Giriş
İran’da 1978-1979 yularında Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin yurtdışına kaçması ve Şah rejiminin devrilmesinin ardından Nisan 1979’da kurulan İran İslam Cumhuriyeti, sosyal bilimciler ve uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından anlaşılması ve analiz edilmesi güç bir sosyal olay olarak değerlendirildi. İran “İslam devrimi” batıda gerçekleşen devrimlere ve İran’da 1905-11 yıllarında yaşanan “anayasal devrim”e ideolojik açıdan benzemeyen bir yapıdaydı 1 .
İran’da 1978-79 yıllarında yaşananlar, Şah’ın devrilmesi büyük bir şok yarattı, daha da önemlisi devrim sürecinde Bazergan ve Beni-Sadr’ın ayaklarının altındaki zemini yitirmelerinin ardından mollaların iktidarı ele geçirmesi ve dini gerici ideolojinin topluma hakim kılınması bir sürpriz sayıldı.
Solun güçlü bir biçimde katıldığı devrim sürecinde üstünlüğün ve iktidarın mollaların eline geçmesi, uygulanan yanlış stratejilere, solun uzun bir tarihsel kesitte sürekli olarak ezilmiş olmasına ve devrim sürecinde mollaların gücünü kestirme konusundaki başarısızlığına bağlandı. Bu başarısızlığın, anti-emperyalist mücadeleye ve bağımsızlıkçılığa yapılan aşırı vurgudan ve solun kendini islami hareketten ayıramamasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Muhalefetin aynı dili paylaşması sonucu sol ile dinci gericilik arasındaki siyasi ve ideolojik farklar gözden kaçırılmıştır. Bu süreçte dinci gericiliğin iktidarı ele geçirinceye kadar siyasal planlarım gizledikleri ileri sürülmektedir 2 .
1980’lerin hemen başlarında yeni kurulan rejimin zayıf yönlerini öne çıkaran ve solun zayıf yönleri görünmekle birlikte güçlenebileceğini tahmin eden yaklaşımlar mevcuttu 3 . Ancak yeni rejimin, özellikle İran-Irak Savaşı döneminde Ayetullah Humeyni’nin liderliğinde temellerini güçlendirdiği, 1978-83 yılları arasında Şah’a karşı devrimin birlikte yapıldığı liberal ve sol kesimlerin tasfiyeye uğradığı ve fiziki baskılar sonucu yok edildiği görüldü. Din adamlarının egemenliği altına giren süreç, siyasi ve ideolojik açılardan gerici ve baskıcı bir yapılanma yarattı.
İran devrim sürecinde Şah Rıza Pehlevi ve ailesi 16 Ocak 1979’da bir daha geri dönmemek üzere ülkeyi terk etmiş ve iktidar köklü bir biçimde farklı bir kesim tarafından ele geçirilmiştir. Henüz Rıza Şah ülkeden ayrılmadan Şubat 1978’de başlayan ve zorla bastırılmaya çalışılan halk ayaklanması sonrası ülkede bir reform denemesi olmuş, ancak bu da başarılı olmamıştır.
Özellikle 1979 yılı Ocak ayından itibaren Şah rejiminin yıkılması hedefinde mollalar, liberaller ve sol arasında bir ortaklık oluşmuştu. İktidarın ele geçirilmesinden sonra bu kesimler arasında bir iç mücadele ortaya çıktı. En büyük bölmesini Halkın Fedaileri örgütü ile komünist Tudeh’in oluşturduğu sol, tasfiye edildiği 1983 yılına kadar, mollalar ile liberaller arasındaki hesaplaşmada ayrı bir taraf olamayarak, batı yanlısı liberallere karşı anti-emperyalist ve ilerici saydığı diğer kanadın safında yer aldı. Solun bu tutumunun da yardımıyla liberallerin tasfiye edilmesinin ardından mollalar sol güçlere karşı imha hareketine yöneldi.
Bu çalışmada İran İslam Cumhuriyeti’ne ait kimi somut verilerin sunulmasının yanısıra İran tarihinin ve 1978-79 devrim sürecinin değerlendirilmesi hedefleniyor. Özellikle ekonomi alanında ortaya konulan modelin, “islam ekonomisi” denilen modelle ilişkileri ve çelişkileri ele alınıyor.
Devrimi Önceleyen Yıllar
İran ve Hazar Denizi bölgesinde petrol görece erken bir tarihte bulunmuş ve işletmeye açılmıştır. İran petrol yatakları 1908 yılında bulunmuştur. 1901’de daha bölgede petrol bulunmadan önce İran petrollerinin imtiyazı İngiliz William Knox D’Arcy’e verilir. 1909’da da İngiliz-İran Petrol Şirketi hisseleri Britanya İmparatorluğu tarafından satın alınır.
20.yüzyılın başından itibaren kapitalist ilişkiler ülkeye girmiştir. Özellikle Hazar Denizi bölgesindeki petrol yataklarında çalışan sanayi işçileri ile işçi sınıfı gelişmiştir. 1905 Rus devriminin ardından 1905-11 yıllarında Anayasal Devrim gerçekleştirilir. 1906-1908 arasında ilk Meclis, 1909-1911 arasında da ikinci Meclis kurulur. Bu dönem ilk kez sendikaların ve Rus Sosyal Demokrat Partisi’nden etkilenerek sosyal demokrat hücrelerin oluştuğu, mutlakiyetçi monarşist rejime karşı anayasacı bir hareketin ortaya çıktığı dönemdir. 1906 ile 1929 arasındaki doğuş ve büyüme dönemi ardından, İran Solu, yeni yeni gelişmekte olan emekçi sınıfla güçlü bağlar kurarak devrimci bir komünist hareket olarak serpilmeye başladığı sıralarda yer altına sürülür ve şiddetli baskı altında tutulur 4 .
1906 Anayasası, Belçika Anayasası örnek alınarak hazırlanmış, ancak hiçbir zaman uygulamaya konulmamıştır. Bu Anayasa, Humeyni hareketinin 1978’e dek zaman zaman referans gösterdiği ve yürürlüğe konulmasını istediği bir metindir. Bütün bu girişimler monarşinin ve yabancıların ülkede sahip oldukları gücü azaltmak amacıyla, batı tipi bir anayasa ve parlamento kurma talebi olarak görülmelidir 5 .
Bu dönemde dış borç giderek artar, bazı bölgelerde fiili olarak Rus ve İngiliz egemenliği kurulur. Daha sonra ülkeye Amerikan danışmanlar çağırılır, ancak Rus ve İngilizlerin karşı çıkmasıyla bu danışmanlar ülkeden kovulur.
Kaçar hanedanının 1921’de devrilmesinin ardından İran’da Pehlevi’ler dönemi başlar. 1920 ve 30’larda başlayan bu girişim ile Rıza Şah ülkede modernleşme, laikleşme ve iktidarı merkezileştirme atılımı yapar 6 . 1941’de 2.Dünya Savaşı koşullarında Almanlarla yakınlaşan Şahin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere’nin yardımıyla tahttan indirilip yerine oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’nin geçirilmesinin ardından İran’da Batılı ülkeler, özellikle de ABD ile yakından ilişkili bir rejim kurulur. Owen’a göre, İkinci Dünya Savaşı sırasında savaşın yarattığı ekonomik ve sosyal gerilimler büyümüş, yabancı işgali sonucu kentlerde monarşinin otoritesi zayıflamıştır. Taşrada iktidarı paylaşmakta olan büyük toprak sahipleri ve aşiret reislerinin yalnızca bir kısmı Şaha bağlıdır 7 . Savaş bitip de yabancı kuvvetler askerlerini çekince, monarşi kontrolünü yeniden tesis edebilmiştir.
1950 seçimlerinde Meclis’te çoğunluğu elde eden Ulusal Cephe özellikle petrolün millileştirilmesi politikasını öne çıkartıyordu. Savaş sonrası bağımsızlıkçı ortamdan beslenen ve ulusal burjuvazi ile modernist bürokratları temsil eden hükümetin başbakanı Dr.Musaddık 1953 yılında CIA destekli bir darbe ile devrildi 8 . Bunun ardından ülkede otokratik bir yönetim tesis edilmiş, ancak Şah’a karşı güçlü bir milliyetçi muhalefet oluşmuştur. Ayetullah Kaşani liderliğindeki Şii din adamları ve Tudeh dışındaki yeni sol ve dış ülkelerdeki öğrenciler 1951 yılında petrolün millileştirilmesi döneminde Başbakan Musaddık’ı desteklemiştir. Şii ulema Şah’a karşı muhalefet hareketinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir 9 .
Musaddık 1951’de Başbakan olunca petrolün millileştirilmesi dışında işçi hakları ve toprak reformu gibi önemli konuları geçiştirmiş, çoğu Tudeh Partisi’ne bağlı olan sendikaları hor görmüştür. Tudeh taraftarları monarşiye karşı, bir cumhuriyet talebiyle gösteriler yapmış, polis saldırılarına uğramıştır 10 .
Muhammed Rıza Şah, Musaddık’ın devrilmesinin ardından her türlü muhalefet hareketini ezerek, güçlü ve merkezi bir askeri diktatörlük mekanizması oluşturdu. Bu mekanizmanın en önemli öğelerinden birini 1957 yılında kurulan Ulusal Haberalma ve Güvenlik Örgütü (SAVAK) oluşturuyordu. 1941-1953 yılları arasında komünistler yeni kurulmuş bulunan Sovyet yanlısı Tudeh Partisi etrafında toplanırlar ve bir genişleme dönemi yaşanır.
1960 yılı kentlerde büyük protestolara sahne oldu. Tahran’da öğrenciler ve Ulusal Cephe yandaşları, öğretmenler direnişlere ve grevlere başladı. Taleplerin başında parlamentonun toplanması geliyordu. Biraz da ABD Başkam John Kennedy’nin müttefik ülkelerdeki muhalefet hareketlerim sosyal reformlar yoluyla eritme politikasının uzantısı olarak İran’da da 1962 yılında Rıza Şah tarafından “Beyaz Devrim” olarak nitelendirilen altı maddelik bir Reform Paketi gündeme getirildi. Bu paketin en önemli unsuru hiç kuşkusuz toprak reformu idi. Tarımsal üretimin modernize edilmesi teşvik edildi. İmalat sanayi hızla gelişti. Pek çok toprak sahibi köylü, daha iyi yaşamak için kentlere göç ederken, topraksız köylüler, kentte ya da taşrada ücretli işçilere dönüştüler.
Reform paketi diğer yandan kadınlara oy hakkı türünden yenilikler de içeriyordu. Bu girişim İran’da kapitalist reorganizasyon olarak da değerlendirilir. Beyaz Devrimin başarısızlığı, kapitalist birikimin ve gelişmenin çelişkili etkilerini de beraberinde getirdi. Bu başarısızlık, tarım kesiminde, sanayide ve kentlerde bozulan sosyal koşullarda kendini gösterdi. Yine de İran “yarı-feodal” bir ülke olmaktan çıktı. Bütün bu çelişkiler, 1978-79 devriminin sosyo-ekonomik (nesnel) koşullarını oluşturdu 11 .
ABD müdahalesinden ve Şah’ın diktatörce yöntemlerinden hoşnut olmayan yaygın bir muhalefet de bu dönemde ortaya çıktı. Bu muhalefet hareketi içinde Humeyni liderliğindeki radikal din adamları, kendini yenilemiş Tudeh Partisi ile Ulusal Cephe yer almaktaydı. Muhalefet hareketi Haziran 1963’te Tahran’da ve diğer büyük kentlerde büyük kitle gösterileri, grevler düzenledi. Ulusal Cephe ve solun sloganı “reformlara evet, diktatörlüğe hayır” idi 12 . Şah rejimi bu dönemden itibaren gücünü toplumsal meşruluktan değil esas olarak baskıcı karakterinden aldı.
Şah’a bağlı güçlü bir bürokratik yapı oluştu ve Şah bu şekilde temel toplumsal sınıflarla olan bağlantılarını ve karşılıklı dayanışmasını yitirdi. Bu gruplar arasında en önemlileri büyük toprak sahipleri ile ticari sermaye idi. Tarım zaten ulusal ekonomide marjinal bir öneme sahipti. “Devletin İran halkıyla olan ilişkisi kamu harcamaları yoluyla -askeri harcamalara, kalkınma projelerine, modern inşaatlara, tüketim sübvansiyonlarına vb. yapılan harcamalar- kuruldu. (…) Şah devleti hiçbir bağımsız sosyal sınıfla birlikte veya bir ittifak içinde yönetmedi” 13 . Ekonomi istikrarsız bir yapıya sahipti. Hızlı genişleme dönemlerini derin depresyonlar izliyordu. Rejim giderek artan petrol gelirleri ve Amerikan yardımı sayesinde güçlendi. Örneğin petrol gelirleri 1848’den 1960 yılma yüzde 11’den yüzde 41’e yükseldi. Ancak bu artan gelirler deyim yerindeyse bir “rantiye devlet” yarattı 14 .
İran’da 1978-79 yıllarında kendini dışa vuran çelişkilerin bir “eşitsiz gelişme”nin ürünü olduğu söylenmelidir. Bu süreç 1940’larda, ama özellikle Rıza Şah döneminde 1963’te başlamıştır. 1963-70 arası ve 1970’lerin ilk yarısında yaşanan petrol krizi döneminde gelirler artmış, ancak bu artış kentlerde büyük sermaye birikimine dönüşmemiştir. “Petrole dayalı sınai gelişmenin eşitsiz karakteri ve ABD destekli askeri büyümenin boyutları büyük toplumsal bozulmaya yol açtı.” 15 Toprak reformunun 1960’ların sonlarında kırda büyük toprak sahipliğini ve büyük ölçekli mekanize tarımı güçlendirmesi sonucu, köyden kente büyük bir göç dalgası gerçekleşti. Rejimin yapısı, artan petrol gelirlerinin, kentlerde biriken nüfusu masedecek bir sanayi hamlesini beslemesine izin vermiyordu. Dolayısıyla kentlerde işçi sınıfına dahil olamayan, hoşnutsuz bir lümpen proletarya oluştu.
Uygulanan kapitalist birikim projesinin bir parçası olarak Tahran “Çarşısı” çevresinde yoğunlaşmış bulunan geleneksel küçük ve orta büyüklükteki ticari, finansal ve endüstriyel işletmeler, önceleri bağımsız olarak çalışırlarken, iş kanunları ile kontrol altına alındılar. Bu uygulamalar ve sonuçta 1970’lerde ortaya çıkan hoşnutsuzluk Çarşı’nın Şah’a karşı muhalefet hareketine katılmasına neden oldu. “Çarşı”nın toplumsal-ekonomik dünyası, kent yaşamının merkezinde yer alıyordu. 1977’de tüm işçilerin yüzde 72’si on ya da daha az sayıda işçi çalıştıran işyerlerinde istihdam edilmekteydi 16 . Çarşı’nın yalnızca “esnaftan ibaret olduğunu düşünmek yanlış olur. Çarşı denilen kesimde küçük işletmeler, atelyeler, zanaatkarlar, büyük toptancısından küçük perakendecisine kadar tüm tüccarlar, ithalata dayalı ticaretin önemli bir kısmını elinde tutan kesimler yer almaktaydı. Çarşı aynı zamanda genişlemekte olan modern sektörlerle de ilişki içindeydi.
Bu dönemde tarım kesiminde küçük toprak sahipleri yerlerini giderek daha fazla geniş çaplı sanayi tarımına yönelen büyük toprak sahiplerine bıraktı. Bu gelişmenin 1960’lardaki toprak reformunun yanlış bir sonucu olduğunu düşünen yazarlar vardır. Ancak daha doğru bir biçimde bu olumsuzlukların kötü planlama sonucu olmadığı, toprak reformunun uygulayıcılarının istedikleri biçimde köylülerin yalnızca hali vakti yerinde olan azınlığına yeterli toprak verildiği ileri sürülmektedir 17 .
Küçük üreticileri sıkıntıya sokacak ve giderek yok edecek biçimde başta ABD olmak üzere dışarıdan tarım ürünleri ve diğer tüketim malları alımı arttı. 1973-74’te petrol krizi döneminde artan petrol gelirleri ülke içinde üretime dönüştürülemeyerek silahlanma ve lüks tüketim malları alanlarında tüketildi. Enflasyon arttı, konut ve tüketici malları pahalandı. Zengin ile yoksul arasındaki açı büyüdü. 1975 yılından sonra petrol gelirlerinin düşmesi ve maliyetlerin artması sonucu ortaya çıkan daralma, orta sınıfların rejimden duydukları hoşnutsuzluğu artırdı. Orta sınıflar kendilerine maddi güvenlik ve siyasi istikrar sağlayacak Şah’ın gücünü sınırlandıracak bir anayasal sistem istiyorlardı. Düzenin keyfi niteliği bu kesimler üzerinde bir tehdit oluşturuyordu 18 .
Aynı dönemde Şah rejimininin zedelenmiş temelim onarmak ve rejimi sağlam temellere oturtmak üzere ordu, bürokrasi ve güvenlik servisleri sürekli genişletilmiş, muhalefet sıkı bir denetim altına alınmıştır 19 .
“Devrim öncesindeki son 20 yıl içerisinde, İran köklü bir sosyo-ekonomik dönüşümden geçmiş ve sanayileşmiş bir kapitalist toplum olma yolunda önemli gelişmeler sağlamıştır. (…) Bu hızlı değişim, toplumda bir gerilime neden olmuştur. 20 ” 1950’lerin sonlarından itibaren İran’da hızlı bir ekonomik gelişme yaşandı, kentli nüfus, toplam nüfusun yarısına ulaştı. Ancak bu gelişmenin sonuçlarından yararlanan toplum kesimleri açısından sorunlar ortaya çıkıyordu: Petrolle beslenen büyüme, beraberinde sorunlar da getirdi. Verimsiz sektörler sübvanse edilirken, rekabet gücü ve üretkenlik açısından geri kalmalarına neden olundu. 1977-78 döneminde de görece bir durgunlaşma yaşandı. 1977 yılında din adamlarına yapılan devlet yardımlarını durdurma kararı alındı. Kentlerde yaşayan yoksul kitleler gelişmeden pay alamadıkları gibi daralma döneminden de çok olumsuz yönde etkilendiler. 1970’lerin ortalarına doğru yapılan hesaplar, nüfusun yüzde 10’luk varlıklı bir kesiminin gelirlerin yüzde 40’lık bir bölümüne sahip olduğunu, kentlerde kiraların yüksek olduğunu yoksul kesim gelirlerinin büyük bir bölümünün kiraya gittiğini gösteriyor 21 . “Devrimin oluşunun temel nedeni, kapitalist gelişme içerisinde ortaya çıkan çelişkilerin dönüşüm sürecine direnen kuruluşlar ve popüler tutumlarla kesişmesidir. 22 “
Devrim öncesi din faktörünün, Şiiliğin nasıl örgütlendiği, nasıl bir etkinliği olduğu İran devrim sürecini incelemek açısından oldukça önemli bir noktayı oluşturur. İran’da Şii din adamları 20.yüzyıl boyunca çeşitli biçimlerde muhalif bir konumda bulunmuşlardır. Ancak bugün iktidardaki din adamlarının savunduğu özel tür islamcı ideolojinin devrimin arkasındaki yönlendirici güç olmadığı söylenmektedir. Daha sonraki yıllarda ortaya çıkan köktendinci ideolojiye doğru kayma iktidarın ele geçirilmesinden sonra başlamış, bu süreç rehineler krizi ile hızlanmıştır. Savaş koşullarının da bu ideolojik zemini güçlendirici bir etki yaptığı ileri sürülmüştür 23 .
İran’da din adamlarının sünni ülkelerdeki din adamlarına kıyasla kendi maddi güçleri olmuş ve sivil yöneticilerden görece bağımsız olabilmişlerdir. 1905-11 Anayasa Devrimi döneminde batı tipi bir Anayasa desteklenmiştir. Şah yönetimi hep din adamlarının gücünü sınırlayacak bir tutum içinde olmuştur. Toprak reformu ulemaya karşı Rıza Şahin bir çok önleminden yalnızca biridir; ancak bu arada ulema da daha iyi örgütlenmiş ve kendi arasında daha yakın bir ilişki ağı kurmuştur. Ulema 1960’larda yürüttüğü hükümete karşı kampanya ile ABD’ye bağımlılık ve İsrail’le kurulan yakın bağlar konusundaki hoşnutsuzlukları ön plana çıkarmıştır. 1960’lar ve 70’lerde Şah, eğitimi laik bir zemine oturtma çabası içine girmiş, Şii din adamlarına yapılan devlet yardımlarım kesmiş, dini kuruluşların mallarına el koymuştur. Onlar da eskiden kalma vergi toplama sistemlerini, tüccarlar ve diğer müminlerin katkılarıyla kullanır hale gelmişlerdir. Çarşı’nın rejime karşı muhalefetinin giderek artması da bu kesimin ulema ile yakınlaşmasını sağlamıştır.
Ancak 20.yüzyıl boyunca İranlılar yalnızca dini temelli toplumsal ve siyasal hareketlenmeler yaşamadılar. İran’da sınıfsal temelli işçi hareketleri, grevler yaşanmış, Anayasa ve meşruti monarşi talebiyle burjuva demokratik hareketler görülmüştür. Musaddıkin petrolü millileştirmeyi amaçlayan hareketi kitlesel destek görmüştür. Dini ideoloji 1962’den itibaren İran’ın muhalif hareketinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır. 1970’lerin sonlarında devrim sürecine yaklaşırken dini ideolojinin kendini kitleler nezdinde daha köklü bir biçimde kabul ettirmesi, kendi ideolojisini batılılaşma yanlısı Şah ile onun batılı efendilerinin ideolojisinden ayrıştırmak yönündeki çabalarında yatmaktadır 24 .
İran devrimi süreci
1978-79 yıllarında büyük kentlerde başlayan ve ülkenin her yerine yayılan ayaklanma, Amerikan emperyalizmi ve Şah despotizmine karşı bir konum taşıyordu 25 .
1978 yılında Humeyni sürgün olarak bulunduğu Irak’tan ülke içindeki destekçileri ile daha rahat ilişki kurduğu Fransa’ya geçti. Ulusal Cephe liderleri Humeyni ile anlaştı. Ocak 1979’da muhalefet hareketinin şiddetlenen etkinliğine karşı, ve biraz da bu durumu düzeltmek amacıyla Musaddık hükümetinde görev yapmış ve uzun bir süredir Şah’a karşı konumlanan bir politikacı olan Şahpur Bahtiyar, Rıza Şah tarafından Başbakanlığa atandı 26 . Bahtiyarin bu görevi kabul etmesi, onun Ulusal Cephe’den dışlanmasına neden oldu. Ancak bu hükümetin ömrü çok kısa oldu, Şah’ın ülkeyi terk etmesinin hemen ardından Şahpur Bahtiyar da yurtdışına kaçtı.
19 Ocak 1979’da büyük kentlerde İslam Cumhuriyeti kurulması amaçlı gösteriler düzenlendi. Şubat 1979’da bazı askeri birlikler Marksist Halkın Fedaileri ve müslüman Halkın Mücahitlerinin de desteği ile Tahran’da yönetime el koydu.
Humeyni 1 Şubat 1979’da ülkeye döndü ve daha ayaklanma öncesinde Şahpur Bahtiyarin yerini almak üzere Mehdi Bazergan’ı 12 Şubat 1979’da yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi. Bazergan 1961 yılında İran Özgürlük Hareketi örgütünü kurarak liderliğini yürütmüş, 1962 yılında hükümete karşı gösterilerde tutuklanmış 77’de İran Özgürlük ve İnsan Hakları Bildirgesinin öncülüğünü yapmış ve Şah’a karşı radikal islam hareketinde aktif rol almış muhafazakar bir siyasetçiydi. Bazergan hükümeti Ulusal Cephe’nin ılımlı kanadını temsil ediyordu; eski rejimin kurumlarını, orduyu, polisi ve devlet yönetimini korumaktan yanaydı.
Başlangıçta mollaların ve liderleri Humeyni’nin sloganı “Şah gitmelidir” idi. Ancak daha sonra Humeyni İslami hükümetten söz etmeye başlar. Humeyni bu noktada siyasi iktidarı tek başına belirlemeye başladı 27 .
Şubat 1979’da Şah’ın kovulması sırasında sol izole olmamıştı. Tam tersine muazzam sayıda taraftarı vardı. Örneğin 1970’lerin başlarında ortaya çıkan Halkın Fedaileri devrim sürecinde ülkede yaklaşık 150 büroya sahipti ve bunlara bağlı-kişi sayısı beş yüz bin civarındaydı. Fedai, Tudeh, Halkın Mücahitleri ve Peykar’ın sayısal güçleri toplam olarak hesaba katılması gereken bir miktardaydı. Ancak İran solu, 1970’ler boyunca çeşitli bölünmeler yaşamış, teorileştirmeyi hafifseyen, daha dar tanımlanan pratiğin altım çizen bir devrimci demokrat hareket tarzı, aşamalı devrim anlayışı, fokoculuk benimsenmiştir. Marksist kavramları kullanan, islamcı bir örgüt olan Halkın Mücahitleri ise anti-emperyalizm, yeni sömürgecilik, bağımlı kapitalizm ve devrimci mücadele söylemini, islami söylemle birleştiriyorlardı 28 .
Tudeh için temel hedef anti-emperyalist temelde ulusal demokratik devrim ve bağımlılığın ortadan kalkmasıydı. İslami hareket destekleniyor, ama molla rejiminin bu temalara sahip çıkarken koyu bir anti-sosyalist çizgi ve baskıcı yöntemler benimseyebileceği düşünülmüyordu. Tudeh gelişmenin kapitalist olmayan yolu ve milli demokratik devrimde küçük burjuvazinin rolünü propaganda etmekteydi. “İlerici imamlık” ve “devrimci islam” gibi yanlışlar Tudeh teorisyenleri tarafından yaygınlaştırılmıştı. İslamın, anti- emperyalist devrimin ideolojisi olduğu söyleniyor, devrimci islam ile geleneksel islam arasına bir ayrım konuluyordu. Tudeh Partisi, yeni rejimin tasfiye ettiği son sol hareket oldu. 1982 sonu ve 1983 yılında partinin liderlik kadrosu ve on bin civarında üyesi çeşitli biçimlerde yok edildi.
Sol, islam hakkındaki yazılarında islamın gelişmiş yönlerine ve onun sosyalizm ve marksizm ile uyuşan taraflarına vurgu yapıyordu. Sol özellikle de devrim sürecinde Şah’a karşı muhalefetin bölünmemesi için farklılıklarını ortaya koymadı. Oysa ki karakolları ve askeri koruma altındaki tesisleri basan, silah dağıtımını sağlayan, rejime karşı silahlı mücadele yürütenler esas olarak Fedai gerillaları idi.
30 Mart 1979’da İran İslam Cumhuriyeti’nin ilanı için halk oylaması yapıldı. Seçeneğin Şah rejimi ile bir islami cumhuriyet arasında konulması, halkın çok büyük bir çoğunluğunun yine Şah’a karşı bu seçeneği desteklemesine neden oldu. Açıkçası ülkede bu iki seçenekten başka ciddi bir siyasi alternatif mevcut değildi. Üstelik bu dönemde solun bir bölümü de, kurulan hükümeti ve Humeyni’yi anti-emperyalist ve Şah’a karşı olması nedeniyle destekledi.
Bazergan, İslami Cumhuriyet için oy vermiş, ancak diğer yandan da bir uzmanlar kurulu tarafından oluşturulan İslami anayasaya karşı çıkmış ve ABD ile ilişkileri normalleştirmeye çalışmıştır 29 . Ancak görev yaptığı süre içinde siyasi gücü elinde tutamamış, işler giderek daha fazla Devrim Konseyi’nin denetimi altına girmiştir. Geçici Hükümet ile İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşu Bazergan’ın istifası ile eşzamanlı olarak ortaya çıkmış, kısa süre içinde de meclis feshedilerek tüm yetkiler Devrim Konseyi’ne geçmiştir. Humeyni bu aşamayı, “ikinci devrim” olarak adlandırır 30 .
1 Nisan 1979’da İran İslam Cumhuriyeti resmen kuruldu. 3 Ağustos’ta Humeyni taraftarlarının kesin bir üstünlükle (yüzde 98) kazandığı Kurucu Meclis seçimleri yapıldı; 2-3 Aralık 1979’da ise seçilmiş bir Uzmanlar Kurulu tarafından hazırlanan Anayasa kabul edildi. Bu Anayasa, kimi konularda özgün yanlar içermekle birlikte çoğu yerde Şah dönemi uygulamalarının eleştirisine dayanan bir içerik taşımaktadır 31 .
Bu süreçte Kasım 1979’da Tahran’daki Amerikan büyükelçiliğinin Humeyni yanlısı islamcı öğrenciler tarafından basılması ve burada bulunan diplomatların rehin alınması, rejimin gidişatı açısından kritik bir rol oynamıştır. Bu olay Humeyni’nin toplumda yaygın olan anti-Amerikan duyguları harekete geçirerek muhalefet hareketini kendi bayrağı altında toplamasına yardım etmiştir. İran solu, Büyükelçilik işgalini anti-emperyalist bir hareket olarak desteklemiştir 32 . Örnek olarak Halkın Mücahitleri rejim konusunda tereddüt geçirmiş, Büyükelçilik işgalini desteklemiş, ancak daha sonra fikir değiştirmiştir. Halkın Fedaileri ise büyük tereddütler somasında bu eylemi destekler.
25 Nisan 1980’de, Büyükelçilik’te rehin tutulan diplomatları kurtarmak amacıyla ABD’nin düzenlediği başarısız girişimin ardından yönetimi elinde bulunduran mollalar daha da radikalleşmiş ve arkalarına aldıkları kitlesel desteği güçlendirmişlerdir. Humeyni yanlısı din adamları siyasetin her alanına el koyarak süreci bir islami karşı-devrime dönüştürdüler.
İran devrimine büyük katkıda bulunmuş, liderliğini Mesut Recavi’nin yaptığı Halkın Mücahitleri Iran Komünist Partisi (Tudeh) ve Halkın Fedaileri gibi solcu örgütler yasadışı ilan edilmiş, Bazergan ve ekibi ile ülkenin pek çok siyasi lideri ile ılımlı/liberal kadroları bu aşamada tasfiye olmuştur.
Ocak 1980’de milliyetçi kanadın temsilcisi Beni-Sadr çoğunluk oylarıyla Devlet Başkanlığına seçildi. Beni-Sadr, Mehdi Bazergan hükümetinin istifasından sonra Devrim Konseyi başkam olarak dışişleri, maliye ve ekonomi bakanlıklarını üstlenmiş, bu durum İran’daki devrimci yönetimin değişik toplumsal katmanlar arasında bir denge tutturmaya çalıştığına ilişkin bir işaret olarak değerlendirilmiştir 33 . Beni-Sadr ılımlı bir politika izlemiş, Anayasanın oluşması sürecinde güçler ayrılığı ilkesini ve dinin devlet işlerinden ayrılması gerektiğini savunmuştur. Beni-Sadr da Haziran 1981’de Humeyni tarafından azledilir 34 . Görece daha liberal sayılan Başbakan Beni-Sadr’ın görevden alınması ve Başkanlık sistemine geçilmesi, yetkilerin daha az elde toplanmasını ve rejimin radikal, köktendinci ideolojik niteliğini pekiştirdi.
1981 yılında Humeyni liderliğindeki İslami Cumhuriyetçi Parti kabine ve parlamentonun yönetimini eline geçirmiştir. 28 Haziran 1981’de İslami Cumhuriyetçi Parti’nin yönetim binasında ve 30 Ağustos’ta da Başbakan’ın bürosunda patlayan bombalar partinin önemli liderlerinin, Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Racai ve Başbakan Muhammed Cavad Bahonar’ın ölümüne neden olmuştur. Patlamaların hemen ardından Halkın Mücahitleri örgütüne yönelik bir karalama kampanyası başlatılmıştır. Bu olaylar muhalefete karşı güçlü bir savaş başlatmanın nedeni olarak gösterilmiş, muhalefet üyeleri ve destekçileri kitlesel tutuklamalara, işkencelere ve idamlara maruz kalmıştır 35 .
Düzenin oturması dönemi
Devleti tek başlarına yönettikleri ve büyük bir halk desteğine sahip oldukları halde dinci güçler İran’ın temel sorunlarını çözme konusunda başarılı olamamışlardır 36 .
1979-81 arası muhalefetin ezilmesi ve mollaların tam anlamıyla iktidara yerleşmesi, ardından Irak savaşı sırasında rejimin yerli yerine oturması somasında mollalar daha uzun erimli ve istikrarlı bir siyasi ve ekonomik program üretmek durumunda kalmışlardır. Bu program ise siyasi ve ekonomik alanda ağırlıklı olarak “gerçekçi” ve “faydacı” özellikler taşır.
İran İslam Cumhuriyeti’nin Anayasası Owen’a göre belirsizlikler içermektedir. Bir düzeyde 19.yüzyıl Avrupalı liberal anayasaların yürütme, yargı ve Meclis ya da yasama güçlerinin ayrılması türünden özelliklerini taşımaktadır 37 . Diğer yandan evrensel temalar, dini kurumlara ve şahsiyetlere ve düşüncelere referansta bulunarak dengelenmiştir. İran Anayasası’nda 1989’da yapılan değişiklik ile Cumhurbaşkanlığı’nın yetkileri genişletilmiş ve Başbakanlık kaldırılmıştır. Bu durumda Cumhurbaşkanı, yürütmenin de başı konumunu kazanmıştır.
1980-88 arasında yaşanan İran-Irak savaşı döneminde batılılar İran’a karşı Irak’ı destekledi. 22 Eylül 1980’de başlayarak Irak’ın kısa süre içinde İran sınırları içindeki Kuzistan bölgesini ele geçirmesiyle devam eden savaşa ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ilk kararı 26 Eylül tarihini taşıyordu. Bu kararda “savaş” teriminin kullanılmasından kaçınılıyor ve Irak kuvvetlerinin İran topraklarından geri çekilmesi talebine yer verilmiyordu 38 .
1983 yılına gelindiğinde Irak ile savaş, muhalefetin yok edilmesi için bir bahane olarak kullanılmış, rejim böylelikle kendini güçlendirmiştir. Savaşın uzamasında İran’ın bu savaşı rejimi oturtma ve devrimi ihraç etme aracı olarak görmesinin etkisi büyüktür 39 . Ancak 1984 yılı önemli bir kırılma noktası oluşturur. Irak karşısında ordunun zora girmesi, ekonominin kötüye gitmesi kendini bu yıl yakıcı olarak hissettirmiştir. 1984 sonrasında İran diplomatik çabalarını genişleterek yalnızlıktan kurtulmaya çalışmıştır 40 . Almanya, Doğu Avrupa ülkeleri, Çin, Sovyetler Birliği ile ilişkiler geliştirilmiştir.
İran BM Güvenlik Konseyi’nin Temmuz 1987’de almış olduğu 598 No’lu ateşkes kararı ve Irak’ın bu kararı yürürlüğe koymasının ardından bir yıl sonra, 20 Ağustos 1988’de Irak’la ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı. Bundan sonra devrim ve savaş döneminin politikalarında belirli değişiklikler ortaya çıkmaya başladı.
Bütün farklı yapısına karşılık İran dış siyasette pragmatik hesaplarla hareket etmekte, devrim ihracı hedefinden çok devlet-devlet ilişkisi çerçevesini tercih etmektedir. Bugün “tek ülkede islam” 41 modeli uygulanmaya çalışılmaktadır. 3 Haziran 1989’da dini lider Ayetullah Humeyni’nin ölümüyle birlikte değişim hız kazanmıştır. Ülkede köklü değişikliklerin yolu açılmakta, kapitalist dünya ile daha yakın ilişkiler kurulmaktadır. Humeyni sonrası Cumhurbaşkanı seçilen Rafsancani özelleştirme, yabancı yatırımlar ve dış yardım gibi başlıkları içeren pazar ekonomisine yönelik reformları başlatmıştır 42 .
İran ekonomisi hala ağırlıklı olarak petrol gelirine dayanmaktadır. Petrol fiyatlarının uluslararası piyasalarda belirlenmesi ekonominin dış dünyaya yeniden açılımının da motorunu oluşturmuştur.
Mart 1989’da yürürlüğe sokulan ve Mart 1994’e kadar geçerli olacak Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ana eksenini özelleştirme oluşturmaktadır. Ticaret ve fiyatların liberalizasyonu, sübvansiyonların kaldırılması ve petrol dışındaki mal ve hizmet üretiminin artırılması hedefler arasında yer almaktadır. Mart ’94 ile Mart ’99 arasında uygulamaya sokulan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da benzer biçimde birinci planın eksiklerini kapatmak, altyapıyı tamamlamak, bütçe açıklarını kapatmak, petrol dışı dışsatımları artırmak, ve en önemlisi birçok hükümet fonksiyonunun özel sektöre devredilmesi gibi amaçlar içerilmektedir 43 .
Bir çok batılı gözlemci, Humeyni’nin ölümünden sonra İran’da işlerin farklı bir rotaya gireceğine ve bir iktidar boşluğu ortaya çıkacağına inanıyordu. Ancak liderlik büyük bir birlik içinde siyasi boşluğu doldurdu 44 . Yeni lider Rafsancani daha güçlü bir başkanlık sisteminden yana idi. Bu doğrultuda Haziran 1989’da başkanlık seçimleri ile aynı tarihte anayasal reformlar da oylandı ve kabul edildi.
Rafsancani ve ekibi ılımlı islamcılar olarak değerlendirilmektedir. Ülkedeki sermaye çevrelerinin, tüccarların, sanayicilerin, profesyonellerin ve orta sınıfların istemleri uygulanan ekonomi politikalarına damgasını vurmaktadır. Rafsancani ve ekibi biraz da sıkışıklıkları değerlendirerek ekonomi üzerinde hükümet kontrolünün azaltılması, özel sektörün desteklenmesi türünden politikalar izlemişlerdir. Petrol dışı alanlarda üretime yönelme kararı alınmıştır 45 .
1995 yılında yapılan bir değerlendirmeye göre, İran ekonomisi sürekli olarak dış ticaret açığı vermektedir. Almanya da dahil olmak üzere bir dizi ülkeye borçlu durumdadır. Yüksek enflasyon ve işsizlikten, paranın değerinin düşürülmesinden, büyük bir bütçe açığından ve ithalattaki kısıntılardan mağdur durumdadır 46 .
1997 seçimleri toplum yaşamında islami kuralların daha liberal bir yorumunun ağırlık kazanacağını göstermiştir.
Halliday’e göre demokrasi sorunu, ulusal sorun çözülmemiştir. Pehlevi dönemindeki merkezi yapı yerini İslami diktatörlüğe bırakmıştır. İran halkının kültürel ve ideolojik sorunlarına bir çözüm bulunmamıştır. İran eskisi kadar petrol gelirlerine muhtaç durumdadır, tarımsal üretimde durgunluk yaşanmaktadır, sanayi üretimi verimsizdir ve kullanılmayan kapasite mevcuttur. Kitlesel işsizlik vardır ve okuma-yazma kampanyası yapılmamıştır 47 .
Batı açısından İran’ın ifade ettiği sorun ise devrimci dönemin geride kalmasına karşın devrimci söylemin devam etmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır 48 .
Rejimin özellikleri
İran İslam Cumhuriyeti 1.648.000 km. kare alanı ve 1994 verilerine göre 65.758.000 nüfusu ile Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biridir.
İran bu yüzyılda kentleşme oranı hızla artan yapısıyla hayli “kentli” bir ülkedir. İran’ın başkenti ve en büyük kenti Tahran’dır. Kentin eski ve yeni bölümleri vardır. İkinci büyük kenti Azerbaycan Eyaleti’nde bulunan Tebriz’dir Tebriz petrol bölgelerine yakınlığı ve yüksek sanayileşme oranı ile önemli bir kenttir. İsfahan, halı ve tekstil endüstrisi gelişmiş bir diğer önemli kenttir. Güney’de Abadan’da önemli petrol rafinerileri bulunmaktadır. Mashad ve Shiraz da önemli merkezlerdir.
İran; Pakistan, Afganistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan ,Türkiye, Irak, İran Körfezi ve Umman Denizi arasında yer alır. İran’ın bulunduğu bölge, M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren önemli bir ticaret yolu oluşturmaktadır. İpek Yolu diye bilinen bu ticaret yolu, İran’ı Çin’e, Asya, Ortadoğu ve Avrupa’ya bağlamıştır.
1980’ler boyunca nüfus artış oranı yüzde 3.28 olmuştur. Bu oran düşme göstermektedir. İran genç bir nüfusa sahiptir: nüfusun yüzde 45’i 14 yaşın altında, yüzde 26’sı 15 ile 30 arasındadır. Nüfusun yüzde 70’i 30 yaşın altındadır. Yaklaşık olarak 33 milyon kişi kentlerde yaşamaktadır. Geride kalan 25 milyon ise kırsal kesimde yaşamaktadır. Kırda yaşayanların oranı da kente göç nedeniyle hızla düşmektedir. Okuma yazma bilirlik oranı yüzde 74.3’tür.
İran bir çok etnik topluluğun yaşadığı bir ülkedir: Persler, Türkler, Türkmenler, Lorlar, Beluciler, Kürtler ve Araplar en önemli etnik topluluklardır. İran Anayasası’nın 15.maddesine göre resmi dil Farsçadır. Ancak kuran dili olan Arapçanın öğrenilmesi de yaygındır 49 .
1986 nüfus sayımına göre İran nüfusunun yüzde 99.4’ü müslümandır.
İran’da 1978-79 döneminin ardından, rejimin ortaya çıkan önemli özellikleri arasında, ideolojik planda dini değerlere dayanan ulema’nın bu süreçte oynadığı rol yer almaktadır. “Teokratik Şii islamcılığı, kapitalizmin ekonomik işleyişine dokunmadan, ona yerel özelliklere uygun bir siyasal ve ideolojik üstyapı getirmiştir. 50 ” Din adamlarının toplumda üstlendikleri işlev yeni ya da bu döneme özgü değildi. İran’da Şii din adamları 1905-11 yıllarındaki anayasal devrimde de etkin olmuştu. Ülkede islamın ve ulemanın saygınlığı 1963 yılından itibaren artmış, özellikle 1970’lerin ikinci yarısında, petrol gelirlerinin azalmasıyla artan yoksulluk koşullarında dini ideolojinin toplumsal dokudaki rolü giderek derinleşmişti.
1970’lerin sonlarında ortaya çıkan devrimci durumda tek başına bir değerler sistemi olarak “islam’in rolü tartışmalıdır. Maddi, sosyo-ekonomik faktörlerin, İran’da almış olduğu biçim ne olursa olsun sınıflar mücadelesinin belirleyici rolü genel olarak kabul edilmektedir 51 .
İran’da 1978-1979’da yaşananlar, yeni kurulan rejimin niteliği, bir sürprizden çok, daha önceki dönemin sınıfsal mücadeleleri ve muhalefet hareketinin siyasi, örgütsel ve ideolojik biçimlenişinde aranmalıdır. Ulema, çarşı -büyük ölçüde geleneksel, kentli, küçük ölçekli üretim, bankacılık ve ticaret alanlarını kapsamaktadır- ile bir ittifak kurmuştur 52 . Aynı zamanda kentlerde yaşayan geniş işsiz ve yoksul kesimleri de etkisi altına almıştır. Modernleşmenin başarı ve başarısızlıkları kentli yoksullardan yeni orta sınıflara kadar farklı sınıfları otokratik yönetimle karşı karşıya getirmiştir. Benzer çelişkiler ve baskılar kendi dilleri ve kültürleri inkar edilen, ekonomik olarak ezilenlerin yanında yer alan ulusal azınlıklar tarafından da hissedilmiştir 53 .
İran’da çarşı esnafı, kapitalizmin bir ayrıntısı olmaktan uzaktır. Pazarda büyük bir paya sahiptirler ve şah rejimine karşı oluşları, devlet ve tekelci sermaye ile rekabetlerinden kaynaklanmıştır. Solun anti-emperyalizm ve bağımlılık üzerinde odaklanması, Çarşı’nın sömürücü doğasını ve islami hareket ile içsel bir bağlantı içinde politize olduğunu görmesini engellemiştir 54 .
Yukarıda sözü edilen ittifakın siyasi bileşenleri arasında ekonomik gelişme, batı ile daha dengeli ilişkiler, daha fazla siyasi haklar talep eden liberaller ve radikaller de bulunmaktadır. Bu kesim ülkede ayrıcalıklı ekonomik haklara sahip bulunan yabancı yatırımcıların yarattığı haksız rekabetin de ortadan kalkmasını istemekteydi. Devrimi destekleyen kitleler için ülkede yabancıların varlığı, sömürü ve bağımlılık anlamına gelmekteydi. Bütün bu somut ihtiyaçların bileşimi Şiilik ile milliyetçiliğin bir arada algılanmasına ve benimsenmesine neden olmaktaydı 55 .
İslami rejimin ilk yıllarında, daha sonra da savaş döneminde uzunca bir süre ilerleme düşüncesi ve buna eşlik eden maddi koşullardaki iyileşme talepleri reddedilmiştir. “İran Devrimi bu niteliğiyle kapsamlı bir ‘reaksiyoner’ devrimdir. 56 ” İran devriminde “modern” ile “geleneksel” değerlerin çelişkili birliğinin Şahın devrilmesinde başarılı olduğu, ancak Şahın devrilmesinin ardından bu birliğin bozulduğu söylenmektedir 57 . Güçlü ulusalcı ve anti-emperyalist duygular ayaklanmada önemli bir rol oynamış, ancak hareketin ideolojisi ulusalcı olmaktan çok islam enternasyonalizmine yakın olmuştur 58 .
Bu dini ve gelenekselci kalkış noktasına karşın, hareketin daha çok kentlerde ortaya çıktığı, 59 sokak gösterileri ve siyasi grevlerle birlikte yükseldiği, sol hareketin kitleler içinde etkinliği de bilinen gerçeklerdir. Özellikle işçi sınıfı içinde ciddi bir örgütlülüğe sahip olan sol hareket, Şahın devrilmesi sürecinde aktif bir rol almıştır.
Humeyni, şah rejiminin tüm muhaliflerini bir araya getiren anti-emperyalizm, demokrasi ve sosyal adalet gibi kavramları içeren popülist retoriği ustaca kullanan bir siyasetçidir. Humeyni bir dini lider olduğu kadar, bir üçüncü dünya ideoloğudur. Humeynicilik, dini yönlerine karşın birçok yönden Latin Amerika popülizmine benzetilmektedir 60 . Özellikle öğrenciler ve kentli nüfusun batılı bir yaşam tarzı süren, iyi ücret alan kesimi arasında anti-emperyalizm, islam ile Üçüncü Dünyacılığın bir karışımı etkin olmuştur 61 .
İran’da devrim öncesi dönemde siyasi yaşamda önemli bir yer tutan Ulusal Cephe, devrim sürecine zayıf bir konumda girmiştir 62 . Sol devrim sürecinde “bağımsız” politikalar izlememiş, liberallere karşı Humeyni ile ittifak yapmıştır. Sol, Humeyni’nin gücünü küçümsemekle yanılgıya düşmüştür. Humeyni liderliği, bu boşluktan da yararlanmış, liberallere karşı ortaya çıkan tepkiyi daha sonra sola karşı kullanmayı başarmıştır. Sol silahlı mücadelenin yanı sıra politik alana entegre olamamıştır 63 .
Humeyni liderliğinin bir diğer özelliği de, “1970’lerde var olduğu biçimiyle İran devletinin kurumlarını ele geçirmeyi ve kullanmayı amaçlamış olmasıdır. 64 “
Devrimin ikinci aşaması Humeyni’nin Şubat 1979’da ülkeye dönmesi ile başlar. Devrim sürecine katılan değişik kesimlerin kendi içlerindeki bölünmelere karşın Şahin devrilmesi talebi etrafında bir birlik sağlanmıştır 65 .
Şah rejimi, bir dış savaş ya da dış müdahale faktörü olmadan yalnızca iç dinamiklerle devrilmiştir. İran iç, sınıfsal dinamikleri gelişkin bir ülkedir. 1977’den itibaren işçi sınıfı, yoksul kesimler, aydınlar, üniversite çevreleri hoşnutsuzluklarını ve çeşitli demokratik taleplerini dile getiren gösteriler düzenlemişlerdir. İşçi grevleri, sokak gösterileri 1977 ve 1978 yıllarında çoğalmış, yaygınlaşmış ve kimi yerlerde rejime ciddi bir tehdit oluşturacak düzeye çıkmıştır 66 . Sözgelimi Kasım 1978’de petrol işçileri yaygın bir greve gitmişti. Ordu demoralize olmuş, parçalanma eşiğine gelmişti 67 . Bu süreçte yüz binlerce kişinin dinlediği ilerici şiir geceleri düzenlendi. Tebriz’de Kum şehitlerini anmak üzere geniş yığınsal bir gösteri düzenlendi. Bu, bir kentin ayaklanmasına dönüştü. Ancak bütün bu gelişmelerin kısa bir süre sonra bir karşı-devrime dönüştüğü konusunda da yaygın bir kabul vardır 68 .
İran İslam Cumhuriyetinin kuruluşunun ardından seçilmiş bir Uzmanlar Meclisi tarafından yeni bir Anayasa taslağı hazırlanmış ve bu taslak 2-3 Aralık 1979 tarihinde halk oylamasına sunulmuştur. Bu Anayasa ile siyasi sistemin yapısı dini lider ve rehber üzerine inşa edilmiştir. Büyük bir siyasi güce sahip olan dini lider, hükümet politikaları, toplum yaşamı ve alman büyük kararlarda büyük bir öneme sahiptir.
İran Anayasası’nın 57. maddesine göre yasama, yürütme ve yargı güçleri birbirinden ayrılmıştır. Bu Anayasa’da güçler ayrılığı ilkesi geçerlidir.
Yasama:
a) Parlamento ya da İslami Danışma Meclisi dört yılda bir seçilen 270 temsilciden oluşur. Adayları Muhafızlar Konseyi tarafından denetlenen Meclis’in Başkanlığı, ülkenin üçüncü önemli siyasi makamıdır.
b) Anayasa’yı Koruma Meclisi, dini lider tarafından atanmış altı din bilgini ve altısı yargı erki tarafından seçilip Meclisçe onaylanan 12 kişiden oluşur. Meclis’te tartışılan konuların şeriata uygun olup olmadığını belirler ve Dini Lider’e bu konuda rapor verir. Meclis seçimleri, referandumlar hep bu Konsey’in denetiminde yapılır. Konsey’in yasaları yorumlama, uygun bulmadığı yasa ya da uygulamaları veto hakkı vardır.
c) Uyuşmazlıkları Çözüm Konseyi
Yürütme:
Hükümet, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığındaki Bakanlar Kurulu’ndan oluşur. Cumhurbaşkanı, seçmenlerin doğrudan oyu ile dört yılda bir seçilir. Adayların ve ailelerinin geçmişleri titizlikle incelenerek “İslam”a aykırı bir yanları olup olmadığı değerlendirilir. Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu’na başkanlık ederken bir yandan da planlama ve bütçe ile ilgili konularda doğrudan yetkili kılınmıştır.
Yargı:
İran’ın siyasi sisteminde yargı, yürütme ve hükümetin yasama aygıtlarından bağımsızdır. Yüksek Mahkeme, en üst adli makamdır. Yüksek Mahkeme Başkanı ise Dini Lider tarafından beş yıl için görevlendirilir.
Tüm siyasi sistemi kontrolü altında tutan Ayetullah Humeyni’nin 1989’da ölümünün ardından Anayasa değişikliği için plebisit yapılmış ve Başkanlık sistemine geçilmiştir. Bu sistemde Başbakan yoktur. Dört yılda bir seçilen Cumhurbaşkanı yürütmenin de başıdır. Diğer yandan bir dini lider vardır. Humeyni sonrası dini lider Seyid Ali Hamaney (4 Haziran 1989), Cumhurbaşkanı ise Haşimi Rafsancani olmuştur. Rafsancani ikinci kez 11 Haziran 1993’te oyların yüzde 63.2’sini alarak seçilmiş, 1997’de İran Anayasası gereği aday olamamıştır. İran Anayasası’nın 114. maddesine göre aynı kişi iki dönemden fazla Cumhurbaşkanı olamıyor. Cumhurbaşkanının Meclis’le ilgisi yoktur. Meclis’in de Cumhurbaşkanı’nı denetleme yetkisi yoktur.
İran’da 1980, 1984, 1988, 1992 ve 1997 yıllarında Cumhurbaşkanlığı, 1992’de İslami Danışma Meclisi seçimleri yapıldı. Bu seçim iki basamaklı idi ve çoğunluk sistemi uygulandı. Ülke 196 bölgeye ayrılmıştı. Seçimlere katılım oram ise son derece düşük kaldı (Yüzde 54 oranında). Seçimlerde iki önemli grup yarıştı: Rafsancani’nin desteklediği görece yenilenmeci Ruhaniyat ve Humeyni dönemi politikalarının izlenmesinden yana, islami ilkelere daha sıkı bağlı Ruhaniyun 69 .
Rafsancani döneminde ülkenin Irak’la yaşadığı sekiz yıllık savaşın olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak ve ekonomiyi normalleştirecek bir çalışma yürütüldü. Batı ile ilişkiler düzeltilmeye çalışıldı. Fransa ve Kanada ile ilişkiler düzene sokuldu, Moskova ziyaret edilerek Rusya ile iyi ilişkiler kurulmaya çalışıldı.
İran’da 19 Mayıs 1997’de yapılan son Cumhurbaşkanlığı seçimlerini din adamlarının gücünü sınırlamak ve reformlar yapmak vaadiyle Rafsancani’nin desteklediği 54 yaşındaki Muhammed Hatemi kazandı. Hatemi de bir Şii din adamı ve İran’ın eski Kültür Bakam.
Bu seçimlerde 15 yaşın üzerinde bulunan 33 milyon kişi oy kullanabiliyordu. Adayların tümü İran İslam Cumhuriyeti’ni benimsemekte, islami geleneklere sahip çıkan “ulema” içerisinden gelmekle birlikte içlerinde farklı kanatları temsil edenler bulunmaktaydı. Ilımlı ve sosyal reformcu, ilerici bir aday olarak lanse edilen Hatemi’nin aydınlar, gençler ve kadınlar tarafından desteklendiği söylendi. Ancak bu topluluğa ülkenin ticari ilişkilerinin genişlemesini, uluslararası ilişkilerde yalnızlıktan kurtulmasını isteyen burjuvazi de eklenmelidir. Hatemi seçim sürecinde yaptığı açıklamalarda İran Devrimi’ne sadık olduğunu söyledi. Hatemi, daha önce, ülkede ifade özgürlüğü, basın ve kültür alanlarında liberal bir tutum alması gerekçesiyle bakanlıktan azledilmişti.
Diğer yandan seçimlerin adil ve özgür olduğunu düşünmemek gerekiyor. Tüm adaylar mevcut islami otoriteler tarafından ön seçimden geçiriliyor, muhalefet partileri kapatılıyor. Sözgelimi son seçimde, seçime giren dört aday, 200’den fazla başvuru arasından belirlendi. Hatemi’ye giden oylar genel olarak muhalefetin oylarını toparlamış durumda. Bu seçimlerde ekonomi ile ilgili konular seçmenlerin tercihlerini belirlemelerinde öncelikli bir yer tuttu. Yükselen fiyatlar ve işsizlik özellikle gençler arasında şikayetlere yol açmaktaydı.
Ağustos ayında görevi devralacak olan Hatemi İslami yasa ve kuralların toplum yaşamında sıkı bir biçimde uygulanmasını ortadan kaldıracak özelleştirmelere hız kazandıracak bir programla seçildi. Hatemi ile başlayan yeni dönemde İran’ın Batı ile ilişkilerinde büyük ve köklü bir değişiklik olması beklenmiyor. Özellikle ABD ile ilişkilerin hızla düzelmesi olanaksız. Ancak Avrupa Birliği ülkeleri ile zaten kurulmuş bulunan ticari ilişkiler, ülkede özelleştirmelerin hızlanması ve ekonomiye petrol dışı alanlarda bir ivme arayışı sonucu daha sıkılaşacaktır.
İran ekonomisi ya da bir islam ekonomisi var mıdır?
Şah döneminde, özellikle de 1970’lerde İran’ın petrol gelirlerinin düşmesi sonucu enflasyon yükselmiş, ekonomik dengeler ve gelir dağılımı bozulmuştu. Tarım kesimi ihmal edilmiş, kırdan kente büyük bir göç dalgası yaşanmıştı. Kentlerde gettolar oluşmuş, işsizlik hızla büyümüş, plansız, programsız yürütülen bir kalkınma hamlesi diktatör mantığıyla işletilmeye çalışılmıştı. Silahlanmaya, gösterişe ve lüks tüketime harcanan kaynaklar, gelir dağılımının giderek daha fazla bozulmasına neden olmuştu 70 .
Ekonomik koşulların, 1978-79 devrimini hazırlayan koşulların en başında yer aldığı kabul edilen bir gerçek. İran ekonomisi 1978-79 arası devrim yıllarında da büyük bir yıkıma uğramıştır. Devrim sonrası işletme sahipleri ülkeyi terk etmiş, el koymalar, kırsal kesimden kentlere sürekli göç, büyük inşaat projelerinin kesilmesi ekonomiyi altüst etmiştir. Yeni rejimin bir gelişim stratejisi olmadığı için millileştirme, sağlıklı ve büyüyen bir ekonomi yaratmamıştır. Devlet ağırlıkla sosyal hizmetler ve savaşla uğraşmak durumunda olduğu için, büyük işletmeler birer mali sorun haline geldiler 71 .
Ekonominin temel taşıyıcısı olan petrol gelirlerinde 1981-88 yıllan arasındaki savaş döneminde kaydedilen azalma ve savaşın kilit sektörlerdeki üretimi ve istihdamı azaltması sonucu, 1980’li yılların sonlan bir yıkım fotoğrafı verir hale gelmiştir. Körfez’deki petrol terminalleri tamamen tahrip olmuştur. Savaş bölgesindeki insanların yerlerinden edilmeleri gibi bir çok neden, ekonominin normal işleyişinin bozulmasına yol açmıştır. Hükümet bankacılık ve sigortacılık sektörleri ile büyük endüstrileri ve dış ticaretin büyük bir kısmını millileştirme yoluyla kontrol alanını genişletmiştir. Ambargonun ve savaşın da etkisiyle ithalatta zorunlu bir indirim uygulanmıştır. Eğitimli İranlılar ülkeyi terk etmiş, vasıflı idari ve teknik personel sınırlı hale gelmiştir 72 .
İran ekonomisi merkezi planlama, petrol ve diğer büyük girişimlerde devlet mülkiyeti ile küçük çaplı özel ticaret ve hizmet sektörünün bir bileşimi biçiminde işlemektedir. Geçtiğimiz yıllarda hükümet ekonominin liberalizasyonu ve devlet müdahalesinin azaltılması doğrultusunda adımlar atmış, ancak bütün bu girişimler ekonominin bozuk yapısı ve siyasi muhalefetin etkisi nedenleriyle hızlı yürümemiştir. Aralık 1993’te İran’ın dış ülkelere ve yabancı finans çevrelerine 30 milyar dolar borcu vardı. Yine Eylül 1992 ile Eylül 1993 arası dönemde tüketici fiyatları üzerinden enflasyon oranı yüzde 30 olmuştur. 1991 yılında işsizliğin yüzde 30 olduğu tahmin edilmektedir.
İran dışsatımının yüzde 90ının petrol gelirlerinden oluşması da ekonominin dengesizliğini göstermektedir. Dolayısıyla İran ekonomisi petrol fiyatlarının dalgalanmasına ve petrol üzerinden uygulanacak ambargolara karşı son derece duyarlıdır. Bütçeye bakıldığında, dışsatımların 15.5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, bunun da yüzde 90’ını petrol dışsatımının oluşturduğu görülmektedir. İran; dışsatımını Japonya, İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika, Luxemburg, İspanya ve Almanya’ya yapmıştır. Dışalımları ise 23.7 milyar dolar olarak Almanya, Japonya, İtalya, İngiltere ve Fransa’dan gerçekleşmiştir. İran’ın dış borcu 1993 yılı Aralık ayı rakamları ile 30 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. İran, ABD hariç çeşitli dış yardım kuruluşlarından 1970-89 yılları arasında 1.675 milyar dolar, sosyalist ülkelerden ise aynı dönemde 976 milyar dolar yardım almıştır 73 .
Savaşın bitimi ile Ayetullah Humeyni’nin ölümü aynı döneme rastlar. 1990 yılında İran kendini toparlama çabası içine girer. Savaş sonrasında artan ve istikrar kazanan petrol fiyatları İran’a nakit akışını hızlandırır. Bu dönemde Haşimi Rafsancani pazar unsuruna ve kısıtlı da olsa dışa açılma ve özelleştirmeye yer veren ekonomi politikasını uygulamaya başlar. Ekonomideki yıkıntı, dış borç ile tamir edilmeye çalışılır. Körfez Savaşı sırasında artan petrol gelirlerinin savaşın son bulması ile düşmesi karşısında dış borçları ödemek de bir sorun haline gelir 74 .
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
İran İslam Cumhuriyeti’nin 1989 Mart ayında yürürlüğe koyduğu Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (Sosyal ve Ekonomik Kalkınma Planı) ortaya koyulan amaçlar şöyleydi:
1. Ekonominin özelleştirilmesine yönelik olarak ekonomideki hükümet etkinliklerinin aşamalı olarak azaltılması ve devlet kontrolündeki sanayi dallarının özel sektör girişimlerine devri.
2. Fiyatların serbest bırakılması ve sübvansiyonların ortadan kaldırılması.
3. Aşırı gümrük denetimleri ve düzenlemeleri ile formalitelerin kaldırılması yoluyla ticaretin liberalleştirilmesi.
4. Dışsatımın artırılması, tarım sektöründe büyüme, mevcut sanayi kapasitesinin etkin kullanımının sağlanması ve bu sektöre yeni yatırımların özendirilmesi.
5. Savaşın zarara uğrattığı bölgelerin yeniden inşası ve altyapıya yönelik yeni temel yatırımların yapılması.
Programın temelinde özelleştirme vardır. Yukarıda sayılan amaçların gerçekleştirilmesi amacıyla düşünülen en önemli kaynak, özelleştirme ve sübvansiyonların kaldırılmasıdır. Bu planın hedeflerine ulaştığı söylenemez.
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
Mart 1994 ile Mart 1996 arası dönemi kapsayan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Birinci Planın hedefledikleri ile başardıkları arasındaki açının kapatılması amacıyla hazırlandı. Birinci Plan döneminde, hükümet harcamaları ile kalkınma yatırımları kalemlerinin hedeflerin yaklaşık dokuz kat üstünde tuttuğu gözlenmiştir. Bu çerçevede İkinci planda, daha gerçekçi hedefler konulmuştur. Sanayi ve insan kaynaklarında kendine yeterliliğin sağlanması gözetilmiştir.
İkinci Beş Yıllık Planın en önemli özelliklerinden biri İran İslam Cumhuriyeti tarihinde ilk kez özel sektöre bu denli büyük bir yer ayrılmış olmasıdır. Bu planda pek çok ikincil projenin yanı sıra ekonominin kilit sektörleri sayılan petrol endüstrisinde de özelleştirme hedeflenmiştir. Ortak yatırımlar ve işbirliği hedefler arasında yer almaktadır 75 .
İslam homojen bir hareket ya da ideoloji, ya da bağımsız bir sosyal güç değildir 76 . Bir islam ekonomisinin mevcut olup olmadığı ile ilgili teorik bir tartışma mevcuttur. İran’da uygulanan, kapitalist ekonomik ilişkileri üretim ve mülkiyet gibi temel alanlarda değiştirmeden sisteme bir takım ahlaki değerler yamanarak yapılan düzenlemelerden ibarettir. Birinin faiz dediğine, diğeri kar payı demektedir. Yaratılan, üçüncü bir ekonomik sistem değildir. Kapitalist sistemin kar amacı, pazar için üretim, rekabet, işletme yönetiminde rasyonellik gibi ekonomik temel özellikleri değiştirilmemiştir. Bunlara, hak, adalet, eşitlik gibi soyut kavramlarla yaklaşılmaktadır 77 .
Karın kaynağı emek sömürüsü olmaya devam etmektedir. Emek açısından adil bir ücret istenmektedir. Ancak bunun yine piyasa koşullarında belirlendiği de ortadadır. Sınıflar analizi reddedilmekte, ancak bu yaklaşım sınıfların varlığını ortadan kaldırmamaktadır. İran’da 1980-90 arası iki grev girişimi (Tahran taksi şoförleri ve Abadan petrol işçileri grevleri) kanla bastırılmıştır 78 .
Maxime Rodinson islami ekonomiyle ilgili olarak “İslam ile ekonomik sistem arasındaki karşılıklı bağıntı, en azından, temel yapılar alanında, çok geniş bir ölçüde, olumsuz görünmektedir. 79 ” demektedir. Ona göre, “islamın buyrukları hiçbir yerde yepyeni bir toplumsal ya da ekonomik yapı yaratmamıştır (…) islamın yayılması ideolojik inançlardan çok, sosyolojik, siyasal, askeri vd. öğelere bağlıdır (…) Ekonominin müslümanı, hıristiyanı, katoliği, protestanı, Fransızı, Almanı, Arabı, Türkü, Diyonizosçusu ya da Apolloncusu olmaz. Tüm bu ayrımlar sadece ekonomik seçmeleri renklendirmeye yarayabilir. Ulusal karakteristikler sistemlerin işleyiş tarzında ilginç bir çeşitlilik oluştururlar. Ancak, sistemlerin dayandıkları temelleri tek başlarına değiştiremezler. 80 “
Rodinson islam dünyasının geçirdiği değişikliklerden söz ederken şunu söyler: “Topluluğun ekonomik yaşamı değişmişse, bu maddesel (dünyasal) olayların etkisiyle olmuştur. 81 “
“Doğu”yu anlamanın zorlukları
Batı ülkelerinde yapılan araştırmalarda örnekleri sıkça görülebilecek, yaygın bir yanılgı mevcuttur. “Doğu” toplumlarının, özellikle de müslümanlığın yaygın olduğu ülkelerin değişim göstermediği, değişim dinamiklerine karşı direndiği düşünülür. İslamiyetin Ortadoğu’da bağımsız bir değişken olduğu, sınıfların ve sınıf mücadelelerinin gelişmediği, Ortadoğu’nun, islam ülkelerinin “kendine özgü” olduğu tezi, sosyal bilimciler arasında yaygın bir bakış açısıdır. “Günümüzde de bu alanla ilgilenen bilimsel çalışmaların büyük bir çoğunda Orta Doğu’da toplumsal değişme göz ardı edilmiş, durağan ve değişmez bir kültür içinde kilitlenmiş bir yapı olarak algılanmıştır. 82 “
Batı’dan farklı gelişmelerin analiz edilmesindeki güçlük şöyle formüle edilmektedir: “Gelişmelerin anlaşılmasını ve analiz edilmesini güçleştiren faktörlerin başında, Ortadoğu’da egemen olan üretim tarzlarında büyük dönüşümler yaşandığı halde, bunun yerli işçi sınıfı ile kararlı ve sürekli devrimci şartların yol açtığı burjuvazi arasında basit (güzel) sınıf mücadelelerine nadiren eşlik etmiş olması gelir. 83 “
Bu yaklaşımda ciddi sorunlar vardır. Sözgelimi islamın bağımsız bir değişken ve açıklayıcı bir kategori olarak ele alınması, tartışmaya açık bir konudur 84 . İslam ülkeleri arasındaki farklılıkları göz ardı eden, İslam ile diğer dinler arasındaki farklılıkları abartan ve altyapı-üstyapı ilişkilerini mekanik, tek yönlü bir biçimde yorumlayan bir yaklaşım kesinlikle yanlıştır.
Yalnızca din faktörü değil, devlet biçimi sorunu da benzer bir yaklaşımla ele alınmıştır; doğuda “devlet’in görece daha güçlü bir konuma sahip olması abartılmıştır. Sınıfsal gelişmedeki gecikmişlik ve özgünlükler, toplumsal değişim süreçlerindeki hız farklılaşması, demokrasinin gelişmemişliği gibi konuların açıklanmasında batı ile doğu arasındaki bu farklılıkların vurgulanması yeterli sayılmıştır: “Oryantal Despotizm anlayışı içinde kapitalizmin gelişmeyişi, devrimlerin yokluğu Orta Doğu’nun özel gelişmesinde, ekonomik temelinde, sınıf yapısında veya kapitalist ilişkilerin uluslararası ağında değil, basit bir şekilde îslam ideolojisinin fiili yönetimle uzlaşmasında aranır. (…) ‘Doğu Despotizmi’ geleneği Orta Doğu’nun siyasal tarihinin, ekonomik temelin doğasına değinmeksizin, temelinde hükümetler, anayasalar ve elitler tarihidir görüşünü teyid eder. 85 “
Böyle bir bakış açısına göre sınıflar yoksa, elbette sınıf mücadeleleri de yoktur ve tarihin dinamiği farklı yerlerde aranacaktır. Turner’a göre, Ortadoğu’yu inceleyen birçok araştırmacı tarafından, bu ülkeler için “devrimlerin yokluğu” tezi benimsenmiştir. Buna göre, aslında Asya’da “tarih” adına hiçbir şey yoktur 86 . Oryantalist tezler bölgede geleneksel ve köktendinci hareketlerin yükselişi ile destek bulmuş durumdadır 87 .
Sonuç
İran’da 1978-79 yıllarında devrime egemen olan liderler ve gruplar, bağımsızlıkçı, emperyalizm ve ABD karşıtı bir siyasi konumlanışta ortaklaşmışlardı. Ancak şahın devrilmesi, siyasal çoğulculuk, anayasal bir sistem ve islamcı hümanizm konusunda genel bir vaadin ötesinde ülkenin temel sorunlarına köklü çözümler önermemişlerdi. İktidarın mollalar tarafından ele geçirilmesi sonrasında dahi sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik ilişkileri bütünüyle dönüştürücü adımlar atılacağı beklenmiyordu. Devrim bir toplumsal altüst oluş içermekle birlikte, Pehlevi hanedanını devirmiş, monarşiyi yıkmış, monarşiye doğrudan bağlı seçkinleri ülkeden kovmuş ve devlet aygıtının birçok dallarını (özellikle SAVAK) ortadan kaldırmış, bu anlamıyla bir “siyasal devrim” olma özelliği göstermiştir.88
Ancak daha sonraki yıllarda bu kurumlar ya da benzerleri yeniden kurulmaya başlanmıştır. Bir yandan petrol gibi önemli kaynaklar millileştirilmiş, ancak diğer yandan hakim üretim biçimi olan kapitalist üretim tarzına, genel olarak mülkiyet yapısına dokunulmamıştır. Bu da islami hareketin programıyla uyum göstermektedir. Mollaların iktidarı ele geçirmelerinin ardından şaha karşı birlikte mücadele eden tüm rejim muhalifleri yokedilmiştir. Bu süreçte rejimin gerici yanı ortaya çıkmıştır. Ülkede baskıcı bir sıkı düzen kurulmuş, milliyetçilik bir ideolojik motif olarak savaşın da yardımıyla güçlendirilmiş, rejimi desteklememek ya da savaşa karşı olmak vatan hainliğine eşitlenmiştir. Ülkenin çeşitli bölgelerinde, şahın devrilmesine aktif katkıda bulunan, farklı etnik gruplara mensup toplulukların hareketleri şiddetle yok edilmiş, yöneticileri öldürülmüştür. Bütün üniversiteler ve bazı liseler birkaç yıllığına kapatılarak buralardaki sol muhalefet yok edilmiş, yeniden açıldıklarında tamamen farklı bir ders içeriği ile donatılmışlardır. Savaş islamcılar açısından çok iyi kullanılmıştır.
1980’lerin hemen başında uluslararası kamuoyunda pek çok kişi İran’da kurulan yeni rejimin uzun süreli ya da istikrarlı olabileceğini, ABD ya da Sovyetler Birliği/Rusya ile iyi ilişkiler kurabileceğini düşünmüyordu. Batı Avrupa ile durumun farklı olacağı tahmin edilmekteydi. Ancak 1980’lerin başında rehineler krizi, daha sonra 1980’ler boyunca Irak’la savaş, bölgeye devrim ihracı girişimleri -daha ziyade islami örgütlerin desteklenmesi- türünden olaylar, ilişkilerin karşılıklı olarak yumuşamasına bir türlü olanak vermedi. İran-Irak savaşının bitmesinden soma Almanya ve Fransa ile iyi ilişkiler yeniden kuruldu. 89 Batıyla ilişkilerin tümüyle düzeleceğinin düşünüldüğü bir dönemde Salman Rüşdi olayı ilişkileri yeniden gerginleştirdi. Bütün iniş çıkışlara karşın, İran bölgede bir büyük güç politikası izliyor, dış ilişkilerde bir normalleşme çabası gözlemleniyor. İç siyasi yaşamdaki değişim de bununla paralellik gösteriyor.
İran’ın batı ekonomilerine entegre olmak istediği de ortadadır. Dış politika açısından “gerçekçi” bir çizgi izlenmektedir. Devlet-devlet ilişkisi esas alınmıştır. Gelinen noktada İran’ın Mayıs 1997 Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarıyla da tescil edilen tercihinin batı ile daha çok ilişki, daha çok ekonomik liberalleşmeden yana olacağı öngörülebilir.
Dipnotlar ve Kaynak
- KEDDIE Nikki R.; “Iranian Revolutions in Comparative Perspective”, The Modern Middle East, der.Albert Hourani vd. içinde,, Tauris Readers, London, 1993, s.601, ayrıca bkz. KEDDIE; “Skocpol Üzerine Yorumlar”, Din, Anti-emperyalizm ve Sol içinde, Belge Yay., Birinci Baskı, Temmuz 1992, s.103. Burada Şii ulemanın 1905-11 Anayasa Devrimi sırasında Batı tipi bir anayasayı destekleyerek hükümet karşıtı konumlandığı söylenmektedir. Ulema 1978 yılına dek bir Anayasal reform düsüncesini desteklemiş, ancak bu noktadan itibaren bu düşünceyi reddederek “gerçek islam “a dönülmesini istemiştir.
- Bkz.HALLIDAY; “The Iranian Revolution”, Political Studies, c.30, no.3, Eylül 1982, s.438, ayrıca bkz. MOGHADAM Val; “Anti-Emperyalizm mi Sosyalizm mi iran’da Devrim ve Sol”, Dünya Solu no.1, Bahar 1989, (New Left Review, no. 166, Kasım-Aralık 1987’den çeviri) s.13. Konuyla ilgili olarak Eqbal Ahmadx, İran’da köktendinci dinsel hareketin küçük bir azınlık dışında genis bir desteğe sahip olmadığını, iktidarı hedefleyen din adamlarının devrimi gerçekleştiren yönlendirici güç olmadığını ileri sürmektedir. Söylenenler ancak iranlrak savaşının baslaması ve en son olarak da 1983’te solun bütünüyle tasfiye edilmesi sürecine dek geçerli olabilir. Bkz.Eqbal Ahmad; “Skocpol Üzerine Yorumlar”, Din, Anti-Emperyalizm ve Sol içinde, s.90.
- Bkz. ROULEAU Eric; “Khomeini’s Iran”, Foreign Affairs, c.59, no.1, Güz 1980, ss. 16-20, ayrıca bkz. Ahmad; agm., 1992, s.95.
- MOCHADAM; agm., 1989, s.14.
- KEDDIE; agm., 1993, ss.608-609.
- Bkz. KEDDIE; agm.,,, 1993, s.610, ayrıca bkz. BROMLEY Simon; Rethinking Middle East, Politics University of Texas Ed., 1994, s.148.
- OWEN Roger; State Povver and Politics in the Making of The Modern Middle East, Routledge, NY, 1992, s.118.
- “İran ve Ortadoğu’da Devrimler: İran Devrimi”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, c.4, İletisim Yay., 1988, s.1345.
- ROULEAU; agm., 1980, s.3.
- MOCHADAM; agm., 1989, s.15.
- HALLIDAY; agm., 1987, s.30, Beyaz Devrimle ilgili olarak bkz. MOGHADAM; agm., 1989, ss.16-18.
- Bkz. OVVEN; age., 1992, s. 119, ayrıca bkz. MOGHADAM Val; agm,. 1989, s.16.
- SKOCPOL Theda ; “Rantiye Devlet ve İran Devriminde Şii İslam”, Din, Anti-Emperyalizm ve Sol içinde, s.62, Petrol gelirlerinin artışı ile ilgili olarak ise bkz. OVVEN; age., 1992, ss. 118-119.
- Bkz. SKOCPOL; agm., 1992, s.61., Skocpol “rantiye devlet” kavramını Hossein Mahdavy’den ödünç alarak kullanmıştır. Kastettiği Şah rejiminin özellikle 1970’lerde petrol fiyatlarının hızlı artışı sonucu petrodolar içinde yüzmesi, gelişme ve modernleşmeyi yalnızca bu kaynağa dayandırması ve dünya ekonomisindeki dalgalanmalara daha duyarlı bir hale gelmesidir.
- BROMLEY; age., 1994, s.151.
- MOGHADAM; agm., 1989, ss.18-19, İran’da “çaryş”nın toplumsal ve ekonomik rolü ile ilgili olarak bkz.Skocpol; agm., 1992, s.65.
- Bkz. SKOCPOL; agm., 1992, s.62, ayrıca bkz. KEDDIE; agm., 1992, s.98.
- ROULEAU; agm., 1980, s.4, ayrıca bkz. KEDDIE; agm., 1993, s.610.
- OWEN; age., 1992, s.119.
- HALLIDAY; “İran Devrimi: Eşitsiz Gelişme ve Dinci Popülizm”, İran Devrimi: Din, Anti-emperyalizm ve Sol içinde, s.23.
- HALLIDAY; agm., 1992, ss.24-25., (22) HALLIDAY; agm., 1992, s.23.
- HALLIDAY; agm., 1992, s.23.
- AHMAD; agm., 1992, ss.87-88-90.
- KEDDIE; agm., 1992, s.104.
- ROULEAU; agm., 1980, s.4.
- “iran ve Ortadoğu’da Devrimler…” STMA, 1988, s. 1352.
- NDKBDN Saber; “Zaferi ve Yenilgisi ile iran Devrimi” Tartısma Defterleri no.2 Ocak, 1986, ss.40-41.
- Bkz. MOCHADAM; agm., ss.14-18, ayrıca bkz.”Halkın Mücahidleri Örgütü” AvrasyaDosyası-İran Özel Sayısı içinde, c.2, no.1, İlkbahar 1995 s.174.
- ROULEAU; agm., 1980, ss.7-8.
- ROULEAU; agm., 1980, s.1 T.
- Bkz. Internet adresi: http://physig.ph.kd.ac.Uk/local/cia/1994/115.html
- HALLIDAY; “The Iranian Revolution and Its Implications”, New Left Review, Kasım-Aralık 1987 s. 3 7.
- “Dran ve Ortadoğu’da Devrimler…”, STMA ,1988, s. 1352.
- ROULEAU; agm., 1980, s.14.
- RAM Haggay; “Crushing the Opposition: Adversaries of the Islamic Republic of Iran”, Middle East Journal, c.46, no.3, Yaz 1992, ss.426-434.
- HALLIDAY; agm., 1987, s.31.
- Owen; age, 1992, s.122.
- SICK Gary; “Trial by Error: Refiections on the lran-lraq VVar”, Middle East Journal, c.43, no.2, Bahar 1989, ss.234-235.
- HASCÜLER Mehmet-ULUDAĞLI Bülent; “İran ve Batı Dünyası”, Birikim, no.98, Haziran 1997, s.42.
- HUNTERShireenT.; “Post-Khomeini Iran”, Foreign Affairs, c.68, no.5, Kış 1989-90, s.141.
- BULUT Faik; Dslamcı Örgütler, Tümzamanlar Yay., Genisletilmiş ikinci Basımi Eylül 1994i s.477.
- SARABD Farzin; “The Post-Khomeini Era in iran: The Elections of the Fourth Islamic Majlis”, Middle East Journal, c.48, no.1, Kış 1994.
- Bkz. Internet Adresi: “The First Five Year Development Plan”, http://www.iran corrimerce., com/frame/partren/chapter2.html
- HUNTER; agm., 1989-90, ss.133-134.
- Bkz.Internet adresi: http://physig.ph.kd.ac.Uk/local/cia/1994/115.html
- DALLAS Roland; “Will money talk”, Economist, The World in 1995, s.74.
- HALLIDAY; agm., 1987, s.31.
- PETROSSIAN Vahe; “Iran: Reconciling Revolution with Realily”, Meed Special Report, 19 Subat 1993, s.11.
- Bkz.”lran-Constitution”, Internet adresi: http://www.uni-wuerzburg.de/law/ir00000_html
- ÜSÜR Serpil; “Önsöz” Dran Devrimi: Din Anti-emperyalizm ve Sol içinde, Belge Yay., Birinci Baskı, Temmuz 1992, s.8.
- HALLIDAY; agm., 1982, s.437.
- KEDDIE; agm., 1993, s.605.
- KEDDIE; agm., 1993, ss.613-614.
- MOGHADAM; agm., 1989, s.20.
- KEDDIE; agm., 1993, s.607.
- HALLIDAY; agm., 1992, s.12.
- HALLIDAY; agm., 1992, s.51.
- HALLIDAY; agm., 1982, s.437, ayrıca bkz. HALLIDAY; agm., 1992, s.13.
- İran’ın ne denli kentli bir toplum olduğu konusunda veriler mevcuttur. 1992 yılı rakamlarına göre İran’da kentsel nüfus yüzde 57.3’tür. (bkz. Ana Yıllık, İstanbul, 1994, Kar,ılaştırmalı İstatistikler s.564) Kişi başına düşen milli gelir 2000 dolar düzeyindedir. 1989 yılında yapılan nüfus sayımına göre 58 milyon olarak belirlenen nüfusun 33 milyonu kentlerde kalan 25 milyonu ise kırsal kesimde yaşamaktadır. Bkz.”lran-Geography. People: Govern-ment: Economy: Communications: Defense Forces” Internet adresi: http://physig.ph.kd.ac.Uk/local/cia/1994/115.html, ayrıca bkz. HALLIDAY; agm., 1982, s.438.
- ABRAHAMIAN Ervand; “Khomeini: Fundamentalist or Popülist”, New Left Review,Mart-Nisan 1991, s.118.
- KEDDIE; agm., 1993, s.618.
- ROULEAU; agm., 1980, s.5.
- HALLIDAY; agm., 1987, ss.36-37 ayrıca bkz. MOGHADAM; agm., 1989, s.24.
- OWEN; age., 1992, s.122.
- ROULEAU; agm., 1980, ss.6-7.
- MARSHALL Phil; İran’da Devrim ve Karşıdevrim, Z.Yay., Ekim 1994, ss.41- 48.
- NDKBDN Saber; “Zaferi ve Yenilgisi ile İran Devrimi”, Tartışma Defterleri, no.2, Ocak 1986 s.31.
- NDKBDN Saber; agm. 1986 s.33.
- Bkz.’lran – Constitution”, Internet adresi: http://www.uniwuerzburg. de/law/ir00000_html, ayrıca bkz. Murat Yetkin; “Devrim Ölse De Rejim Yaşıyor” , Strateji, no.1, 1995, ss.109-110.
- ÇDZGEN Nevval; “İran: Muhalefette Başarılı İslamiyet iktidarda Model Üretemiyor”, Avrasya Dosyası, c.2, no.1, İlkbahar 1995, s.212.
- MOCHADAM; agm., 1989, s.28.
- DURUSOY Ömer Tanju; “İran Ekonomisi”, Avrasya Dosyası, c.2, no.1, İlkbahar 1995, ss53-71.
- Bkz.lntemet adresi: http://physig.ph.kd.ac.Uk/local/cia/1994/115.html
- YETKDN; agm., 1995, ss.115-116.
- Bkz.lnternet Adresi: http://www.cs.utah.edu/haghsh/Business
- HALLIDAY; agm., 1987, s.33.
- KÖFTEOĞLÜ Fehmi; “Kapitalist Sisteme Ahlaki Kılıf: islam Ekonomisi”, İktisat Dergisi, no.350, Temmuz 1994, s.27-28.
- LORDOCLU Kuvvet; “İslami Ekonominin Ayrı Bir Emek Yaklaşımı Var Mı”, İktisat Dergisi, no.350, Temmuz 1994, ss.45-46.
- RODINSON Maxime; İslam ve Kapitalizm, Spartaküs Yay., Birinci Baskı, Aralık 1996, ss.189-190.
- RODINSON; age., 1996, s.217.
- RODINSON; age., 1996, s.225.
- TURNER Bryan S.; Oryantalizm Kapitalizm ve İslam, İnsan Yay., çev.Ahmet Demirhan, İstanbul 1991, s.64.
- TURNER; age., 1991, s.78.
- HALLIDAY; “‘Orientalism’ and Its Critics”, British Journal of Middle Eastern Studies, c.20, no.2, 1993, s.155.
- TURNER; age., 1991, ss.69-70.
- TURNER; age., 1991, s.71.
- AHMAD; agm., 1992, s.94.
- HALLIDAY; agm., 1993, s.149.
- HALLIDAY; “An Elusive Normalization: Western Europe and the Iranian Revolution”, Middle East Journal, c.48, no.2, Bahar 1994, s. 309.