Uluslararası Emekçiler Derneği (I.Enternasyonal) adına kaleme aldığı, 1870 Fransa-Almanya savaşı ve Fransa iç savaşı ile ilgili çağrıları içerir. Fransa-Almanya savaşı üzerine olan ilk iki çağrı, daha çok bir durum değerlendirmesi niteliğindedir ve Fransa ve Avrupa proletaryasına siyasal görevler gösterir. Fransa iç savaşına dair olan çağrıda ise, Marx bir yandan kendine has canlı ve zengin anlatımıyla siyasal tarih değerlendirmeleri sunarken, diğer yandan ilk kez Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde değindiği proletarya diktatörlüğü tezlerini Paris Komünü’nden çıkarılan dersler ışığında geliştirir.
Fransa’da İç Savaş’ın devlet sorunu tartışmalarında en önemli referans kaynaklarından birisi olmasının nedeni de budur. Marx’ın 1848 Haziran hayal kırıklığı sonrasında netleştirdiği proletarya diktatörlüğü düşüncesi, proletaryanın iktidarı ele geçirdikten sonra nasıl bir yönetim biçimi oluşturacağı sorusunu da beraberinde getirir. Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde bütün siyasal devrimlerin devlet aygıtını kırmak yerine yeni gereksinimlere uyarlayarak yetkinleştirdiğine değinen Marx, proletaryanın iktidarı ele geçirdikten sonra burjuva devlet makinasını kırıp parçalaması gerektiğini belirterek “devlet teorisindeki” ilk temel ilkeyi belirler. Parçalanan devlet aygıtının yerine neyin konacağı sorusunu yanıtlamak için ise Paris Komünü deneyimi beklenecektir.
Paris Komünü’ne nasıl gelindiğini anlamak için Fransa tarihinin 1848-1870 kesitine kısaca göz atalım. 1848 Şubat devrimi sonrasında burjuvazi, proletarya korkusu nedeniyle eski yönetimle uzlaşır. 1848 Haziranı proletaryanın ilk kez bağımsız bir ayaklanmaya giriştiği ve beş günlük direniş sonunda yenildiği tarihtir. Aralık 1848’te Cumhurbaşkanı olan Louis Bonaparte, Aralık 1851’de bir darbeyle iktidarı ele geçirir ve bundan bir yıl sonra kendisini Napoleon III adı altında Fransa imparatoru ilan eder. L.Bonaparte’ın iktidara gelmesini sağlayan, egemen sınıfın çeşitli kesimlerinin uzlaşma sağlayamamasıdır. Marx, Fransa’da İç Savaş’ta şöyle anlatıyor: “İmparatorluk, doğum belgesi yerine hükümet darbesi, vize yerine genel oy hakkı ve krallık asası yerine de kılıç ile, köylülüğe, sermaye ve emek savaşımına doğrudan doğruya katılmamış bulunan o geniş üreticiler yığınına dayandığını ileri sürüyor, bütün sınıfların birliğini kurmuş olmakla böbürleniyordu. Gerçeklikte, burjuvazinin ulusu yönetme yeteneğini çoktan yitirmiş -ve işçi sınıfının henüz elde etmemiş- bulunduğu bir dönemde, tek olanaklı hükümet biçimi de buydu.” 1 Her iki dönemin ortak özelliği, burjuvazinin farklı siyasal biçimler altında olsa da yükselip serpilmesidir. Bonaparte darbesi, burjuvaziye rağmen ve burjuvazi için bir darbedir.
Bonaparte rejimi, görevini en iyi biçimde yerine getirmesine rağmen, bir süre sonra burjuvazinin gereksinimlerine yanıt veremez hale gelir. Ard arda yaşanan iktisadi krizler sonrasında, imparatorluk toplumsal ve siyasal bir bunalım içine girer. İktidarının son demlerini yaşayan Bonaparte, gücünü ispatlamak ve toprakları genişletmek arzusu ile son bir çabayla Prusya’ya savaş ilan eder.
Marx, bu savaşı bir “hanedan savaşı” olarak niteler ve protesto eder. Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyi’nin 1870 Temmuzu’nda yayınladığı Fransa-Almanya savaşı üzerine birinci çağrısında, temel vurgu dünya barışı ve proletaryanın kardeşliğinedir. Marx, savaşın proletaryanın savaşı olmadığına, ulusal önyargıların yıkılması gerektiğine dikkat çeker. “Resmi Fransa ile resmi Almanya kendilerini bir kardeş öldürme savaşımı içine atarlarken, Fransa ve Almanya işçileri birbirlerine barış ve dostluk mesajları gönderiyorlar. Geçmiş tarihte eşi görülmeyen bu benzersiz olgu, yolu, daha aydınlık bir geleceğe açıyor. Bu olgu, iktisadi sefaleti ve siyasal taşkınlığı ile birlikte eski topluma karşıt olarak, her ulus içinde aynı ilke: Emek ilkesi egemen olacağı için, uluslarası kuralının barış olacağı yeni bir toplumun doğmakta olduğunu da tanıtlıyor! Bu yeni toplumun öncüsü ise, Uluslarası Emekçiler Derneğidir” 2 .
Ancak Enternasyonal’in çağrıları sonuçsuz kalır ve savaş engellenemez. 4 Eylül 1870’te Bonaparte rejimi sona erer ve Fransa’da Cumhuriyet ilan edilir. Marx, 20 yıllık Bonaparte imparatorluğunun ertesinden gelen bu Cumhuriyeti “Yaşasın Cumhuriyet!” sloganıyla karşılar. Ancak, yanısıra kaygılarını da sıralar.
“… Fransa’da cumhuriyetin kurulmasını biz de selamlıyoruz; ama temelsiz çıkmalarını dilediğimiz kaygılar da duymuyor değiliz. Bu cumhuriyet, tahtı devirmemiş, ama sadece onun boş bırakılan yerini almıştır. Bir toplumsal fetih olarak değil, ama bir ulusal savunma önlemi olarak ilan edilmiştir. Kısmen ünlü orleancılar, kısmen de, 1848 Haziran ayaklanmasının bazıları üzerinde silinmez bir yüzkarası bıraktığı burjuva cumhuriyetçilerden bileşik bir geçici hükümetin ellerindedir. Bu hükümet üyeleri arasındaki işbölümü hiç de iyiye yorumlanacak gibi değil. Orleancılar ordu ve polisin güçlü konumlarını ele geçirmişler, oysa cumhuriyetçi bilinenlere gevezelikten başka bir şey yapılmayan bakanlıklar düşmüştür İlk davranışlarından bazıları, onlara imparatorluktan kalıt olarak sadece yıkıntıların değil, ama işçi sınıfı korkusunun da kaldığını yeterince açık bir biçimde gösteriyor. Eğer cumhuriyet adına şimdi aşırı sözlerle olanaksız şeyler vaadediliyorsa bu sakın sonunda “olanaklı” bir hükümet istemek için olmasın? Hükümette görev alan bazı burjuvalar gözünde, cumhuriyet sakın orleancı bir onarıma geçiş hizmeti görecek bir şey olmasın?” 3
Marx’ın duyduğu kaygılar, 1848 deneyiminden çıkan sonuçlar ile uyum içindedir. 1848 devrimi sonrasında işçi sınıfı tehdidiyle yüzyüze gelen burjuvazi, iktidarı feodal toplumun egemen sınıflarıyla paylaşmayı tercih etmiştir. Marx, verdiği tepkiyle, aynı şeyin tekrar yaşanması ve burjuva cumhuriyetine biçtiği misyonun yerine getirilmeyeceği kaygısını dile getirmiştir. Marx’ın cumhuriyeti selamlamasının nedeni, cumhuriyetin kendi devrimini yapacak bilinç ve güce henüz ulaşmadığını düşündüğü proletaryanın nitel ve nicel gelişimi için en uygun rejim olduğunu düşünmesidir. Bu nedenle Marx, cumhuriyetin korunması için Fransa ve Avrupa proletaryasını göreve çağırır.
“Öyleyse Fransız işçi sınıfı, son derece güç koşullar içine konmuş bulunuyor. Yeni hükümeti her yıkma girişimi, düşman hemen hemen Paris kapılarına dayandığı bir sırada, umutsuz bir çılgınlık olacaktır. Fransız işçileri yurttaşlık görevlerini yerine getirmelidirler, ama aynı zamanda da, Fransız köylülerinin kendilerini Birinci İmparatorluğun ulusal anıları ile aldattıkları gibi, 1792’nin ulusal anıları tarafından sürüklenmemelidirler. Onların görevi geçmişi yeniden başlatmak değil, ama geleceği kurmaktır. Kendi öz sınıf örgütlerini kurmaya yöntemli bir biçimde girişmek için, cumhuriyetçi özgürlükten serinkanlılıkla ve korkusuzca yararlanmalıdır. Fransa’nın canlanması ve ortaklaşa görevimiz olan emeğin kurtuluşu için, bu onları yeni bir güç ile, büyük bir güç ile donatacaktır. Cumhuriyetin geleceği onların yılmazlık ve bilgeliğine bağlıdır” 4 .
Marx, bu dönemde proletaryanın yeterli eğitim ve güçten yoksun olduğunu ve erken bir ayaklanmanın karşı devrimci bir süreci başlatacağını düşünmektedir. Marx, “geçmişin yeniden başlamaması için” Avrupa proletaryasını kendi hükümetlerine Fransız cumhuriyetini tanımaları için baskı yapmaya ve barış yönünde eyleme çağırır. “Eğer işçiler görevlerini unutur, eğer hareketsiz kalırlarsa, bugünkü korkunç savaş daha da korkunç uluslararası çatışmaların hazırlayıcısından başka bir şey olmayacak ve her ulusta kılıç, toprak ve sermaye senyörlüğünün, işçiler üzerinde yenilenmiş bir zaferine yol açacaktır” 5 .
Fransa Sedan bozgunuyla ağır bir yenilgiye uğrar, 28 Ocak’ta teslim anlaşması imzalar. Cumhuriyetle birlikte kurulan Ulusal Savunma Hükümeti, teslim anlaşmasından sonra orduya silahsızlanma çağrısı yapar. Bu çağrının muhatabı, silahlarını bırakmayan Paris proletaryasıdır. Marx, bu noktada “ulusal görev ile sınıfsal çıkar arasındaki bu çatışmada Ulusal Savunma Hükümeti’nin duraksamadığı ve bir ulusal ihanet hükümetine dönüştüğü”nü saptar. “İşçi sınıfı hükümeti, ancak kendi öz kurtuluşu için çalışırsa… ulusal bir görevi yerine getirecektir” 6 . 5 Eylül günü işçi taburlarıyla Komün seçimleri yapılması, cumhuriyetin güçlendirilmesi, ülkenin savunulması için mücadele edilmesi için eylem yapan Ulusal Muhafız silahlarını bırakmaz. Teslim anlaşmasından sonra Paris’i fiilen yönetmeye başlar. 17 Mart gecesi Savunma Hükümeti, Paris’i silahsızlandırmak için kente orduyu yollar. 18 Mart günü Komün ilan edilir.
Marx, Paris proletaryasının bu kendiliğinden ayaklanmasını “çılgınca” olarak nitelese de coşkuyla selamladı. 70 günlük direnişin sonrasında Komün yıkıldığında ve komüncüler katledildikten sonra, “ben zaten demiştim” gibi bir bilgiçliğe girmedi. “Ne olursa olsun, Paris ayaklanması, hatta eski toplumun kurtları, domuzları ve köpekleri tarafından boyun eğdirilecek olsa bile, partimizin Paris haziran ayaklanmasından sonraki en şanlı savaş başarısıdır”. Bunun ötesinde Komün için aktif çalışmalarda bulundu. Bismarck ile Jules Favre arasındaki gizli anlaşmalar hakkında komüncülere bilgi ulaştırdı. Versailles katliamı sırasında, kaçakların korunması işini örgütledi.
Komün içerisinde etkin iki siyasal kesim, Enternasyonal içinde örgütlü bulunan proudhoncu azınlık ile ulusal muhafız merkez komitesi içinde güçlü olan blankist çoğunluktu.
Engels’in tanımına göre “blankiciler o sıralarda sadece devrimci içgüdü ile, proleter içgüdü ile sosyalist idiler”. Blanqui, tüm ideolojik karmaşasına rağmen jakoben ruhlu bir eylem tasarımına sahipti. Dar bir azınlığın iktidarı alıp halkı haklarını kullanabilecek duruma getirene kadar “diktatörlük”le yönetmesi, Blanqui’nin devrim stratejisinin ana hattıdır. Marksist olmadığı oranda Blanqui’nin sınıf kavrayışı muğlaktı. Bir eylem adamıydı, ona göre konuşmak yersizdi, “söz olguların”dı. Marx ve Engels, Blanqui’ye devrimci bir kişilik olarak değer vermelerine rağmen, düşüncelerini fazla öznelci buldular ve karşına bilimsellikten yana çubuk bükerek çıktılar. Marx’ın Fransa’da cumhuriyet ilan edildiğinde “ayaklanmama” yönünde yaptığı çağrı, Ağustos ayında hükümete karşı bir darbe girişiminde bulunan Blanqui’ye dönük bir uyarıdır aynı zamanda.
Genelde küçük burjuva sosyalisti olarak anılan Proudhon’un görüşleri daha çok ekonomik alan üzerinedir. “Adaletli bir değişim yasası” bulma yolundaki kimi tezleri şunlardır: Halk bankasının kurulması, karşılıklı kredi örgütlenmesi, böylece kapitalistlere ödenen faizin kalkması, nakit paraya değil mala çevrilen bonolar çıkartılması özgür ve bağımsız üretici dernekleri olan işçi şirketleri kurulması vb. Proudhon, küçük üreticilerin kendi dernekleri tarafından oluşturulan bir özerk komünler federasyonu aracılığıyla bireylerin hak ve isteklerinin birbirini dengeleyeceğini, böylelikle bireyin korunacağını ileri sürmüştür.
Engels, proudhoncuların ve blankistlerin komün uygulamaları üzerindeki etkilerini şöyle değerlendiriyor: “…asıl şaşılacak şey, blankici ve prudoncuların oluşturduğu Komün tarafından gene de yapılmış bulunan birçok doğru şeydir. Komünün iktisadi buyrultularının sorumluluğunun, şanlı ve daha az şanlı yönleri ile, en başta prudonculara düştüğü kendiliğinden anlaşılır tıpkı siyasal eylem ve eksikliklerin sorumluluğunun blankicilere düşmesi gibi. Ve her iki durumda da, tarihin ironisi -doktrinerlerin iktidara geçtikleri her zaman olduğu gibi- her iki akım yandaşlarının, kendi okul öğretilerinin onlara buyurduğu şeyin tam tersini yapmalarını istedi” 7 .
28 Mart günü seçimler yapılır, Ulusal Muhafız Merkez Komitesi yetkilerini Komün’e devreder. Komün 70 günlük bir zaman dilimi içerisinde şu kararları alır, ancak hepsini hayata geçiremez:
– Sahipleri tarafından terk edilmiş fabrikaların sayımının yapılması, bunların yönetiminin o güne değin bu işletmelerde çalışan ve kooperatif birlikler içinde bir araya gelecek işçilere verilmesi ve bu birliklerin bir tek büyük federasyon biçiminde örgütlenmesi için plan:
-Fırın işçileri için gece çalışmasının kaldırılması
-Patronal ceza sisteminin kaldırılması
-Yaşamak için asgari ücret güvencesi sağlanması
-Emniyet sandıklarının kaldırılması
-İş bulma bürolarının yeniden örgütlenmesi
-Meşru olan-olmayan çocuklar arasındaki ayrımın kaldırılması
-Kilise ile devletin ayrılması. Din işleri bütçesinin kaldırılması
-Kilise mallarının ulusal mülkiyete dönüştürülmesi
-Zorunlu ve parasız laik okul
-Parasız adalet
-Seçilenlerin görevden geri alınabilmesi
-Yargıç ve yüksek görevlilerin seçimi
-Sürekli ordunun kaldırılması yerine silahlı halkın geçirilmesi
-Yerel yönetimlerde özerklik
Komün ve proletarya diktatörlüğü tezleri
Marx, siyasal-toplumsal devrim ayrımını ilk kez Manifesto’da ifade etmiş olsa da ikisi arasındaki farkı belirginleştirmemiş, hatta iki terimi zaman zaman birbirinin yerine kullanmıştır. Bunun nedeni, proletaryayı siyasi iktidara hazırlayacağı varsayılan koşulların burjuvaziyi iktidarsızlaştıracak olgularla paralel gideceği ve aynı koşulların proletarya iktidarının toplumsal altyapısını sunacağı düşüncesidir.
1848 devrimleriyle burjuvazinin gericileşmesi ile birlikte, burjuvazinin proletaryayı iktidara taşıyacağı düşünülen koşulları sağlamayacağı anlaşılır. Eksikli görünen noktalar, proletaryanın eğitiminin burjuva demokrasisi içinde tamamlanamaması, üretici güçlerin yeterince gelişmemiş olması, bunlarla bağlantılı olarak proletaryanın nitel ve nicel eksikliğidir. Marx, sürekli devrim formülasyonunda bu eksikliklerin proletarya-küçük burjuvazi ittifakı aracılığıyla üstesinden gelinebileceğini ileri sürer.
Louise Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde “proletarya siyasi iktidarı ele geçirebilir, ama burjuvazinin toplumsal alanda iktidarsızlaştırılması nasıl sağlanacak” sorusu ortaya atılır. 18 Brumaire’de formüle edilen, Komün deneyi aracılığıyla ayrıntılandırılmaya çalışılan proletarya diktatörlüğü, proletaryanın siyasi iktidarı ile toplumsal egemenliği arasında kalan bu boşluğu giderecek bir geçiş çerçevesi olarak ele alınır.
Marx’ın “komünsel kuruluş” olarak ele aldığı bu geçiş dönemine biçtiği görevler siyasal, toplumsal ve ekonomik boyutludur. Siyasal yapıya ilişkin belirlenen temel ilke işçi sınıfının devlet mekanizmasını olduğu gibi alıp onu kendi hesabına işletmekle yetinemeyeciğidir.
Burada Marx’ı bir demokrattan ayıran sınırları iyi çizmemiz gerekiyor. Marksizmin temel hedefinin sınıfsız toplum -komünizm-olduğu, ve proletarya diktatörlüğünü bir geçiş dönemi olarak tarif ettiği bilinir. Marksizm bu geçiş dönemini ileriye -sonal hedefe-referansla tanımlar. Yani, proletarya diktatörlüğü sınıfsız toplum hedefine ulaşmak için siyasal, toplumsal, ekonomik dönüşümlerin örgütlendiği bir geçiş aşamasıdır. Bu anlamda, eski siyasal biçimin eksik bıraktığı uygulamaları tamamlamayı değil, eski toplumdan çok boyutlu bir kopuşu hedefler. “İşçi sınıfının devlet mekanizmasını olduğu gibi alıp kendi hesabına işletmeyeceği” tezi bu çerçeveden yorumlanmalıdır. Marx’ın işçi sınıfına gösterdiği hedef, burjuvazinin eksik bıraktığı demokrasiyi kendi iktidarı altında hayata geçirmek değil, sınıfsız topluma ulaşmak yolunda eski toplumun baskı aygıtını parçalamaktır.
“…Bir merkezi hükümete gene de kalan, az sayıda ama önemli görevler, gerçeğe aykırılığı biline biline söylendiği gibi kaldırılmayacak, ama komünsel, başka bir deyişle sıkı sıkıya sorumlu görevliler tarafından yürütüleceklerdi… Eski hükümet iktidarının salt bastırıcı organlarının kesilip atılması önemli olduğu halde, bunların haklı görevleri, toplumun üzerinde bir üstünlük savında bulunan bir otoriteden çekilip alınacak, ve toplumun sorumlu hizmetkarlarına verileceklerdi” 8 .
Bu saptama, “burjuva devlet aygıtının parçalanması”nı ilke edinen marksizm ile her tür yönetim aygıtının ilk elden tasfiyesini savunan anarşist bakış arasındaki önemli bir ayrımdır da. Üretimin planlanması ve eşgüdümlü bir biçimde yönetimi gibi Marx’ın kendi döneminde öngördüğü işlevler ve ilk sosyalist ülkeyle birlikte ortaya çıkan emperyalizme karşı sosyalizmin savunulması zorunluluğu, merkezi yönetim işlevini daha da yakıcı hale getirmiştir. Devletin her anlamda ortadan kalkması, yeni ve yüksek derecede örgütlenmiş bir toplumsal yapıyla birlikte ancak komünizmde sözkonusu olacaktır.
Marx’ın proletarya diktatörlüğüne ilişkin altını çizdiği bir diğer temel nokta, kapitalizme ait üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılarak emeğin iktisadi kurtuluşunun sağlanmasıdır. Burjuvaziyi var eden sömürü sisteminin ortadan kaldırılması, siyasi iktidarı ele geçirmiş proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesini sağlayacaktır.
“Komünün gerçek gizemi şudur: O özsel olarak bir işçi sınıfı hükümeti, üreticiler sınıfının temellekçüler sınıfına karşı savaşımının ürünü, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayan ensonu bulunmuş siyasal biçim idi. Bu son koşul olmasaydı, komünsel kuruluş bir olanaksızlık ve bir aldatmaca olurdu. Üreticinin siyasal egemenliği, onun toplumsal köleliğinin sonsuzlaştırılması ile birlikte varolamaz. Demek ki, Komün, sınıfların varoluşunun, öyleyse sınıf egemenliğinin üstüne dayandığı iktisadi temellerin kökünü kazımak için bir kaldıraç hizmeti görmeliydi” 9 .
1871’de Marx’ın beklentisi Komün’ün Fransa’nın bütün büyük sanayi merkezlerine örnek olacağı ve böylece bir “ulusal örgütlenme taslağı”nın gerçekleşebileceğiydi. Komün, gerçekten de taşrada pek çok ayaklanmaya esin oldu. Ancak bu küçük çaplı ayaklanmalar kısa ömürlü oldular.
Komün Marx’a proletarya diktatörlüğü tezlerinde eşik atlatan bir gelişme olmuştur. Fransa’da İç Savaş’taki tezlere bakıldığında 1917 ile birlikte olgunluğuna kavuşacak siyasal devrim-toplumsal devrim çözümlemesi adına önemli bir birikimin sunulduğunu görürüz. Siyasal iktidarı ele geçiren proletaryanın eski toplumsal biçimleri yıkışı, burjuvazinin toplumsal egemenliğine son verilmesi, komünizme giden toplumsal ve iktisadi biçimlerin oluşturulması bu birikimin köşe taşlarıdır. Marx’ın bu çözümlemeleri, yumuşak geçiş, ya da proletaryanın egemen sınıf haline gelmesinin kapitalizm koşullan altında gerçekleşeceği tezlerine iyi bir yanıttır da.
Ancak Marx’ın formülasyonunda eksikli kalmış önemli bir nokta vardır: Proletaryanın siyasi iktidarı nasıl ele geçireceği ve koruyacağı. Siyasal devrim-toplumsal devrim kavramlaştırmasının yerli yerine oturmasını 1917’ye erteleyen şey, bu eksikliktir. Komün, proletaryanın egemen sınıf olarak nasıl örgütleneceği sorusunu yanıtlamada önemli bir malzeme sunmuştur. Ancak kendiliğindenlik boyutu nedeniyle devrim stratejisi tartışmasına katkı sağlayamamıştır. Marx, devrim stratejisi tartışmasına Komün sonrasında pek girmemiştir. Ancak özgün bir örnek olan Komün’ün ortaya çıkış biçimini bir yasallık olarak tarif etmeyecek kadar da “marksist”tir. Marksizm-leninizmin temel taşı olan öncülük anlayışının billurlaşması için eşitsiz gelişim yasasının soyutlanabileceği bir nesnellik, zayıf halka olgusunun ortaya çıktığı emperyalizm çağı beklenecektir.
Komün proletarya diktatörlüğü müydü?
“…Eh peki, baylar, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komününe bakınız. Paris Komünü, proletarya diktatörlüğü idi” 10 .
Marksist literatürde Komün ve proletarya diktatörlüğü üzerine yazılmış neredeyse bir kütüphaneyi dolduracak kadar kitap-makale vardır. Bu metinlerin bir bölümü Komün’ün proletarya diktatörlüğü olup olmadığını tartışır.
İkinci Enternasyonal liderleri arasında yaygın olarak paylaşılmış tez, Komün’ün proletarya diktatörlüğü olmadığıdır. Bu görüşe göre, Komün’den bahsederken “işçi devleti” sözcüğünü kullanan Marx,, Komün’ü proletarya diktatörlüğü olarak görmemişti. Bu “yakıştırma” sonradan Engels tarafından uydurulmuştu. Lenin, Ekim Devrimi arefesinde eylemini Marx’ın hitabının yorumu üzerine kurmayı isteyip, bir işçi devleti miti yaratmaya çalışmıştı… 11
Bu argümanın sahiplerinin bir bölümü kanıt olarak Marx’ın Fransa-Prusya savaşı ile ilgili ilk çağrısındaki “ayaklanmanın bir çılgınlık olacağı” görüşünü kullanırlar. Ve Marx’ın da zaten “Komüncülerin biraz sağduyu gösterip Versailles’la anlaşmasının daha iyi olacağı” yargısına vardığını söylerler. Bu iddiaya Marx’tan uzun bir alıntıyla yanıt verelim:
“Eğer savaşıma ancak son derece elverişli şanslarla girilmesi gerekseydi, tarihi yapmak elbette çok kolay olurdu. Öte yandan, eğer ‘rastlantı’lar tarihte hiç bir rol oynamasalardı, tarih çok gizemsel bir nitelik taşırdı… hareketin hızlanma ya da yavaşlaması, aralarında hareketi yönetmeye ilk çağrılan önderlerin niteliğinin de bulunduğu bu türlü “rastlantı”lara çok bağlıdır. Bu kez için mutsuz ve kararlaştırıcı “rastlantı”yı Fransız toplumunun genel koşullarında değil, ama Prusyalıların Fransa’daki varlıkları ve Paris’in burnu dibindeki konumlarında aramak gerekir. Parisliler bunu çok iyi biliyorlardı. Versailles burjuva itleri de bunu iyi biliyorlardı. İşte tastamam bu nedenle Parislileri ya vuruşmayı kabul etme, ya da savaşmadan yenik düşme seçeneği karşısında bıraktılar. Son durumda, işçi sınıfının moral bozukluğu, belli bir sayıdaki “önder” lerin yitiminden çok daha büyük bir mutsuzluk olurdu. Paris tarafından verilen kavga sayesinde, işçi sınıfının kapitalist sınıf ve kapitalist devlete karşı savaşımı yeni bir evreye girmiştir. Bu kavganın sonucu ne olursa olsun, evrensel bir tarihsel önem taşıyan yeni bir çıkış noktası elde etmiş bulunuyoruz” 12 .
Amacımız “alıntı savaşı” yapmak değil. Aksine marksist birikimden yararlanmanın bu şekilde gerçekleşemeyeceğine inanıyoruz. Ancak marksistlik iddiasında bulunan ve Marx’ın “aslında… düşündüğünü” iddia etme cüretim gösterenlerin Marx’ı daha dikkatli okuma zahmetine girmeleri gerekiyor. Kaldı ki, yukarıdaki iddianın sahiplerinin amacı üzüm yemek değil, bağcı dövmektir.
Komün, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi, sömürü sistemini oluşturan siyasi ve iktisadi yapıyı kırmak yolunda önemli adımlar attı. Bunlar proletarya diktatörlüğünün en temel ilkeleridir. Ancak, Komün’de gerçekten eksikli olan iki yön vardır. Bunlardan ilki, uygulamaları nihai hedefe evriltecek ideolojik netliktir. Komün içerisinde etkin olan proudhoncular ile blankistler yarattıkları tüm olumluluklara rağmen bu netliğe sahip değillerdi. Komün’ün kimi uygulamaları bu nedenle biraz da el yordamıyla gerçekleşti. Marx’ın değindiği “Merkez Komite’nin yetkilerini halka erken devretmesi” bu eksikliğin ilk göstergesiydi. Engels ve Lenin’in değindiği gibi, bankaya el konmaması ve gerekli askeri müdahalelerin yapılmaması diğer bir perspektifsizlikti. 13 Komün’ün proletarya diktatörlüğü olup olmadığı tartışılacaksa bu nokta (Komün’ün koyduğu hedefler ve doğrultusu) üzerinden tartışılmalıdır. Yoksa, 70 günlük bir iktidarın uygulamaları üzerinden proletarya diktatörlüğü müydü tartışması yapmak sonuç alıcı olmayacaktır.
Son bir nokta… Proletarya diktatörlüğü, Marx’ta da Lenin’de de son hedefe -komünizme- giden yol üzerinde bir geçiş süreci olarak tasarlanmıştır. Teori, bu geçişin temel ilkelerini belirlese de somut biçimler somut nesnellik içerisinde, somut ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenir. Marksizm bu yeniden üretimi besleyen dinamizmi içinde barındırdığı için “marksizm”dir.
“Paris işçisi, Komünü ile birlikte, yeni bir toplumun şanlı öncüsü olarak her zaman yüceltilecektir. Şehitlerinin anısı, işçi sınıfının büyük yüreğinde sevgi ve saygı ile korunmuştur. Kıyıcılarına gelince, tarih onları daha şimdiden sonsuz bir teşhir direğine çivilemiştir, ve rahiplerinin tüm duaları onların günahlarını bağışlatamayacaktır” 14 .
Dipnotlar ve Kaynak
- Marx; K., Fransa’da İç Savaş (Paris Komünü Üzerine içinde), Sol yayınları, 1977, s.98.
- age, s.6O.
- age, s.69.
- age, s.69.
- age, s.71.
- age, s.22O.
- Engels; F., Fransa’da İç Savaş’a önsöz, age içinde, s.48.
- age, s.101-102.
- age, s.103-104.
- Engels; F., Fransa’da iç Savaş’a önsöz, age içinde, s.53.
- Bu tartışmayla ilgili argümanların ayrıntısı için bkz. STMA 2. cilt, s. 370-374, 375.
- Marx’ın L. Kugelmann’a mektubu, age içinde, s. 53.
- “Ama parlak bir zaferin meyvelerini iki yanılgı yok etti. Proletarya yarı yolda durdu: “mülksüzleştiricileri mülksüzleştirme”ye girişecek yerde, ülkede, ortak bir ulusal görev ile birleşmiş yüce bir adaletin kurulması üzerine düşlere kapıldı; örneğin bankalar gibi kurumlara hiç dokunulmadı,prudoncu “adaletli değişim” vb. teorisi, henüz sosyalistler arasında egemen bulunuyordu. İkincisi proletaryanın düşmanlarını ortadan kaldırmak yerine, onların üzerinde manevi bir etkide bulunmaya çalışması” (salt askeri eylemlerin önemini savsaklaması). [Lenin, Paris Komünü,age içinde s.402]
- age, s.131.