Türkiye, Türkiye işçi sınıfı ve kısmen Türk solu, 12 Eylül’ün siyasi zorunun ardından gelen ve son 10 yıllık süreçte etkisini siyaset dışı alanlarda da güçlendiren bir kuşatmayla karşı karşıya. Düzenin kültürel-ideolojik üretimi, sol siyasal üretim üzerinde baskı kuruyor. Siyasal zorun baskısı, ideolojik baskıyla destekleniyor. Sol rüzgarların esmesine müsait bir dönemde bile bir tür iklim baskısı oluşturuluyor. Sol rüzgar esebilir ama liberal iklimin ılıman havasını bozmadan fırtınaya dönüşmeden deniyor.
Hava belki dönebiliyor ama yelin işçiden esmeyeceği dikte ediliyor.
Peki, ideolojik iklim, siyaset üzerinde ne kadar belirleyici olabilir ideolojinin siyaseti kuşatmasından söz edilebilir mi? Sol kadrolar ve oluşturmaya çalıştıkları siyasal-ideolojik birikim, ne kadar kuşatılmış durumda, bunun somut-güncel görünümleri neler? Bir yarma operasyonundan karşı kuşatmadan mı söz edilmeli yoksa sosyalizmin siyasal etkinliği üzerinde mi durulmalıdır?
İdeolojik kuşatma
Soruların yanıtlarını aramaya, ideoloji siyaset ilişkisi üzerine daha önce bu satırlarda çeşitli vesilelerle dile getirilen temel yaklaşımı hatırlatarak başlamak istiyorum.
Öncelikle, ideoloji ve siyaseti birbirinden ayrı düzlemler olarak kavrayıp, yapısal özelliklerini araştıran yaklaşımın dışında, sınıflar mücadelesinin içiçe unsurları olarak ele alan bir analiz yöntemini temel aldığımızı belirtmek gerekiyor. Bu anlamda, birbirini belirleyen değil, üretildikleri zemini etkileyen bir ilişkiler bütününden bahsediyoruz. Ancak ideolojinin toplumsal yayılım sürecine dayanan, “ikna”cı pratiği karşısında siyasetin devlete karşı gelişen, siyasal devrim hedefli üretiminin ve yarıcı pratiğinin daha etkin olduğunu belirtiyor ve iktidar perspektifinin altını çiziyoruz. Bu anlamda, belirleme ilişkisi çerçevesinde olmasa da birbirinin üretim zeminini etkileme ilişkisi içinde siyasete ve iktidar perspektifine daha etkin bir rol veriyoruz.
Örneğin, 10 yıl önce legal parti tartışmaları bağlamında bu içiçe kavrayışın nasıl dillendirildiğini aktarmak gerekirse; “Toplumun kültürel-ideolojik üstyapısında sosyalizme kalıcı mevkiler açmak; sosyalist siyaset ve düşüncenin alıcısı bir kitlesel zemin yaratmak için legal çalışmayı güçlendirmek”ten söz ediliyor ve bunun bir “yenilik” olarak görüldüğü durumda “İktidar perspektifinin bu “yenilikler”in arkasından akan sürekli bir vektör olması sivil toplumcu ya da hegemonik-kuşatmacı tezlerden farkını oluşturmakta” deniliyordu1
Artık “legal parti” başlığı bir tartışma gündemi olmaktan çıkıp gerçeklik haline geldi. Sosyalizmin kazandığı siyasi ve ideolojik mevkiler ise hâlâ çok zayıf. Bunun birçok nedeninin yanında ideolojik olarak sıkıştırılmış-kuşatılmış olmaktan kaynaklanan bir konumun da altını çizmek gerekiyor. Etkileşim ilişkisini bu defalık tersinden değerlendirirsek; sosyalizmin mevcut örgütsel gövdesiyle ürettiği siyaset, kendi icra zeminini daraltan ideolojik etkiler karşısında mevzi kazanan bir karşı hareket geliştiremedi. Başka bir deyişle ideoloji siyaseti belirlemiyor ama sol siyasetin icra zemini yalnızca zorla değil 15 yıllık ideolojik kuşatmanın etkisiyle de daraltılmış durumda bulunuyor. Öte yandan, uyarımızı tekrarlarsak, siyasete tercüme edilmemiş saf bir ideoloji alanı da aramamak gerekiyor.
Konuyu soyut formüllerden somut ve güncel örneklere taşırsak, söylemeye çalıştığım şey sanırım daha açık hale gelecek.
Biliniyor, Türkiye 24 Ocak’la başlayan süreçte ama aslen Özal döneminde yediği liberalizm-globalizm aşısının etkisinden kurtulamıyor. Restorasyon süreci olarak adlandırılan son birkaç yıllık dönem ise liberalizm saldırısını bir miktar dizginlese de aslolarak aşının yan etkilerini bertaraf etmeye dönük bir girişim olarak kavranmalı. Ek olarak liberalizmin kuşatmasından yeterince payını almayanları bu kez kemalizmle kuşatmayı deniyor. Ancak iki akımı çok da karşı karşıya koymamak gerekiyor. Öyle ki, bu topraklara yıllardır yerleşme eğilimi gösteren ama gerek ekonomik açmazları gerekse siyasi boşlukları nedeniyle ideolojik bir “düzen” olarak kurumsallaşamayan liberalizm restorasyon eliyle bertaraf edilmiyor; bir anlamda sistemin geleneksel ideolojileriyle kaynaşabileceği yerleşik bir düzene oturtulmaya çalışılıyor.
İşte bu süreç gelişirken, burjuva liberalizmini ve restorasyoncular dahil her türlü temsilcisini rahatlatan en önemli unsur, sosyalizmin elinin güçsüz olması ve daha da önemlisi solun büyük bir bölümünün liberalizm rüzgarından payını alması oldu.
Evet, Yeni Demokrasi Hareketi’yle çalınmaya çalışılan saf ideolojik maya tutmadı. Ama -tabii ki çok farklı düzeylerde de olsa- CHP ve ÖDP’deki liberalizm bulaşığı, burjuva siyasi yelpazenin ANAP geleneğiyle birlikte bu alanda boşluk bırakmadığını gösterdi. En son ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, bir canlı yayın programında patron-siyasetçi yeminli liberal Besim Tibuk’la aralarında “ekonomi programı” dışında hiçbir farklılık olmadığını ortaya koydu. Bu sonucu üreten nesnellik geçtiğimiz yıl bu sayfalarda şöyle özetlenmişti:
“Sol liberalizm, özgül bir ideolojik-siyasal pozisyonu temsil etmekten çok, genel sol politik yelpazenin birçok bileşenini birden kuşatan her bir özgül ideolojik-siyasal duruşu farklı bağlamlarda etkisi altına alan, genel ve nesnel bir dalgayı ve onun ürünlerini anlatmaktadır. İkincisi, sol-liberalizmin ne tamamlanmış bütünlüklü bir toplumsal-siyasal projesi ne de tek bir formu olduğundan söz edilebilir. İleri sürdüğüm varoluşunu ve etkinliğini giderek ve belirgin bir biçimde sol-liberalizmin ortalama ideolojik argümanlarıyla donatan ÖDP’nin, Türkiye kapitalizminin güncel eğilimlerinden demokrasi, toplumsal uzlaşma vb. gibi kategorilerinin türetilebileceği yanılsamasının kaynağı olan toplumsal nüfus ile hitap ilişkisi içerisinde olduğu ve bu partinin ideolojik-kültürel ortalama olarak sol-liberalizmin onay bulduğu nesnel temelde karşılık bulduğudur” 2 [GALİP Yunus]
Şimdi bu nesnelliğin siyaset dışı kimi özgül alanlarda nasıl yankılandığını, hangi ürünleri verdiğini ve günlük yaşamı nasıl kuşattığını ele alan örneklerle devam edip siyaset tartışmasına sonradan dönmek istiyorum.
Kültürel çamur
Kapitalizmin “akla ziyan” özelliklerini saymaya başladığınızda doğrudan emek sömürüsü alanının dışına çıkan liste, herhalde şu unsurlardan bir ya da birkaçını kapsayacaktır: Tüketime ve tüketememeye dayanan şehir yaşamı, eğitim ve sağlık alanlarında yaratılan eşitsizlik, barınma ve ısınma sorunu, trafik, çevreye verilen zarar, medya, dini aktiviteler, sevgisiz aile yaşamı, yozlaşan sanat ve spor beğenileri…
İşte bu unsurlar aynı zamanda kapitalizmin günlük yaşamı kuşatan sıradan etkinlikleridir. İdeoloji Fransız marksist Henri Lefebvre’nin sözleriyle bu sıradanlığa ivme kazandırır 3 Ama ideolojinin asıl önemi, bütün bu etkinliklerin yaşandığı süreçte kimilerinin sevdiği bir deyimle “hayatın içinde” tek tek özneleri inşa etmesidir. Kültür ise bütün bu etkinliklerin ve öznenin inşa sürecinin maddi ve kurumsal zemini hayatın yaşanma biçimi olarak görülebilir.
Peki, sosyalistler bu yaşamın ve kültürün neresinde durarak nasıl bir müdahale geliştirebilir?
Theodor Adorno’nun verdiği yanıta göre, “Bugünkü kültürel çamuru yadsıyabilmek için parmak uçlarımızda uyandırdığı o rahatsız edici kaşıntıyı duyabilecek kadar ona bulaşmış ama aynı zamanda onu reddedebilecek gücü de yine bu bulaşma içinde kazanmış olmak gerekir” 4
Bugün için Türkiye solunun, konunun birinci yönüyle ilgili hiçbir “sorun”u bulunmuyor. Belki çamurun parmak ucunda mı diz ya da bel hizasında mı olduğu tartışılabilir. Kanımca kimilerinin burnuna dayanmıştır.
Ancak asıl sorun, konunun ikinci yönüyle ilgili olarak söz konusu yadsıma gücünden ve onun hemen yanıbaşında üretilmesi gereken alternatif-pozitif söylemin eksikliğinden kaynaklanıyor. Üstelik solun karşısında kulağı doldurulmuş, gözü yönlendirilmiş, dili zayıflatılmış, kısacası kültürel çamura dibine kadar batırılmış kuşatılmış bir alıcı kitle varken yaşanıyor bu zayıflık. Kısacası karşı saldırının öznesi olmayan sol giderek, daha fazla kuşatmanın nesnesi haline geliyor.
Bunun en önemli nedenleri arasında genel olarak sosyalizmin ve sosyalist aydınlanmanın öncülüğünden uzaklaşmak, özel olarak “hayatın içinden” esprisine kapılarak eleştirellikten uzaklaşmak ve öncülük kavramının kendisine dönük üretilen alerjiden etkilenmek sayılabilir. Sonuçta, kuşatılan sol en basit günlük reflekslerinde bile geriler hale gelmiştir.
Örneğin, bu ülkede ortalama solcunun günlük gazetesinin Cumhuriyet olmaktan çıkıp Radikal olmaya başlaması ciddi bir gelişme, daha doğrusu gerilemedir. Yeni Yüzyıl’la başlayan ve çıktığı dönem “Cumhuriyet Light” olarak dalgası geçilen bu gazetecilik ekolünün hafifliğinden daha önemli bir özelliği sahip olduğu ve sahip kıldığı ideolojik çerçevesidir. Açık-gizli özelleştirmeci, yarı-gizli Amerikancı, gizli milliyetçi, açık demokrasi ve insan hakları savunucusu ama her durumda liberal bir çizgi solun kolektif aklını bozmaktadır. Liberalizmin gündelik algının içine sinmiş bu hali, ortalama üniversite solcusunun öncelikle reflekslerini ama zamanla bilincini şekillendirmeye başlamıştır. Geçen yıl yaşanan “türban darbesi”nin ardında liberal aşının tutturduğu böylesi bir sıradan bilinç de vardır.
Unutmamalı günlük “gerçek”, liberal aklın prizmasından geçerek ortalama solcuya sunulduğunda sosyalist solun hitap gücü de daralmaktadır. Bunun çarelerini aşağıda tartışmaya başlamadan önce düzenin ideolojik-kültürel üretiminin ortalama alıcısı üzerinde yaptığı tahribatla ilgili olarak birkaç noktaya daha temas etmek istiyorum.
Her şeyden önce zorunlu emek zamanı dışında sahip olunan boş zamanın “yaşatılması” sürecinde, görsel medyanın bu denli etkinlik kazanması önemsenmelidir. Herkes sıkılmakta ama izlemektedir, izlemekten sıkılanlar başka bir etkinliğe yönelememekte bu kez sıkıldığını izlemektedir. Medya eliyle yaratılan ortak heyecan ve duyarlılıklar, milliyetçilik ve liberalizm başta olmak üzere bütün burjuva ideolojik motiflerin şırınga edilmesi için en uygun zemini sunmaktadır. İnsanlar hem ayrı ayrı evlerinde atomize edilmekte hem de ideolojik planda birarada tutulmaktadır çünkü iletişim insanları yalıtlayarak birbirine benzeten bir süreçtir 5
İkinci bir nokta medya dışında kalan her türlü eğlence etkinliğinin de bir şekilde kuşatılmasıdır. Aslında kuşatma kapitalizmde eğlenmenin içeriği gereğidir.
“Eğlence, geç-kapitalizm koşullarında çalışmanın uzatılmasıdır ve mekanikleştirilmiş çalışma süreciyle yeniden başa çıkmak için bu süreçten kaçmak isteyenlerce aranmaktadır… Ancak, bu mekanikleştirme tatilci ile mutluluğu üzerinde öyle bir otorite kurmuştur ki çalışma sürecinin taklitleri dışında onun başka bir şeyle karşılaşmasını önlemek için, eğlence metalarının fabrikasyon üretimini ayrıntılarıyla belirlemektedir… Fabrika ve bürodaki çalışma sürecinden kaçmak, sadece boş zamanlarda bu sürece intibakla mümkündür. Eğlence can sıkıntısı halinde donuklaşmaktadır” 6 [HORKHEIMER Max- ADORNO Theodor]
Günlük hayatı içinde bu kadar kıstırılmış olmaya dönük yapılan vurgunun bir ucu da, doğaldır ki paranoyaya gitmektedir. Belki durum bu kadar vahim değildir ama solun genelde sahip olduğu boşvermişlik hali yanında neredeyse paranoya bile bir “bilinç hali” olarak ehven-i şer’dir.
Siyaset tartışmasına geçmeden önce, günlük hayat eleştirisinin bir tuzağına değinmek istiyorum. O da sosyalizmin bir anlamda minimalist bir eleştirelliğe hapsedilmesidir. Frankfurt Okulu teorisyenlerinin ve kısmen Lefebvre’nin sahip olduğu bu yaklaşım, kendisini görünümlerin eleştirisiyle sınırlamaktadır çünkü bütünlük kurgusuna ve sınıf perspektifine sahip değildir. Bu durumda, kapitalizmin bütüncül siyasi-ideolojik üretiminin tekil-güncel yansımaları ve görünümleri üzerinden geliştirilen eleştirel söylem yeni bir bütüne varamamaktadır. Kapitalizmin muhatabı ve karşıtı sosyalizm, değil kapitalizmin, günlük görünümlerinin eleştirisi olarak kalmaktadır. “Zararı yok” denebilir oysa sosyalizm entellektüel anlamda bir de buradan darbe yemektedir.
Kuşatılmış siyaset
Bütün bunlar bir kuşatılmış siyasete mi işaret ediyor? Büyük ölçüde evet ama sosyalistler bir kuşatma paranoyası yaşayacak kadar da çaresiz değildir. Çünkü her şeyden önce siyasetin hançerleyici yarıcı gücünü bilmektedir.
Ama bunun ötesinde ideoloji cephesinde yapılması gerekenleri de ihmal etmemelidir. Bundan sekiz yıl önce yapılan bir uyarı bugün de geçerliliğini korumaktadır:
“Bolşevik deneyim, hareket noktasını ideolojide bulmuş sonra teorik bir yapıya kavuşmuş ve nihayetinde 1904-17 dönemini aradaki kimi parantezler dışında siyasetle geçirmiştir. Belli zorlama ve kabalaştırmaları da içeren bu şema, Türkiye için geçerliliğini yitirmiştir. Türkiye sosyalist hareketi önüne sosyalist mücadelenin iç bileşenleri açısından ağırlıklı tercihlere sahip evreler koyamaz. İdeolojik teorik ve siyasal mücadele birlikte yürütülmek zorundadır” 7 [HEKİMOĞLU Cemal]
Konuyu bir de Gramscigil tartışmaların ünlü manevra-mevzi savaşı ayrımı üzerinden ele almak gerekirse, Perry Anderson’ın savunduğu çözümün geçerliliğini hatırlatmak yerinde olacaktır: “Bir marksist stratejide manevra savaşı ile mevzi savaşının karşı uçlara koyulması reformizm ile maceracılık arasında tercihe varır” 8 Anderson’ın söylediğini konumuz açısından tamamlamak gerekirse, yanlış tercihlerden doğru siyaset çıkarmak mümkün değildir ve tercihlerden birine yönelmek bunları solun önüne koyan düzen tarafından kuşatılmak anlamına gelmektedir. Türkiye solunda ise bugün reformistler de maceracılar da mevcuttur ve her iki çizginin siyaseti söz konusu tercihlerinin de etkisiyle kuşatılmış durumdadır.
Sosyalist solun mücadele çizgisinin bu hataya düşmeden yoluna devam edebilmesi, tek başına tercihleri önsel olarak dışlayan teorik-programatik bir titizliğin ürünü değildir; sosyalizmin bir toplumsal proje olarak ideolojik ve siyasi planda geliştirilmesi, toplumsallaştırılması gerekmektedir. İşte, kuşatmayı yarmak ancak böyle mümkündür. Bu hattın önünde duran görevleri seçimlerin yarattığı olanakları ve reformizmin durumunu daha somut olarak tartışmadan önce, kuşatılmış siyasetin devrimci demokrasi cephesinde yarattığı tahribata da değinmek istiyorum.
Devrimci demokrat çevrelerin bugün çıkarmaya devam ettikleri siyasi-teorik yayınları önünüze koyup, ülke sorunlarına dönük ürettikleri çözümleri ve bunun da ötesinde stratejilerini araştırmaya başladığınızda oldukça çarpıcı bir sonuçla karşılaşıyorsunuz: Devrimci demokrasi, kendi örgütsel duruşunun haklılığından öte bir şey söyleyemeyecek bir noktaya gerilemiştir. Siyasal pratiği ve teorik üretkenliği olabilecek en geri noktadadır. Örgütsel pratiği ise 40 kişilik bir kadro öbeğinin 39 ya da 41 olamamasına dayanmıştır. Üstelik bu haliyle bile 40 parçalı yapısını korumaktadır.
Kuşatma mı? Bu ifadeyi kullanmaktan utanıyorum ama neredeyse “kendi dünyalarında” yaşayan bir anlamda “kendi kendilerini kuşatmış” çevreler vardır. Yalnızca örnek olsun diye söyleyelim, Devrimci Mücadele çevresinin her duruma “Anarşi Yok! Büyük Derleniş!” diye bir Kıvılcımlı formülü uyarlaması ya da Mücadele Birliği çevresinin birkaç yıldır süren “devrimci durum” saptamasında ısrar ederek, gündeminden devrimi düşürmemesi siyasetin neresindedir Açıkçası, bunlar siyaset dışı eğilimlerdir. Daha nereye kadar gideceği belli değildir. Bu çizgide devam ettiği durumda sonuç Boris Kagarlitski’nin “efsanenin insanı” dediği tipolojiyi hatırlatacak kadar vahimleşecektir:
“Efsanevi gerçekliğinde yaşar. Dünyada olup biten her şey onların görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamaya yarar yalnızca… Yazdıklarının kendi yayınlarında yer alması önemlidir, kendileri yazar kendileri söyler kendileri inanır… Gündelik yaşam ürkütücü boyutlar kazandıkça kendi efsanelerini zenginleştirecek, yepyeni malzemeler bulurlar”9 [KAGARLITSKIY Boris]
“Kaya gibi insanlar”ın efsanenin insanına dönüşmemek için, kuşatmayı yaracak ideolojik siyasal üretime yönelmekten başka bir çareleri bulunmamaktadır.
Sosyalizm nasıl kuşatır?
Şimdi sosyalizmin siyasal-ideolojik üretimine gelebiliriz. Ama önce reformizmin sosyalizm kavrayışını aktarmak yerinde olacak:
“Bizler “sosyal”istiz kendimize “politik”ist demiyoruz. Bu sosyal ilişkiler ağı içersinde olan ve onu dönüştürme iradesi anlamına geliyor. Türkiye solu, koşulların da zorlamasıyla yetmişli yıllarda biraz politikist olmuştu. 1990’lı yıllarda bunun tekrar sosyaliste dönmesi, sosyalin politikaya indirgenmemesi şeklinde bir bilgeliğe sahibiz. Dolayısıyla bu partinin entelektüel politik zenginliği, çok sesliliği işimizi kolaylaştırıyor. Sadece politikaya indirgenmiş bir hayatı yaşamıyoruz” 10 [URAS Ufuk]
Anladığım kadarıyla burada sosyalizmin toplumsallaşmasından değil, bir parti başkanının sosyalleşmesinden bahsediliyor. Üstelik durum “şaka bir yana” denemeyecek kadar ciddidir. Çünkü Uras, şaka yapmamakta, kuşatılmış siyasetiyle bir yandan kuşatmayı örmektedir de. Sosyal demokrasinin Truva atıyla, sosyalizmi içerden kuşatma girişimlerine dönük “sosyal”istçe bir katkıdır bu. Neyse ki daha az “politik”ist olduğu için daha kolay defedilebilecektir.
Sosyalizmin meşruiyet yitiminden sıyrılıp tekrar canlanmaya geçmesinin -aynı anlama gelmek üzere toplumsallaşmasının- koşullarını tartışmak anlamlıdır. Ama bu siyaseti geriye iterek kesinlikle mümkün olmayacaktır. Her şeyden önce solcuların üzerlerindeki sosyalizm utangaçlığını atmaları gerekir. Türkiyeli bir sosyalist olmanın her tür aidiyetten önce sahiplenilmesi gerekir.
İkincisi, sorun ideolojik kuşatmaya karşı bir karşı-kuşatmayı zorlamak, sosyalleşmek olarak değil; öncelikle siyasetin gücüyle kuşatmayı yarmak sonrasında toplumu sarmalamaya aday siyasi-ideolojik bir karşı hareketi kotarmak olarak ele alınmalı başka bir deyişle sosyalizm artık saldırıya geçmelidir.
Sosyalizm, ancak bu iki varsayım altında harekete geçebilir. Potansiyel alıcıları nezdinde sosyalizmin “ne” olduğu sorusunu daha doğrusu ideolojik bazda pozitif tanımlamanın gücüne dayanan bir hareket sorununu çözmek, ancak bu kabullerden sonra mümkün olabilir. Sosyalist hareket, önümüzdeki dönemde bu sorunu çözerek yoluna devam etmek durumundadır.
On yıldır bizi kuşatan negatif sorulardan rahatsız olmamak mümkün değildir. Yanıtlarımızı güçlendirmenin zamanıdır. Örneğin “Hani şu Sovyetler’de bile çöken sistem mi” sorusuna, Rus halkının bugün karşı karşıya olduğu açlıkla yanıt vermek yetmemektedir. Sosyalizmin geçmiş ve gelecekteki kazanımlarının eşitliğin ve özgürlüğün altını çizecek bir ideolojik sesleniş geliştirilmelidir. Yani sosyalizm kendisine yönelen negatif soruları “bak işte biz yoksak böyle” savunmacılığıyla yanıtlayan konumunu terketmeli, “biz böyleyiz”i öne çıkaran pozitif üretime geçmeli güncelliğini hissettirmelidir.
Sosyalizmin güncelliğini hissettiren biricik perspektif sosyalist devrimdir.
Kazanımlar ütopya ve siyaset
Tabii ki sosyalist düzenin toplumsal getirileri üzerine, bugünden kurgu üretmenin tehlikeli yönleri vardır. Uçuk projelerle dönemi geçmiş kuru tasavvurlar üreten garip adamlar görüntüsü bize en çok yakıştırmaya çalıştıkları şeydir.
Ancak birincisi, öne çıkardığımız toplumsal kazanımlar, ikincisi, onlarla beslenen siyasi taleplerimizin kaçınılmaz gerçekliği-yakıcılığı ve üçüncüsü onları besleyen ütopyamızın güzelliği bu sıkıştırmayı çözebilmek için en önemli silahlarımızdır.
Biraz daha açmak gerekirse birinci ve ikinci alanlar siyasal canlılığı ve sosyalizmin bir kitle ideolojisi olarak inşasını üçüncü alan öncü işçileri, aydınları, öğrencileri ve tüm kadro adaylarını kapsayacak bir sosyalist aydınlanmayı gerektiriyor. Tekrarlamaya gerek var mı bilmiyorum, bütün bu süreçler birbirini besliyor; burada ideolojik, siyasal ve teorik üretimi birarada düşünmek gerekiyor.
Şimdi yine somutlamaya örneklemeye çalışalım.
1. Sosyalizmin kazanımlarından başlarsak; doğrudan emek sömürüsünün ortadan kaldırılmasından, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinin savunusundan başlayan ama yukarıda kapitalizmin “akla ziyan” unsurları olarak sunduğumuz her bir günlük yaşam ögesinin “aklı geliştiren” sosyalizm unsurlarına nasıl dönüştüğünü de gösterebilen, siyasi-ideolojik bir seslenişten bahsediyoruz.
Her kış onlarca soba “facia”sı yaşayan bir ülkenin insanlarına sosyalizmin merkezi ısıtma sistemini; sağlık hizmeti alamayan çocuğunu okutamayan yığınlara, eşit parasız sağlık ve eğitimi; ödediği kiradan trafikten çevreden medyadan kısacası hayattan yılan kitlelere, herkesin oturduğu konutun sahibi olmasını, raylı taşımacılığı, doğayla barışık yaşamı, insanın özgürleşmesi için seferber edilen medyayı, sanatı, sporu anlatmaktan kısaca sosyalizmin güncelliğini anlatmaktan bahsediyoruz.
Sosyalizmin içinden geçmekte olduğumuz seçim dönemindeki propagandif söylemi, onun toplumsal bir proje olarak güncelliği üzerinden de yükselecektir. Kuşatma sosyalizm programıyla yarılacaktır. Çünkü ideolojik tutamakları siyasetin ve ideolojinin eliyle güçlendirebilmek sosyalizmi geriye itelemekle mümkün olmamaktadır.
2. Sosyalizmin kadro adayları nezdinde yaratacağı aydınlanma ne “yeni bir sosyalizm” tasavvurlarına ne yeni insanın niteliklerine dair heyecanlı kestirimlere ne de geçmişin dört başı mamur bir muhasebesine denk düşmeyecektir. Ama bu kaygılara yanıt vermek durumundadır. Ne ütopya sahibi olmak uçmaktır ne de bilimsel olmak hülyasız kalmak. Sosyalist aydınlanma, ütopyasının gerçeklik tonunu öne çıkaracak bilimsel yönteminin gücüne dayanacaktır.
Aydınlanmamızın boy atacağı en önemli alanlardan biri de kültürel-sanatsal üretim olacaktır. Kuşatmayı yarmak için yapılması gereken salt eleştiri alanının dışına çıkabilmek, bir kez daha nitelikli ürün verme işinin sosyalistlere ait olduğunu göstermektir. Burada sistemsizliğe övgüye mistisizme postmodern oyunculuğa liberal akla yer yoktur.
“Peşinden koşacak bir şeyi kalmayan kişi, ruhsal göçmenliğe aday demektir. Bu da kaçınılmaz olarak sanatsal ölüm demektir… Bu çağın sanatı bütünüyle Devrim’in etkisini taşıyacaktır. Bu sanat, yeni bir bilinci gerektirir. Bu sanatın her şeyden önce açık ya da romantizmin maskesi altında gizlenmiş olan gizemcilikle bağdaşması mümkün değildir; çünkü devrim kolektif insanın tek efendi olması zorunluluğundan ve bu insanın gücünün doğal kuvvetler hakkındaki bilgisine ve onları kullanma olanaklarına bağlı olduğu düşüncesinden hareket eder. Bu sanat gerçekçi etkin canlı ve kollektivisttir ve geleceğe sınırsız bir yaratıcı inançla bağımlıdır” 11 [TROTSKİY Leon]
3. Siyasal ve ideolojik kavgamıza gelirsek, sosyalizm programı üzerinden şekillenecek mücadele, seçim döneminde ivme kazanacağı bir aşamaya giriyor.
Düzenin zorlamaya çalıştığı şey, siyasetsiz bir seçim dönemidir. İşin mantığına aykırı gibi görünse de yıllardır karılan ve sonuçta sağlamlaştırılan ideolojik harcın her dönem elde tutulan toplumsal baskının çözülmemesinin koşulu, sınırlı politizasyonda bile değil siyasetsiz politizasyonda görülmektedir. En fazla politize olunan dönemi içeriksiz ve yetersiz meydan siyasetiyle atlatma tasarısı sonrasına dönük düzenlemeler için, restorasyonun elini güçlendirme amacı da taşımaktadır. Birinci değil de üçüncü partinin hükümet kurması başka şekilde sağlanamaz.
Siyasetin içinin boşaltılmasıyla örülen bu kuşatma, yalnızca içerikli-ilkeli siyasetle aşılabilir. Sosyalizm propagandası düzen karşıtlığı ve yeni bir düzen çağrısı siyasetsiz seçim sıkıştırmasını ve içeriksizliği aşabilecek en önemli araç olarak öne çıkmaktadır. Propagandif söylem anti-emperyalist kamucu gericilik ve şovenizm karşıtı ilkelere yaslanacak bu ilkelerin içeriğini sosyalizmin yukarıda sözü edilen toplumsal kazanımlarıyla da dolduracaktır.
Medyanın etkisine yukarıda değinildi. Sosyalist yayıncılığın ve basının etkisini artırmak için bugün içinde bulunduğumuz kuşatmayı yaracak kapsamda çalışmalar yapılmalıdır. Seçim, daha güçlü yayıncılık için de imkanlar doğurmaktadır. Liberal aklın eleştirisi ve dönüştürülmesi bu yayın çizgisinin ilk elden sahiplenmesi gereken bir tarzdır. Kendi yayıncılık çizgimiz bir yana ortalama solcunun günlük olarak takip ettiği yayınlarda solun değerlerini oluşturan çizginin korunmasına dönük müdahaleler de mücadelenin bir boyutunu oluşturmalıdır.
Ve son olarak ama en önemlisi sosyalizmin işçi sınıfına dönük kuşatan bir ideolojik etkinliği şarttır. Sendikal cendere aşılmadan sosyalizm, sınıf içinde siyasi-ideolojik mevziler kazanmadan yukarıda söylenenlerin büyük bölümü gücünden çok şey kaybedecektir. Sosyalizm işçi sınıfını mücadelenin bütün boyutlarında geliştireceği ataklarla kazanmak zorundadır. Ümitsiz olunmamalıdır. Örneğin, ideolojik etkinlik belki bugün için yalnızca eğitime sıkışmıştır. Ama bugün İşçi Okulu’na toplanan nicelik, yarın sendikal mücadelenin sınıf siyasetini dışlayamayacağının göstergesidir. Yağma düzenini yıkacak güç, örgütsel, siyasal ve ideolojik açılardan hızla birikmektedir. Seçim çalışması birikimi daha ileri noktalara sıçratacaktır.
Yağmacı bir düzen karşısında sosyalizmin toplumsal kazanımlarını, ütopyasını ve siyasi-ideolojik mücadelesini öne çıkaran sosyalizm programı kuşatmayı yaracaktır. Çünkü;
Yağma yok!
Sosyalizm var!
Dipnotlar ve Kaynak
- GİRİTLİ Aydın, HEKİMOĞLU Cemal; “Sosyalist Örgütlenmede Olasılıklar ve Olanaklar” Gelenek 26 içinde, 1989
- GALİP Yunus, “Sol Liberalizm ve ÖDP”, Gelenek 57 içinde, 1998
- LEFEBVRE Henri, “Modern Dünyada Gündelik Hayat”, Metis yay., s. 46, 1998
- ADORNO Theodor, “Minima Moralia”, Metis yay., s. 30, 1998
- HORKHEIMER Max ADORNO Theodor, “Aydınlanmanın Diyalektiği”, 2. kitap Kabalcı, yay. s. 130, 1995
- a.g.e., s. 27
- HEKİMOĞLU Cemal, “Sosyalist Hareket Nereden Bakıyor?”, Gelenek 36 içinde, 1991
- ANDERSON Perry, “Gramsci: Hegemonya Doğu/Batı Sorunu ve Strateji”, Alan yay., s.111
- KAGARLİTSKİ Boris, “Rusya’da Kapitalizm Neden Tutmadı?”, Metis yay., s. 99-101, 1996
- URAS Ufuk, “Küçüktü, Ufacıktı, Deniz Fenerlerine Aşıktı…”, V Özgürlük sayı 18 içinde, s. 14 Ocak 1999
- TROTSKİY Leon, “Edebiyat ve Devrim”, Kabalcı yay., s. 62 ve s. 12 1989