1970’li yılların ortalarında patlak veren petrol şoku dünya kapitalist sistemini büyük bir krizin içine soktu. Sürdürmekte olduğu ithal ikameci sanayileşme politikaları yüzünden Ödemeler dengesi problemiyle karşı karşıya olan Türkiye, bir yandan da yükselen petrol fiyatlarının ithalat maliyetini artırması nedeniyle, petrol şokunu takip eden borç krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri oldu. “Borç krizinin pratikteki önemi, IMF ve bankalar tarafından dayatılan koşulların bir parçası olarak, anti liberalizmin ve korumacılığın reddedilmesinin gerekli hale gelmesiydi.” 1 Türkiye burjuvazisi bir yandan IMF patentli liberalleşme, sosyal harcamaların kısılması, özelleştirme gibi politikaları yaşama geçirmek zorunda, diğer yandan da biriken borçları ödeyebilmek için dışa açılmak ve dünya piyasasından daha fazla pay kapmak zorundaydı. Ancak sınıf savaşının bütün şiddetiyle sürmekte olduğu 70’li yılların sonlarında Türkiye, burjuvazinin bu politikalarını hayata geçirebilmek için ihtiyaç duyduğu ortamın çok uzağında bulunuyordu. Her şeye rağmen 24 Ocak kararları ile şansını deneyen burjuvaziye gerekli ortamı 12 Eylül cuntası sağlayacaktır.
1980’lere gelindiğinde batılı gelişmiş kapitalist ülkeler krizi bir ölçüde atlatmış, ve üstelik bu durumdan teknolojik bir sıçrama ile çıkmışlardı. Teknolojik sıçramanın getirdiği üretim bolluğunu tüketimi pompalayarak aşmaya çalışan batı emperyalizmi, batılı toplumları birer tüketim toplumu haline getirirken bütün dünyayı da tek bir pazar haline getirebilmenin savaşını verdi. Teknolojik gelişmelerden en çok etkilenen sektörlerden ikisi olan iletişim ve eğlence endüstrisi kitleler üzerindeki ideolojik yönlendirmesiyle hem tüketimin pompalanması hem de kitlelerin pasifize edilmesinde burjuvazinin en büyük silahı oldu. Bu sektörü elinde tutan Amerika kaynaklı 5-6 dev uluslararası şirket Amerikan Rüyası adı altında emperyalist ideolojiyi bütün dünyaya pazarladılar. “Bugün Amerika dünyada, otomobilleri, televizyonları ve aletleriyle değil, film, TV programı, video, plak, kaset, CD gibi kültür ürünleriyle at oynatıyor” 2 . İşte 1980 ve sonrasında Türkiye’ye damgasını vuran yaşam tarzı ve kültür, dışa açılma politikalarıyla birlikte özellikle reel sosyalizmin yıkılışından sonra bütün dünyayı etkisi altına alan bu emperyalist kültür ve yaşam tarzıdır.
1980 öncesi popüler kültür
Yıllarca Türkiye’de halkı sisteme entegre edebilmek için uğraşan fakat bunu başaramayan Türkiye burjuvazisi 80’li yılların başına kadar sistemin devamını ancak devletin zor aygıtlarının ön planda olduğu bir yönetim biçimiyle sağlayabilmiştir 1980 öncesi yıllar yükselen sınıf savaşımının her alana olduğu gibi kültür alanına da damgasını vurduğu yıllardır. Gerek kitle iletişim araçlarının bugünkü kadar gelişmiş olmaması, gerekse burjuvazinin mevcut araçları (basın-yayın ve televizyon) kendi açısından yeterince kullanma becerisini gösterememesi, 1980 öncesi popüler kültürün halk kaynaklı bir kültür olması sonucunu doğurmuştur. Göç olgusunun bütün hızıyla yaşandığı gecekondularda yaşayan ve köyle ilişkilerini henüz tamamen koparmamış fakat proleterleşen emekçi kitlelerin kent yaşamında ağırlığını hissettirdiği bir dönemde, 1970’li yılların başında, halk müziği ve sanat müziğinin içine oryantal öğelerin de karıştığı bir “sentez” olarak arabesk müzik doğar. Son 30 yıldır Türkiye gündemindeki yerini koruyan arabeskin yanında daha çok kentin küçük burjuva ve orta sınıf gençliğinin içinden doğan Anadolu pop bir diğer popüler müzik türü olacaktır.
İçinden çıktıkları toplum kesimlerinin bir yansıması olan bu müzik akımları 70’li yılların sonlarına doğru toplumsal siyasetin yükselmesi ile birlikte hızla siyasallaşacaklardır. Daha çok Anadolu popta görülen bu siyasallaşma arabeskte daha az hissedilecektir. Bugüne oranla çok daha büyük bir kitleye seslenen edebiyat ve sinema ise dönemin diğer popüler kültür alanlarıdır. Edebiyatta köy romanlarının hissedilir bir ağırlığı vardır. Daha çok zalim ağa ve ağaya karşı çıkan köylü temasının hakim olduğu bu romanlar toplumdaki siyasallaşmaya paralel olarak büyük okuyucu kitleleri bulurlar. Sinemada ise 19601ı yılların zengin kız-fakir oğlan filmlerinin yerini, şehirdeki ağalara, çarpık insan ilişkilerine karşı çıkan mert Anadolu delikanlısını konu alan filmler alır. Kent yaşamının güvensizliği ve kaosu karşısında feodal değerlerine sıkı sıkıya bağlanan, mertliği, dürüstlüğü, haksızlıklara karşı gelmeyi, namusunu canı pahasına korumayı, aileye bağlılığı, sevdiği insanlar için kendini feda etmeyi düstur edinen bu mutsuz film kahramanlarında kitleler kendilerini buluyordu. Yine bu dönemde burjuvazi sinema ve müziği bir endüstri dalı olarak keşfetmeye başlamış bir yandan arabesk ve Anadolu pop ile beslenen bir müzik endüstrisi, diğer yandan da kitlelerin cinsel açlığını kullanan seks filmleri furyası başlamıştır.
1980’li yılların başlarında Türkiye, burjuvazinin işçi sınıfına ve devrimcilere topyekûn bir saldırısına tanık oldu. 12 Eylül darbesinden sonra faşist generallerin yönetimindeki cunta bir yandan devrimcileri hapishanelerde, sorgu odalarında ve darağaçlarında katlederken, bir yandan da emekçi sınıflara karşı ideolojik saldırıya geçti. Kapitalist düzenin devamı ve gelişimi için burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki ideolojik hegemonyasının artırılması, işçi sınıfının sisteme entegrasyonunun sağlanması gerekiyordu. Bunun için burjuvazi bir yandan zaten bu topraklarda bir geçmişi olan arabesk ve futbol gibi yerli popüler kültür alanlarına el atıp kendi ideolojisi ile donatırken, diğer yandan batı emperyalizminin uzun süredir kullandığı kültürel ideoloji ürünlerini ve araçlarını ithal etti. Kitle iletişim araçlarının ithalatında büyük kolaylıklar sağlandı ve özel televizyonların kurulması ile birlikte Amerikan yaşam tarzının propagandasını yapan batı kaynaklı televizyon programlan Türk burjuvazisinin bu dönemdeki can simitleri oldu.
Kapitalist kültür bir tüketim kültürüdür
Dünya kapitalist sisteminin zayıf halkalarından biri olan Türkiye’de, burjuvazi kendini güvencede göremiyor ve geleceğini emperyalizmle entegrasyonda yeni biçimlerde arıyordu. Avrupa Birliği’ne girip kaderini, Avrupa burjuvazisinin kaderiyle birleştirmek istiyordu. Türkiye burjuvazisi ekonomik alanda liberalizasyon ve dışa açılma politikalarını uygulamaya koyarken, ideolojik alanda da Avrupalı görüntüsü veren bir Türkiye için çaba harcadı. Batının emperyalist tüketim kültürü Türkiye’ye oturtulmaya çalışıldı. Tüketim bir uygarlık ölçütü olarak gösterildi. Kitlelere, batının kapitalist toplumlarındaki insanlar ile aynı tüketim kalıplarını paylaştıkları takdirde Avrupalı olacakları yanılgısı benimsetilmek istendi ve bunda da büyük ölçüde başarı sağlandı. Tüketim, mutluluğun tek anahtarı olarak sunuldu. İnsanlar artık Mac Donald’s hamburger yiyip Coca cola içecekler, Levi’s pantolon giyip sinemalarda seks ve şiddet satan teknolojinin son harikası Amerikan filmlerini izleyerek mutlu olacaklardır.
Sürekli olarak bir mala sahip olmakla diğer insanlardan farklı olacakları, toplumsal statülerinin değişeceği vurgulandı. Tüketim kültüründe satın alman malın kullanım değerinin çok büyük bir önemi yoktur. Daha çok o malın imajı satılır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde de imajın ön plana çıkmasıyla, insanlar artık “… olmak” için hiçbir şey yapmazlar çünkü önemli olan “… görünmek”tir. Bir tüketim çılgınlığı içinde piyasaya sürülen her mal anında eskitildiği için sürekli daha yeni, daha büyük, daha güzel adı altında pazarlanmalıdır. Yanılsama kapitalist ideolojinin her alanında kendini gösterir.
Tüketimi körüklemede önemli bir işlevi olan televizyonlar ise artık yayın zamanlarının büyük bir bölümünü reklamlara ayırıyor, ekranlardan insanlara belli bir malı alırlarsa nasıl mutlu olacakları anlatılıyor. Daha çok toplumun en büyük tüketici kesimi olan çocuklara ve kadınlara yönelik bu reklamlarda çocukların anne-babalarını, kadınların da kocalarını nasıl ikna etmeleri gerektirdiği de öğretiliyor. Çocuklar, en güçlü yanlarını, zayıflıklarını ve sevimliliklerini kullanıp ikna edecekler, kadınlarsa cinselliklerini kullanıp kendilerini pazarlayacaktır. Önemli olan sahip olmak ve tüketmektir ve bunun için gerekirse her türlü insani ilişki pazarlanabilir; mala ya da paraya tahvil edilebilir. Artık televizyon ekranlarında “yoksa siz beni sevmiyor musunuz” diyen çocuklar ve “Macit beni otomobillendir” diyen kadınlar boy gösteriyor.
Ama Türkiye’de toplumun çok büyük bir bölümünün pompalanan tüketim kültürüne ayak uydurabilecek geliri yoktur. Onlara pazarlanabilecek tek şey umuttur ve sistem de onu pazarlar. Düzenin devamı için kitlelerin bu sistemin doğruluğuna inanmaları, kendi kurtuluşlarını (en azından çocuklarının kurtuluşunu) bu sistemin içinde görmeleri, umutlarını yitirmemeleri gerekiyor. Burjuvazinin ideologları gazete ve dergilerde televizyon ekranlarında “muhteşem bir yüzyıl geliyor” diye bağırıyor ve arkasından ekliyor: “İnsanlık hiçbir zaman kötüye gitmez” 3 . Ama burjuvazinin hegemonyası altında emekçiler her gün daha fazla eziliyor, insanı insan yapan değerlerden her gün daha fazla uzaklaşılıyor, dünya her geçen gün daha kötüye gidiyor. Burjuva ideologları da bunu biliyor. Ama bildikleri bir şey daha var, o da savundukları sınıfın çıkarları açısından emekçi kitlelerin bunu bilmemesi gerektiği. Bunun için özellikle 1980 sonrası şans oyunları, televizyon yarışma programları, gazete lotaryaları furyası başlatıldı. Emekçiler sisteme inanmalı, milli piyango bileti, spor toto kuponu, at yarışı peşinde koşmalı, hem her hafta yeniden umutlanmalılar, hem de burjuvaziye para kazandırmalılar.
Son dönemde tüketim kültürü olgusunun en yoğun yaşandığı ve en iyi şekilde gözlemlenebildiği popüler kültür alanı pop müzik oldu. Türkiye’de Amerikan filmlerinin ve dizilerinin ulaştığı popülerliğe, Amerikan pop müzik ürünleri ulaşamadı. 80’li yılların ortalarında önce Michael Jackson, daha sonra da Madonna ile göreceli bir popülerliğe ulaşan batı kaynaklı pop müzik, ancak orta ve küçük burjuvazi gençliğinin ilgi alanına girebildi. Ama yerli müzik endüstrisi batı taklidi yerli pop müzik starlarını ve içine oryantal öğelerin de yerleştirildiği pop müzik şarkılarını yerli ürünler olarak piyasaya sürmekte gecikmedi.
Kapitalist mal üretiminin tipik özellikleri ve üretimden satışa her alanda görülen geniş işbölümü ile pop müzik tam bir endüstri ürünüdür. Pop müzik sanatçılarının, daha piyasaya sürülmeden görünüşlerinden davranış şekillerine kadar tüketime yönelik olarak tasarlanmaları, reklam filmlerinin ve video kliplerinin hazırlanması, tüm televizyon kanallarında gazete ve dergilerde aynı zamanda tanıtımının başlaması, bir pop müzik ürününün kapitalist pazara yeni çıkacak herhangi bir üründen farkı olmadığını gösterir. “Başarı için kimin seçileceği şansa bağlı görünmektedir. Başarıysa bölük pörçük kazanılmamış ve geçicidir. Bu pop sahnesindeki yaratıcı rol, ambalajlamalara, plak yapımcılarına, giysi tasarımcılarına, dergi editörlerine ve diğerlerine düşmektedir. Başarının yazarları, sistemin beyni işte bunlardır” 4 . Batıdaki pop müziğin işlevini aynen üstlenen yerli pop, standartlaşmış bir örnek şarkıları, cinselliğin ön planda olduğu sözleri ve video klipleri, birden parlayan ve hemen tüketilip modası geçen starlarıyla sürekli hareket halinde olan bir endüstri alanıdır. Pop müzik alanında satılabilecek olan yalnızca şarkılar değildir. Bütün büyük müzik şirketlerinin şapka, poster, rozet vb. yan ürünlerin satışıyla ilgilenen bölümleri var. Ayrıca pop müzik sanatçıları ve şarkıları reklamlarda da büyük bir kullanım alanı buluyor. Pop müzik sanatçılarının günlük yaşantılarından yiyip içtiklerine kadar yaşamlarının her alanının haber olarak pazarlanabilir bir yanı var. İçerdiği cinsel çağrışımlarla satılabilirliğini artıran pop müzik, basit müzikal yapısı, başka türlü anlamlandırılamayacak kadar kısıtlı ve akılda kalıcı sözleri ile burjuva ideolojisinin sürekli yeniden üretildiği bir endüstridir.
Kapitalist kültür faşist bir kültürdür
Fakat toplumun tamamını sisteme entegre etmek, kitlelerin mevcut düzeni olumlamasını sağlamak mümkün değildir. Sistemle bağını koparma noktasına gelen kitleleri ve toplumsal muhalefeti yine burjuvazinin kontrolünde olan kanallara akıtmak gerekir. Bu noktada milliyetçi-şoven faşist ideoloji ve gerici-dinci ideoloji devreye girer. 1980 sonrası Türkiye, milliyetçi ve dinci ideolojilerin devlet kademelerindeki kadrolaşmasına tanık oldu. Faşist ideolojilerin bu yükselişi popüler kültür ürünleriyle de desteklendi. “Kapitalizm çağında ise farklı iki kültürden bahsetmek artık olanaksızdır. Çünkü burjuvazi, tarih boyunca süren yönetenle yönetilenin kültür ayrılığını ortadan kaldırmış, tek bir kültürü, popüler kültürü egemen kılmıştır” 5 . Toplumun her kademesindeki insana seslenen, herkes tarafından tüketilen popüler kültür ürünleri faşist ideolojinin en önemli söylemlerinden olan sınıfsız ve imtiyazsız, milli birlik ve beraberlik ruhuna sahip bir toplum yanılsamasını sürekli besledi. Televizyon ekranlarında her gün yayınlanan karate filmleri, kanunların suçluların işine geldiğini savunan ve her önüne çıkanı öldüren polislerin revaçta olduğu Amerikan polisiye filmleri, şiddete dayalı çizgi filmler, kanlı olayları konu alan haber programları ve 3. sayfalarını bu tür haberlere ayıran gazeteler aracılığıyla şiddet, kitlelere sorunların çözümünde tek yol olarak sunuldu. Kürt ulusal sorununu çözmenin tek yöntemi olarak Kürt emekçilerini katletmenin savunulduğu resmi devlet politikasıyla birlikte şiddet, kitlelerin gözünde meşrulaştırıldı. Genelde sözlerindeki diğer kişiyi itme, hor görme, kullanıp atma mesajlarıyla duygusal bir faşizmi barındıran pop müzik, Kartel örneğinde olduğu gibi, zaman zaman açıkça dile getirdiği şiddet unsurları ve milliyetçi söylemiyle, faşizmin müzikteki temsilcisi oldu. Bunun sonucunda devrimcilerin ve yurtseverlerin katline alkış tutan insanlar yaratıldı ve fiilen iktidarda olmalarına karşın faşist ideolojiler sisteme muhalif bir görüntü çizerek kitlesel desteklerini artırdılar. Devrimci durumu sosyalist bir devrimle tamamlayamamış olan her toplumda ortaya çıkan gerici ve faşist ideolojilerin yükselişi olgusu, Türkiye’de de geçerliliğini korudu. Özellikle 1987 ve sonrasında reel sosyalizmin çözülüş sürecinin hızlanmasıyla birlikte, burjuvazinin ideolojik saldırıları sonucu tüm dünyada kendini hissettiren sağa kayma, Türkiye’de de gerici/faşist partilerin yükselişi, hatta iktidara gelmesi ile kendini gösterdi.
Kapitalist kültür boyun eğmenin kültürüdür
12 Eylül’le birlikte yurtdışına çıkanların ve hiç zaman geçirmeden sağa çark edenlerin dışındaki sol aydınlar sanat dergileri etrafında toplanmış ve politik üretim kanallarının tıkandığı bu dönemde, kültür ve günlük yaşam sorunları başlıca tartışma alanları olmuştur. Arabesk, ise bu konuların arasında en popüler olanıdır. Popülaritesini yitirmemesi nedeniyle bugün dahi tartışma gündeminde kendisine yer bulan arabesk hakkında genel söylem “yozlaşma ve çürüme” olmuştur. Arabesk günlük yaşamı içinde sürekli ezilen, önceleri hanzo, kıro daha sonraları ise zonta, maganda gibi sıfatlarla küçümsenen ve aşağılanan deklase gecekonducuların ve lümpen proletaryanın kimlik arayışının ve kendisini sarmalayan kent ilişkilerine uyumsuzluğunun/uyum sağlama çabasının ve karşı çıkışının/ başarısızlığının müziğidir. Bu karşı çıkış, politik bir karşı çıkış değil duygusal bir karşı çıkıştır. Fakat daha 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak endüstrileşmenin etkisiyle barındırdığı duygusal isyanı terk etmeye başlayan arabesk, müzik endüstrisinin yarattığı ilk ürünlerden olan Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses ile birlikte feryat-figan bir ağlama haline döndü. Kısa sürede, kaderciliğin ve boyun büküp ağlamanın, teslimiyetin müziği haline gelen arabesk, bir müzik türü olmanın ötesinde ayrı bir kültürel anlam edindi. Bir yandan burjuvazi tarafından kitleleri pasifize etmenin bir aracı olarak kullanılan arabesk, diğer yandan kendini Avrupalı olarak gören “yüksek kültürlü” burjuva ideologları tarafından, baklavayla viski içmekten çiğ köfte yemeye altın madalyon takmaktan beyaz çorap giymeye kadar olumsuzladıkları her türlü davranış biçiminin kaynağı olarak aşağılandı.
Özellikle 1980’den sonra arabesk tamamen egemen kültürün bir parçası haline geldi. Egemen kültüre eklemlenen arabesk ANAP tarafından politik bir platforma oturtuldu. Oy alabilmek için popüler olan her şeyin, her söylemin kullanıldığı Amerikan tarzı seçim çalışmalarını Türkiye’de uygulayan ilk parti olması, Turgut saate 200 km. hızla araba kullanırken Semra’nın teybe arabesk kaset koyması, seçim çalışmalarında arabesk şarkı sloganlarının ve müziğinin kullanılması, bazı arabesk sanatçılarının ANAP çevresiyle yakın ilişkileri, arabeskin ANAP ile özdeşleştirilmesine neden oldu. Yine bu dönemde o güne kadar gecekonduların müziği olarak bilinen arabeskin dinleyici kitlesinde ve buna bağlı olarak müzikal formlarında çeşitlenmeler yaşandı. Özellikle İbrahim Tatlıses ile arabesk halk müziğine yaklaşırken, Bülent Ersoy ile de “sanat müziği”ne yaklaşıyordu. 1980’li yılların ortalarında büyük bir popülerliğe ulaşan ancak ömrü kısa süren taverna müziği ve 80’li yılların ikinci yarısında yaygınlaşan ve hala geniş bir dinleyici kitlesi olan sol arabesk, arabeskin yeniden üretim kanalları oldular.
Pop müziğin yüksek bir popülerlik düzeyini yakalaması arabeski de etkiledi. Sadece müzikal anlamda değil. 1980 öncesi dönemde daha çok soyut bir aşkı konu alan, hasretliği ve kavuşamamanın acısını ön planda tutan, aşk temasının arka planında “yokluk”, “yoksulluk”, “zulüm”, “insanca yaşamak” gibi toplumsal boyutu olan sözcüklerin de sık rastlandığı arabesk, 80 sonrasında daha hareketli ritimlerin kullanıldığı, şarkı sözlerinin birbirini tekrar ettiği aşkın daha maddi bir zemine oturup dünyevileştiği bir müzik olmuştur. Aşkı kavuşamamakla bir tutan, sevdiğine kavuşamadığı ya da aşkına karşılık göremediği için kahreden arabeskin “seven”i, artık “ömrümden çaldığın zamana yazık”, “başka sevgili bulacağım” diyen biri olmuştur.
Arabesk, ortaya çıktığı dönem itibarıyla halk kültürünün “kendiliğinden” bir kültür olarak ulaşabileceği karşı çıkışın/isyanın tepe noktasını belirler: Duygusal karşı çıkış. Nasıl ki işçi sınıfının kendiliğinden hareketliliği kısa sürede ekonomist bir sendikalizme ve oradan da burjuvazinin müdahalesi ile sendika ağalarının egemenliğinde sarı sendikacılığa evrilmişse, arabesk de aynı şekilde, halk kaynaklı kültürün kapitalist toplumlardaki genel akıbetini paylaşarak, kısa sürede müzik endüstrisinin elinde, egemen kültürün ideolojik aygıtlarından biri haline geldi. Halk kültürü uzun süre kendi kimliğini ve özgünlüğünü koruyamıyor.
Aynı durum sporda da futbolun başına gelmişti. Emekçi kitlelerin sporu olarak doğan futbol, burjuvazinin müdahalesiyle yine emekçi sınıflan sistem içinde tutmanın, sisteme entegre etmenin bir aracı oldu. Daha önce Güney Amerika’daki ve Avrupa’daki Latin ülkelerinde faşist generaller tarafından kullanılan futbol, 1980 sonrasında da 12 Eylül cuntasının en önemli ideolojik silahlarından oldu. Futbol bugün, futbol sahalarında ve maç sonrası gösterilerde ülkücü/faşist hareketin rengini taşıyor.
Sonuç yerine
Kapitalist kültürün, hem kültürün bir endüstri alanı haline dönüştürülerek burjuvaziye büyük ekonomik çıkarlar sağlaması, hem de burjuva ideolojisinin emekçi kitleler üzerindeki egemenliğinin bir aracı olması anlamında ikili bir işlevi vardır. 1980 sonrası popüler kültürde bu iki işlev de net bir şekilde gözlemlenebilir. Burjuvazi popüler kültürün üretiminden büyük paralar kazandı. Diğer yandan Türkiye emekçi sınıfları tarihlerinde görülmemiş bir biçimde burjuvazinin ideolojik hegemonyasına girdi. Egemen ideolojiyi seslendiren popüler kültür ürünleri sayesinde toplumda büyük bir depolitizasyon yaşandı/yaşanıyor. Kapitalist sistemi alternatifsiz bir dünya sistemi olarak sunan burjuvazi, işçi sınıfının önüne politika olarak burjuva politikacıların kısır çekişmelerini sürdü. Kültür endüstrisinin “bilincin engellenmesi” olarak özetlenebilecek olan işlevi, 12 Eylül cuntasıyla çok büyük bir darbe yiyen devrimci/sosyalist öznelerin yokluğunda ciddi bir muhalefetle karşılaşmadı. Bu dönemde devrimciler adına popüler kültür alanına bir müdahale olan Grup Yorum, burjuvazinin topyekûn saldırısı düşünüldüğünde, büyük bir başarı olsa bile, yeterli olmak bir yana, ancak bir ilk adım olarak değerlendirilebilir. Bugün kapitalist sisteme karşı sosyalist bir Türkiye için mücadele eden devrimcilerin ve sosyalistlerin önündeki en önemli görevlerden biri, büyük oranda burjuvaziye terkedilmiş olan popüler kültür alanım yeniden sınıf savaşının cephelerinden biri haline getirmektir.
Dipnotlar ve Kaynak
- KEYDER; Çağlar, Modernleşme ve Ulusal Kalkınmacılık, Hürriyet Gösteri, No:138, Mayıs 1992, s.15
- Barnet; Richard, CAVANAGH; John, Küresel Düşler, Gençlik Yayınları, 1995, s.11
- Altan; Çetin, Sabah Gazetesi, 31-12-1992
- Barnet; Richard, CAVANAGH; John, Küresel Düşler, Gençlik Yayınları, 1995, s.110
- Yılmaz; Sedat, Popüler Kültür, İnsancıl, No:59, Eylül 1995, s.39