“Bolşevizasyon sürecinin her aşamasında motor sayılabilecek bir öznesi vardır.”
Leninizm bir siyasi iradenin örgütlenmesidir… “Daha iyi bir dünya” isteyenlerin iradesinin…
Gerekçesi, yüz yıl önce olduğu gibi “Ne yapmalı?” sorusudur…
Türkçesi “Ne olacak bu memleketin hali?”…
Bu soruya “insanca yaşanacak bir düzen kuracağız” yanıtını verenlerin örgütlenmiş iradesidir leninizm… “Devrim yapacağız” diyenlerin…
Biz böyle anladık.
Bu iradenin kapitalist toplumda mücadele ederek kendisini yeniden ürettiği, daha iyi bir dünya kurmanın kritik bir aracı olan iktidarı ele geçirdiği, bundan sonra “daha iyi dünya”yı reel hale getirme uğraşı verdiği süreçlerin hep bir “rotası” olduğunu / olması gerektiğini düşündük.
Leninizmin bugünkü dünyada objektif bir zorunluluk olmadığına ancak sübjektif bir gereklilik olduğuna inandık.
Bu haliyle marksizme bir katkı olduğuna…
Marx’ın tarif ettiği dünyanın dönüştürülmesi tablosunda leninist örgüt‘e yer yoktu. 19. yüzyılda kapitalizm kendi savunma ve sınıfa saldırı örgütlerini yetkinleştirmemişti. Öte yandan marksizmde dönüştürücü iradenin örgütlenmesine yer olmadığını söylemek de, açık bir çarpıtma değilse okuduğunu anlamamaktır.
Özet olarak marksizm, leninizmin katkısına zaten açıktı. Zamanı geldiğinde de bu katkı yapılmıştır.
Ancak leninizmin dünya komünist hareketi tarafından içselleştirilmesinde her zaman sorunlar oldu. Bu sorun bolşeviklerin iktidarı almasının ardından deneyimlerini dünya komünist hareketiyle paylaşma amacıyla attıkları adımlarda hissedilmeye başlanmıştı.
Lenin’in Nisan 1920’de yazdığı Komünizmin Bir Çocukluk Hastalığı “Sol” Komünizm başlığı altında toplanan makalelerinde bolşevik deneyiminin kimi hassas noktalarına ilişkin yaptığı vurgular önemlidir. Lenin “Sol” Komünizm‘de bolşevizmin tarihini dönemlere ayırır ve bu yılların belirleyici özelliklerini aktarır. Bolşeviklerin iktidara giden süreçte geçtikleri kritik dönemeçleri tarif etmeye ve bunların nesnel ve öznel yönlerini ayrıştırmaya çalışır. Ekim devriminin evrensel yönleri ve çıkarılabilecek kimi sonuçlar üzerinde durur. 1
Bu aktarım çabasının, bolşevik devrimin zaten pratik olarak varolan otoritesinin, Avrupa komünist hareketi nezdinde teorik olarak da tasdik ettirmek ve bu yolla, devrimin etkisiyle sola savrulan ve bu haliyle de politik olarak etkisizleşen komünist partilere müdahale etmek gibi amaçları olduğunu, ancak sonraki dönemlerde komünist hareket içinde kimi sağ pratiklerin gerekçesi olarak kullanıldığını kaydedebiliriz.
Başlangıçta, bolşeviklerin çevresinde bir güvenlik kuşağı oluşturmayı kendiliğinden yerine getiren ancak sonraki yıllarda bunun kendi başına hedef haline geldiği Komintern pratiği de, bolşevizmin deneyimlerinin paylaşıldığı bir pratik oldu. Komintern’e katılma koşulları olarak II. Kongre’de formüle edilen koşulların bolşevikleşmeye nasıl hizmet edeceği tartışmalıdır. Ancak, Komintern pratiğinde tartışılması ve değerlendirilmesi gerekenler bundan ibaret olmadığı ve konumuz da bu olmadığı için bu başlığı geçiyorum. Sadece bolşevikleşme sorunuyla ilgili olarak 1922 Aralık ayında yapılan IV. Dünya Kongresi’nde Lenin’in yaptığı konuşmayı -yaşanan sıkıntıların kavranması için önemli bir örnek olduğundan- aktarmayı seçiyorum.
“Ne olursa olsun, kesin bir şey var: Her şeyden önce okumayı, yazmayı ve yazılmış olanı anlamayı öğrenmek zorundayız. Yabancıların buna ihtiyacı yok. Onların daha önemli bir şeye ihtiyacı var. Her şeyden önce, bizim Komünist partilerin örgütsel yapısı üzerine yazdığımız ve yabancı yoldaşların da okumadan ve anlamadan altına imza attıkları konuları öğrenmeleri de buna dahildir. Bu onların birinci görevi olmalıdır. Söz konusu karar gerçekleştirilmelidir. Bu bir gecede olacak iş değil, böylesi kesinlikle imkansız. Karar gereğinden fazla Rusça: Rus deneyini yansıtmakta, bu nedenle yabancılar için tümüyle anlaşılmaz onlar kararı bir Aziz resmi gibi bir köşeye asıp altına geçip dua etmekle tatmin olamazlar. Bu yolla hiçbir şey elde edilmez. Rus deneyinin makul bir parçasını sindirmek zorundalar. Bu nasıl olur, bilmiyorum. Örneğin belki İtalya’daki faşistler, İtalyanlara henüz yeterince aydınlanmadıklarını ve ülkelerinin henüz Karayüz Çetelerine karşı bağışıklık kazanmadığını gösterirlerse, bize bu konuda hizmet etmiş olurlar. Belki bu çok yararlı olacaktır. Biz Ruslar da aynı biçimde, yabancılara bu kararın temellerini açıklamamızı sağlayacak araçlar ve yollar aramak zorundayız. Aksi halde onlar hiçbir zaman bu kararı uygulayabilecek durumda olmayacaklar.” 2
Ardından gelen dönemlerde ise, uluslararası komünist hareket için çok daha farklı görevler ortaya çıktı. Bu görevlerle “daha iyi bir dünya için devrim yapmak” iradesinin zaman zaman karşı karşıya gelebildiği olmuşsa bile, tekil komünist hareketlerin baskın sorunu devrim yapma iradesini örgütleyeceği bir bolşevizasyon sürecini bir türlü yaşayamamış olmasıdır.
Bu, bir yere kadar nesnel olanak ve olanaksızlıklarla açıklanabilir olmakla birlikte biraz da öznel bir sorundur.
Bize göre bir hayli öznel bir sorundu.
Nesnel yanı, 1978’de bu ülkede kaçırılmış olan devrimci durum ve “devrim neden yapılamadı?” sorusunun solun üstüne üstüne geliyor oluşuyla açıklanabilir ancak.
‘Devrim neden yapılamadı?’
Bu soruya verilen yanıt örtük olarak leninizmi çağırıyordu: Türkiye soluna teorik ihtilalcilik aşısı gerekiyordu. Türkiye solu ancak bu yolla iktidar perspektifinin merkeze konduğu bir formasyona ulaşabilirdi.
Örgütün gerekliliği, niteliği ve devrim sürecindeki rolüne ilişkin sorular bir sonraki dönemin soruları oldu. Bu dönem aynı zamanda öznelliğin kurulduğu bir dönemdi. 3
Bu dönemin en önemli başlıklarından biri ise, tarihsel mirasına sıkı bir biçimde sahip çıkılan geleneksel sol ile hesaplaşma gündemiydi. Leninizmin ne olup ne olmadığına ilişkin netliğin sağlanması, yalnızca Türkiye ile sınırlı olmayan geleneksel sol öznelerin siyasal pratiklerinin masaya yatırılmasının ürünü oldu.
Önce kendisini dönüştürmeyi ve donatmayı önüne koyan bir öznelliğin, tarihiyle hesaplaşması diyebileceğimiz bu dönemin, bugün sahip olduğumuz kimi doğruların ilk formülasyonunun yapıldığı bir dönem olduğu da kaydedilmelidir. Leninizmin yeniden üretilen ve bu yolla kazanılan bir nitelik olduğu bolşevizasyonun bir süreç olduğu bu yeniden üretim sürecinin belli ilkeler doğrultusunda örülmesi gerektiği gibi temel doğruların…
Bir de, bu ülkedeki bolşevizasyon sürecinin nasıl bir iradi müdahaleyle yürüyeceğine dair öznenin kendisine dair temel bir saptamanın belirginlik kazandığı bir dönemdi bu dönem.
“… bizi ilgilendiren boşluk, doldurulma sürecinde yaratılabilecek türdendir. Yani, nesnelliğin öznel zorlamalar ile takviye edildiği özgün boşluklardır. Bu anlamda doldurulmayan (ve yaratılmayan) boşluklar boşluk olmaktan çıkabileceklerdir. Belli bir kesitte var olan gedikler zamanla, kapitalist sistem tarafından örülecektir. Türkiye burjuvazisinin bu gedikleri kapatabilme olanaklarının nesnel olarak kısıtlı olmasıyla, gediklerin sosyalizme uzanamayacak özneler ile doldurulabilir olması birbirine karıştırılmamalıdır. İkincisi, Türkiye solunun korkması ve mücadele etmesi gereken bir durumdur. Boşluk, yaratılarak doldurulur.” 4
Bolşevizasyon sürecine ilişkin bir diğer evre, bir ilk birikimi daha steril koşullarda tamamlamış olan Gelenek hareketinin, ortak bir irade oluşturabileceğini varsaydığı Türkiye solunu bir reorganizasyona zorladığı bir evre oldu. Siyasal alanda sosyalizmin sesine alan açmak gerekiyordu. Bu bolşevizasyon sürecinin vazgeçilmez bir ihtiyacıydı. Leninist öncünün yeniden üretimi, kendi çevresinde geçiş halkaları oluşturması ve daha geniş bir alana seslenebilmesi için… Sosyalist devrimin, bu topraklardaki ilk tohumlarının atılması için…
Bu müdahaleyi yaparken daha net tanımlar geliştirildi. Leninist örgüt ve parti konusundaki temel çerçeve derinleştirilirken, dönemin ihtiyacı olan Legal Sol Partinin nereye oturacağına ilişkin netlik sağlandı.
“Durağan dönemlerde parti örgütlenmesi işlevini yitirmeyecektir. Ama birincisi, bir devrim aracı olmaktan çok iktidara hazırlanan bir siyasal hareket anlamını taşıyacaktır. Üstelik bu parti ile iktidar adayı leninist öncü parti, aralarında çok boyutlu geçişkenlikler olmakla birlikte özdeş sayılamazlar.” 5
“Çekirdek örgüt, doğuşundan iktidara, her momentte uzun erimli bir bilincin ve perspektifin taşıyıcısı ‘kadro kolektifi’ olarak anlaşılmalıdır. Parti ise tekrarlıyoruz örgüt + harekettir. Bu da yetmiyor; parti iktidarı almanın aygıtıdır. Bu iki tanımı beraber düşünmek gerekiyor.” 6
Gelenek’in Legal Sol Parti projesi olabildiğince geniş ve kapsayıcı bir çerçevede hayata geçirme hedefinin gerçekleşmemesi, bu ihtiyacı karşılamak için gerekenleri tek başına sırtlanmasıyla sonuçlandı.
Buraya kadar yazılanların, Bolşevizasyon sürecinin öznenin kendini kurması ve yüzünü dışarıya dönmesi olarak tarif edebileceğimiz ilk evresine denk düştüğünü söylemek mümkün.
Bundan sonraki dönem ise, daha çok bu topraklarda sosyalizme alan açma dönemi olarak görebileceğimiz bir dönem oluyor.
Bu döneme ilişkin değerlendirmeyi alanlar ve siyasi başlıklar üzerinden yapmak daha anlamlı olacak. Ancak önce kimi noktalara açıklık getirmek gerekiyor.
Gelenek’in leninizmin yeniden üretimi sürecine ilişkin, leninist siyasete ilişkin artık teorik düzeyde de bir katkı haline gelmiş olan, yaklaşımındaki kimi özgünlüklere işaret etmeden bu topraklarda sosyalizme alan açma süreci olarak tarif ettiğimiz dönemde başarılanın ne olduğunu ayırt etmek kolay olmayabilir.
Gelenek’in “tashihleri”
Sürecin belli aşamalarında dönem dönem siyasi ihtiyaçlara paralel olarak, dönem dönem teorik düzeyde bir toparlayıcılık gereksinimi nedeniyle formüle edilen ve katkı niteliği taşıyan kimi başlıklar üzerinden devam edelim. Katkının teorik olarak bir övgü konusu olmasını değil siyasal olarak yolumuzu açmasını önemsiyoruz.
Öncelikle yaptığımız düzeltmelerden başlayalım.
Türkiye solunda çok yaygın bir hata, leninizmin merkezinde illegal örgütün bulunduğuna olan inançtı.
Bu konuda -yukarıda da değinildi- Legal Sol Parti sürecine girmeden önce Gelenek, leninizmini sağlam kazığa bağlamış ve kimi güvencelere sahip olarak yola çıkmıştı. Teorik olarak bir zarar görmeyeceğimize inandığımız bir süreçten, pratik olarak Türkiye sosyalist hareketine bir katkı sunarak çıktık. Başlangıçta STP ve takiben SİP deneyimleri ilk evrelerinde sancılı da olsa yasal bir partinin devrimci nitelik taşıyabileceğini kanıtladı.
O dönem Sosyalist İktidar Partisi’ne reformist, legalist, revizyonist vs. yakıştırmalarını sırf yasal parti olduğu için yapan ve bunun üzerinden politika üretenlerin tümü bir süre sonra ya önüne bir yasal parti hedefini koydu, ya kendi yasal partilerini kurdular. En azından bir siyasi çıkış seçeneği olarak bunu tartışmayan kalmadı. Sorunun yasallıkla ilgili olmadığını söylüyorduk anlatamadık. Gösterdik, anlaşıldı.
Vurgulama gereği duyuyorum: Hiçbir zaman legalitenin merkezde olduğunu ya da asıl olanın bu olduğunu savunmadık. Mücadele sürecinin belli bir araçlar yelpazesine yayılabileceğini belli konjonktürlerde belli ihtiyaçların kendine özgü biçimlere ihtiyaç duyacağını söyledik. Ve leninizmin özünün biçimler olmadığını…
Bir başka düzeltme, -bir katkı olarak nitelenmese de cesurca bir sadeleştirme olarak görülmelidir- leninist örgütün işleyişine dairdir. Daha önce çeşitli kereler üzerinde yazılıp tartışıldığı için sadece hatırlatarak geçiyorum. Hatırlatmayı da yine 1989 tarihli bir Gelenek yazısından alıntıyla yapmayı uygun görüyorum:
“Çok açık ve baştan koymak gerekli: Leninist örgüt için önde gelen işleyiş ilkesi, işlevselliktir. En gelişkin insan malzemesini, içeren alabildiğine homojen bir aygıtın içerisinde katılım, demokratik temsil, yönlendiricilik gibi konular, tanım gereği mevcut olmamalıdır. Leninist örgüt için asıl olan merkeziyetçiliktir. İşlevsellik, işleyişi, kelimesi kelimesine belirlemelidir.” 7
Kronolojik olarak daha önce geliştirilen ancak siyasal olarak asıl önemine 90’larda kavuşan bir başka aykırı tutum Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri başlığında alınan tutum oldu. Solun, son derece güçsüz bir konumda olmasına karşın kendi görevlerini yerine getirmektense, yükselen Kürt ulusal mücadelesi üzerinden kendini ifade etmesine karşı durdu Gelenek. Teorinin şablonlar toplamı olmadığını ısrarlı bir biçimde tekrar ederek… Sorunun, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının tanınmasının desteklenmesinden ibaret olmadığını, Türkiye solunun Kürt hareketi için de yapması gereken en doğru şeyin kendi görevlerini yerine getirmek olduğunu, ulusal hareket ile en sağlıklı bağların ancak bu yolla kurulacağını inatla savundu. Bunun Kürt hareketi ile köprüleri atmak anlamına gelmeyeceği konusunda da kararlı bir tavır sergiledi. Anlaşılmadı. 1995 Aralık seçimlerinde kendi tarif ettiği ilkeli birlikteliğin zeminini yakaladı ve bir kez daha göstererek öğretti.
Leninizme ilişkin bir başka eksikli kavrayış, gençlik siyasetine ilişkin yaklaşımdı. Gelenek geleneksel modelde “örgütsel olarak bağımsız, ideolojik olarak bağımlı” gençlik örgütlenmesinin iktidar sonrası dönemin bir ihtiyacı olabileceğini ancak bugün bu yapıdaki bir ayrı örgütlenmenin mutlaklaştırılmasının doğru olmadığını savundu. Gençlik, her düzeyde partide örgütlenmeli ve sosyalizm mücadelesinde genç olma niteliğinden bağımsız olarak işlev kazanmalıydı. Tıpkı diğer parti kadroları gibi…
Ancak, üniversite alanı söz konusu olduğunda yine farklı bir yaklaşım devreye giriyordu. Üniversiteyi ülke siyasetindeki kritik rolü ve üniversitelileri de bu ülkenin aydın adayları olarak gördüğümüz ölçüde bu alana özel bir anlam yükledik.
Türkiye’de üniversite alanından çıkan ses, bu ülkenin her köşesinden işitilir. Üniversiteler ideolojik mücadelede Türkiye kapitalizminin zayıf karnıdır. Bu alanı önemli mücadele alanlarından biri haline getirmek bu ülkedeki komünistlerin görevidir.
Bu gerekçelerle bu alanı önemsedik. Üniversite beklediğimiz rolü oynadı: Paralı eğitime karşı işgal Türban neyi örtüyor? sorusunun üniversiteden yükseltilmesi, son olarak McDonalds’ın ODTÜ’den kovulması…
Üniversite beklediğimiz rolü gerçekten de oynadı. Üniversitelilerden de beklediğimiz yanıtı aldık. Bugün Türkiye üniversitelerinde komünist hareketin yarattığı ve kolay kolay da kazınmayacak bir mücadele geleneği birikmiş durumdadır.
Bu alandaki özel tercihin de bir “bedeli” oldu: Öğrenci partisi damgası.
Bu bedelden dolayı özel bir sıkıntı duymadık. Üniversiteyle ilgili siyasi tespitlerimizin doğrulandığını görmüş olduk. Ancak, bu ülkenin diğer mücadele alanlarındaki yetersizliklerin / eksiklerin sıkıntısını daha yakıcı bir biçimde hissettik.
Bir başka başlık köylülük ve ittifaklar konusuna ilişkin tutum oldu. Yine geleneksel modelin ayrılmaz parçası olarak görülen işçi sınıfının köylülükle ittifakı ve mücadelenin bu eksende şekillenmesi gerekliliğini benimsemedi Gelenek. Lenin’in İşçi Sınıfı ve Köylülüğün Devrimci Demokratik Diktatörlüğü (İKDDD) formülasyonunun dönemin ihtiyaçlarıyla ilişkili olduğu, tüm zamanlar ve coğrafyalar için mutlaklaştırılamayacağı, geleneksel solun sonraki deneyimlerinde de bu ayrılmaz parça olarak kabullenişin aslında eleştirilmesi gereken bir durum olduğu yazıldı. Türkiye’de köylülüğün homojen bir yapı sergilemediği, mevcut haliyle bir devrimci dinamizm taşımadığı gibi saptamalar üzerinden devrimci bir kalkışmada ittifak unsuru olarak görülemeyeceği vurgulandı.
Gelenek’in katkısı
Yukarıda özetlenen başlıklar kategorik olarak birbirinden farklı alanlara ilişkin olmakla birlikte, siyasal olarak yolumuzu açan kritik kimi düzeltmeleri içeriyor. Ancak, Gelenek’in 2000’li yıllarda Türkiye’de komünist hareketin mücadele nesnelliğinin yaratılmasını sağlamasına neden olan katkısı sınıf-temsilci ilişkilerine ve leninizmin işçi sınıfına bilinç taşıma sorunsalına ilişkin yaklaşımı oldu.
Bu ülkede, objektif olarak bulunmayan, bizim yaratarak doldurduğumuz bu boşlukta Ne Yapmalı?’yı yeniden okumuş olmamızın önemli bir payı vardır. Ne Yapmalı?‘yı yeniden okumak derken, leninizmi devrim perspektifi doğrultusunda gözden geçirmeyi kastediyorum.
Bu yeniden okuma ve yeniden üretim faaliyetinin bugün elimizdeki en önemli karşılığı siyasi öncülük nosyonudur. Bu konudaki katkının 1-2 dergi sayfasında özetlenebileceğini düşünmüyorum elbette. 8 Ancak, yine de kimi kritik başlıklara değinmek gerekiyor.
Eşitsiz gelişme yasasının formülasyonu üzerine temellendirilen siyasi öncülük teorisi, marksizm içindeki temel dayanakları sağlamlaştırılarak ve teorik bağlantıları netleştirilerek geliştirildi.
– İktidarın alınması dahil sosyalizm mücadelesinin tüm evrelerinde sürecin gidişatına müdahale araçlarını da yaratacak olan bir öncü çekirdeğin varlığı ve siyasal üretimi zorunludur.
– Öncünün siyasal üretimi, sınıf adına ve kimi zaman sınıfa rağmen, bilimsel sosyalizmin ilkelerinin kılavuzluğunda gerçekleşmelidir. Ancak bu üretim, pratik olarak o ülkedeki sınıflar mücadelesinin açtığı siyasal başlıklar üzerinden ve adlı adınca “burjuva siyasal alanda” realize olacaktır. Ülke siyasetinde söz sahibi olmak derken “alternatif bir alan yaratmaktan” bahsetmiyoruz. Mevcut sahnede dövüşmekten bahsediyoruz.
– 20. yüzyılın marksizmin iç tartışmalarında da önemli bir yer tutmuş olan bir sorunu, işçi sınıfı siyasetinin nasıl üretileceği ve “etkili olacağı” sorunudur. Kapitalist ulus-devlet kurgusu içinde, sınıf eğer bir “baskı grubu”na indirgenmek ve bu biçimiyle etkisizleştirilmek istenmiyorsa, tarihsel çıkarı ekseninde bir siyasal üretim -işçi sınıfı adına ve kimi zaman sınıfa rağmen- zaruridir. Öbür türlüsü, kapitalizmin tarihsel sonunu hazırlayan senaryodaki rolünü yok sayarak, işçi sınıfını toplum içindeki diğer “sorunlular”dan biri olarak sivil toplum alanına itmek olacaktır.
İşçi sınıfı, en çok ezilen-sömürülen kesim olduğu ve sorunları olduğu için değil, insanlığın geleceğini kurtaracak sınıf olduğu için “sınıf siyaseti”ni önemsiyoruz.
– Marksizm içinden “işçi sınıfının sorunlarından kalkılarak üretilen siyasetin etkisizleşmesi ve tıkanması” sonucunda icat edilmiş olan “tüm toplumsal dinamikleri kucaklayan siyaseti” de, tıkanmaya teslimiyet olarak görüyoruz. Diğer uçtan burjuva düzene teslimiyettir.
– Sınıfın kendi sorunlarından kalkarak bilinçleneceği ve bu çerçevede devrimin öznesi haline geleceği önermesi ise, ancak yukarıda tarif edilen siyasal öncülük mekanizmasıyla bağlantılandırıldığında bir anlam ifade ediyor. Sınıfın bilinçlenmesi sorunu, bizim için siyasi mücadele konusudur. Sınıfsal konumdan kalkarak tarif edilecek bir sorun değil.
– İşçi sınıfı iktidarı almak için toplumun bütününe hitap etmek zorundadır. Siyaseti toplumun bütününe hitap etmek zorundadır. Devrim yapmak için tüm toplumun marksist olmasını beklemeyeceğimize göre, işçi sınıfının sınıfsız toplumun kurucusu olması misyonunun bugünkü pratik karşılıklarını yaratılarak topluma seslenmesi gerekmektedir.
İşçi sınıfı siyasetinin ise “işçi sınıfının sorunlarından kalkarak” değil, genel toplumsal – siyasal gündem üzerinden üretilmesi gerekliliği saptaması bu topraklarda sosyalizmin ideolojik dayanak noktalarını bulmamızda / yaratmamızda yolumuzu açan bir saptama oldu.
Bu yaklaşım sayesinde bu ülkede “aydınlanmacılık”, “kamuculuk”, “emperyalizm karşıtlığı”, “şovenizm karşıtlığı”, “bağımsızlıkçılık” gibi ideolojik dayanak noktaları inşa edildi.
Bu yaklaşım sayesinde, bu ülkede işçi sınıfının siyasal alanda sağlam bir mevzi edinme olanağı doğdu. Parti, sınıfın aklı oldu.
İşçi sınıfının sorunlarının bırakalım toplumun diğer kesimlerini kendi içindeki unsurlar için bile etkisiz başlık haline geldiği bir ülkede -ki bu yukarıda bahsedildiği gibi global bir sorundur, nedenleri ve sonuçları ayrı bir yazı konusudur- farklı kanallara düşmeden sınıf temelli bir siyasetin üretilmesi mümkün oldu.
Son not
Gelenek, katkıları ve aldığı yol ile kalkış noktası arasındaki mesafeyi tartma alışkanlığından vazgeçmeyecek. Evet, bugün geriye baktığımızda çok önemli adımlar atmış olduğumuz açık. Ancak, biz leninizmin yeniden üretimini hâlâ bir sınav olarak görüyoruz ve en kritik aşaması iktidarın alınması olmak üzere sosyalizmin kuruluşu sürecinde de bu sınavın süreceğine inanıyoruz.
“Şimdi Türkiye’ye dönebiliriz ve soruyu tekrar sorabiliriz: Nasıl bir partiye ihtiyacımız var? Türkiye Komünist Partisi bu soruya şimdi değil, 1992’den beri aynı yanıtı verenlerin partisidir: Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin ‘öncü parti’ye ihtiyacı var. Bu partinin ‘komünist’ karakterde olması bizim geleneğimizde kaçınılmaz. Yine bu partinin kadrolaşma dinamikleri ile toplumsallaşma dinamiklerini büyük ölçüde eşzamanlı çalıştırmak zorunluluğu da var. Bir kitle partisi partisine dönüşmeden kitleselleşmeye yönelen bir öncü parti…” 9
Devrim için…
Dipnotlar ve Kaynak
- LENİN V.I., “Komünizmin Bir Çocukluk Hastalığı “Sol” Komünizm, Sol yay., Beşinci baskı.
- LENİN V.I., “Rus devriminin 5 yılı ve dünya devriminin perspektifleri”, III.Enternasyonal 1919-1943 Belgeler, Belge yay., Ekim 1979, s.66.
- Bu konuda ayrıntılı bir tarih yazımı için bkz. OKUYAN Kemal, “Sosyalizm mücadelesinin neresindeyiz”, Gelenek 67.
- HEKİMOĞLU Cemal, “Neden Gelenek”, Gelenek, 7 Mayıs 1987, s.31.
- HEKİMOĞLU Cemal – GİRİTLİ Aydın, “Sosyalist örgütlenmede olasılıklar ve olanaklar”, Gelenek, 26 Temmuz 1989, s.39.
- HEKİMOĞLU C. – GİRİTLİ A., a.g.m., s.40.
- HEKİMOĞLU C. – GİRİTLİ A., a.g.m., s.42.
- Bu konuda kapsamlı bir çalışma için, bkz. HEKİMOĞLU Cemal, “Ne Yapmalıcılar” Kitabı, Gelenek yay., Üçüncü Baskı, Nisan 2000.
- OKUYAN Kemal, “2002 TKP”, Gelenek 70, s.13.