Size hiç yabancı gelmeyecek bir soruyla başlayalım. Neden McDonalds?
Sadece komünist siyaset açısından değil, her anlamda siyasette simgelerin önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta bunu bir siyaset yasası olarak da formüle etmek mümkün. Etkili siyaset, üzerine söz söylenecek başlığın belirgin bir şekilde ortaya konmasına ve net hedeflere ihtiyaç duyuyor.
Bu noktada belki bir şeyi vurgulamak gerek. Sosyalist mücadelede esas olan bütünlüklü siyasettir. Burjuva siyasetinde amaç insanları parçalara hapsetmek iken komünistler aksi yönde çabalarlar. Ve bu bütünlük teorik altyapısıyla, ideolojik yönüyle ve de örgütsel karşılığıyla birlikte kurulmak durumunda. Simgelere dair yapılan vurgu bu zemini veri alıyor. Simgeler bu bütünlüğe ulaşmada bir başlangıç ya da sıçrama tahtası görevi görüyor. McDonalds karşıtı kampanya da işte bu zemin üzerinde yükselmiştir.
Ciddi bir mücadele birikimine sahip olmakla birlikte ne yazık ki sürekli bir mücadele geleneğine sahip olamamış bir ülkede yaşıyoruz. Bunun doğal bir sonucu da sol adına kimi özgün dönem yahut eylemliliklerin ve bazı devrimci kişilerin toplumun hafızasında yer etmiş olması. 6. Filo, Komer eylemleri, Nazım, Deniz, Aziz Nesin… Türkiye kendi tarihsel gelişimi içerisinde öyle yada böyle simgelere bir yer açmış durumda. Beğenelim ya da beğenmeyelim bu durum devrimciler tarafından dikkate alınmak zorunda.
Bir simge olarak McDonalds’ın ne ifade ettiğinin ise çok fazla tartışılacak yanı yok. Ekonomi, kültür, ideoloji, çevre gibi başlıklara hiç girmeyeceğim. Bugün sokaktaki insana “birkaç Amerikan şirketi say” dediğinizde ilk akla gelenlerden biri McDonalds olacaktır. McDonalds emperyalizmin ve ABD’nin simgesidir. McDonalds’tan başlayıp emperyalizmin teşhirine ve anti emperyalist mücadeleye uzanmak mümkün. Bizler de kampanya boyunca bunu yaptık ve emperyalizmi anlatmaya McDonalds’la başlamanın son derece işlevsel olduğunu gördük.
Atlanmaması gereken bir diğer şey ise ODTÜ’nün kendisinin de bir simge olduğu. Devrimci tarihine dair insanların ne kadar şey bildiğinden bağımsız olarak toplumsal algıda ODTÜ solcudur. Yapılmak istenen ortada. Hem emperyalizmin bir simgesi kendini var etmekte hem de bize ait bir simge yok edilmeye çalışılmakta.
Bütün bu söylediklerim “Neden McDonalds?” sorusunun yanıtını oluşturuyor. Emperyalizmin simgesi hatta ta kendisi olduğu için McDonalds. Ama daha önemlisi o bizi seçtiği, ODTÜ’ye kurulmaya kalkıştığı için McDonalds.
Kampanya boyunca nasıl bir çalışma tarzı benimsediniz?
Çalışmamızın temel mantığını insanlarla birebir diyalog kurmak üzerine oturttuk ve bildiri, broşür ve benzeri araçların tamamını ODTÜlülerle temas kurmak için kullandık. ODTÜ McDonalds’ı hazmeder mi? broşürü üç baskıda 18 bin adet basıldı ve bunun yarıya yakını ODTÜ içerisinde tüketildi. ODTÜ’de girilmedik tek bir sınıf, laboratuvar, oda, kantin bırakmadık. Okulun her köşesinde kampanyanın gündem olmasını, tartışılmasını sağladık. McDonalds gündemine mesafeli durup sadece çalışma tarzımız üzerinden, “bir çalışma yapılacaksa böyle yapılmalı” diyerek olur veren hoca ve öğrenciler bile oldu.
Yapılan birçok renkli ve yaratıcı etkinliğin yanında asıl olarak bu faaliyetin kampanyanın ODTÜ’de sağlam bir zemine oturmasını sağladığını düşünüyorum.
McDonalds karşıtı kampanya bütün olarak ODTÜ’ye mal olmuş durumda. TKP’li Öğrencilerin kampanyaya öncülük ettiği de aynı oranda bilinen bir gerçek.
Evet, McDonalds karşıtı kampanyanın hiçbir evresinde mücadelenin öncülüğünü yürütenler örgütsel kimliklerini gizlemediler. Bunu kampanyanın kapsayıcılığına zarar vermeden başarabilmiş olmamızın bundan sonrasında da faydalanılması gereken bir deneyim olduğunu düşünüyorum.
McDonalds kampanyası partinin kararı ile başladı, 4 sene boyunca partinin tercihleri doğrultusunda değişen yoğunlukta ve farklı araçlarla devam etti. Başka türlü de olamazdı. Başarmak için süreklilik, süreklilik içinse örgütlülük şart.
Mücadeleye elbette duygularımızı, istek ve öfkelerimizi de katıyoruz ama asıl olarak aklımızla bilincimizle hareket ediyoruz. Yankee’ye karşı mücadeleyi nostalji, geçmişe özlem yahut salt bir onur kavgası olarak hiç algılamadık. Bu mücadeleyi onurumuz için ama daha önemlisi ülkemiz için verilen bir mücadele olarak kavradık. Kampanya boyunca insanlara ülkemiz ve toplumsal kurtuluşumuz için neyin hangi adreste yapılması gerektiğini anlatmaktansa hiç geri durmadık.
Adres göstermek sadece söylenen şeyin altına imza atmak değildir. İdeolojik söylemimizle, siyasal vurgularımızla ve çalışma tarzımızla da o adresi tarif ettik.
Kapsayıcılık meselesine gelince… Kampanya ODTÜ yerleşkesinde bulunan her bir bireyi kendisine hedef seçmiştir. Kampanyanın bir parçası olmak için McDonalds karşıtı olmak yeterliydi.
McDonalds karşıtlığının ODTÜ’nün kendinden menkul bir özelliği olduğu düşünülmemeli. McDonalds karşıtlığı büyük ölçüde partili öğrenciler öncülüğüyle yaratılmış bir gerçekliktir. Yani, bir yanıyla kampanya kapsayacağı bir toplamı yaratmıştır da diyebiliriz. Kimi gazetelerde yazdığı gibi sağcısı solcusu bir arada yürütmüş olmasa da partili öğrencilerin ulaşabildiği alanın daha da ötesinde kampanya ODTÜ’de nesnel bir durum haline gelmiştir. İmza toplamak isteyen türbanlı öğrenciler olduğunu ya da kampanyanın meşruiyetinin etkisiyle kendisini McDonalds karşıtı olarak nitelemek durumunda kalan sağcılar olduğunu biliyoruz.
Belki bu son söylediklerim kapsayıcılığından çok kampanyanın etkisini ve meşruiyetini açıklayan şeyler oldu. Ama kampanyanın kapsayıcılığını sağlayan şey de gitgide etkisini ve meşruiyetini artırması idi. Bu süreçte ODTÜ’deki birçok öğrenci topluluğu kampanyaya katkı koydu. Yüzlerce öğrenci, akademisyen ve emekçi kampanyanın bir parçası, binlercesi ise destekçisi oldu.
Kampanyanın kapsayıcılığıyla birlikte bir prestij unsuru haline geldiğini de gördük. Okulda pasif bir kampanya destekçisi olup da okul dışında çevresine karşı ODTÜ’de yürütülen mücadelenin prestijinden nasiplenen çok sayıda ODTÜlü olduğunu biliyoruz.
Gerek basın üzerinden gerekse de farklı yollara kampanyaya kimi saldırılar oldu. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kampanyanın başlangıç hedeflerinden biri de vereceğimiz ideolojik mücadelenin bir taraflaşma yaratması idi. Bu başlıkta da McDonalds karşıtı kampanyanın başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Düzen ideolojik mücadelede yok sayamayacağı ve bu nedenle kendini üzerine söz söylemek zorunda hissettiği başlıklarda iki yönteme başvuruyor: Ya yumuşatarak iç etmeye çalışıyor ya da cepheden saldırıyor. İkincisini denemiş olması kampanyanın üzerinde yükseldiği argümanların sağlamlığından ve işin mutfağında bulunanların kimliğinden kaynaklanıyor.
Basında yazılanlar bu karşıtlığı çok net olarak ortaya koyuyor. Kampanyaya destek sunan çok sayıda gazeteci ve yazar oldu. Kampanyanın önemli başlıklarından biri ülke gündemine taşımanın bir aracı olarak basın emekçileri ve yazarlarla kurulacak ilişki idi. Bu konuda da titiz bir çalışma yürütüldü ve sonuç alındı. Ama doğal olarak kimi sermaye ideologları da sahiplerinin sözünü dinledi. “Nasıl olur da yabancı sermaye düşmanlığı yapılırdı, ABD’de dahi kimi sektörlerde ABDli olmayan tekeller hakimdi” gibi “ikna edici” argümanlardan “zibidi”ye varan hakaretlere kadar bir çok şey yazıldı. Bu sözlerin sahipleri Ertuğrul Özkök Serdar Turgut ve benzeri isimler. Sanırım isimler de bu cepheleşmenin ne kadar sağlıklı bir cepheleşme olduğunu gösteriyor.
Peki bu cepheleşmenin okuldaki yansımaları neler oldu?
Ciddi bir nicel karşılığı olmamakla birlikte okulda da hem öğrenciler hem de hocalar arasında bir saflaşma oldu. Belki daha doğru ifade edecek olursak kampanyaya karşı çıkan McDonaldsçılar da oldu. Yaptığımız oturma eylemi sırasında hocalardan da, öğrencilerden de kimlerin McDonaldsçı olduğunu öğrenme şansına sahip olduk. Mesela bir hoca hışımla bizleri çiğnemeye çalışarak McDonalds’a girmeye çalıştı. Daha sonrasında bahsolunan şahıs ve birkaç isim daha internet üzerinden kampanya karşıtı bir çalışma yürüttü.
Öğrencilerden de oturma eyleminin sürdüğü iki gün boyunca günde üç öğün McDonalds’ta yiyen 4-5 kişi oldu. Elbette bunların ötesinde de McDonaldsçılar vardır ama muhtemelen ses çıkaracak cesareti kendilerinde bulamadılar. Bu cesareti kendinde bulanların hepsini tanıyoruz. Mesela kampanya boyunca farklı zamanlarda televizyonda ve basında kampanya karşıtı ODTÜlü olarak çıkarılan kişi liseden beri tanıdığımız.bir arkadaş. En son bir gazeteye mektup gönderip ODTÜlülerin McDonalds’a karşı olmadığını ve gitmesine ne kadar üzüldüğünü ifade etti. Gazeteye bir mektup da biz gönderip komik duruma düşmeyin, dilerseniz biz size birkaç McDonaldsçı’nın daha ismini verebiliriz dedik.
ABD Büyükelçiliği’nden bir görevlinin sizinle görüştüğünü biliyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçtiğimiz sene bahar ayları kampanyanın en hızlı aktığı dönemlerden biri oldu. Bu dönemde yaptığımız işler sadece ODTÜ içerisinde değil ülke genelinde de ciddi bir yankı buldu. Özellikle McDonalds önünde başlatılan oturma eylemi. Daha önce bahsettiğim gibi, düzenin en has ideologları kampanyaya saldırmaya başladı. Doğal olarak biz de bir karşı saldırı başlattık. Birçok onurlu gazeteci ve yazar bize destek sundu. Okul kapanmış olduğu için okul dışındaki çalışmaya yoğunlaştık. Türkiye’nin dört bir yanında parti imzalı bir afiş ve bildiri çalışması başlattık. Özellikle bu çalışmanın McDonalds’ı fazlasıyla rahatsız ettiğini biliyoruz. Ne tesadüf ki tam böylesi bir dönemde ABD Büyükelçiliği’nden görevlilerin okul aracılığıyla bizimle görüşmek istediğini öğrendik.
Okul aracılığıyla bir görüşme ayarlandığını söyledim ama önemli bir nokta şu ki görüşmede okul yönetiminden bir temsilci olup olmayacağını sorduğumuzda “Hayır, bu informel bir görüşme olacak” cevabı aldık. ABD Büyükelçiliği gibi meşru bir kurumun bizimle bu tarzda bir görüşme yapmak istemesi ilgimizi çekmedi değil.
Sonuç olarak Chris Panico ismindeki bir elçilik görevlisiyle okulda bir görüşme yaptık. Görüştüğümüz kişinin ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak Sovyet topraklarında ve Doğu Bloğu ülkelerinde çeşitli görevler üstlenmiş olması kafamızda kimi şeyleri netleştirmemizi sağladı. Aynı zamanda vaktiyle ODTÜ hazırlık okulunda hocalık yapmış ve ODTÜ’yü tanıyan biri olarak bizimle görüşme için bu kişi seçilmişti. Seçilmişti dedim nitekim, başlarda kişisel merakıyla başladığı Türkiye’de gençlik üzerine bir araştırma vesilesiyle bizimle görüşmek istediğini söylerken daha sonrasında bizim sorularımızla durum biraz değişti. Önce araştırmanın Dışişleri Bakanlığı için yapıldığını daha sonra ise “merkeze iletmek üzere” böyle bir çalışmanın başlatıldığını ifade etmek durumunda kaldı.
Öngörebildiğimiz gibi asıl dertleri bizi daha yakından tanımak, niyetimizi bilmekle birlikte emin olmak ve test etmekti. Nitekim kendisinin de küreselleşmenin getirdiği kötülüklere karşı duyarlı biri olduğunu söyleyen görevli konuşma boyunca hep küreselleşme karşıtlığı üzerinden ağzımızı aradı. Biz ise her seferinde emperyalizm ve ABD karşıtlığını vurguladık. Muhtemelen az bir umutla da olsa naif küreselleşme karşıtlarıyla karşılaşsak ne güzel olur diyorlardı.
Konuşmamızdaki bir diğer önemli husus partinin kampanyayla olan ilişkisi idi. Chris Panico bize İstanbul’da konuştuğu bir ODTÜlünün bu işi sadece SİP’liler yapıyor diyerek kampanyaya aktif bir şekilde katılmak istemediğini söylediğini anlattı. Bir sürü küreselleşme karşıtı varken ne gerek vardı partiye.
Merak ettikleri başka bir şey de kampanyanın sadece ODTÜ şubesi ile sınırlı tutulup tutulmayacağı idi. Bu işin daha ne kadar başlarını ağrıtacağını kestirmeye çalışıyor bir olasılık “ver kurtul” yöntemiyle bu işe nokta koyup koyamayacakları sorusuna cevap arıyorlardı. Konuşmamızın bu konuda kafalarını netleştirmeye yardımcı olduğunu düşünüyorum.
McDonalds’ın kapanmasının ardından ekonomik kriz vurgusu özel olarak ön plana çıkarılmaya çalışıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
McDonalds’ın “ODTÜ’deki restoranımızı kriz nedeniyle kapattık” demesinden ve birilerinin de sürekli bunu vurgulamasından daha doğal bir şey olamaz diye düşünüyorum. Bu zaten öngörülebilecek bir şeydi. Sermayenin çıkarları doğrultusunda “yaratılan ve devam ettirilen” bir olgu olarak kriz, yüz binlerce emekçinin işten atılması, sömürü ve yoksulluğun daha da artırılması gibi saldırılara bahane olduğu gibi, bir yenilginin de kılıfı olarak kullanılmak istenmekte. McDonalds’ın ODTÜ’deki restoranını kapatmasının nedeni bugün “kriz”dir. Başka bir günse pekala okul yönetimiyle maddi yahut farklı nedenle bir anlaşmazlık veya herhangi bir hukuki süreç ve kaybedilen bir dava olabilirdi. Ama asla McDonalds’ın ODTÜ’yü terk etmesinin nedeni kendisine karşı verilen mücadele olmayacaktı.
Siyasette işlevsellik önemlidir. Komünistlerin süreçleri, olguları emekçilerin çıkarları doğrultusunda değerlendirmeleri de son derece doğal. Ancak komünist siyaseti burjuva siyasetinin pragmatizminden ayıran ilkelilik tutarlılık ve dürüstlüktür. Siyasi mücadelede yeri geldiğinde “yenildim” diyebilmek komünistlere özgüdür. Elbette topluma umutsuzluk, çaresizlik aşılamak için değil, önünü daha iyi görebilmek ve hataları tekrarlamamak için.
Belki yenilgiden öte kavramlarla da ifade edilebilir ama 12 Eylül’de Türkiye’de yenildik. Sovyetlerin çözülüşüyle dünya ölçeğinde yenildik. Ama kapitalizm “hiç yenilmedi.” ABD Küba’da, Vietnam’da yenilmedi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın yarısını sosyalizme kaptıran kapitalizm yenilmedi, aksine demokrasi kazandı. Sadece böylesine büyük ölçeklerde değil daha küçük ölçeklerde de yenilmediler. Mesela Elian’ın Küba’ya iade edilmesinin bu yönde verilen mücadeleyle ne ilgisi olabilirdi ki kutsal ABD yasaları dururken.
Sıradan kapitalist işletmeler ekonomik nedenlerle açılırlar ve zarar ederlerse kapanırlar. Ancak ne McDonalds sıradan bir kapitalist işletmedir ne de kurulmaya çalıştığı ODTÜ sıradan bir yer. Sadece kâr açısından bakılsaydı en mantıklısı talebin daha fazla olacağı düşünülerek bir özel kolej yakını, ortalama gelir düzeyi yüksek bir yerleşim yeri yahut Bilkent gibi bir özel üniversite kampüsüne restoran açmak olurdu. Ne var ki “daha derin ideolojik nedenler” olduğu bizzat ODTÜ McDonalds işletmecisi tarafından ifade edilmiştir. Sonuçta bu ideolojik nedenlerin de dolaylı olarak ve uzun vadede kâr etmek için olduğu söylenebilir ama birincil neden farklıdır.
ODTÜ McDonalds restoranı ortalamanın çok altında bir ciroya sahiptir ve buradan edilecek kâr ya da zarar bütün içinde ihmal edilebilecek düzeydedir. Bu hem McDonalds şirketi hem de ODTÜ’deki aracı şirket için geçerlidir. Personel ve kira gideri çok daha fazla olan diğer restoranlar değil de ODTÜ restoranı kapatılmıştır.
Burada McDonalds’ın hakkını daha fazla yemeyip şu da söylenebilir: Evet, McDonalds’ın kapatılmasının nedeni bir boyutuyla da ekonomiktir. Çünkü satışları azalmıştır. Kimi diğer şubelerde uygulanmıyorken ,indirim kampanyası doğrultusunda yapılan indirimlerin hepsi ODTÜ’de geçerli olduğu halde. Bu durum ODTÜ’deki kampanyadan kaynaklanmaktadır. Eğer kampanyanın hiçbir etkisi yoksa ve ekonomik kriz nedeniyle talep daralması her yerde homojen yaşanmışsa ilk kapatılması gereken restoran ODTÜ değildir. Hele ODTÜ’deki aracı şirketin Türkiye’de en fazla ciro yapan Kızılay şubesi de dahil işlettiği başka şubeler olduğu ve hiç birini kapatma ihtiyacı hissetmediği düşünülürse ODTÜ’nün kapatılması garip kaçmaktadır.
Kapitalistler her şeyden menfaat elde etmeyi biliyorlar. Yenilgilerinden dahi. En azından karşı taraf daha az şey kazansın istiyorlar. Bir üssü terk ederken düşmanın eline daha az cephane geçsin diye çabalıyorlar.
ODTÜ McDonalds’ın kapanmasının nedeni kriz değildir ama bu terk ediş ekonomik olarak da ideolojik olarak da, kesinlikle rasyoneldir. Şirketin uzun vadeli çıkarları ODTÜ restoranını kapatmasını gerektirmekte idi ve onlar da bunu yaptı. Yapılan hesap şudur: Restoran açık kaldığı sürece kampanya devam edecekti ve şirket ODTÜ’deki etkin boykottan kaynaklı müşteri azlığı nedeniyle ODTÜ restoranını uzun süre daha sübvanse etmeye devam etmekle kalmayacak, kampanyanın her gündeme girişiyle imajı biraz daha zedelenecek ve genel anlamda da satışları azalacaktı. Şirket ekonominin yanında farklı boyutlarda da zarar görmeye başlamış ve zararın neresinden dönersem kârdır diye düşünmüştür. Üstelik şimdi kriz gibi meşru bir bahaneye sahipken daha sonra kapattığında inandırıcı bir gerekçe bulmakta zorlanacağını ve düşmana daha fazla cephane bırakmak zorunda kalabileceğini hesap etmiştir.
Ancak bu hesapta yanıldıkları bir nokta var. McDonalds’ı kapatmış olmak komünistlerin anti emperyalist mücadeleye ara vereceği anlamına gelmiyor. Bu kazanımın üzerine katılacaklar bundan sonra da McDonalds’ı sıkıştırmaya devam edecek.
Kampanyaya dair son değerlendirmeniz ve bundan sonrasına dönük görüşleriniz nedir?
Öğrenci hareketinin son dört senesini incelediğimizde iki şey gözümüze çarpıyor. Birisi türban gündemi, diğeri ise genel olarak anti emperyalizm başlığında yapılan eylemlilikler. Partili öğrencilerin her iki gündeme de her boyutuyla damga vurduklarını rahatça söyleyebiliriz. Türban Neyi Örtüyor kampanyası ile sadece solun onurunu kurtarmakla kalmayıp sosyalizmin ilkelerinden biri olan aydınlanmacılık başlığında tarihe önemli bir kayıt düştüğümüzü düşünüyorum. Bugün de McDonalds’ı kapatarak tarihe yeni bir sayfa daha eklemiş bulunuyoruz. Anti-emperyalist mücadelede elde edilen bu kazanımı bütün yurtseverlerle paylaşıyoruz.
1980 sonrasında hep kaybetmeye, kazanımlarımızın bir bir elimizden alınışını çaresizce izlemeye alıştırılmışız. Umutsuzluk ve çaresizlik memleket insanının adeta bir kaderi haline getirilmiş. Bizler bu tabloyu değiştirmek için yola çıktık.
Mücadele kısmi de olsa kazanımlara ihtiyaç duyar. Sadece kaybettiklerini anlatan ve kaybetmeye alışmışların değil, umut ve güven verenlerin ilerleme şansı vardır. Hep dediğimiz gibi saldırıya verilecek en iyi yanıt karşı saldırıdır. Bu nedenle kampanyanın hedefi çok netti. McDonalds ODTÜ’den gidene kadar devam edeceğiz dedik. Bunun sebebini hazırladığımız broşürde şu sözlerle açıklamıştık: “ODTÜ emperyalist kuşatmanın kaderimiz olmadığını bugün de gösterecektir… ODTÜ’den defolup giden McDonalds bağımsız bir ülke aydınlık bir gelecek onurlu ve özgür bir toplum uğruna yürüyen mücadelede sağlam ve kalıcı bir adım olacaktır.”
Bu adım “biz mücadele ettik de ne oldu”lara “bu memleket adam olmaz“lara bir yanıttır. Bundan sonra ne yapacağımıza vereceğimiz cevap yeni bir cevap olmayacaktır. Kampanya sırasında da “Diyelim ki kapattınız. Sonra ne yapacaksınız” diye soranlara verdiğimiz cevabı vereceğim. Bunu insanlara anlatacağız. Yaratıcı ve akılcı bir mücadeleyle farklı başlıklarda da kazanabileceğimizi anlatacağız. Kaybetmeye mahkum olmadığımızı, örgütlü mücadeleye daha fazla insanın katılmasıyla bunun çok ötesinde başarılara imza atabileceğimizi söyleyeceğiz. Yola çıkarken “McDonalds ilk olsun” dedik “bizler ülkemizde var olan tabloyu değiştireceğiz” dedik. Bundan sonra yolumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Daha büyük bir inanç ve güvenle daha etkili ve örgütlü bir şekilde…