Yazının başlığı ve yazının sonundaki yemek tarifi okuyucuyu şaşırtabilir. Okunması zor alan bu tür yazıların daha kolay okunmasını sağlamak için başvurulan “eğlenceli bir oyun” olarak değerlendirenler de çıkabilir.
Amacım ne şaşırtmak ne de eğlendirmek.
Gerçekten de bazı tarih çalışmaları adeta bir yemek tarifi gibi. Okumalarımdan çıkarttığım izlenim bu. O nedenle yazının başlığı ve yazının sonundaki yemek tarifi kendiliğinden böyle oluşuverdi.
Bu yazıyı Zeki Sarıhanın “Çerkes Ethemin İhaneti” adlı kitabını okuduktan sonra yazmıştım. Bir hayli eski… Yazdıklarımı yeniden okuduğumda uzunca bir bölüm oluşturan “Tahrifatçılık” bölümünü çıkarttım. Ama “tahrifatçı” sözcüğünü çıkartamadım, atamadım.
Kimi okuyucu bu sözcüğü ağır bulabilir. Sözlüğe baktım: Soba yapımcısına sobacı, ayakkabı yapımcısına ayakkabıcı, tahrifat yapana da tahrifatçı dendiğini okudum… Açıkçası başka bir sözcük bulamadım. O nedenle değiştiremedim. Ama siz sahteci de diyebilirsiniz.
Bu yazıda okuyuncunun sabrına güvenerek ve zorunlu olarak aldığım alıntılar var. Uzun alıntı TBMM Gizli Celse Zabıtları’ ndan, Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Bey’ in konuşması… Daha kısa olanı ise Zeki Sarıhan’ ın “Çerkes Ethem’ in İhaneti” adlı kitabından. Zeki Sarıhan da, Hamdullah Suphi Bey’ in konuşmasından alıntı yapmış. Her ikisini de eksiksiz olarak aktarmak durumundayım.
Hamdullah Suphi Bey’ in konuşması aynen şöyle:
”Hamdullah Suphi Bey – “Müdafaai Milliye Vekili Paşa Hazretleri tarafından verilen izahat ve beyanat ile; bendenizin ilave edeceğim iki üç şey arasında büyük bir münasebet vardır. Arkadaşlarım lütfen bunları dinlerse… Antalya’ da bulunduğum sırada Demirci Mehmet Efe kuvvetleri İsparta’ da temerküz ettikten sonra kol kol cenuba, şarka, garba yayıldılar. Günün birinde bir haber aldık ki, Antalya’ ya yeni bir muhaceret geliyor. Yunan önünden kaçar gibi köylüler, ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklar, bir takım erkekler yangından kaçar gibi ne kurtarabilirse belediyenin etrafına geliyor. Belediyenin etrafında öbek öbek diziliyorlar. Bu suretle mütemadi bir muhaceret Antalya’ ya geliyor. Ecnebilerin gözü önünde bizi en ziyade müteessir eden ahvalden biri de budur. Aksi tesir… Facianın bir kısmı bilhassa bu düşünceden doğmuştur. Tabii biliyorduk ve başka yerler de biliyordu ki Teşkilat-ı Milliye’ ye dahil Kuvayı Milliye’ nin belli başlı adamlarından biri olan Mehmet Efe tesisi asayiş vazifesi ile cenuba inmiştir. Fakat adamları olan Mahmut, Mevlut… Efendiler köylülerimize musallat olmuşlar ve zavallı köylüler eşeğin üstüne katırın üstüne ne yükletebilirse hepsini yükleterek kaçıyor, zira bu adamlar köylünün evini yakıyorlar. Yangın, tahrip, soygundan canı kurtararak kaçanlar Antalya’ ya dökülüyorlar. Emin olunuz bir insan gözü böyle facialar karşısında, kendisini yakından müteessir eden böyle bir levhayı gördü mü teessürüne nihayet olmuyor. Biz o zaman Riyasete ve Müdaafai Milliye’ ye arkadaşlarımızla beraber son derece müteessirane iki telgraf çektik ve vaziyeti izah eyledik. Fakat günün birinde halk üzerinde azami tesir hasıl eden bir haber şayi oldu: Isparta’ da Efe’ nin kuvvetleri, hükümetin kuvvetleri tarafından sarılmış beş yüz kişi tevkif edilmiş ve cümlesi dağıtılmıştır.
Arkadaşlar; sekiz aydan beri Meclisimiz burada ibrazı faaliyet ediyor ve sekiz aydan beri de bir Hükümet kurmuşuzdur. Fakat ahalinin elleri bu hadise olduktan sonra Hükümete daha ziyade sarılmıştır. Her tarafta halk kendisine adalet verecek olan Hükümeti arıyor. Meali minnet ve şükranla kaydetmeliyiz ki Dahiliye Vekaletine intihap ettirdiğimiz arkadaşımız doğrudan doğruya fiili bir surette ve memleketin vasi bir sahasında şekavete kuvvetli bir darbe indirmiştir. Münkesir kalbleri Hükümete ve Hükümetimize raptetmiştir.
Arkadaşlarımızla avdet esnasında Sandıklı’ da Refet Bey’ e tesadüf ettik ve gece konuştuk ve kendisini en har ve kalbi bir surette muvaffakiyatından dolayı tebrik ettik.
Arkadaşlar; biz Antalya’ da bulunduğumuz bütün günler esnasında halka; irşadat maksadıyla bir takım mevziler yapıyorduk. Halkın gözlerinin içinde bir mana vardı. Halk sözleri dinliyor ve güzel haberlere karşı hüsnü suretle mütehassiz oluyor ve fakat gözleri soruyordu: Şurada burada hakkı tanımayan bir takım gayri muntazam kuvvetlerin, adalet hissinden müteessir olmayan kuvvetlerin yaptığı mezalimi Hükümet ne vakit durduracaktır? Bunun için arkadaşlar, birinci hadisei mesude: Hükümet noktai nazarından efenin hakikaten milletin başına bela olan kuvvetlerine indirilen darbe oldu. Bunu kendi hükümetimizin defteri ameline büyük bir hayır olmak üzere kaydetmeliyiz. Demin avdetimde Refet Bey’ le beraberdim demiştim. Ertesi gün bir otomobil bulmuştuk, Refet Bey daha evvel yola çıkmıştı. Yolda arkadaşlarım ve ben son derece mesud olarak gördük ki ordumuzun kuvveti yeniden doğmaya başlamış ve her yerde kendisini gösteriyor. Biz bunun teciliyatına şahit olduk. Arkadaşlar küçük bir misal arzedeyim. Ankara’ da beş buçuk altı ay evvel idi, bir akşam güneş batmış, istasyonda sıra sıra duran vagonların açık kapılarından, arkada batan güneşin kızıltısı görünüyordu. Zemin üzerinde iki gölge var idi; şişeleri kaldırıyorlar ve içiyorlardı. Halbuki bunların önünde bizim eski ordumuzun bütün dünyada en bedbaht günlerinde bile namusu, ile şerefi ile umumi bir şöhret kazanmış olan ordumuzun efradından bir kısmı orada oturuyordu. Bizim ihtiyaç zamanlarında yardımlarına müracaat ettiğimiz kuvvetler maatessüf intimaz ve inzibatlarından çıkmış ve memleketin ortasında şer ve fesat nümuneleri teşkil etmeye başlamışlardı. Vuruyorlar, çalıyorlar ve her şey onlar için mübah halde idi. Eğer milletimiz ve onun buraya gönderdiği vekiler hakikaten meşru ve adil bir Hükümet yapmayı kendisine hedef ittihaz etmiş ise Osmanlı ordusu çalan, vuran adamlardan olamaz. Onun tarihi ve velvele şan ve şerefi cihanı doldurmuş mutantan bir mazisi vardır. Bizim askerlerimiz o ananeye merbut insanlardır. (Alkışlar)
Otomobilimiz çok süratli gidiyordu ve biz yolda Refet Bey’ in başında yürüdüğü askerleri gördük; tertemiz giyinmişlerdi, gözlerinin içinde harbi umumideki bıkkınlıklarından eser kalmamıştı ve kendilerine yeniden şevk gelmişti. Ve bize bunların hali hissettirdi ki, memleket kendilerine işaret ettiği vakit gidecekler, vazifei vataniyelerini lazım gelen yerlerde ifa ve tekrar edeceklerdir.
Arkadaşlar, zulümden bunalmış olan milletimiz; sizden acil bir hükümet istiyor ve hiçbir zaman, bugün olduğu kadar, halk elini Hükümete uzatmamıştır. Emin olabilirsiniz ki, bir zamanlar bizim tarihimizde yedi bela namını alan jandarmalarımız, bugün köylerimiz için münci adamlardır. Çal kazasına Refet Bey’ in gönderdiği kuvvetler efenin takibi için gittiği zaman, ahali atlas yorganlar çıkardı ve demek ki hala bizim ordumuz, bizim zabitanımız ve bizim haklarımızı muhafaza edecek namuslu kuvvetlerimiz varmış dediler ve askeri bu suretle karşıladılar. Biz buraya gelinceye kadar dört merkezde ve tabi diğer merkezler de öyledir. Ordunun teşekkül ettiğini gördüm. Hakikaten bir orduya malik olduktan sonra, hükümeti kurdum demeye Büyük Millet Meclisi’ nin hakkı olacaktır. Bilakis gayrı muntamaz kuvvetler devam ettikçe ve bu kuvvetler kendi maksatlarımızın temininden uzaklaşmakta inat ve israr ettikçe bizim için tek bir yol kalıyor arkadaşlar ve şimdiye kadar en zayıf zamanlarımızda bir tek istinatgahımız vardı, o da azmü iman… Fakat bir şey var ki, bizim kendisine paye verdiğimiz, kendisine kahraman dediğimiz ve ifa ettiği hizmetler dolayısıyla takdirlerimizi bezlettiğimiz, hatta kendisine milli bir kahraman unvanı verdiğimiz zayıf ruhlu insanlar yükseldi mi; uçurum yanına gelmişler gibi başları dönüyor ve etrafı göremiyorlar, sersem oluyorlar. Bugün bu adamlar da aynı delalete düşmüşlerdir ve madem ki rahı delalete sapmışlar ve madem ki tabdili fikirle, müdaafasına mumur oldukları vatanı içinden tahrip edecek hain düşüncelerin eline düşmüşlerdir, o halde bunun önüne geçmek, bunları tedip etmek ve Anadolunun muhtaç olduğu sükunu temin etmek şarttır. (Alkışlar)” 1
Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Bey bu konuşmayı 9 Kanunuevvel 1336 tarihinde “Cephelerde askeri vaziyet, bazı milis kuvvetlerinin tasfiyesi hakkında istizah takriri” ile ilgili olarak yapıyor.
Hamdullah Suphi Bey’ in konuşmasından genel olarak şunlar anlaşılıyor:
Demirci Mehmet Efe’ nin önderliğinde Kuvayı Milliye İsparta bölgesine geliyor ve bölgeyi tümüyel kontrol altına alıyor. Efe’ nin “zulmünden” korkan halk göç etmeye başlıyor. Göç edenler “turistik” Antaly’ anın sokaklarını dolduruyor, bu durum özellikle de “ecnebilerin gözü önünde” olması Hamdullah Suphi Bey’ i “müteessir” ediyor. Aslında bu duruma neden olan Demirci Mehmet Efe’ nin kendisi de değildir. Hamdullah Suphi Bey’ in konuşmasından şunu anlıyoruz ki, Efe bu bölgeye “asiyişi temin için” gelmiştir. Ama adamlarından bazıları Mahmut, Mevlut… hazır gelmişken muhtemelen eski alışkanlıklarını sürdürmüşler, köylüyü soyup soğana çevirmişlerdir.
Hamdullah Suphi bilindiği gibi daha sonra “Tanrıöver” soyadını almış olan şairimizdir. “Milli”dir… Bu nedenle olsa gerek “Halkın gözlerinin içinde manalar” çıkartıyor:
“Gözleri soruyordu: Şurada burada hakkı tanımayan bir takım gayri muntazam kuvvetlerin, adalet hissinden müteessir olmayan kuvvetlerin mezalimini Hükümet ne vakit durduracaktır.”
Hükümet durduruyor. Efenin kuvvetleri bir süre sonra dağıtılıyor.
Şair Hamdullah Suphi Bey geriye dönüşlerle Osmanlı ordusunun düşmüş olduğu vaziyeti de anlatıyor. Tabii ki şairane:
“Bir akşam güneş batmış (…) Arkada batan güneşin kızıllığı (…) Zemin üzerinde iki gölge”.
Hamdullah Suphi Bey bu iki gölgenin iki asker olduğunu ve içki içtiklerini farkediyor. Ordu efradının geldiği noktayı üzüntüyle “müşahade” ettikten sonra, düşüncelerini sözü yer yer alkışlarla kesilerek Meclis kürsüsünden ifade ediyor:
“… Vuruyorlar, çalıyorlar (…) Osmanlı Ordusu çalan, vuran adamlardan olamaz. (…) tarihimizde yedi bela namını alan jandarmalarımız bugün köylerimiz için münci (kurtarıcı) adamlardır.”
Hamdullah Suphi Bey sözlerini alkışlar içinde bitiriyor.
Yıllar sonra araştırmacı Zeki Sarıhan, Hamdullah Suphi Bey’ in konuşmasından “manalar” çıkartıyor. Bu son derece doğal. Doğal ve doğru olmayan, çıkarttığı manaları, manasız bir şekilde Çerkes Ethem Bey’ e monte etmesi. Bunu son derece kaba bir yöntemle yapıyor.
Önce Sarıhan’ dan bir dip not:
“Gördes’ te çalışmakta olan bir öğretmen, bana, ora yaşlılarının Çerkes Ethem’ e beddua ettiklerini, onun zalim bir insan olduğunu anlattıklarını söylemişti.”2 [SARIHAN Zeki]
Zeki Sarıha’ nın bu dip notu yazma nedeni şu:
“Seyyar kuvvetlerin adaleti üzerinde durmak gerekiyor. Halk, Çerkes Ethem’ i seviyor muydu? Onun adaletine güveniyor muydu? Bu konuda özellikle Gördes, Demirci, Düzce yöresindeki yaşlılarla konuşmak aydınlatıcı bir fikir verebilir. Ancak biz bu konuda da yazılı kaynaklara başvurmak zorundayız”3 [SARIHAN Zeki]
Sarıhan bundan sonra, Çerkes Ethem Bey’ in hiç adının geçmediği yazılı bir kaynağa başvuruyor: Yukarıda sizleri sıkma pahasına aktardığım Hamdullah Suphi Bey’ in uzun konuşmasına… “Bir vücut çalımıyla” metinde geçen adları savuşturuyor, bunları ayraç içinde üç noktayla geçiştiriyor, kalanı da Çerkes Ethem Bey’ e monte ediyor. Demirci Mehmet Efe’ nin adamlarından Mahmut, Mevlut vs.nin zulmünden kaan İsparta köylülerinin gözlerinden, Hamdullah Suphi Bey’ in çıkarttığı mana, Sarıhan tarafından Çerkes Ethem Bey’ in “adaletsizliğine” kanıt olarak sunulunca manasızlaşıyor. Ve şu oluyor:
“Hakkı Behiç Bey, Rauf Bey Malta’ dan dönünce Ethem meselesi konusunda ona verdiği bir yazıda Ethem kuvvetlerinin zulmü yüzünden halk arasında hasıl olan nefret ve husumet’ ten söz etmekte; Bolu, Düzce, Adapazarı ve Yozgat mezalinin Ankara’ da müsamaha gördüğünden şikayette bulunmaktadır.
Meclisin 9 Aralık 1920 tarihli gizli oturumunda Hamdullah Suphi Bey şöyle konuşmuştur:
“Her tarafta halk kendisine adalet verecek hükümeti arıyor. Antalya’ da bulunduğumuz bütün günler esnasında (…) halkın (…) gözleri soruyordu: Şurada burada halkı tanımayan bir takım gayrı muntamaz kuvvetlerin, adalet hissinden müteessir olmayan kuvvetlerin yaptığı mezalimi hükümet ne zaman durduracaktır? (…) Vuruyorlar, çalıyorlar ve her şey onlar için mübah birhalde idi. Eğer milletimiz ve onun buraya gönderdiği vekiller hakikaten meşru ve adil bir hükümet yapmayı kendisine hedep ittihaz etmiş ise Osmanlı Ordusu çalan, vuran adamlardan mürekkep olamaz (…) Emin olabilirsiniz ki, bir zamanlar bizim tarihimizde yedi bela namını alan jandarmalarımız, bugün köylerimiz için münci (kurtarıcı) olmaktadır.”4 [SARIHAN Zeki]
Çerkes Ethem Bey’ in macerasında Batı Cephesi, Akina, Berlin hatta Amman var ama Antalya ve İsparta hiç yoktur. Sarıhan hızını alamamış olmalı ki Çerkesi bir de buralara göndermiş…
Bu kadar da değil. Devam ediyor Zeki Sarıhan. Bu defa tanık olarak Ali Fuat Cebesoyun babası ihtiyar İsmail Fazıl Paşa’ yı da işin içine karıştırıyor. Fazıl Paşa’ nın payı sadece bir dip not:
“İsmail Fazıl Paşa (Yozgat) – Bunlar bir takım sersem adamlardır. Bunlar haşerattır.”5
Bir tarih meraklısı olarak ben de TBMM Gizli Celse Zabıtları’ nı inceledim. İ. Fazıl Paşa’ nın sarfettiği ve Zeki Sarıha’ nın Çerkes Ethem Bey’ e söylenmiş bir söz olarak aktardığı bu cümle zabıtlarda var. Doğru… Ama, Sarıhan eksikli aktarmış. Bütünü şöyle:
“(…) Efendiler. Aslan, Kaplan çetesi dediğimiz bir çete, Kuvayı Milliye dediğimiz bu çetelerin yaptıkları şeyi biz bile Ankara’ da menedemedik… Hatta biz burada Riyaset Muhafızı namiyle ihdas edilen bu çete, Aslan Kaplan namırda bir adam, Müdafaai Milliye ‘ye ait bir şeyi işgal ettiler, aileleriyle beraber oturuyorlar. Gece vakti geldiler, bastılar, çıkardılar, kimse çıkaramadı. Vasfi Bey ki memuru idi, o gece her hafta, nafia vekaletine, Ankara Valisin’ e müracaat etti. Önü alınamadı. Bunlar bir takım serseri adamlardır…
Mustafa Kemal Paşa – Tahkik ettim, böyle bir şey vaki değildir.
İ. Fazıl Paşa – (devamla) Şimdi bunlar birtakım serseri adamlardır. Bunlar haşerattır.” 6
Aktardığım tartışma Mustafa Kemal Paşa ile İsmail Fazıl Paşa arasında geçiyor. İsmail Fazıl Paşa’ nın, Aslan Kaplan çetesi ile ilgili sarfetmiş olduğu bu sözlerin, Çerkes Ethem Bey’ le olan bağlantısını ben kuramadım. Sarıhan bu bağlantıyı nasıl kurmuş, onu da doğal olarak çözemedim….
Günümüzde yapılıyor mu bilemiyorum. Eski Türk filmlerinde sıkça görülen bazı sahneler vardı. Özellikle savaş sahneleri teknolojik olanaksızlıklar nedeniyle pek becerilemezdi. Bu durumda yönetmen ve montajcı, montaj odasına kapanırlar yabancı filmlerin savaş sahnelerini kesip biçerler araya sıkıştırırlar, böylece “görsel zenginlik” sağlamış olurlardı. Örneğin, Spartaküs’ ün “köle” askerlerinin bir Roma kalesine saldırı sahnesi, “Battal Gazinin Oğlu” filminde de aynen kullanılırdı. Çocuklar bunu yutar, “Allah Allah” sesleriyle saldırıya geçen Spartaküs’ ün savaşçılarını, müslüman ve Türk askeri niyetine çılgınca alkışlarlardı. Bunu büyüklerin yutup yutmadığını bilmiyorum.
Sinema sanatındaki bu “harika” uygulamanın sanatsal ve ahlaksal açıdan değerlendirilmesi bu yazının konusu değil. Amu bu yöntem, yani kesip biçme ve montajlama yöntemi bir tarihçi tarafından uygulanıyorsa kesinlikle ahlaki değil. Sözlüklerde yapılan bu işe tahrifat deniliyor. Yapana da tahrifatçı…
Şimdi yemek tarifine geçebiliriz.
Yemeğin adı: CEVİZLİ ÇERKES ETHEM TAVUĞU
Malzeme: Bir adet büyük boy Çerkes Ethem, Gördes’ ten yaşlı bir Çerkes, Meclis Zabıtları’ ndan temin edilecek az miktarda kurutulmuş İsmail Fazıl Paşa, yine aynı kaynaktan Hamdullah Suphi Bey, bir kilo kadar Rahmi Apak, bir çay kaşığı Şevket Süreya Aydemir, yine göz kararı ile Refet Paşa, Kılıç Ali, bir diş Ayıcı Arif…
Yapılışı: Önce Mustafa Kemal Paşa’ nın 1927 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’ nın İkinci Büyük Kongresin’ de yapmış olduğu konuşmanın metni olan “Nutuk”, yeni Türkçesi ile yazacak olursak “Söylev” alınır. Kitabın ikinci cildinden büyük boy bir Çerkes Ethem çıkartılır. Tezgaha konulur. Sizin ön hazırlık yapmanıza gerek yoktur. Zira bu tavuk zaten tütsülenmiş, temizlenmiş, haşlanmış ve kemiklerinden ayrılmıştır. “Nutuk”tan çıkarmış olduğunuz tavuğun çözülmesini beklerken, siz Zeki Sarıhan usulü sosun yapımına geçebilirsiniz.
Önce Gördes’ ten yaşlı bir Çerkes bulunur. Eğer Gördes civarında bulamazsanız, öğretmen arkadaşlarınızdan rica edin; Biga, Düzce, Gönen civarında temin edecekleri Çerkesler’ den herhangi biri -yaşlı olmak kaydıyla- işinizi görebilir. Yaşlı Çerkes kaynatılır, atılır. Zira size gerekli olan sadece suyudur. Su tekrar kaynatılır. Çünkü siz suyunun suyunu kullanacaksınız. Bu suya bir tatlı kaşığı Şevket Süreya Aydemir ilave ederseniz ayrı bir lezzet katmış olursunuz. Zeki Sarıhan’ da bu yok. O nedenle bunu nereden bulacağınızı yazmak durumundayım:
“(…) Sonra ne oldu? Olanlar şu: Çerkes Ethem o günden sonra artık bir milli kahraman olmaktan koptu. Bu, sonun başlangıcıydı. Gittikçe kabaran benlik gururu, kabiliyetlerini kendi kafasının ölçüleriyle değerlendirmesi, kardeşlerinin ve gaye arkadaşlarının aşırı telkinleri, çeteciliği ordudan ve fikirden daha önde görüşü, Ankara’ yı küçümseyişi, mesela Mısır’ ın Çerkes Sultanları devrinde olduğu gibi kölelikten sergerdeliğe yükselenlerin duydukları şeylere kendini kaptırışı, onu artık faydalı olmaktan ziyade tehlikeli kıldı…”7 [AYDEMİR Ş. Süreya]
Sarıhan’ ın bu malzemeyi kullanmasının nedenini “Çerkes Ethem, köle, Çerkes Memlük Devleti” üçlemesinin uygunsuzluğundan çok, ahçımızın gözünden kaçmış olmasına bağlamak gerektiğini düşünüyorum.
Sosun yapımına devam ediyorum:
Suyu kenara aldınız… Meclis Gizli Zabıtları’ ndan Hamdullah Suphi Bey çıkarılır. Adamakıllı ufalanır. Hatta varsa mikserden geçirilir, sıkılır ve fincana alınır.” İki sayfalık Hamdullah Suphi’ de nasıl oluyor da bir fincanlık malzeme kaldı” demeyin ve de şaşmayın. Çünkü bizde bu işler böyledir… Yersen… Hazırlamış olduğunuz bu malzeme de bir kenara konur.
Şimdi sıra geldi İ. Fazıl Paşaya.
Bunu daha önce sayfa numarasını verdiğim Meclis Gizli Zabıtları’ ndan bulmak mümkün. İhtiyar Paşa buradan çıkartılır, alınır. “Şimdi bunar bir takım serseri adamlardır, bunlar haşerattır…” Her ne kadar İ. Fazıl Paşa bu sözleri, Aslan Kaplan “oturtması” için sarfetmişse de mühim değildir. Sosa hafif bir acılık verecek olan bu malzeme kullanılmalıdır. Yalnız dikkat edin bu işlemi yaparken çatalın ucunu kullanacaksınız. Yanlışlıkla Karesi (Balıkesir) Milletvekili Basri Bey’ in konuşmasını alırsanız bütün emekleriniz heba olur. Sadece bilgi için bu konuşmayı aktarıyorum:
“Basri Bey (Karesi) – Paşa Hazretleri müsaade buyurulur mu? Ethem Bey’ le Balıkesir arasında bir münasebet yoktur. Yalnız bugüne kadar milli mücahit olarak alkışlanan Ethem Bey’ in, Meclis’ in teşekkülüne amil olduğu beyan edilmek suretiyle, Makamı Riyasetten alkışlanan Ethem Bey, eğer fena ise fenalıkları daha evvelden görülmek icabederdi. Ne bir fırka, ne bir şahıs namına deği,l yalnız kendi kanaatı vicdaniyeme göre, Ethem Bey’ de bir ihanetten ziyade bir idaresizliğin neticesi vardır. Bendeniz Balıkesir’ de yok idim, hali firarda idim. Ethem Bey üç defa Balıkesir’ e gelmiş, üç defa Karesi Livası dahilinde harekat yapmış, çapulculuğu vesairesi mevzubahis olan Ethem Bey’ in bizim daireyi intihabiyede çapulculuğu vesairesi yoktur. Bir tavuğa bile dokunmadığını iddia ve ispat ediyorlar. (…) Sonra memleketteki sui idarenin vaziyete hakimiyeti neticesinde Ethem Bey kuvvetleri… (Gürültüler) Bizim Livamız dahilinde hiç çapulculuk yapmamıştır. Buna Kazım (Özalp) Bey şahittir. (Gürültüler) Ben kanaatımı söylüyorum… Ümmeti Muhammed’ in kanını düşünelim birbirine kırdırmayalım…” 8
Basri Bey’ in Meclis Başkan ı Mustafa Kemal Paşa’ ya hitaben 30.12.1920 tarihinde yapmış olduğu bu konuşmayı aktardıktan sonra yemek tarifimize dönebiliriz: Eser miktarda İ. Fazıl Paşa, daha önce hazırladığımız ve kenara aldığımız Hamdullah Suphi Bey’e ilave edilir… Sonra Zeki Sarıhan’ın kitabının 53 ve devamı olan sayfalardan Sabahattin Selak ara kaynaklı şu malzeme alınır:
“Yozgat isyanının bastırılması, üç kardeşler ve Kuvayı Seyyare’nin her ferdini zengin etmiş ve Kuvayı Seyyare’nin mevcudunu artırmıştır. Ankara’dan Eskişehir’e gelen Kuvayı Seyyare, hiç kimseye müracaat etmeksizin kendi konakçı subayları vasıtasıyla keyiflerinin istediği en güzel evleri boşaltarak sahiplerini içlerinden kovup yerleştiler. Cepheye hareket etmezden önce biraz yorgunluk çıkardılar. Günlerce gezdiler, eğlendiler, at oynattılar. Yozgat’ta çalıp çırptıkları banknotları, sarı liraları, kadınlara mahsus asım takımlarını burada israfa sarfettiler. Kamçılarını gümüşlettiler, kılıçlarını savatlattılar, hesaplarını düzelttiler…”9 [SELEK Sabahattin]
Bu malzeme son derece ilginçtir. Malzemenin ana kaynağı Rahmi Apak’tır. İlk önce, “Garp Cephesi Nasıl Kuruldu?” adlı serada filizlendirilen bu malzeme daha sonra birçok tarihçi tarafından kullanılmıştır. “Ah komşum bugün ne pişirsem vallahi evde de hiçbir şey kalmadı…” türündendir.
Şundan ötürü:
1- Yozgat İsyanı 28 Haziran 1920 tarihinde Çerkes Ethem Kuvvetleri tarafından bastırılmış ve Mustafa Kemal Paşa Çerkes Ethem Bey’e şu telgrafı çekmiştir:
“Alaca Havalisinde
Kuvayı Tedibiye Genel Komutanı
Ethem Beyefendiye
28.6.1920
Son Arap Seyfi Boğazındaki üstün başarınızdan ötürü şahsınızı ve yiğit arkadaşlarınızı yürekten tebrik ederiz. Bozularak dağılan dağınık asilerin, mıntıkalarında takipleri için Çorum’dan Refet Bey’e Zile’de Cemil Cahit Bey’e buradan emir verildiği arzolunur efendim.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal”10
O günlerde Çerkes Ethem “Beyefendi”dir ve hemen her şey “arzolunmaktadır”.
2- 30 Haziran 1920 tarihinde Yunan genel taarruzu başlıyor. Üç Mustafa’dan ikincisi olan İsmet Paşa (Üçüncüsü Mustafa Fevzi Çakmak’tır) Ethem Bey’i Batı Cephesine çağırıyor:
“Yozgat’ta Kuvayı Tedibiye Kumandanı
Ethem Beyefendi’ye
3.7.1920 Ankara
Yunan ordusunun ani bir taarruzu neticesi cephelerimizi bozmaya muvaffak olarak ileri harekata geçtiklerini, bundan önceki telgraflarımızda bildirmiştim. Erkan-ı Harbiye-i Umumiyeye gelen son haberlere göre düşman iki cephede ilerlemektedir. Bir kolu Balıkesir ,diğer kolu Alaşehir yakınlarına dara gelmiştir. Cephenin umumi sukutu tehlikesi derpiş edilerek kuvvetlerinizin başında harp sahasında bulunabilmeniz için, teskin edilmiş isyan mıntıkasında asayişi teminle vazifeli olarak, Miralay Çolak İbrahim Bey’i emrinize girmek üzere Yozgat’a gönderilmiştir. Kararınızı makine başında bekliyorum.” 11
Yine o günlerde, daha sonra “cahil başçavuş” olarak nitelendirilebilecek olan Çerkes Ethem Bey’in emkine Refet Bey gibi, Çolak İbrahim gibi Miralaylar (albay) gönderilmekte buyruk beklenilmektedir. Doğal olarak da şimdilik “Beyefendi”dir.
3- Bu telgrafların tarihlerine bakıldığında Çerkes Ethem Bey 3.7.1920 tarihinde Yozgat’tadır. Çerkesin yaklaşık beş bin kişilik gerillasının önce Ankara’ya oradan Eskişehir’e taşınması o günkü koşullar altında en az beş gün sürdüğü düşünülürse Çerkes Ethem Bey’in 7-8 Temmuz günleri arasında Eskişehir’de olması gerekir. Nitekim 8 Temmuz gününde Çerkesin Eskişehir’de olduğunu görüyoruz. Görüyoruz, çünkü bu tarihte Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Cebesoy ile bir toplantısı var.
“Ali Fuat Paşa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya aldığımız kararları şifre ile bildirdi. Paşa, bu kararları tasvib etti ve bana da ayrıca şu haberi gönderdi. ‘Ani ve zaruri sebeplerle sizinle görüşemedim. Kütahya istikametinde hareketsiz ve düşman mümkün olduğu kadar ileri ve hatta tevkife çalışmanız çok doğrudur. Bunu da yapacağınıza kaniim. İnşallah buradaki tedbirleri aldıktan sonra karargahınızda telaki mümkün olur. Yozgat muvaffakiyetinizi tebrik eder gözlerinizden öperim.’ ”12
4- Mustafa Kemal Paşa’nın Çerkes Ethem Bey’i gözlerinden öpmesinden sonra, Ethem Bey’ i Demirci Cephesinde görüyoruz. Üstelik savaşa tutuşmuş. Bunu da şu telgraftan anlıyoruz. Telgraf Afyonkarahisar’ dan çekiliyor. Telgrafı çeken Mustafa Kemal Paşa, muhatabı Çerkes Ethem Bey.
“Afyonkarahisar 14 Temmuz 1920
Ethem Beyefendiye,
Demirci’ yi geri alan kahraman müfrezelerinizin muvaffakiyeti sayesinde, Yunan taarruz kudretinin zaafa düştüğü, cepheden gelen son haberlerden anlaşılıyor. Sol kanadımızı tehdit eden yeni düşman kuvvetlerinin bu cepheden geri alındığı ve Kula tariki ile kuvvetleriniz üzerine sevkedildiği tesbit edilmiştir. Ellerindeki kıtaların yardımınıza gönderilmesini Uşak’ taki fırkaya emrettim… Benim şfre ile izahı mümkün olmayan sebeplerle Ankara’ ya dönmem mecburiyeti hasıl olmuştur. Vaziyeti şifahen iletmek üzere, Büyük Millet Meclisi azasından Doktor Tevfik Rüştü Bey ve Hüsrev Sami Bey’ ler hareket ettiler. Gözlerinizden öper, muvaffakiyetlerinizi tebrik, temadisini niyaz ederim.”
O günlerde Çerkes Ethem Bey’ in gözleri çok sık şekilde Mustafa Kemal Paşa tarafından öpülüyor. Bunu telgrafların selam faslından anlıyoruz… Bu telgraf, Çerkes Ethem Bey’ in 8-14 Temmuz 1920 tarihleri arasında Demirci Cephesi’ ndeki başarılarından sözediyor. Bunu doğrulayan bir başka şey daha var. O da şu:
Temmuz ayı başlarında Batı Cephesi’ ni denetlemek için bazı milletvekilleriyle savaş boyuna giden Mustafa Kemal Paşa, Cephe dönüşünde şunları anlatıyor: Çok uzun olduğu için sadece Ethem Bey’ le ilgili olan bölümü aktarıyorum:
“(…) Kütahya’ nın ilerisinde ve arzettiğim iki grup arasında Timircu’ da mesmuu aliniz olmuştur. Ethem Bey gayet mühim bir muvaffakiyet ihraz etti. Düşmanın pek büyük bir kuvvetini zedeleyerek perişan etmişti. Düşman cephesini mühim kuvvetlerle takviye etmeye mevbur oldu.” 13
Bu telgrafları ve Mustafa Kemal Paşa’ nın Meclisteki beyanatını şunun için yazdım:
Çerkes Ethem Bey ve gerillalarının Yozgat isyanını bastırması sonrasında Eskişehir’ de, en güzel evleri boşaltıp, sahiplerini kovup, evlere yerleşmeleri ve yorgunluk çıkarmaları, günlerce gezip eğlenmeleri ve bu arada at oynatıp “Yozgatta çalıp çırptıkları banknotları, sarı liraları, kadınlara mahsus asım takımlarını burada ısrafla sarfeyleyip, kamçılarını gümüşletip, kılıçlarını savatlatıp, hesaplarını düzeltmeleri” pratik olarak mümkün mü? İnandırıcı mı? Mümkün ve inandırıcı ise Demirci Cephesi’ nde savaşan kim idi? Yoksa Mustafa Kemal Paşa, bir başkası niyetine Çerkes Ethem Bey’ in mi gözlerinden öpüyordu?
Yozgat isyanının bastırılmasından sonra, İsmet Bey’ in “imdat” çağrısıyla Demirci Cephesi’ nde Yunanlılar’ a karşı savaşa tutuşan Çerkes Ethem Bey’ in gerillalarının arada bir mola verip, “Haydi biz bir Eskişehir’ e gidelim en güzel evlere şöyle yerleşip ayağımızı uzatalım, kendimize biraz çeki düzen verelim, biraz da pavyonlarda para harcayalım, bu arada kamçılarımızı gümüşletip az biraz da at oynatırız” türünden eğlence merakları mı var…?” 14
Rahmi Apak uydurmuş…
Biliyorum çok uzadı. Ami bir de yağ hazırlanması gerekiyor. Yağa, Zeki Sarıhan’ ın unutmuş olduğu şu malzemeyi ilave edin:
“Ethem, cephede muharebe icra ettiği müddetçe daima Türkler’ i ileri hatta sürer, Çerkesler ise geride at oynatırlardı.” 15 [APAK Rahmi]
Şimdi sıra geldi cevize:
İsmet Paşa’ nın Pembe Köşkü’ nün bahçesinden alınacak olan bir kilo ceviz -Tabii Metin Toker orada ağaç bıraktıysa- ayıklanır, dövülür yağı çıkartılır. Şimdi bütün malzemeler hazır ve elimizin altındadır.
Sıra geldi yağı kızdırmaya. Hemen belirtmekte yarar görüyorum: Bunun için en ideali olan odun ateşidir… Odunları tutuşturmak için; Yozgat isyanı sırasında korkudan Kayseri’ den kaçan, daha sonra İstiklal Mahkemesi üyesi olan, İzmir suikastı manipülasyonunda Kazım Karabekir Paşa’ nın yargılanması sırasında Paşa’ yı mahkemede “olur olmaz konuşturduğu için Mustafa Kemal Paşa tarafından azarlanmak üzere Yalova’ ya çağrılan ve azarlanan, sonra da Paşa ‘ya birdaha gözükmemek için pencereden kaçan, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ nın uzun oturumlu sofralarında sakilik yapan, İş Bankası kurucularından savaş zengini Kılıç Ali Bey ile; Çerkes Ethem Bey’ in Demirci Savaşları sırasında askeri iteatsizliğe teşvik ettiği için Eskişehir İstiklal Mahkemesi’ nde yargılanmasını istediği Refet Bele ve yine Alaşehir’ de Yunan taarruzuna karşı gerekli direnci göstermeden kaçtığı için Salihli Cephesini tehlikeye düşüren, bu nedenle Ethem Bey’ in cezalandırmak istediği Ayıcı Arif’ in (Miralay Arif Bey) üfürüklerini kullanacaksınız.
Odunu tutuşturduk. Yağı iyice kızdırdıktan sonra, tavuk hariç olmak üzere tam malzemeleri yağın içine atın, pembeleşinceye kadar karıştırın. Tavayı ocaktan alın. Tavuğu didik didik edin ve kayık bir tabağa yerleştirin, hazırladığınız sosu ilave edin… Tuz, karabiler gibi malzemeleri Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk’ tan temin edebilirsiniz… Afiyet olsun.
Kılıç Ali her ne kadar “Ben olsam çiğ çiğ yerdim” diyorsa da16 Zeki Sarıhan pişirilmesinden yana.
Dipnotlar ve Kaynak
- (I. Devre TBMM Gizli Celse Zbıtları, Cilt 1, s. 255-256)
- SARIHAN Zeki, Çerkes Ethem’in İhaneti, Kaynak Yay., 1. Baskı, 1984,s.58
- SARIHAN Zeki, a,g.e., s.58
- TBMM Gizli Celse Zabıtları, s.255-256’dan aktaran Z. Sarıhan. a.g.e., s,59
- TBMM Gizli Celse Zabıtları,s. 297’den aktaran Z. Sarıhan,a.g.e., s. 58
- TBMM Gizli Celse Zabıtları, s. 297
- AYDEMİR Şevket Süraya, Tek Adam, 2. Cilt, Remzi Kitabevi, 10. Baskı, s. 327-328
- TBMM Gizli Celse Zabıtları, s. 300
- SELEK Sabahattin, Anadolu İhtilali, s. 369’dan aktaran Z. Sarıhan
- Çerkes Ethem, Anılarım, Berfin Yayınları, 1. Baskı, 1993, s. 51
- KUTAY Cemal, Çerkes Ethem Dosyası, Boğaziçi Yayınları, 3. Baskı, 1. cilt, s. 327
- KUTAY CEMAL, a.g.e., s. 325
- TBMM Gizli Celse Zabıtları, cilt 1, s. 121
- Bu ironik yaklaşım tarzı Metin Çulhaoğlu’ ndan borç alınmıştır. O nedenle tırnak içindedir. Bak: Metin Çulhaoğlu Çerkes Ethem Olayı ve Tarih Bilmeceleri, Gelenek Dergisi, Ocak 1987, sayı: 3
- APAK Rahmi, Garp Cephesi Nasıl Kuruldu?, TTK Yayınları, s. 115
- BOZDAĞ İsmet, Atatürk’ ün Sofrası, Emre Yayınları, s. 201- 204